DONANMA MECMUASI 102/151 17,Ocak,1918

DONANMACEMİYETİNİN HAFTALIK GAZETESİDİR.

İSTİKLALİMİZ DENİZLERDEDİR

4 RABUİLAHİR SENE 1336 – 17 KÂNUNUSANİ SENE 1334

NÜSHASI 40 PARA

MİLLİ İNŞAAT BAHRİYE ANONİM

ŞİRKETİ

Sermeyesi 100,000 lira

Merkez idaresi:  Galata’da Perşembe pazarında Arslan han

Hisse kaydına başlanılmıştır

Bir hisse senedi on liradır.  İlk taksit olarak

İki buçuk lira

Alınır.  Cumadan maada her gün kayıt muamelesi icra olunur. 

Şirket istikbalin en büyük bahriye tezgâhıdır

Halkın göstermekte olduğu rağbet, milletin istikbali

İhtiyaçlarını takdirdeki zekâvetine delalet etmektedir. 

Düşmanlarımıza aman dedirtecek müessir silahlarımızdan biri:  tahtelbahir şikâr beklerken.

BÜYÜK Müsâlahalar

Muharriri: Ahmed Rasim

Donanma gelecek nüshadan itibaren ediba ve muharririn muhteremimizden Ahmed Rasim Beyin << büyük müsâlahalar >> unvanlı bir silsileyi makalatı ile tezyin sahaif eyleyecektir.

Numara:  151 / 102

4 RABUİLAHİR SENE 1336 – 17 KÂNUNUSANİ SENE 1334

Tetkikat tarihiye:

1243 senesinde nizam-ı cedid ne halde idi?

2

     (Charles Macfarlane) ‘in seyahatnamesinden.

     İstanbul’a vürudumdan pek az sonra nizam-ı cedid alay mızıkalarından birinin Reverini’nin bir parçasını çaldığını duymuş idim.  Şimdi Avrupa musikisinin askeri bandolardan duyulması şayan-ı hayret bir hadise ad olunmuyordu.  Hususiyle maiyet alayları bandosu ufak tefek Avrupa parçalarını dinlenmeğe şayan bir surette çalabiliyordu.  Birçok Türklerin arasında, yapa yalnız durup ta hatıraya İtalya’yı ve birçok latif menâzırla aziz dostları ihtar eden alafranga havaları dinlemek bir Avrupalı için hayli hoş ve garip geliyordu.  Hususiyle bir gün ta çocukluğumda ve uzak vatanımda duymuş ve senelerdin beri unutmuş olduğum eski bir İngiliz havasının çalındığını duyunca ne kadar şiddetle müteessir olduğumu tasavvur edebilmek kabil değildir.  Mızıka sustuğu zaman ben hala dinliyor, işitmek istiyor ve havanın tekrar çalınması için her şeyimi fedaya hazır bulunuyordum. 

     Alafranga mızıkanın Türkler arasında ilk çalınışta, kendi musikilerinin besâtet ve ıtradına karşı pek şedid bir zadid arz ettiğinden dolayı Türkler bir şey anlayamamışlardı.  Onlar için bu mızıka kulaklarını dolduran bir ses fırtınası, bir seda muamması idi.  zaten feylesof Hayyam demiştir ki;  talim ve istinas kesb etmemiş kulaklar İtalya’nın mu’zıl letafetleri havi musikisinden ziyade sade ve gayri müzeyyen nağmelerden mütelezziz olur.  Türklerin en ziyade hoşlandıkları havalar <<İngiliz marşı>> ile <<yaşa dördüncü hanri!>> gibi parçalardı.  Kendi musikilerindeki besatet ve hazin-engizliğe tamamıyla haiz olduklarından bizim bazı eski “İskoçya” ve “İrlanda” havaları Türklerin pek ziyade hoşuna gitmek lazım gelir.  Türklerin, hususiyle Türk kadınlarının musikiye olan müftevniyetleri ihtiras derecesinde ve adeta namütenahidir.  Geçen sene son baharında İtalya’dan Sultan Mahmud’un askerleri için mızıkacıları ve birçok müzikal aletlerine hamil koca bir gemi gelmiştir.  Askeri bandolardan birinin malumu olan ihtiyar bir İtalya’nın beyanına nazaran;  Türkler müzikal talimine o kadar heveskâr olmayıp bandolardaki efradının büyük bir kısmı Ermenilerden mürekkeb imiş.  Muaharen Sultan Mahmud hadis-üs-sinn iç oğlanlarından bir kaçını bu ihtiyar İtalya’nın dost –i talimine vermiş.  Bu çocuklar pek terbiyeli ve muti olduklarından ben İstanbul’dan hareket ederken hayli terakkiye mazhar olmuş bulunuyorlardı.  Türklerdeki musiki muhabbetinden çok şeyler ümit olunur.  Çünkü Türkleri yola getirmenin en müşkül ciheti onların kalbinde her hangi bir ilim veya sanat için bir kere merak ve heves uyandırmaktır.  Gerek gördüklerimden ve gerek tetkikat medide de bulunmuş olanlardan anladığma göre Türkler fıtraten ahmak ve istidatsız değil, fakat fıtraten tembel, lakayttırlar.  Merak, menfaat ve muhabbetlerini calib-i hususatta davranış, serî-ül-intikal, hatta pek kurnaz olurlar.  Ekseriya maksatlarını istihsal için pek büyük sabır, sebat ve sa’y sarf ederler.  Lakın bu maksat kabil-i temas ve kesb olmalı, Türkün gözünün önünde mütecesim ve cazip durmalıdır.  Aksi takdirde Türk o işe lakayıtane yüzünü çevirir ve aydın velayetinde misafiri olduğum Türkmen’in yaptığı gibi sorar ki:

     Pek ala, bütün bunların kaidesi nedir?

     Sultan Mahmud’un muntazam süvari askeri yalnız altı yüz kadar kişi baliğ üç bölükten ibarettir.  Benim İstanbul’a muvasalatımdan mukaddem bunlardan iki bölüğü Levent – Cezayirli Gazi Hasan paşa – çiftliği karargâhına gönderilmiştir.  Bu süvari kıtaatı padişahın pek gözünde ve mucib-i fahri olup ekseriya başlarına bizzat geçip kumanda etmekten lezzet-yab olurdu.  Ben padişahı talim meydanında görmedim;  lakin süvari muallimi sâlif-üz-zikr Kalosso’nun bana söylediğine nazaran Sultan Mahmud birkaç bölük süvariyi en muallim bir süvari binbaşısı derecesinde maharet ve suhuletle kullanıp manevra yaptırmağa muktedir etmiş.  Bu muntazam süvariler dürüst-i etvarı, meziyyat şahsiyesi ile pek az zamanda padişahın büyük teveccühlerine mazhar olmuş bulunan Sinyor Kalosso’nun taht-ı talim ve terbiyesindedir.  Sinyor Kalosso’dan evvel bu hizmete memur Gayard ismindeki Fransız zabiti onun yanında nüfusunu kayıp etmiştir.  Padişahın nazarında o kadar kıymetli olan Kalosso İtalyalı bir serğüzeştçidir.  Sergüzeşti hayli gariptir.  Aslen Piyemonte’li olan bu adam Boartuva ve Bonapart kumandasındaki İtalyan – Fransız ordusunda hizmet etmiştir.  Fransa imparatorluğunun inkırazında süvari yüzbaşısı rütbesine haiz idi.  Kalosso adeta mevki iktidara gelen Sava  (Savoia)     hanedanının zamanında bu hizmette devam itmiş ise de 1821 de zuhur eden Piyemonte ihtilaline karıştığından İtalya’dan parasız, himayesiz ümitsiz firara mecbur olmuş ve kim bilir ne kadar mezayikalara duçar olduktan sonra bu hal-i perişanide İstanbul’a vasıl olmuştu.  Bir süvari kıtasını talim etmekten yahut pek güzel hayvana binmekten başka sanatı yoktu.  Tabii bu sanat maişet için müracaat ettiği Galata Frenkleri nezdinde kendine bir mevki temin edemiyordu.  Galata tüccarlarının ekseri Ceneviz olduklarından bu fakir Piyemonte’li efendiye her nevi muavenet ibrazından müstenkif edilir.  Ancak birkaç fakir İtalyan hemşerinin muavenet insaniyet karaneleri sayesinde Kalosso akşam yiyeceği ekmeği bulabiliyordu.  Ve galata sokaklarında bu asilzade tavırlı adam aylarca pek fakirane bir kisve ile dolaşıp durmuştu.  Hatta ayağındaki kundura, bu name kesb-i istihkak edemeyecek derecede harap olmuştu.  Nihayet Kalosso talih garibi ile mütenasip bir iş buldu.  İsviçreli bir adam ilk defa olarak İstanbul’da bir bira fabrikası tesis etmek fikrine düşmüştü.  Cenovalının fikrince Müslümanlar hükm-i kuran ile üzüm usaresini içmekten memnu olduklarından Arpa Suyuna büyük bir tehalük göstermeleri lazımdı. Lakin Cenevreli Türklerin hepsinden ziyade hulviyyâta ve şerbetlere mübtela olduklarını, hatta tatlılandıracak şeker bulamadıkları halde o derece sevdikleri kahveyi bile içmekten istinkâf ettiklerini düşünmemişti.  İsviçreli Tarabya’da koca bir köşk istikra ederek işe başladı.  Zavallı Kalosso bir zaman parlak, cevval, cesur bir süvari zabiti olduğunu unutarak onunla beraber orada asla içilmeyecek biraları şişelere doldurmakla iştigale başladı.  Ben bu vakayı Piyemonte’li süvari zabitine bir hisseyi ta’yîb çıkarmak üzere yazmıyorum.  Bilakis bu hareket mesai yekarane onun için şereftir.  Çünkü ekmeğini kazanmak için her namus karane işi yapmağa çalışmış olduğu gibi en müthiş sefalet günlerinde bile müntekarane, çirkin, şeref ve namusa mugayir bir hareket icra etmemiş olduğu herkesçe malumdur. 

