DONANMA MECMUASI 103/53 8,Temmuz,1915

DONANMA MECMUASI 103/53 8,Temmuz,1915

0486_0053-103_0000

 0486_0053-103_0833

Perşembe: 25,Şaban,1333 – 25,Haziran,1331 – 8,Temmuz,1915

DONANMA CEMİYETİNİN HAFTALIK GAZETESİDİR – Numarası 103 / 53

Hatırat: Libau yolunda Alman mitralyözleri

********************

Galiçya – Çanakkale

<> <> <>

     Garb sahne-i harbinde Fransızlar nevmîd-âne bir savletle hâlâ hakikati anlamak istemeyen kafalarını Alman siperlerine vururken, şarkta Galiçya’da moskof sürüleri muzaffer Almanya – Avusturya kıtaatının önünden tarih-i harpte misli görülmeyen bir süratle kaçıyor kıtaatı muzaffere Varşova’yı istihdaf etmiş gibi ilerliyor. Bütün moskof diyarı ise bu müthiş hezimetin tesiri altında kalmış her halde hakikati lâyıkıyla anlaşılamamakla beraber tabii el-zuhur bir buhran ihtilâl o istibdad ocağını sarsıyor. Nazarlar yekdiğerini takiben devriliyor. Çar, halka söz dinletmek için beyannameler neşir ediyor.

     Çanakkale ise i’tilâfçılara mezar olmuş. General, zabit, asker, gemi, mühimmat, tüfek kayıp edip duruyorlar. İngiltere başvekili bile avam kamarasında müteellim-âne i’tirâfâtta bulunuyor. Galiçya Çanakkale bî-tarafları da ikaz etmiş, Romanya moskofa cevab-ı ret vermiştir. Bulgaristan’da Türkiye’nin kuvvet-i azmi zaferindeki salabetine karşı takdirkâr bir itmînân, mahsus bir terakki-i itmînân var. Hâsılı harb-i hazırın iki miftâh faslı Galiçya – Çanakkale oluyor.

HARP KERAMETLERİ

     Beş on seneden beri ve bilhassa i’tilâf-ı müsellesin teşkilinden sonra düvel-i muazzamanın vaziyet-i siyasiye ve tedarikat-ı harbiyelerini yakından tetkik edenler, er geç umumi bir Avrupa harbi karşısında bulunulacağını kestire bilirlerdi. İşin umumi ciheti böyle olmakla beraber, bu hususa dair suret-i mahsusada keramet saçan; Harp şöyle veya böyle neticelenecek diyenler de eksik değildi. Bu gibi keramet-fürûşlar! İki cins olup biri erbab-ı fenden diğeri de ilm-i keff, ilm-i kıhıf mütehassısları gibi falcılardan mürekkep idi.

   Epey zamandan beri mecmuamıza tefrika suretiyle derç etmekte olduğumuz [1914 Şimal Denizi muharebe-i bahriyesi] bir İngiliz amirali tarafından harpten üç sene evvel yazılmış bir eserdir. Bunu okuyanlar, şüphesizdir ki muhteviyatının cereyanı hakiki ahvale ne dereceye kadar tevafuk ettiğini göreceklerdir.

     Biz bu makalede her iki sınıf falcıların en yüksek tabakasında bulunanlardan ikisinin sözlerini tetkik ve harbin bu güne kadar geçirdiği safahatı tetkik edeceğiz: Bunlardan biri ilm-i keff mütehassısı ve falcılar kraliçesi unvanına haiz olan <madam Teb> adlı bir Fransız’dır. Bu kadın öteden beri bu gibi istihracatıyla iştihar etmiştir. Hatta müşterileri arasında krallarla birçok hükümet adamları da vardır. Her sene, o sene hadis olacak vakaya dair istihracatı havi olarak neşir ettiği takvimlerden <1914> senesine mahsus olanında bu falcı kraliçesi şöyle diyor;

     <<bu sene biz – yani Fransızlar – pek mehalik ve kat’î saatler geçireceğiz. Kana, gözyaşlarına ve sıkıntı verici delaile rağmen bu sene, bilhassa Fransa için pek mesud bir sene olacaktır.

     Zafer! Zafer! Tâlihin imtihanından hiç korkumuz yoktur. Fransa harpten taze bir kuvvet ve teşkilatla, hülasa dirilmiş bir halde çıkacaktır!>>

     Kralların bile sözüne kandığı bu kadının, bidayeti harpte birçok İngiliz ve Fransız gazeteleri tarafından adeta kapışırcasına iktibas edilen yukarıki istihracatı bugün, ahvalin cereyan-ı hakikisiyle mukayese zaittir bile! Çünkü 1914 senesi tamam olalı tam altı ay oldu. Fakat hâlâ Fransızların kanları dereler gibi akıyor. Gözyaşları hiç dinmiyor! Fransa’nın delail-i izmihlali ise muttasıl artıyor!..

     Eğer Fransa’nın saadeti bu ise, yakında inayet-i hakk’la göreceğimiz felaketi kim bilir ne olacak?

     İkincisi, İngiltere’nin en meşhur amirallerinden Admiral Sir Percy Moreton Scott’tur.

     Evvelce bilmünasebe söylenildiği veçhile tahtelbahirlerin muharebat-ı bahriyede ifa edeceği vazaifin ehemmiyetini İngiltere’de ilk evvel anlayan ve söyleyen bu zattır. Amiral Scott’un tetkikat ve muhakemat-ı fenniyeye müstenid olan mütalaatı bugün hakikat hale tamamıyla tevafuk ediyor. Bu meşhur Amiral harpten evvel şöyle demişti:

     <<Eğer biz, tahtelbahirler ile bize darbe indirebilecek bir mesafede bulunan bir devletle harbe girişecek olursak, ben şu mütalaadayım ki o devlet evvel emirde “dretnotlarını” emin bir limanda saklayacak; Biz de aynıyla mukabele edeceğiz. Sonra, onların tayyareleri ve hava gemileri memleketimiz üzerinde uçarak gemilerimizin nerelerde saklı bulunduğunu tamamıyla görecekler ve bundan sonra da tahtelbahirleriyle gelerek rast geldikleri ve ele geçirdikleri her şeyi batıracaklar.>>

     Harbin ilk aylarında Amiral Scott’un bu mütalaasını iktibas eden bir İngiliz gazetesi: <<Amiral Scott’un kehanet-i fenniyesinin ilk kısmı doğru çıktı. Yani Almanlar dretnotlarını emin bir limanda sakladılar. Bakalım diğer kısımları da doğru çıkacak mı?>> diyordu.

     Bu gazetenin son nüshalarını elde edemediğimiz cihetle bittabi şimdi ne fikirde olduğunu maalesef öğrenemedik. Fakat öğrendiğimiz, ayan beyan gördüğümüz bir hakikat var ki o da bütün o mütalaat fenniyenin cereyan-ı ahvale tamamen mutabakatıdır.

     Evet Almanlar, Amiral Scott’un düşündüğü gibi evvela, dretnotlarını emin bir limanda sakladılar. Ondan sonra da tahtelbahirleriyle İngiliz adalarının etrafında cirit oynamaya başladılar. Ve bil netice, kendisine asırlardan beri <<meleke-i ibhâr>> unvanını bile az gören o muhteşem İngiliz donanmasını da emin limanlara tıktılar. Şimdi de rast geldikleri İngiliz gemilerini birer birer avlıyorlar.

     Mehaza, bundan büyük gemilerin artık modası geçmiştir mütalaasında bulunduğumuz anlaşılmasın.

     Bu mühim meseleyi zaman ve salahiyettar ağızlar hal edecektir. Bizim bu makalede asıl işaret etmek istediğimiz şeyi, Fransızlarla İngilizlerin fallarla uğraştığı, falcılardan medet umduğu bir sırada, olmamaya ve galip gelmeye suret-i katiyede azm etmiş olan muhterem müttefikimizin gösterdiği i’caz-kâr büyüklüklerdir!

     Harpten evvel neşir edilen bütün bahri istatistiklere bakılacak olursa tahtelbahirler cihetiyle Almanların, İngiliz ve Fransızların dûnunda olduğu görülür veya öyle gösterilirdi. Fakat hadisat, teşkilat-ı bahriyelerindeki intizam ile o günün mağrur İngilizlerin ne derecelerde gafil olduklarını göstermiştir. Elyevm bu gafletin cezasını ağır bir surette çekmekte olan İngilizlerin tamamıyla muzmahill olarak meşhur âlim olan meğer ve fesadından büyük, küçük her milletin kurtulacağı an mesud artık hulûl etmiştir kanaatindeyiz.

Donanma.

MUSÂHABÂT-I İCTİMÂİYYE

5

Muharriri: Cenab Şahabeddin

     Biliriz ki bir âdem göz, ağız, kol, bacak, eli ahire gibi vazaif-i muhtelife ifa eden aza-i adideden mürekkebdir. Bir heyet müctemiaya dikkat edince onun da azayı beşer gibi vezaif-i mahsusa icra eden hizblerden müteşekkil olduğunu görürüz. İşte bu hizbler <sunuf ictimâiyye> denir.