     Tabii bira imalathanesi pek az sonra topu attı.  Kalosso tekrar işsiz ve ümitsiz kaldı.  Bereket versin ki;  Sultan Mahmud bu esnada ıslahat askeriyeye kemal-i ciddiyetle girişmiş bulunuyordu.  Bir Ermeni haiz-i mevki ve itibar olan bir Osmanlıya Kalosso’nun asker talim ve terbiyesinde haiz-i maharet olduğunu ihbar etti.  Mumaileyhin tavır ve şekli de Sultan Mahmud’un nazar-ı takdirini celb edecek derecede idi.   zuhur eden bir hadise de nihayet Kalosso’nun nazar-gâh şahanede haiz-i ehemmiyet olmasına hizmet etmişti.  Bütün saray seyisleri elde bulunan bir beygiri terbiye etmekten ezhar-ı acz etmişlerdi.  Kalosso hayvanın üzerindeki gürültülü, biçimsiz Türk takımını attı.  Bir Frenk eyeri vurduktan sonra pek güzel terbiye etti.  Filhakika müddet umurumda bu Piyermonte’li kadar güzel hayvana binen adam görmedim.  Refakatimde bulunan gül-dani (David) hayatının kısm-ı azami en iyi hayvanlar ve en iyi süvariler arasında geçirmiş olduğu gibi Napolyon’a gönderilen bir takım hediye Arap hayvanlarını götüren heyet meyanında da bulunmuş idi.  Kalosso’yu beygir üzerinde gördükçe cuş u huruşa gelerek Fransızca; 

     Ah mösyö, mösyö, beygire bir melek gibi ( ! ) biniyor diye söylenirdi.

     Sultan Mahmud Kalosso’nun sâlif-üz-zikr hizmetinden pek memnun olarak ondan pek az müddette süvariliği talim etmiş ve muntazam süvarisini talim ve terbiye edecek bir adam varsa onun da Kalosso olduğunu anlamıştı.  İşte bu veçhile bedbaht ve fakir serseri birkaç gün içinde hem padişah Osmaniye’nin, hem de gözü gibi sevdiği hassa süvarilerinin muallimliği mevki şeref-medarına irtika eyledi. 

     Sultan Mahmud Kalosso’nun tayininden sonra bir iskemleye benzeyen Türk eyerinden vaz geçtiği gibi Avrupa usulü süvari talimlerini baştanbaşa görmek heves katiyesinde bulunduğundan ekseriya çıplak beygire de bindiği olmuştur.  Hatta bir gün gayretli padişah yaptığı terakkiyata fazlaca güvenerek mualliminin marifetlerinden birini icraya teşebbüs etmişti.  Lakin bu güç hareketi icraya muvaffak olamayarak kemal-i şiddetle yere düşmekte iken Kalosso yetişip padişahı kolları arasına almıştır.  Lakin bu gibi tehlikeler padişahı maksat cendiyanesinden vaz geçiremeyip nihayet Avrupa’nın en mükemmel süvarileri derecesini bulmuş ve kendi muntazam ordusunun muallim hakikisi mertebesine irtika etmiştir.  Bir taraftan Kalosso’nun liyakati, terbiyesi ve etvar-ı kibaranesi;  Diğer taraftan Sultan Mahmud’un bu gibi mezayatı tefrik ve tayinde haiz olduğu kudret sayesinde bu gün Kalosso nazar-ı padişahide hiçbir Frenk’in rekabete muktedir olamayacağı ve mevki âli-i teveccühe ve muhabbet sahibi bulunmaktadır. 

      ( 1 ) – Avrupalılar Sultan Mahmud’un hizmetinde bulunan ecanibin miktarına ait malumat sahihe sahibi değildirler.  Onlar Türkiye ordusunda pek çok Avrupalı zabit var zan ediyorlar.  Ahval hakikiyeyi bilmeyen gazeteciler geçen sene Rusların duçar oldukları muvaffakiyetsizlikleri, Türklerin maharetini ve istihkâmatının mükemmeliyetini ve saire yi ordudaki Avrupalı zabitanın himmetine atıf eyliyor.  Hâlbuki bence katiyen malum olmuştur ki;  ordugâhında iki üç doktordan başka Avrupalı zabit yoktur.  Doktorlardan bir Fransız da nihayet bıkarak ben İstanbul’da iken geri gelmişti.  Kalosso’nun muttalibatı nezd-i padişahide asla ret olunmuyor ve hemen her gün huzur-i padişahiye çıkmak şerefine nail oluyor ki, bu her Frenk’in nail olabileceği, bahtiyarlıklardan değildir.  Padişah kendisine birkaç gayet güzel beygir hediye ettiği gibi geçenlerde Beyoğlu’nda kâin ve menfi ermeni Katoliklerinden birine ait olan en güzel bir konağı da onun ikametine tahsis eylemiştir. 

     Sultan Mahmud’un kullandığı Avrupalı zabitanın Osmanlı ordusundaki mevki hakikileri ancak talim muallimliğinden ibaret olup bunlar doğrudan doğruya asakir-i İslamiye ye kumanda mevkiine gelemiyorlar.  Bu hususta padişahın bir mütalaa-i mahsusası olduğu anlaşılıyor.  Kalosso’ya doğrudan doğruya ordumuz zabitanı sakinine duhul için bir teklif vaki olmadığı gibi o da adeta tebdil-i din etmeğe mütevakkıf olan bu hizmeti talep etmemiştir.  Kalosso talim zamanlarında hassa süvarisi üniformasını labis olup o kat sairede Avrupalılar gibi giyinmektedir. 

     Ali Rıza Seyfi

HARP HÂZIR’IN MENŞEİ

GEÇEN NÜSHADAN MABAD

     Müşarünileyhe yirmi altı yaşında olup validesi Prenses Clémentine Fransa kralı Louis Philippe’in kızı idi.  Prens Ferdinand’ın intihabı 1787 de meclis-i milli tarafından tasdik olunmakla prens bir buçuk ay sonra Sofya’ya gelip resmi teklifi icra olundu.  Bâb-ı âlî Rusya’nın teşvikiyle bu intihabı kabul etmeyerek bi’d-defa’ât protesto etti, lakin protestoları kâğıt muamelesinden ibaret kalarak fiilen hiçbir tesiri olmadı. 

     PRENS Ferdinand riyaset vükelayı İstanbulof’a tevdi edip bu müfrit nasyonalistin cerbeze ve iştihari yanında bir müddet sönük kalmış ve sakıt ceraiyede ihtilafları olmuş ise de esasatta ve siyaset dâhiliye ve hariciyede mütehaddil-el-fikr bulunmuştur.  Prens dakika şinas idi.  azılı başvekilin hakkından gelemeyeceğini anlamıştı. İstanbulaf hasım ve rakibasını bila iman te’dib eylemekte ve haklarında işkenceler dirûg olunmadığı gibi dar-ağaçları dahi ikayı vazifeden geri durmamakta idi.  Nihayet hayat hususiyesine ait bir şayia-i gayri layıka üzerine istifaya mecbur olup 1894 on dört ay sonra bir suikast kurşunuyla hak-ı helaka sarıldı.  Bu zatın idare-i gıda-ranası Bulgaristan’a birçok kavaid temininden hal kalmamıştır.  Subraniye sırf vazife-i teşriiyesiyle tavaggul ederek birçok mühim kanunlar tanzim etmiştir. Teşkilat idareye hissi suretle tertip ve tanzim olunarak imar nafiada terakkiyat azime görülmüştür.  Timur yolları inşa ve mektepler küşat ve tarik ve maâbir teksir ve ordu tanzim ve ıslah kılınarak Bulgaristan’ın Avrupa nazarında balkanlardaki mevkii yükselmiştir.  Rusya müdahalesi bertaraf olup Bâb-ı âlî dahi Sofya’ya komiserini iade ile eski protestolarına nihayet vermiştir. 

Sırbistan:

Sırbistan’a gelince 1868 de on dört yaşında iken Sırp beyi tayin olunan Milan Obrenovic Hersek ihtilalini müteakip Rusya harbine mukaddeme olmak üzere devlet matbuasına ilan-ı isyan eylemişti 1867.  Vidin’den hareket eden Osman Paşanın ve Niş’ten sevk olunan Ahmed Eyup Paşanın tazyikatı altında Rus General Mikhail Chernyayev kumandasında bulunan Sırp ordusu muzmahill olarak memleketi bütün bütün istilaya maruz iken Rusyalının tavassut mecburanesiyle hükümet seniyece af olunup ordularımız geri çekilmiş idi.  Ertesi sene Rusların galibatı üzerine fırsatı ganimet bilerek tekrar kıyam ile Niş’i zapt ve Berlin muahedesinde istiklaliyle beraber Niş sancağının kısmen ilhakını temin etmiş idi.  1882 evailinde prens unvanını krallığa tahvil eyledi. 

     Milan müsrif ve müstebit ve bed-ahlak idi.  ne Romanya kralı 1. Carol’un kemal-i faziletine ve ne Bulgaristan Prensleri Aleksander ve Ferdinant’ın dirayetlerine mümasil meziyetler gösteremeyip keyfi ve ısrafat şehvet perestane uğruna serbestane feda etmiştir.  Halkça mer’iyyü’l-hatır olan zevcesi (        Wiedli Elisabeth) Natali’yi şeriat İseviye ye mugayir olarak tatlik edip Set-bedâdi ve savi-i ahvali ile dâhilde ve hariçte izale-i tevcih eylediğinden

Kahramanları taltif:  Viyana’da asakir Osmaniye nekâhethanesinde nişan tevzii merasimi.

Ve hazinenin düyûnu pek ziyade kabarığından, bil-mecburiye istifa ve hükümeti on iki yasındaki oğlu birinci Aleksonder’a terk eyledi 1889.  Kendisine iki milyon frank tazminat verilmek şartıyla hakk-ı hükümetten külliyen feragata hatta Obrenoviç hanedanından kat’ alaka ve nispete razı olmuştu. 

     Memleket şûriş ve buhran içinde idi.  yeni kral huda’t seni hasebiyle idareye karışamayıp naibleri dahi ref müşkülata muktedir olamadılar.  Siyasi fırkalar birbirlerini biliyorlar idi. 

     Milan nakz-ı ahid ile muhalif kanun olarak Belgrat’a avdet edip 1894 oğlu namına hükümete ibtiidar ve umur memleketi Arap sacı gibi târ u mâr eyledi.  Darbe-i hükümetler ve “Narodna Skopstin” ikide bir dağılması tevali eyleyerek kanunsuzluk tabir-i sahih ile hükm-ferma oldu.  Birinci Aleksander ara sıra cevap gafletten uyanarak pederinin sıklet tegallübünü üzerinden atmağa teşebbüs etti ise de kendisi de babasının huşuna çekmiş olmakla memleketin hayrına delalet eder icraat gösteremedi.  İzdivaç meselesinden dolayı araları açılarak pederinin rızası hilafına validesinin sabık saraylılarından Deraga namında bir dul kadını nikâh ile aldı.  Bu kadının vaktiyle Milan’ın metreslerinden olduğu nervî idi.

     Bu karışıklıklar Sırbistan’ın terakkisine mani olmuş idi.  Romanya ve Bulgaristan tarik medeniyette mesafeler kat ederken Sırbistan’ın faaliyeti iğtişaşat ve ihtilalat dâhiliyede boğulup gidiyordu.  Zaten mevkii ve toprağı ötekiler kadar müsait değil idi. 

     Bulgaristan’dan tabiat olunan Rus nüfusu Sırbistan’da tamamen yerleşmiş idi.  Sırplar balkanlarda Rus politikasına alet olmak rolünü kabul edip o sayede Bosna ve Hersek’i Avusturya’dan kurtarmağı ve Selanik’e doğru uzanmağı ümit eyliyorlar idi.  işbu iki emel büyük Sırbistan’ı teşkil eyleyerek Panslavizm’e yeni bir ruh verecek idi. 

     Obrenoviçler aşırı derecede gözden düşmüş idi.  1903 Haziranında kral birinci Aleksander ve zevcesi yatak odalarında suret-i faciada katl olundular.  Katiller zabit idi.  şu hareket vahşiyaneleri meşruiyet puşidesiyle örtülüp takibat kanuniye ye uğramadılar.  Obrenoviç sülalesinden varit meşru kalmadığından hükümet Kara Yorgi Petroviç hanedanından birinci Petro’ya intikal etti.  Düvel-i muazzama cezasız kalan bir cinayetten tevlid eden hükümet cedideyi bir müddet tanımamışlar ise de ba’de bu’din elçilerini iade ile teceddüd münasebat etmişlerdir. 

     Karadağ:

     Karadağ çıplak kayalıklardan müteşekkil sarp ve çorak bir mahal olup sekinesi min-el-kadim “Vladika” tabir olunan piskoposları tarafından idare olunur idi.  ahid Abdülmecid hanide Vladika’lar ailesinden Danilo isminde bir ser-gerde idare-i cismaniyeyi ele aldı.  Danilo maktulen fevt olup 1860 yerine birader zadesi “Nikola Petroviç geçti.  Ahali nim vahşet halinde fakat kavi ve renc ve meşakkate gayetle mütehammil olarak cibal şamihalarında maişetlerini ve gıdalarını temin edemediklerinden kuyuculuk ve taş kırıcılığı gibi zahmetli sanatlar icrası için İstanbul’a ve bilad saireye dağılırlar ve para kazanırlar idi.  kabil ziraat toprağı olmamak hasebiyle civar kariyelerinde akınları eksik olmayıp hudut boyları nizaiden hali kalmaz idi.  Osmanlı tabiiyetinden mütevahhiş olan bu çetin ve fakir kavmi Rusyalı ianat nakdiye ve maddiye ile kendilerine celb etti.  Ve bir ileri karakolu gibi ol havalide ikdariyine çalıştı ve yaşımıza bir gaile açmak lazım geldikte ibtida karadağı tahrik edip leva isyanı açtırır idi.

     Mabadı var

          Abdurrahman Şeref

Harp hatıraları:

YAVUZUN SERGÜZEŞTİ

Sivastopol önünde

     Alman menbağından:

     Amiral, büyük bir plan tertip ederek – Yavuz, Midilli, Hamidiye Berk-i Satvet ve birkaç torpidobot ve mayın taharri gemisi ile Karadeniz’de Kırım harbinden beri görülmemiş bir hareket-i taarruziye ye kıyam edecekti.  O yalnız başına, Rusya’nın en kuvvetli deniz kalesi olan Sivastopol’ü vaktiyle önünde büyük İngiliz donanması bir iş göremeyen, o zamandan beri tadil ve tevsi edilerek cihanın en metin istihkâmlarından ma’dud bir hale getirilmiş olan böyle bir mevki-i müstahkemi taarruz hedefi ittihaz etmeğe karar vermişti. Her çaptan 80 ila 100 batarya ve 30,5 luk topla mücedded bir zırhlı taret ile taht-ı muhafazaya alınmış bulunan Sivastopol limanında Rus donanması, 5 hatt-ı harp gemisi 2 kruvazör bir hayli yeni ve mükemmel torpidobotlar yatıyordu.   

     Amiral diğer gemileri ayrı ayrı vazifelere memur ederek yolda hepsine birden şöyle bir işaret veriyordu.  Elinizden geleni yapınız;  devlet-i Osmaniye’nin âtisi mevzuu bahis oluyor.  Müteakiben amiral, refakatinde iki mayın taharri gemisi bulunan Yavuz ile yalnız başına Anadolu sahilini takip ederek – mamafih casuslardan kaçınmak üzere – sahilin sui rüyetinden uzak olmak üzere tam Sivastopol hizalarına düşen <<Amasra>>ya kadar seyir etti.  Buradan şimale;  Sivastopol kalesine doğru döndü.   “Nilüfer” mayın gemisi, önden ilerlemiş, Sivastopol körfezine mayın dökmüş olacaktı. “Times” mansûbînde  

Yavuz’un ser-güzeşti hatıralarından;  devlet-i Osmaniye tarafından satın alındıktan sonra bahriye nazırı Cemal Paşanın Yavuzu ziyareti.

Könnigen Luiza’nın icra etmiş olduğu hareket kahramana neye mümasil bir fedakârlık.