     Tasnif-i cemiyet için müteaddid esaslara müracaat edildi. Ezcümle vezaif nazar dikkate alınarak şu tasnif teklif olundu: 1- müdafaayı ictimaiye (harbiye, bahriye-i askeriye) 2- müdafaayı hayatiye (ziraat, sanayi, ticaret, tıp)  3- müdafaayı hukukiye (polis, jandarma, adliye) 4- müdafaayı fikrîye ve vicdaniye (maruf, edebiyat, sanayii nefise, ruhaniyat)

     Bundan başka her vazifenin istilzâm ettiği malümata göre bir tasnif vardır; 1- sunuf riyaziye (müneccim, mühendis, mimar, dülger sınıfları gibi) 2- sunuf mihanikiye (makinacı, demirci, saatçi sınıfları gibi) 3- sunuf fizikiye (alet-i rasadiye, alet-i musikiye, alet-i basariye, alet-i tenviriye, alet-i teshiniye imâl eden sınıflar gibi) 4- sunuf kimyaiye (madenciler ve kibrit, sabun, şeker fabrikacıları gibi) 5- sunuf uzviye (çiftçiler, hekimler, baytarlar gibi) 6- sunuf ictimaiye (tacirler, bankerler, memurlar gibi)

     Fakat herkes his ve teslim eder ki bu tasnifatın hiç biri maksada kâfi değildir.

     Her cemiyette evvel-be-evvel iki büyük sınıf nazar-ı dikkati celb eder. Memurin, ahali, bunların arasında şu fark-ı mühim vardır ki memurlar bil mecburiye ifayı vazife eder ve vazifelerini terk veya ihmal etmeleri müstelzim mecâzât olur. Eğerçi ahalide tedarik nafaka için bir vazife edâ eder, fakat tarz-ı edâda muhtariyeti vardır, memurlar işlerini aldıkları emre göre icra ederler, ahali keyf mayeşa-i iş görür.

     Her cemiyet mükemmelede şimendifer memurları, elektrik, gaz, su şirketleri müstahdemini gibi bir sınıf daha vardır ki mevkileri memurin devletle ahali arasındadır. İfayı umurda ne ahali gibi serbest, ne de memurin kadar mahrum hürriyetdirler. Bunlara <muvazzafın> tabirini teshilen bil tasnif tensip ediyorum.

     Her sınıfın bazı hasâisi vardır. Meselâ memurin sınıfına dikkat edelim; Memurlara mahsus efkâr ve hissiyat, memurlara mahsus nazariyat-ı ahlakiye, memurlara mahsus bir üslup ifade, bir tarz-ı telebbüs, bazı evzâ’ ve etvâr göreceğiz ki ahalide görülmez. Yine meselâ sınıf-ı ruhani ile sınıf-ı askeri arasında, yahut çiftçilerle bankerler arasında öyle fahiş farklar mevcuttur ki edâni dikkatle keşf olunabilir.

     Her sınıfın hasâisi başlıca avamil-i atiye mahsulüdür. 1-  Her sınıfı teşkil eden efradın yekdiğerine tesiri. 2- Aynı cemiyete mensup sınıflardan birinin diğerine tesiri. 3- Sınıf ecnebiyenin tesiri. 4- Anane ve âdetin tesiri.

     Sınıf içtimaiyeye birer şahsiyet-i hususiye veren bu avamili ale-l-nefrad tetebbu edelim.

      Bir sınıfı teşkil eden efradın yekdiğerine tesiri iki suretle cereyan eder. Ya sınıfı teşkil eden efrad arasında – meselâ sınıf tüccar veya sınıf âdâbada olduğu gibi – bir rekabet-i intifâiyye vardır, yahut – meselâ sınıf ruhani veya sınıf askeriyede görüldüğü gibi – intifaı şahsi arzusuna münafi olmayan bir vahdet kasdiye vardır. Şakk ola misâl olarak sınıf edibayı alacağım; Edebiyatta kesret-i karinin muvaffakiyete ve muvaffakiyet liyakat ettiği cihetle her edib kendi karilerini tezyid ve dolayısıyla edibayı sairenin karilerini teneffüse çalışır. Haksız intikadların, münâfeselerin, müşâtemelerin, bühtânların, beynel-deba sebeb cereyanı bu iştihayı muvaffakıyettir.

0486_0053-103_0836

İttihâd-ı İslâm: Urbân arasında şevk-i cihâd

Bu iştiha ile her edib âlim edebiyatta temin-i şöhret ve muvaffakıyet ve iras sukut ve hezimet eden esbabı arar. Tetkik ve tahlil eder. Ve keşif ettiği esbab-ı muzafferiyete tevessüle başlar. Müşahir edibayı taklid, üslup zamaneye riayet, ekseriyetin rağbet ettiği edipleri alkışlayarak diğerlerini – velev şayeste-i ihtiram erbab-ı ehliyetten olsalar bile – istihkar hep bu vesait istîhâr, edibaya yekdiğeri arasında bir müşabehet temin eyler ki vücûh şube sınıf edibanın hasaisidir. Edibaya benzemek istemeyen âlim edebiyatta temin-i mevki edemez.