     Amiral, geceleyin mayın gemisini takip edip Sivastopol’ü bordası istikametine almak, ta uzaklardan görülebilen bir abidenin yardımıyla bataryalara ateş açmak, müteakiben liman imtidadınca bütün mevkii müstahkemi ve dokları top ateşi altına almak istiyordu.  Her şey baskındaki muvaffakiyete bağlı idi.  Sabahın ilk gölgeleri ile beraber Yavuz, burada birden bire ispat-ı vücut edecek, ateş açacak ve dönüp uzaklaşacaktı.  Bu civarda, birçok nehir ve çaylar denize döküldüğü için seyr-i sefain hususunda da müşkülat vardı.  Gemi, sessiz sedasız kaleye yaklaştıkça zabitan ve efradın heyecanları artıyordu.  Bilahare Yavuz geceleyin saat birde istihkâmın 15 mil mesafesine girmiş bulunduğu hengâmede nagehan bir projektör huzmesine maruz kalıyordu, bilenler, karakol gemisi! Diyorlardı.  Bu ya bizim dumanımızı fark etmiş veyahut da önümüzden giden mayın gemisini görmüştü.

     Projektör gittikçe parlak bir şekil alıyor, adeta tam yolla takrib ediyordu.  Gemi yandan yani huzme-i ziyaya amud bir vaziyette ilerleyince ışık daha ziyade yaklaşıyordu.  Hâlbuki gemi ziya mahrutundan çıkınca ışığı zayıflıyordu.  Bu sabit bir menba-i ziya idi.  bundan biraz sonra Yavuz, birinci amud vaziyetinde ikinci bir projektör daha göründü – nagehan Nilüfer, ziya huzmesi içinde gölgeli şekli ile karşımıza çıkıyordu.  Bu gemi ziya içinde pek yakın ve adeta donanma takvimindeki gölgeli bir şekil gibi sarih görülüyordu.  Yavuzdaki mürettebat.  Bu hal karşısında mayın dökülemedi;  Nilüfer, projektörle yakalandı.  Şimdi onu kovalıyorlar.  Hali fena gibi düşüncelerle meşgul idi.  bilahare mesele anlaşıldı.  Mayın gemisi ziya mahruti içinde bulunmuyor.  Yalnız bunun yan tarafında dolaşıyor.  Karadan, görülemeyecek bir vaziyette kalıyordu.  Sahilin hatta en yakın noktalarına kadar mayın dökmüş, en sonrakiler sahilden iki mil açığa inilmişti. 

     Ruslar uyuyordu.

     Şimdi Yavuz orsa alabanda yapıyor.  Ortalığın açılmasını bekliyordu.  Etraf ağarmağa başladığı zaman açık bir Rus telsiz telgrafı yakalıyor.  Bu husus için gemiye alınmış bulunan Rusça anlar telsiz efradına tercüme ettiriliyordu.  Binbaşıya yani kumandana Odesa, şimdi Osmanlı Kuvayı Harbiye’sinin taarruzuna uğradı.  Donesk gambotu batırıldı.  İkinci gambotu da ağır surette yaralandı.  Amiral düşman vasıtasıyla yine düşmanın başka bir yerinden zedelenmiş olduğunu istihbar ediyordu.  Şimdi düşünüyor – acaba Türklerle harbe başlanmış olduğu Ruslara bildirildi mi?  Neticeyi intizar edelim.    

     Şehrin civarı, Bila şüphe mayına intizar edilebilecek mertebelerde düz ve münhattır.  Bu gibi mayınları taramak, taarruz esnasında önden seyir etmek lazım gelen iki torpido botun vazifesi idi.  ortalık yavaş yavaş açılıyordu.  Lakın kesif mavi bir sis şehri istila ediyor, karanın hudut asliyesi bile görülemiyordu.  Bu halde topçu için hiçbir hedef görülemeyecek sebebiyle beklenecekti. 

     Mamafih etraf gittikçe açılıyor.  Karadan denize doğru bakılınca Yavuz ağleb-i ihtimal görülebilirdi.  Bunun için gemi süratle seyir edip mümkün olabildiği kadar şehre sokulmak ve sisler içinde ateşe başlamak lazım geliyordu.  Amiral daha düşünürken kendisine açık diğer bir Rus telsiz telgrafı getiriyorlardı.  Binbaşının yaveri tarafından topçu kumandanına;  bir dakika bekleyiniz.  Binbaşı, şimdi geliyor.

     Amiral, kararını verdi;  Artık keşif edildik.  Topçu kumandanı, şehirde bulunan binbaşıya [yani kumandana] telsiz telgraf çekmiş idi. 

     Herkes, muharebe mevkiinde hazır bulunuyordu.  Yavuz, mayın taharri fırkasının peşinden ilerledi, Osmanlı sancağını çekerek ateş açmak üzere idi.  bu anda karadan doğru mecnunane bir ateştir başladı.  Aynı zamanda çoktan beri aranan abide, sisler içinden doğru hayal meyal seçilerek nişan noktası olarak istimal ediliyordu.  Ruslardan otuz saniye sonra Yavuz, ateş açıyordu.  Rus ateşi pek mütehevvir bir şekil almış, Rus istihkâm topçusu dikkatli dikkatli endaht edecek bir de (her delikten aynı zamanda duman çıkarmak) hususuna itina etmekte bulunmuştu.  Yüz top birden ateş ediyor.  Denize düşen humbaralar, Yavuzun etrafında su sütunlarından bir duvar husule getiriyordu.  Yavuz böyle şedid ve mütehevvir bir ateşe hiçbir zaman mesadüf olmamıştı.  Bitip bitmediği meşkûk kalan 30,5 luk cesim top tareti, her iki kulesinden aynı zamanda müthiş, humbaralarını atıyordu.  Taretin itmam edilmiş olduğu şimdi anlaşılıyordu. 

     Bununla beraber Yavuz – güya bir dest-i hafiyenin muhafazası tahtında imiş gibi – istifini bozmadan endahtında devam ediyor ve mümkün olabildiği mertebelerde iyi neticeler görebiliyordu.  Müteakiben 3000 metre daha ileri gitti.  Mevki müstahkemi humbaraladı.  Bu muharebe 15 dakika sürmüştü.  Şehir birkaç yerinden yanıyordu. 

     Karada şu netice elde edilmişti.  Şehir topa tutulmuş, donanma uyandırılmıştı. 

     Artık engine doğru takip sırası Rusların idi.  mayın tarayıcılar;  “takımları bırakın.  Tam yolla poyraza seyir ederek ateş sahasından çıkınız.”  Emrini aldı.  Aynı zamanda Yavuz’da döndü, mütemadiyen mevki müstahkemi bombardıman ederek süratle uzaklaştı. 

     Şimdi herkes haşaratı araştırıyordu.  Endaht edilen bin kadar düşman humbarasından ancak üçü – ikisi 30,5 ve biri de 24 santimetrelik olmak üzere – kâmilen kıç bacaya – isabet eylemişti.  Güvertede her boydan humbara parçaları görülüyordu.  Lakin gemi kudret Harbiye’sinden, süratinden hiçbir şey zayi etmemişti.  1400 kişiden bir tek nefer bile yaralanmamıştı. 

     Yukarıda, tarassut mevkiinde (direkteki karga yuvası) bir mülazım bulunmuştu, bir humbara parçası, kaptanın cep kapağından girmiş, kaptan, ceketin cebi kapağından, ceketten, pantolon ve dondan geçtiği halde etine zararı dokunmamıştı.  Bir diğer zabit mayın tarayıcılara işaret vermek üzere zırh kulenin rüzgâr altında iki varda bandıra neferi ile beraber duruyordu.  Bir mermi parçası, zabitin çakası altına isabet ederek adeta bir berber gibi bir çizinti hâsıl etmişti.  Bin humbara atılmiş hiçbir telef,  hiçbir mecruh bulunmamıştı.  Allah Osmanlı donanmasına muayyin idi.  düşmanın kendi raporuna nazaran, bir demiryolu tüneli, bir kışla, bir kömür deposu ve kalenin müteaddit mahalleri hasara uğramıştı.

     Bir amiral, pek fena yaralanmıştı.  Diğer telefatın miktarı neşir edilmemiştir.  Mamafih Rus donanması, hareket etmedi;  limanda kaldı.  halbukiYavuz’a döndükten sonra en yeni tarzda üç Rus muhribi görerek uzaktan bunları topa tuttu.  Rus muhripleri Yavuzun layıkıyla nişan alabilmesine mani olmak üzere pek güzel manevra yaptıkları halde 14 kişinin hayatına mal olan bir isabet almışlardı.  Mamafih yağ mahrukatıyla 34 mil seyir ederek çar çabuk ateş sahasından çıkabilmişlerdi.  Bunların peşinden ufukta büyük bir gemi göründü.  Bu gemi, bir sefine-i harbiye gibi gümüşi renge boyalı ve fakat başka bir şekilde idi.  Yavuz buna “istaper!” işareti çektiği halde bu gemi, yoluna devam ediyordu.  Yavuz bunun pruvasına bir humbara attı.  Düşman gemisi, müteakiben bütün direk şabkalarına moskof harp bandıralarını çekiyordu. 

     Yavuz birkaç yaylım endahtı yaptı.  Bunun üzerine düşman sefinesi der-akab filikalarına mayna ederek efradını sahile gönderdi.  Bu esnada gemi yanmakta devam ediyordu. 

     Mayın tarayıcılar, denizden üç zabit, altmış asker toplayıp esir almıştı. 

     Aynı gece, Odesa önünde iki torpidobot görünmüş, yağ depolarını, elektrik santralini tahrip ile beraber bir gambot batırmış bir diğerini ağır surette yaralamıştır. 

          Ahmed

BİR MİLLET NASIL TERAKKİ EDER?

     Sayko, Gido, Goto gibi siyasiyunda San—Yu (müşavirlik) makamına geçtiler.  Yeni hükümetin temeli, eski Şogun aleyhtarlarının bu tarzda tevhidi suretiyle mahkûm edildi. 

     İade-i hukuk bu gün mükemmelen işleyebilecek bir hale getirildi.  Yeni şekil hükümetin en ziyade nazara çarpan evsafı hiçbir makamın bir hak irsiyye mukarin olmaması ve evvelce olduğu gibi makamatın muayyen familyalara hasr ve tahsis edilmemesidir. 

     Eski Şogun partiyi bu kati ıslahata karşı büyük bir adım hoşnudu gösteriyorlardı.  Bunlar bir gün bu işlerin Mori Maşimazu gibi haris derebeyleri tarafından tertip edildiği kanaatinde idiler.  Bunların askerleri ile Mori ve Şimaro’nun askerleri arasında ki rekabet git gide o kadar büyük bir şiddet peyda etti ki nihayet 1868 – 69 muharebesi zuhur etti.  Bu muharebe Kyoto’da başladı.  Ve Japonya’nın şark şimali havalisine doğru yayılıp gitti.  Nihayet 1869 da Hafudane harbiyle neticelendi.  Eğer eski Şogun hükümetinin Kansu ve Okuviyo gibi devrin siyasiyunu ki yeninin istifasından sonra zuhur eden birçok müşkülatı hal etmemiş olsalardı, muharebenin mucib olduğu felaketler bir kat daha fazla olacaktı. 

     Yeni hükümet sulh ve sükûn temasıyla iade olunduktan sonra memleketin saadet halini ve medeni eyleriyle temin için gayet seri ve kati adımlar attı.  İade-i hukuku takip eden ameliye-i tekâmül bu kısa makalede izaha değmeyecek derecede herkesin malumudur.  Fakat makaleyi bitirmeden evvel atideki nukatı zikre lüzum gördüm:

     1 – Japonya’da derebeylik usulü Şogun hükümetinin sukutuyla beraber ortadan kalkmış, bakiyesi yeni hükümetin ilk devresinde devam etmiştir.  Mehaza bütün derebeyleri bilhassa Şimazu, Muri, Bamanuvçi, Nabeşima, Hoz ve Kava, İkeda ve Hacisuka gibi başlıca derebeyleri, derebeylik usulünün milletin alışkanlığını zaafa duçar ve binaenaleyh terakkisini işkâl ettiğine kanaat hâsıl etmişlerdi. 

     Bil netice bütün bu derebeyleri müştereken imparatora müracaat ederek derebeylik usulünün ilgasını talep etmişlerdir.  Bu usulün lağvını amir irade-i imparatoru 1871 tarihinde sadır olmuş ve aynı zamanda askeri sınıfın sınıf saire-i halk üzerine olan faikıyet kadimesine de nihayet verilmiştir. 

     2 – Yeni hükümetin meslek hariciyesi 1868 tarihinde sadır olan irade-i imparatoru ile tayin edilmiş ve Japonya münasebat beynelmilelle dâhil olmuştur.

     Japonya’da bütün milletin uzun zamandan beri hedef itiraz hoşnudiyesi olan hariç az memleket imtiyazının yeni hükümetin başlıca emelini teşkil ediyordu. 

     Bu tarzdaki imtiyazın sui istimali halkın birkaç kereler ecanib aleyhine kıyamına mucip olmuştur. 

     1871 de eski muahedelerin tekrar gözden geçirilmesi için Amerika hükümetiyle müzakereye girişildi.  Aynı senede imparator ilk defa olarak Avrupa ve Amerika’ya heyet-i mahsusa gönderdi. 

     Devletler ile icra edilen müzakerat 1894 de İngiltere ile müsavat esasi üzerine yeni bir muahede akd edilinceye kadar devam etti, bundan sonra da aynı esas dâhilinde diğer devletlerle de muahedeler akid edildi.  İngiliz hükümetinin bu tarz hareketi İngiltere ile Japonya arasındaki dostluk ve ittifakın ilk kademesini teşkil eder. 

     3 – Japonya, İspanyol ve Portekiz misyonerleri elinden çok çektiği cihetle 1872 senesine kadar Hristiyanlığın Japonya ya idhaline son derece muhalefet edilmişti. 

     1872 den sonra bu muhalefet kaldırıldı ve muhtelif memleketlerden misyonerler gelerek kiliseler ve mektepler tesis ettiler.  Birçok kimseler Hristiyanlığı kabul ettiler.  Akat misyonerler meşhur <<Roma’da iken Romalılar gibi hareket et>> darbı meseline Tevfik-i hareket edemediler.  Binaenaleyh Hristiyanlığın temsili misyonerlerin ehliyetsizliği yüzünden tehir etti. 

     Bugün kanun-ı esasiyenin 28 nci maddesiyle memlekete din hususunda serbesti-i tam verilmiştir.  Fakat memleketin kısm-ı münevveri ekseriyet itibariyle misyonerlere hiç bir kıymet izafe etmiyorlar.  Binaenaleyh bu adem-i teveccühün Hristiyanlığın Japonya’da ilerlemesine bir mani teşkil edeceği me’muldur. 

     Müteveffa Japonya imparatorunun mühim ferman ve iradeleri;

     Bu babda kari’ine Japonya imparatorunun en mühim irade ve fermanları arz edilmektedir.  Bu iradeler ve beyanat imparatoru yeni Japonya’nın terakkiyat ve tekamülat müteakibesi için birer mi’yar teşkil eder.  Binaenaleyh, bunların nazar-ı mütalaadan emrarı fazla bir zahmet ad olunmamalıdır. 

     Japonya’nın ve Japonların münasebat beynelmilel duhullerini mealen

İrade-i imparator ( 1868 Kanun-i Sani )

     Japonların münasebat beynelmilele dâhil olmaları en mühim bir mesele teşkil ettiğinden müteveffa imparator Mikado bu maksadın husulüne ehemmiyet azime atıf eylemişti.  Devr-i sabıkta Japonya’yı idare eden Şogun hükümeti bu hususta pek yanlış bir siyaset takip ederek memleketi bu kadar seneler geri bırakmıştır.  Şimdi, memleketin büsbütün munkalib olan suret-i idaresi bu vakte kadar takip edilen inziva ve tecrid siyasetinin terkine sevk etmekte olduğundan ilan ve irade ediyoruz ki;  ba’de-mâ hukuk ve kanun beynelmilele müstedid olarak münasebat beynelmilel küşad edilmiş olduğundan hükümet ve gerek ahalimizin bu maksat hükümdarımızı kuvveden fiile çıkarmak üzere müttehiden hareket etmesi icab eder. 

     İdare-i hükümetin imparatora iade olunduğunu mealen idare-i imparatoru umum memalik ecnebiye hükümdarana ve tebaasına a’lam olunur ki Şogun (Tutu – Gava Kiyki ) idare-i memleket hak ve salahiyetini temin etmiş olduğundan ba’de-mâ bütün idare-i memleket doğrudan doğruya murakabe-i hükümdaranemiz altında icra olunup muamelat umumiye-i memleket (taykon) namına olduğuna mukabil artık imparator namına rüyet olunacaktır.  Bundan başka memalik ecnebiye ile münasebatta bulunmak üzere memurin mahsusa tayin olunacaktır.  Hükümet ecnebiye süferası bu beyanat hükümdarımızı sureti-i layıkada nazar-ı dikkate almalıdırlar. 

     Üç madde-i esasiye üzerine imparatorun yemini

     1 – Umumi mitinglere müsaade edilip nizamat mahsusa vaz olunacaktır.  Umur-ı idare-i memleket müzakerat ve münakaşat aleni ile tasviye olunacaktır.

     2 – Gerek rical-i hükümet ve gerek tebaayı devlet milletin refah ve saadetine vakf-ı mesai edeceklerdir. 

     3 – Bütün memurin mülkiye ve askeriye bütün sınıf ahali arasında sanata ve ticareti teşvik ve bu hususta faaliyet ciddiye ye sevk eyleyeceklerdir.