     Şakk saniye misâl olarak da sınıf asakiri alacağım; Vakıa askerlerde terfi-i rütbe ile tezyid-i esbab refahı isterler; Fakat bunun için aralarına müşacere ve muhaseme ilkasına lüzum his etmezler. Aynı gayede hepsinin iştiraki vardır. Meslek gayretini bütün ihtirâsât-ı şahsiyenin fevkinde tutarlar. Ruhları askerlik fikrinin etrafında müştereken ve müttehiden ihtizaz eder. Aynı âlâmeden müteessir ve aynı ezvaktan mütelezziz olurlar. Fikirleri yalnız müşabe değil müşabe ve müttehiddir. Sınıf askeriyede ancak beynelasakir cari ve mergub olan efkâr ve hissiyatı benimsemeğe istidad gösterenler temyiz edebilir.

     Edib, asker, yahut kunduracı, her ne olursa olsun bir sınıfa mensup efradın müşahebet mesaiyesi müşahebet efkâr ve hissiyatını intaç eder. Her mesleği bir kalıba teşbîh edebiliriz. Meslek vaz edeceği şekli telakkiye müstaidd olmayanlar ezilir. Diğerleri ister tarik-i nifak ister tarik-i vifâk ile olsun şekli mesleği kabul ederler.

     Aynı cemiyete mensup olan sınıfların yekdiğerine karşı tesirine gelince:

     Evvelâ: Her sınıf kendi istiklâlini muhafazaya maildir. Hiçbir sınıf diğerinin müdahalesini hoş görmez. <<ne karışıyor?>> cümleyi istiskaliyesi bu arzu-yi istiklâle bir tercüman-ı sadıktır. Meselâ sınıf askeriyeye sınıf ruhaninin, sınıf ziraat sınıf memurinin müdahalesi ağır gelir: <<ne karışıyor?>> derler.

     Saniyen: her sınıf sunuf sairenin meyli müdahalesini istiskal ettiği halde kendisi sunuf saire üzerine bast-ı nüfusa maildir. Mesela sınıf ruhani ister ki mihver cemiyet din olsun ve memurin ruhaniye her sınıfın nazım efkâr ve hissiyatı kesilsin. Aynı meyil sınıf saire de vardır.

     Salisen: Menafi ta’riz eden sınıflardan her biri diğerini kendi maksadına âmâli için sırf mesai eder ki bu mesai bazen bir cidal şiddetini bile alır. Papaların yahut patriklerin aforoz etmeleri, fabrikacıların ameleye yol vermeleri, amelenin müttehiden işten el çekmeleri tearuz menafi yüzünden açılan mücadele-i sınıftır.

     Râbian: Menafii tevafuk eden sınıflar tevhid-i efkâr ve hissiyata maildirler. Mesela esnaf loncaları ve ticaret odaları bu meyle hizmet ederler.

     Hâmisen: Bir sınıfın nüfuzu mensuplarının kemiyet ve servetiyle mütenasiben artar ve eksilir. Bizde yeniçerilerin tarihi bu kaideye pek güzel bir misaldir. Filhakika şecere-i milliyeye aşılanan bu zümre-i müsellâha çoğaldıkça para istedi, para aldıkça çoğaldı ve kesret ve serveti nispetinde muhteris ve mütearrız oldu… Ziraatın münteşir ve müterakki olduğu yerlerde çiftçi fırkası bir unsur-u nafiz teşkil eder. Sanayinin ruhcan kazandığı memalikte amele pek mühim bir kuvvet olur. Isparta ve Roma gibi belâd-ı askeriyede tabiidir ki hâkimiyet sınıf-ı müsellâha geçer.

     Sâdisen: Bir sınıfın nüfusu efradı arasındaki dereceyi mücâniste tabidir. Adedi ne kadar çok olursa olsun bir sınıfın efradı ırken, dinen, lisanen, örfen mütehallif olunca ehemmiyeti mahdud kalır. Mesela bizde sınıf etıbbâ hiçbir zaman haiz-i nüfuz bir fırka teşkil edememiştir. Vayemiz, zira efradı meyanında veçhe tecanüs yok gibidir.

     Sınıf-ı milliyeden bazıları ara sıra sınıf ecnebiyeden bir mâye-i tahvil alırlar. Bütün sermayeyi tekâmülü kendi sinesinde bulmuş bir cemiyet, denebilir ki, hiç yoktur. Her heyet-i müctemianın hayatında nüfus-u ecanib devirleri görülür. Bu devirlerde bazı yeni nazariyat, efkâr, esliha yahut âlât hariç hududdan nüfuz ederek bir veya birkaç sınıfın adet ve ihtiyacatı, tarz-ı say’ ve tefekkürünü ve dolayısıyla cemiyet içindeki mevkiini değiştirir. Meselâ Romalıların kâhin sınıfı Etrüsk’lerin nüfusuyla değişmiş, ediba sınıfı Yunanilerin tesiri altında kalmış, gemicileri Kartacalıların mukallidi olmuş, askerleri Saminlerin eslihasını kabul etmiş, elhasıl ekseri sınıf nüfus ecanible tarik terakkiye girmiştir. Romalılar gibi her millet de hiç olmazsa bazı sunufunda nüfus ecnebi asarını gösterir.