     4 – Bu ana kadar millet arasında hükm-ferma olan ve na-münasip adet ve itiyadat tashih olunacaktır.

Milli tahsil ve maarif umumiye ye ait irade

( 1890 Teşrin-i evvel )

Hanedan imparatorumuzun müessisi olan zat ve sair ecdad muazzamamız imparatorluğumuzu büyük ve ebedi bir esas üzerine vaz etmişler ve ale-d-devâm tezayüd edecek faziletlerle derin surette tahkim etmişlerdir.  Asır ba’de asır tebaamızın sadakati, fazileti ve hükümet ve hükümdarları ve yekdiğerleriyle vifak ve ittihadı memleketimizin şeref müebbediyete hizmet-i azime ifa eylemiştir.  İmdi tebaamızın tahsil ve maariflerinin kuvvet esasiyesi ber-vech-i âtîdir.  Zevç ve zevce sıfatıyla bütün akrabanıza muhib ve muti, dostlarınıza sadık olunuz.

          Ali Şükrü

Deniz sesleri:

TAHTELBAHİRLER

Evvelki nüshadan babad

     Bundan sonra, tahtelbahir tekâmülünde ismi zikre şayan istiklalini temine medar olmak üzere bunun ile İngiltere sahiline hücum ve İngiliz donanmasını tahrip etmek gibi hafif meşrebane bir maksat takip olunuyor idi.  vukuu bu kadar tantana ile ilan olunan hücum tahakkuk edemediği cihetle mezkûr sefine bilfiil mevkii istifadeye konulamadı. 

     Bundan birkaç sene sonra tahtelbahirlerin şimdiki tekâmülünü saha-i imkâna isal edecek iki amil, ilim vücuda gelmiş bulunuyordu.  Bunlar da zât-ül-hareke torpido ile elektrik medhareleri idi.  zat-ül-hareke torpido, kendisine bir zarar erişmeksizin tahtelbahri bir gemiye hücum edecek bir silah ile teçhiz ediyor.  Daha doğrusu tahtelbahrin sürati olmamasından dolayı hücum eylediği düşmana bir türlü yetişememesinden mütevellid muvaffakiyetsizliği izale edecek bir çare olmuş oluyordu.  Medharelerde sefineyi su altında sevke yarayacak ilk vasıta-i kanaat bahşayı teşkil ediyordu.  Ameliye ye haiz bir hale getirilmesinde mumaileyhin büyük bir hisse-i şerefi vardır.  Dört veya beş tecrübe tahtelbahri vücuda getirdikten sonra 1890 senesinde müttehide-i Amerika nezaret bahriyesince ileri sürülen şeraiti tatmin edecek ilk tahtelbahrini inşa eyledi.  Bu tahtelbahir Holland ismine haiz idi. 

     Holland, su yüzünde sevk olunabilmek için gazolin makinaları ile ve tahtelbahrin seyir için de batarya ve motorlar teçhiz edilmiş idi.  holland, bu tarzda teçhiz edilen daha doğrusu magtus iken pek derinlere sevk edilebilecek kudrete haiz ilk tahtelbahir idi.  Avrupa’da ise teceddüt hava borularını satıh bahre uzatarak magtus iken buhar makinası istimaline çalışılıyor idi.  hâlbuki bu sınıftan olan tahtelbahirler için güvertelerini setr edebilecek kadar bir umka dalabiliyorlar ve bundan dolayı tehlikeyi bir vaziyette bulunuyorlar idi.  holland, mihverini meyillendirerek dalabilmek ve böylece istenilen umka inebilmek gibi diğer bir yeniliği de haiz idi.  bu keyfiyet evvelce katiyen başa çıkarılamamış ve birçok mühendislerce şüpheli görülmüş idi. 

     Bu esnalarda Danimarka bahriye zabitanından Yüzbaşı “Haggard” tahtelbahir meselesiyle iştigale başlamış ve ingilterede “Nordenfelt” isminde İsveçli bir mühendis de bununla alakadar olmakta bulunmuş idi.  (Nordenfelt) gerek su yüzünde ve gerek su altında aynı kuveyi mahrukenin inkişaf ettirilmesiyle meselenin en iyi bir surette hal olunacağına kanaat hâsıl ve bunu temin etmek üzere de buhar makinası kabul eylemiş idi.  mumaileyh kısmen muvaffak olmuş ise de tabiye nokta-i nazarından hiçbir netice elde edememiş idi. 

     Fransa hükümeti tekrar tahtelbahir meselesi ile iştigale başlayarak 1888 senesinde aslı piller ile icrayı hareket eyleyen bir tekne dizayn edilmiş, bilahare bunlar çıkarılarak yerine medhareler konulmuştur.  1890 ibtidalarında aynı tarzda olan (Gymnote) inşa edilmiştir. Pek iptidai bir tarzda olmakla beraber periskop ile ilk teçhiz edilen tahtelbahir Gymnote idi.  1895 senesinde Fransızlar birçok planlar arasında bir bahriye inşaiyesi olan Gymnote’nin tarzını kabul eylediler ve bu zamandan itibaren hemen hemen ayrılmadılar.  Bu tarza tevfiken inşa ve 1899 da deryaya tenzil edilen “Narval” çift tekneli ve baş ve kıçda ufki dümenleri havi idi. 

     Bu devirde tahtelbahirlere müteallik muhteraların ve ihtiraların adedi yüzlere baliğ oldu.  Muhteralar meyanında doktorlar, avukatlar, rahipler, çiftçiler ve kunduracılar bulunmakta idi.  her sınıf halk arasından çıkan bu muhteralardan kıymet-i ameliyeye haiz bir iş vücuda geleceği ümit edilemezdi.  Filhakika neticede böyle oldu.  Yalnız “Wilhelm Bauer” isminde bir Alman, tahtelbahir tarihi sahayifi arasında bir yer tutmağa layıktır. Wilhelm Bauer tahtelbahir tekâmülüne hizmet eden ilk Alman olup fevkalade ve pek ameli fikirler inkişaf ettirmişti.  Mumaileyh planlarını Alman hükümeti piş-gâhına vaz’ etmiş ise de adâvet siyasiye ve muhasede-i meslekiye ile karşılanmış ve alenen tezyife duçar olmuş idi.  bundan sonra Rusya’ya müracaat ederek tasavvuru veçhile bir sefine inşası için muzaheret görmüş ise de hiç kusuru olmadığı halde sui talih peşini bırakmamış ve emeline nail olamadan vefat eylemişti.

     Holland’dan biraz sonra müttehide-i Amerika’da “Simon Lake” isminde bir zat tahtelbahir meselesi ile iştigale başladı.  Mumaileyhin ilk tasavvuratı,  a’mâk bahre gömülen hazâinin çıkarılması ve kazazedelere muavenet gibi hususata müteallik idi.  fakat bilahare harp tahtelbahrinin tekmiline de çalışarak bunun idare ve kifayet askeriyesi cihetinde büyük terakkiler husule getirdi.  El-yevm tahtelbahri inşa edenler meyanında en ziyade malumattar olan zat “Lake”dir denilebilir.  İhtimal ki tahtelbahir teknesinin gemi biçiminde yapılmasını ve ufki dümenler kullanılmasını ilk defa tavsiye eden o dur.  Hususat mezkureyi temin edecek planları Narval’ın dizaynından takriben beş sene mukaddem Amerika bahriye nezaretine tevdi eylemiş idi.

          Tevfik

İSKAJERAK MUHAREBE-İ BAHRİYESİ

14

Geçen nüshadan ma-ba’d

Dördüncü safha- gece muharebesi

     İskajerak muharebe-i bahriyesinin birinci safhası, şimalden cenuba, ikinci safhası cenuptan şimale, üçüncü safhası olan şarka ba’de cenup ve cenup garba doğru bir seyir ve hareket halinde cereyan etmişti.  Dördüncü gece muharebesi safhası ise garptan şarka doğru münferit müsademat şeklinde vuku bulmuştur. 

     Bir taraftan zulmet leyl diğer taraftan muharib filoların yüzlerce gemiden terekkübü, gece muharebesinin gayri muntazam ve müteferrik müsademat suretinde cereyanını intaç etmiş olduğundan tarafeyn raporlarının muharebenin son safhasına ait kısımları, vuzuh ve sarahatten mahrum bulunmuştur.  Nim resmi Alman tarihçe-i harbi, amiral Jellicoe’nun raporuna nispetle gece muharebesi hakkında daha fazla tafsilatı cem’ bulunmakta olduğu için bazı aksam-ı mühimmesini aynen nakil ediyoruz: 

     Alman donanma kumandanlığı, bundan böyle vazifesinin, sefain sagiresine

yaptıracağı gece hücumları ile düşmanı bulup hücum ederek hasar zede etmek ve düşmanın da aynı teşebbüste bulunacağını derpiş eylemekte n ibaret olduğuna kaildi.  Binaenaleyh elde bulunan kuvvetlerin kâffesini hücuma sevk etmemek lazım geldiği için Alman sefain-i Harbiye’sine taarruz etmesi me’mul bulunan İngiliz kruvazörleriyle muhriplerine karşı kullanılmak üzere bunlarına el konulmak iktiza ediyordu. 

     Alman donanması,   Heligoland Bight adasına müntehi bir rota tutmuştu.  Alman donanmasının tarik seyri ilerilerinde bulunan düşman kuva-i hafifesi, mezkûr donanmaya muvazi ve muhalif bir rota üzerinde hücum edebilecek bir vaziyette idi.  böyle bir hücum sefain cesimeye karşı evvel emirde torpido istimali mevzuubahis olduğu zaman – burada olduğu gibi – en müsait şeraiti camidir.  Sisli ve sa’y-i rüyeti maksur bir hava, bu kabil muhacematın vuku ihtimalini tezyid eder.

     Filhakika Alman donanmasının vaziyeti pek tehlikeli ve müşkülatla mala mâl-â-mâl idi.  İngiliz donanması, bütün kuvvetiyle Alman donanmasıyla onun üss-ül-harekesi arasında ahz-ı mevki etmiş bulunuyor ve amiral “Jellicoe” hasmının üss-ül-harekesine avdet etmek istediğini bildiği cihetle, sefain hafifesini torpido hücumları icra etmek üzere Alman filolarının reh-güzarına sevk eyliyordu.

     İngiliz amiralinin raporundan:

     Süratle hulul eden gece esnasında donanmayı, torpido hücumlarına karşı müdafaa leyli vaziyetine koymak ve ertesi gün için teceddüd muharebeye imkân bırakmak lüzumu tahakkuk ediyordu.  Binaenaleyh düşmanla bunun üss-ül-harekeleri arasında kalmak üzere manevra yapmış, filotillalar dahi İngiliz donanmasını tahrip hücumlarından vakaya itmekle beraber aynı zamanda, düşmanın sefain cesimesine karşı hücuma müsait olabilecek veçhile tabiye edilmişti. 

     İngiliz muhrip filotillaları gibi, yüzlerce son sistem sefineden mürekkeb, mürettebatı itina ile yetiştirilmiş bir hasmın muhacematından kurtulmak, bilhassa saatlerce devam eden bir musâraanın akşamında, pek kolay bir iş değil idi.  mamafih genç Alman donanması da gece muharebatından şaşıracak, korkacak bir bahriye değil idi.  Binaenaleyh İngilizler, gündüzün verdikleri zayiatın intikamını almak, Almanları kaçırmamak hırsiyle, Almanlar da;  O ana kadar kendileri için muvaffakiyetle cereyan etmiş olan muharebeyi, geceleyin fazla zayiata uğrayıp kayıp etmemek emeliyle müthiş bir mücadeleye girişmişlerdi. 

     Nısf-ül-leylden biraz sonra SMS Hamburg ve SMS Elbing ismindeki küçük Alman kruvazörleri İngilizlerin 3600 ton cesametinde ve 29 mil sürate haiz bulunan HMS Argus sınıfından bir kruvazörüne tesadüf ettiler.  Vukua gelen müsademede İngiliz gemisi ağır surette hasara duçar olarak çekildi.  Yarım saat sonra eski küçük Alman kruvazörleri, düşman Kuvayı faikasına tesadüf etmişler ve derhal işe başlamışlardır.  Vuku bulan muharebede “SMS Frauenlob” namındaki küçük Alman kruvazörü, torpido isabeti neticesinde batmıştır.  SMS Frauenlob’un sureti garkı Alman tarihçesinde şu suretle tasvir edilmektedir:

     Nısf-ül-leylden bir buçuk saat sonra, Alman demdar sefinesi; “ SMS Arcona” sınıfından [3560 ton, 29 mil sürat, 2 adet 15,2 lik, 6 adet 10,2 lik top, 4 tane 53 lık çifte torpido endaht kovanı] küçük bir İngiliz kruvazörünü projektörüyle tenvir ediyor, civarda buna müşabih dört gemi daha görülüyordu.  Bunlar da tenvir edilip 800 metre mesafeden ateş altına alındı.  Düşman tarafından da mukabele vaki oldu:  “SMS Frauenlob” kıç tarafından birçok isabetler alarak yanmağa başladı.  Biraz sonra, kruvazöre bir torpido isabet etti.  Elektrik makinaları durdu, tenvirat dâhiliye ve taharri fenerleri söndü.  Gemi yavaş yavaş iskeleye (sol tarafına ) yattı.  Bu zamana kadar civarda bulunan diğer Alman kruvazörleri ileride zulmet içinde kayıp [olmuştu] SMS Frauenlob un topları, topçuları su içinde kaldıkları zaman bile, ateşe devam ediyordu. Nihayet mürettebat Kayserin namına üç defa Hurra bağırırken küçük kruvazör batıp gitti.

     Saat 1 ila 3 arasında İngiliz torpido muhripleri “SMS König” sınıfı son sistem dretnotlardan mürekkeb olan birinci Alman hatt-ı harp filosuna birçok defa hücum ettiler.  Alman harp gemileri bütün projektörlerini yakmışlar, vasat ve küçük bataryalarıyla bütün İngiliz muhriplerini şedid ateş sağanaklarıyla karşılamakta bulunmuşlardı. 

     İngiliz filotillaları;  bilhassa komodorun kumandasındaki dördüncü, kaptan Victor’un kumandasındaki on birinci ve kaptan sterling’in kumandasındaki on ikinci filotillalar ki İngiliz muhriplerinin en iyilerinden terekküb ediyorlardı- mütemadiyen Alman donanması üzerine saldırmakta bulunmuşlardı.

     Düşman muhripleri tarafından atılan hadsiz hesapsız torpidolar, Alman gemilerinin etrafından beyaz izler çizerek geçiyorlar, Alman sefain harbiyesi ise bu müthiş ve mehalik izler arasında kâh sağa kâh sola dönmek suretiyle, isabete maruz kalmaktan kurtulmağa çalışıyorlardı.  Almanların iddiasına nazaran bu torpido hücumları esnasında İngilizlerin bir muhrip rehberi ile dört muhribi beş on saniye içinde gark edilmiş, bir diğer, harp gemilerinden biri tarafından çiğnenmişti.  Diğer yedi torpido muhribi de, vuku bulan isabetler neticesinde ağır surette duçar-ı hasar olarak çekilmişler ve İngilizlerin ilk hücumu bu suretle def edilmişti. 

     Bu muharebe esnasında, saat 2,15de “Class” sınıfından bir İngiliz zırhlı kruvazörü 12200 ton, 22,5 mil sürat, 2 adet 24,4 lük, 12 adet 15,2 lik, 12 adet 7,6 lık top, 2 tane 45 lik torpido kovanı, 750 mürettebat, Alman hatt-ı harp sefinelerinin iskele tarafından nağehan meydana çıkmış ve 1000 metre mesafeden tahripkâr bir mermi yağmuruna uğramıştır.  Bu ateş o kadar şedid ve isabetli idi ki düşman kruvazörü, ateş açıldıktan yarım dakika sonra serapa alevler içinde kalmış ve dört dakika sonra berhava olmak suretiyle batmıştır.  Alman gemileri, düşman zırhlı kruvazörlerinin havadan dökülen enkazına maruz kalmamak için iştial noktasından açılmağa mecbur olmuşlardır.  İngilizler bu sınıftan bir geminin battığını inkâr ediyorlar.    

     Bir saat sonra, Alman donanmasının yine iskele tarafından alevler içinde bir gemi daha görülmüş idi.  bu sefine mütevassıt cesamette bir İngiliz kruvazörü olup kıç tarafından çıkan yangını söndürmek için rüzgâra karşı seyir ediyordu.  Alman gemileri, bu düşman kruvazörünü dahi üst güvertesi suya girecek mertebede yana yatıncaya kadar ateş altına altıktan sonra kendi haline terk ettiler.  [İngilizler bu geminin dahi battığını inkâr ediyorlar]

          Mabadı var

               Abidin Daver

TEHLİKE

Gecen nüshadan mabad ve hitam

     Şerait sulhiye, o kadar ağır değildi.  Zira biz, büyük Britanya’yı müebbetten düşmanımız kılmak için iktiza eden evsaf ve şeraite haiz bir hükümet değildik.  Pekâlâ, biliyorduk ki bir defa daha vukuu muhtemel olmayan ahval müsaadenin sevkiyle harbi kazanmıştık ve birkaç sene içinde bu ada hükümeti evvelki kadar belki de daha ziyade şevketli olacaktı.  Böyle bir hususu, öğrendiği bir dersten dolayı gazap etmek cinnetti.  Mütekabilen sancak selamlama merasimi tertip olundu. 