0486_0053-103_0836.jpg - 2

Hatırat: Basra’da da gambotlara bile meydan okuyan motorbotlarımızdan birinin manzarası.

     Sunuf-u milliye ile sunuf ecnebiye arasındaki münasebat kuvaid atiye dairesinde cereyan eder.

     Evvelâ muhalefet. – Her sınıf için sınıf mukabil ecnebi halen bir rakib-i hayat ve atiyen bir düşman melhuz olduğundan ona karşı fıtrı bir meyil ictinab ve tebaid vardır. Bu meyil iki sınıf arasına ale-l-ekser kalın bir tabaka-i tenafür vaz eder ki neticesi her sınıfı sınıf mukabili istihkara ve sınıf mukabilin efkar ve imalini istihaneye sevk eyler.  Meselâ İngiliz erbabı sanayii arasında, Fransız zabitleriyle Alman zabitleri arasında, Fransız lençberleri ile İtalyan rençberleri arasında bir tabaka-i tenafiri ve bunun netayicini pek vazıh surette görebiliriz.

     Bu menafire beynelsunuf bazen garip bir ittisâ’ mazhar olarak menafire beynelmilel derecesine çıkar: Meselâ Isparta ile Atina arasında min küll-il-vücûh his edilen ihtilafın menşei bazı sınıflar arasındaki zıddiyet olmuştur.

 0486_0053-103_0837

Hatırat: Kahraman süvarilerimiz.

     Saniyen rekabet . – Her sınıf sunuf mütekabileyi ecnebiyyeyi zımni veya sarih bir rakip addederek onları galib etmeği bir vazife-i hamiyet ve menfaat tanır.

     Bu rekabet neticesidir ki bugün mesela ilm-i tıbbın etrafında bir Alman tababeti, bir İngiliz tababeti, bir Fransız tababeti vardır ve bunlar nev amme müsabakayı daime dâhilinde bulunurlar.

     Bu rekabet Avrupa’da semih bir menba-ı terakki oldu. Orada her sınıf efradı memalik-i ecnebiyedeki emsalini geride bırakmak için çalışır. Ve kendi faikıyetinden emin olmadıkça memnun olmaz. Ezcümle erkân-ı harb sınıfı ecnebi ordularındaki terakkiyatı pek kıskanç bir itina ile takip eder. Memaliki mücavire de bir silahın tadil şekli, imalat-ı harbiye ye ait küçük bir tebdil, teçhizat-ı askeriye ye müteallik her de bir teceddüd erkân-ı harbiye için müheyyiç bir hadisedir. Bu cihetle erkân-ı harbiye sınıfı ecnebi meslektaşlarına karşı bir intibah mütemadi ve bir rekabet mütemadiye halinde bulunur. Ve bu hal erkânı harb sınıfına münhasır değildir. Sunuf saire de de sunuf mütekabiliye yi ecnebiye ye karşı aynı dikkat ve rekabet masruf oluyor. Erbab-ı kanun, ehl-i fen, ediba, sanatkâran, hepsi ecnebi meslektaşlarını tahtı müşahede de tutar ve geride bırakmağa çalışır. Erbabı ziraat ve ticarete gelince: bunların ecanibe karşı açtıkları rekabetin en rastgü şahidi gümrük tarifeleri, gümrük istatistikleridir.

     Salisen taklit. – Sunuf mütekabileyi ecnebiye ile rekabete girişemeyeceğini his ve teslim eden sınıf sınıf mezkûreden en ziyade âsâr-ı faikıyet göstereni taklit eder. Meselâ ıslahat-ı askeriyede Almanya yı, teşkilat-ı bahriyede İngiltere’yi, umur-u bediyede Fransa’yı meşk ittihaz eden milletler az değildir.

     Râbian icbâr. – tali’ harbin yaver olduğu cemiyet millet mağlubeye ya vasıtayı esliha ile veya uhud ile cebren bazı tebdilat iras eder ki devamı takdirinde bir veya birkaç sınıf ictimai üzerinde tağyirat hâsıl etmekten hali kalmaz. Bunun en güzel misalleri Polonya’da görülür. Lehistan üç devlet maluma arasında inkısam edeli yarım asır kadar bir zaman ancak mürur ettiği halde bugün Almanya ya ait parçadaki sınıf muhtelife-i ictimaiye ile Lehistan Rusya’da veya Galiçya’daki sunuf mütekabile arasında pek bariz vücûha gayret göze çarpar.

0486_0053-103_0837.jpg -2

Kendi elleriyle: Przemysl’in müttefiklerimiz tarafından kahramanane istirdadı üzerine elde edilen topların Moskof esirleri tarafından nakli.

     Teşkili sunufta ananenin nüfusu o kadar celiddir ki bizim <esnaf> dediğimiz sunuf ictimaiye efradı arasında bir nazar-ı mukayese gezdirmek o nüfusu teslim ve itiraf için kifayet eder. Meselâ yorgancılar, örücüler, haffâflar, balıkçılar, sahaflar ve emsali esnaf – sırf nüfus anane tahtında hâsıl olmuş bir manzarayı zahire ve batana arz etmezler mi? Her sınıfın efradında hemen hemen aynı lügat ve aynı cümleden mamul bir lisan, hemen hemen aynı fazail ve aynı nekais, hep ustalardan kalfalara, kalfalardan çıraklara intikal etmiş aynı fikirler, aynı hatalar, aynı takdirler ve aynı istihkârlar… Yenilerin eskileri taklid ede ede birer nüshayı saniye haline gelmelerinden ibaret bir tarz-ı terbiye her sınıf efradını yekdiğerinin meşki ve kopyası derecesine getiriyor ve bunda amil aslı ananedir.

     Meseleyi sunufun füruğ adidesi vardır. 1 – Sunuf taliye (mesela sınıf memurine nispetle teşriiyye, adliye, siyasiye, askeriye, eli ahire sınıfları gibi). 2 – Meseleyi cinsiyet (kadınlar, nisâiyyet, nisâiyyun meseleleri). 3 – Meseleyi esnan (çocuklar, ihtiyarlar). 4 – Meseleyi urûk. 4 – Meseleyi tabakat-ı ictimaiye (zenginler, fakirler, ulema, cehla, asil zadegân, pespayegân). 5 – Aceze ve mecrumin bunların tefsilini musahabat atiyemize terk ediyoruz.

     Cim. Ş.

İSTİKLÂL-İ OSMANİ HAKKINDA TETKİKAT

Mabad

***********

HÂKİM <<Kant>>

     Bir cihan âlimi, bir deste-i satıra sığdırmak gibi hadd naşinaslık edecek değiliz. Buna kudretimiz müsait olmadığı kadar hâkim <Kant> [İmmanuel Kant] in ehemmiyet-i şahsiyeti de manidir. Nazariyeleri, felsefesi, hakaik-i eşya ya meftuniyeti ile meşhur olan bu deha hakkında yalnız bir tercüme-i hal yapacağız. Hatta bunu bile lüzum derecesinde bast edemeyeceğiz. Çünkü bir bend ile bir hayat hâkim fasl edilemez.

     Kant fakirdir. Aile itibariyle asaleti de yoktur. Bir saraç oğludur. 1724 sene-i miladiyesi Nisanının yirmi ikinci günü Königsberg de (bugünkü Kaliningrad, Rusya) tevellüd etmiştir. Fakr o derece idi ki; İki kız kardeşi hizmetkârlık etmeğe ve o suretle maişet-i aileye muavenete mecbur olmuş idiler. Şu fakr-ü hal ile beraber bu ailenin mazbut bir ahlaka malik olduklarına inanmak iktiza ediyor. Çünkü Kant bunun canlı bir delilidir. Bilhassa validesinin verdiği dini bir terbiyenin tesiriyle iktisab ettiği doğruluk ve açıklık ale-l-husus tağbir-i hakaike karşı gösterdiği cedid Kant’ın sıfat-ı mümeyyizesindendir.

     Validesi, hissiyatı diniyesini oğluna telkinde büyük bir isabet göstermiş ve mevcudatı zahireye bakarak azamet ve mevcudiyet-i ilâhiyeyi takdir ve tasdik hususunda Kant’ın ilk rehberi olmuştur.

0486_0053-103_0840Kafile-i şüheda: Seddülbahir kahramanlarından Mustafa Nakif Bey merhum.

     Validesinin Kant’a ettiği en büyük iyilik “Frederick” kolejine yerleştirmiştir.

     Kant bu mektebe 1732 senesinde girmiştir. İşte bu mektepte hissiyat-ı mütedeyyinanesi teessüs etmiştir.

     Kant’ın burada din hususunda elde ettiği malumat, ona ayrı bir tarik göstermeğe değil, dini şekil makul ve hakikisinde görmesine yardım etti. Bu mektebin müdürü olan Albert Schulich’in ilâhiyat dersleri Kant’ın hakikat namına aldığı kıymetli gıdaların birincilerini teşkil eder. Bu adam, gerek zekâ, gerek müstahzarât-ı ilmiyesi itibariyle ve bilhassa pedagojideki iktidarı sebebiyle, Kant’ın ruhuna hâkim olmuştur. Bu hâkimiyet Kant’ın ahlakı, her şeyin fevkinde görmesi hususundaki esasında görülen mübâhis diniyede olduğu kadar, tabiatın esasatı ahlakıyeye zıd olacak derecede alûde-i gıll ve gışş olduğuna dair olan kanaatte de barizdir.