     Müstemlekat hududu hüküm usulüyle tahdit edildi.  Hiçbir tazminat-ı harbiye eda etmeden ancak, beynelmilel sulh mahkemesinin kararı ile Fransa ve müttehide-i Amerika’ya i’tâsı lazım gelen zarar ve ziyanı İngiltere’ye kabul ettirdik.  İşte harp böyle bitti.  İngiltere bir defa daha böyle uykuda bulunmayacaktır.  Onun bu derece teâmîsi, düşmanın sefain ticariyeyi torpidolayamayacağı hülyasından ileri gelmişti.  Adi mülahaza ile anlaşıla bilir ki, düşman düşmana kendisine en muvaffak olan oyunu oynar.  Yoksa <<sizi ne dereceye kadar ızrar etmeme müsaade edersiniz?>> diye sormaz.  Bugün dünyaya hâkim olan fikir şudur ki abluka ilan olunduktan sonra, ablukayı yarmağa tasdi edenlere, istenilen muamele yapıla bilir.  Esna-i harbde, İngiltere’ye erzak ithalini men etmek de aynı derecede makuldür.  Nasıl ki bir muhasır, muhasıra istediği bir tabiyeye erzak ithalini men etmek hakkını haizdir. 

     Bu hikâyeye, İngiltere rical-i hükümetinden biri tarafından yazılıp Times gazetesiyle neşir edilen bir makaleye iktibas etmeden hatme çekemeyeceğim.  Sulhun ilanından birkaç gün sonra yazılmış olan makale-i mezkûr, vakayı harbiye hakkında İngiltere efkâr-ı münevveresinin mahsule-i mütalaatı olmak üzere telafi edilebilir.  Muharrir diyor ki;

     Ticaret filomuzun ehemmiyetli bir kısmı ile elli bin gayri muharibin zıyaına mal olan bu sefalet engiz harp esnasında bizim için yalnız bir nokta-i tesliyet vardır ki o da muvakkat galebemizin, semerat muzafferiyetini iktitaf edecek derecede kuvvetli bir hükümet olmamasıdır.  Bu dereke-i zillete birinci sınıf bir hükümet tarafından duçar edilmiş olsaydık, büyük müstemlekelerimizin ve manâtık harede kâin arazimizin zıyaından maada, azim miktarda tazminat-ı harbiye itasına da mahkûm olacağımız şüphesiz idi.  Biz tamamıyla galebemizin ayağı altında idik ve ne kadar giran olursa olsun, şerait mutavaattan başka çaremiz yok idi.  Norland hükümeti, faikıyet muvakkatesini sui-istimal etmeyecek derecede sahib-i tefekkür olduğunu gösterdi ve pazarlığında sahavet-kar davrandı.  Yoksa diğer hükümetlerin sınıfta, bir imparatorluk gibi yaşamaktan geri kalacaktık.

Filistin cephesi harekâtı:  bir süvari müfrezemiz cephe-i harbe giderken.

     Hatta şimdi bile müşkülattan azade değiliz.  Kendimizi toplamazdan evvel bir hükümet bize harp açarak tesiri mücerreb olan şu silahı kullana bilir.  Böyle nâgeh-zuhûr bir vakaya karşı müheyya bulunmuş olmak için hükümet, halk hesabına azim miktarda erzak idhar etmeğe tehalikle başladı.  Birkaç aya kadar da yeni hasat vakti gelecek.  Her ne kadar bahs-i heyecan bazı esbab-ı ruhiye olan mevcut ise de, umumiyet itibariyle şu yakın istikbale bi-lüzum yaslardan arada olarak nigah-endaz olabiliriz.  Bu defa işler kâr-agâh yeni hükümet tarafından idare edilecektir ki o hükümet, pek aşikâr olan bu tarz hücuma karşı ne kadar aciz ve naçar olduğumuzu görmemekle bizi harbe sürükleyerek umumun itimadını kayıp etmiş olan sabık siyasiyunun yerine geçmiştir. 

     Yeni teşkilatımızın hutut esasiyesi zahirdir.  Bunların birincisi ve en mühimi, fark siyasiye erkânımızın, serbesti-i ticaret ve usul himaye hakkında âlimane münakaşalardan evvel yapılacak daha mühim ve hayati işler olduğunu anlaması ve ahalisinin idame-i hayatına kâfi miktarda mahsulat yetiştiremeyen bir memleketin gayet suni ve mehalik bir vaziyette bulunduğu hakikat mahvedesine karşı bütün nazariyelerin terki icab ettiğini takdir etmesidir.  Ya muvâredât ecnebiye ye bir resim vaz ederek yahut vatan mahsulatına ikramiye verilerek veya her ikisinin terkibi suretiyle bu keyfiyetin hayyızı fiile konması el-yevm mevki münakaşadadır.  Fakat bütün fark siyasiye şu kaide-i esasiye üzerinde tevhid-i efkâr etmişlerdir ki:  Hatırası henüz pek taze olan müthiş bir ziyaret karşısında gıdanın taht-ı temine alınması har halde münakaşa ve mübahase safhasını aşmıştır.  Bu mutlaka temin edilmelidir.  Ziraatın mazhar-ı himayat olması ve me’mulumuz veçhile ziraatı muhaceratın kati muhazir müteaddidesine karşı faide olmak üzere tadad edilebilir.    

     İkinci ders şudur;  Manş denizi altında bir değil bir çift hattın inşası, biz meseleyi bir gül tabakasıyla örtmüştük.  Böyle bir hatta malik projeler ve bu sütunlarda daima cerh ve ibtal edilmişti.  Lakin Marsilya’dan erzak getirmek için bu misalli bir şimendifer münakalesi tesis edilebilmiş olsaydı, ahiren vukua gelen teslimiyet ıztırarından tahlis-i giribân etmiş olacaktık.  Elan israr ederiz ki yalnız bir tek tünele bel bağlayamayız.  Zira düşmanımız Bahr-i Sefid’de müttefiklere malik olabilir.  Fakat Avrupa’yı şimalide bulunan bir hükümetle bir muhasamaya girdiğimiz zaman bu tünel bize tahmini gayri kabil menafi temin eder.  Vakıa bir tünelin mevcudiyeti, bizim için bazı mehalik de tevlid edebilir.  Lakin adem-i mevcudiyetinden ileri gelecek muhazar ile mukayese olunduğu surette bunların lâ-şey-i hükmünde kalacağını kabul etmeyen kim kalmıştır?  Ma’kulat nakli için büyük tahtelbahirlerden mürekkeb ticaret filoları inşası ciheti yeni bir nokta-i hareket olacaktır ki bu da, tarih-i vatanda bu kadar kuraklık bir iz bırakmış olan mehalike karşı bir zamime-i teminat yerine geçecektir   

          Hitam.

Şuûn-i bahriye:

     1 – 13 Kanun-i Sani 1334

     Korvet kaptanı kofamel’in kumandasında bulunan bir alman tahtelbahri Afrika’da, Senegal sahilinde kâin bulunan Portekiz’e ait Yeşil Burun adalarına kadar gitmiş Porte Grande limanında evvelce Alman iken şimdi Brezilya gemisi olan iki sefineyi batırmıştır.  Tahtelbahirlerin mürettebatı ve levazımı ile teknesi bu uzun sefere mükemmelen tahammül etmiştir.  Bu tahtelbahir, esnayı seferde, agleb ihtimal, Amerika’nın olan bir torpido muhribi 9 vapur 5sarnıçlı vapur batırmıştır ki mecmua 45000 tondur

     İngiltere’nin Hms Arbutus taharri gemisi torpillenerek karaya oturtulmuştur. 

     SMS Emden kruvazörünün kahraman süvarisi firkateyn kaptanı “Hellmuth von Mücke”nin mübadele-i esira muahedesine tevfiken İngiltere’den Almanya’ya avdetine müsaade edilmiştir.

     3 Kânûn-ı sânî tarihli bir telgraf nameden Bahr-i Muhid Atlaside tahtelbahrin yeniden 4 Vapur 3 yelkenli 2 balıkçı vapuru batırıldıkları bildiriliyor.

     10 Kânûn-ı sânî bir telgraf nameye nazaran Bahr-i Muhid Atlası de ve Manş denizinde tahtelbahirler 5 vapur ve yelkenli batırmışlardır. 

     Baltık’taki İngiliz tahtelbahri efradından 250 kişi Rusya’yı terk ile memleketlerine avdet etmişlerdir. 

     Alman tahtelbahirleri ebhar-ı muhtelifede 2 – 13 Kânûn-ı sânî zarfında 261000 tonluk sefine gark etmişlerdir.    

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir

Bu site, istenmeyenleri azaltmak için Akismet kullanıyor. Yorum verilerinizin nasıl işlendiği hakkında daha fazla bilgi edinin.