     Kant tahsil-i tâlisini bu mektepte gördükten sonra 1740 da oradan çıkarak dâr-ül-fünûn felsefe şubesine girdi. Buradaki mütâlaât ve tetebbuâtı hakkında malümat pek gayri vazıhtır. Mefkud denecek kadar mahduttur. Hatta dâr-ül-fünûnu ne zaman bıraktığı da meçhuldür. Ancak ilk yazdığı <<kuvayı maddiyenin takdiri “Canlı Kuvvetlerin Doğru tahmin Edilmesine Yönelik Düşünceler” >> ismindeki eserinin tarihi olan 1746 senesi belki dâr-ül-fünûnu terk eylediği senedir. Malum olan bir cihet varsa, dâr-ül-fünûnu ikmâl edemedi. Çünkü babası öldü ve maişet-i aile düş sa’yine yüklendi. O andan itibaren hayatını kazanmak ihtiyacının sevkiyle Kant işe başladı. İlk kesb-i zatisi bir aile nezdinde hususi muallimliktir.

     Kant’ın meslek ilmiyesi üzerinde tesir bırakanlardan biri de Mastin Knutzen’dir. Bu zat, Kant’a hekim Newton’un hakaik-i hükmiyesini talim etmiş ve hadisatın tetkikinde, onların esbabı

0486_0053-103_0840.jpg - 2Hatırat: Ruslardan muğtenem torpil önünde Akçaabat liman reisi ve refikası

hakikiye ve avamilinin mütâlaâsında hep onun fikriyle hareket eylemiştir. Mastin Knutzen’in Kant’a tedris ettiği tarz tefekkür ve tetebbudan biri de Christian Wolff’un tarzıdır. Bu adam adeta her şeyi katiyet-i riyaziye ile hal etmek ister. Bütün mesail, tesadüfe, faraziyata, hamil edilmeksizin intaç edilir. Bu meslekte endişeyi evvelin ancak katiyet ve dikkattir. İşte Kant’ın şahsiyet ve mesleğinde görülen bariz noktalardan biri de budur. Kant Wolff’un ciddi ve meşhur olan felsefesini daimi surette takib eylemiştir.

     Kant Wolff’dan, iyinin, doğrunun hisle değil, fikirle, akıl ve muhakeme ile tefrik edileceği esasını almıştır.

     Hikâyeyi hayatına devam edelim. Agleb ihtimal 1746 da dâr-ül-fünûnu terk ettikten sonra Kant 1755 senesine kadar muhtelif ailelere hususi muallimlik etti. 1755 de serbest dersler açabilmek salahiyetini iktisab etti. 1756 da Kant’ı böyle bir dershanede talim ile meşgul görüyoruz. Ve bütün bir şaşaâyı muvaffakıyetle tam on beş sene mütemadiyen orada sürati hususiye de tedris ile iştigal ediyor. 1770 de bu mesaisinin mükâfatı olarak Ordinarya denilen sıfat resmiyeyi iktisab etti. Bu tarihten sonra muvaffakıyet ve şöhreti mütezâyiden devam etti. Hal’de dâr-ül-fünûn muallimliği teklif edilmiş ise de kabul etmemiş, 1780 senesinde Königsberg dâr-ül-fünûn azalığına 1792 de duayenliğe tayin edilmiştir. 1786 da Berlin 1794 de Saint Petersburg 1798 de Viyana akademiyalarına aza intihab edilmiştir.

     Sureti resmiye de hükümet aklıye ve mantık tedris etmese de bu saha dâhilinde her türlü hakikati tetkik etmeği de unutmamıştır. 1765 – 1766 senesindeki tedrisat programında diyor ki; Gençlere hakaik, bütün tenevvüyle gösterilmelidir. Bilfarz üstünde yaşadıkları dünya hakkında malümat kâmile sahibi olmaları lazımdır. Ta ki birer şarlatandan ziyade, zeki ve malumatlı kimseler olsunlar. Terbiye ve tenmiye yi fikrîye nokta-i nazarından tetkikat felsefiye ve esasat-ı hükmiye tahrîsine esas olacak malümat da verilmelidir.

     Görülüyor ki; Sahayı tetebbu yalnız mantık ile hikmet-i akliyeye inhisar etmiyor. Zaten bu adam tarz-ı tedrisiyle de umumdan ayrılmış, başka bir samimiyet ve safiyetle çalışmıştır.

     Kant, hayat-ı hususiyesinde iki vasıf aslı gösteriyor. Ahlak mesailinde son derecede ulviyet, hayat maddiye de intizam ve inzibat. Uykusu, yiyeceği, gezeceği, giyeceği hep tayin ve tahdid olunmuş olandan harice çıkmamıştır. Ahlak, Kant’ın noktayı nazarına göre en büyük bir lüzum ile elzemdir. Hayat için ondan lüzumlu şey yoktur.

     Kantın hayat hususiyesindeki bu intizam ve ıttırâd onu bir kâide esiri telakki ettirmez. Çünkü Kant bunu mizacının sehl-l-inhiraf oluşundan dolayı iltizam etmiştir.

     Ahlaktaki mazbutiyeti her türlü ezvaktan mahrum olması da icab etmezdi. Hülasa bu vücud yakından tetkik olunursa ciddi bir ahlak sahibi olduğu fakat katiyyen tend-ü-meşreb bir adam olmadığı anlaşılır. Kant 1804 Şubat’ının 12 sinde madeten öldü. Fakat âsâr ve efkârıyla cihanda bülend bir mevki sahibidir.

  1. B. İdris.

SANATTA MEKTEP

0486_0053-103_0841.jpg -2

Sağ taraftan dördüncü duran zat bahriye yüz başılığından mütekaid Mustafa Efendi isminde bir fedakâr olup ifayı vazife esnasında rahmet-i hakka intikal eylemiştir.

0486_0053-103_0841

Bir simayı fedakâr: Hidemât cezile-i vatanperveranesiyle müştehir Binbaşı Bekir Bey merhum.

ÂLEM-İ İSLÂM’IN İSTİKBÂLİ ZİRAİYESİ

Hangi usul ziraiyededir.

5

     Makalat-ı mutekaddememizde havaliyi yabese İslâmiye ve Osmaniyenin ziraat-i esasiyesini temin ve tekeffül eden “Dry farming” usul ziraiyelerinden bahis ederken bu havalide tesadüf edilen istihalat tabiiyeyi miyahiyenin lüzum mütalaası ile bu usul ziraiyenin mesail ve nazariyat mühimmesini tadid sırasında <<tebahhuratın tanzimi>> keyfiyetinin pek büyük bir ehemmiyete haiz olduğunu zikr etmiştik. Harareti mebzul olan kurak mahallerde mahsulatın tenebbütü ve neşvüneması tebahuratın tanzimine mütevakkıf olduğundan bu mesele olanca gavâmız-ı ilmiye ve fenniyesiyle tetkik ve tetebbuya muhtaçtır.

     Havaliyi yabisede güneşin kızgın hararetiyle daima mücadele eden bir Dry Farming’ci daha yazın bidayetinde toprakları sudan mahrum bulunduğu vakit yağmurun yağıp yağmayacağını az bildiğinden daima endişe içinde bulunur. Zira bilir ki mahsulatı kuraklık içinde kemale ermeğe mahkûmdur. Zaten havaliyi yabise demek her türlü şerait-i tabiiye taht-ı tesirinde kar ve yağmur şeklinde nüzul eden sulardan mutehassıl “satıh mai”’nin müteaddit defalar tebahhur ettiği havali demektir. Bunun için havaliyi yabiseyi esaslı bir surette mütalaa eden ziraiyundan bazıları dereceyi hararete ve rutubet-i nisbiyeye pek az ehemmiyet vermişler. Fakat su sathının tebahhurâtını ölçmüşlerdir. Birkaç nevi yabustu ölçmek için Amerika agrinomlarından “Mac Dogal” bir cetvel tanzim etmiştir ki bu cedvel Amerika havaliyi yabisesinin teressübât-ı seneviyyesi ile su satıhlarının tebahhurâtı arasında münasebatı meydan-ı aleniyete vaz etmiştir. ( 1 )

     Sevgili memleketimizin kısmı azamını teşkil eden havalii yabisemizin dahi ziraiyun Osmaniye tarafından böyle ilmi ve fenni tetkiklerle mütalaa edilerek bütün teşkilat-ı ziraiyemizin bu mütalaattan mütehassıl netayiç fenniye üzerine ibtina ettirilmesi ne kadar arzu olunur bir keyfiyettir.

     Her kesçe malum olan bir bedahet fenniyedir ki havaya maruz olan su daima tebahhur eder. Kar ve buz dahi pek az miktarda su buharı ita ederler. Her hangi bir miktardaki hacmi havanın ihtiva ettiği su miktarı muayyen bir dereceyi hararet dâhilinde malum ve mahduttur. Meselâ buzu eritici bir dereceyi hararette bir metre mikâbı hava azami olarak 4,8 gram su buharını ihtiva eder. Havada azami bir miktar da su buharı bulunduğu yani havanın meşbû olduğu zamanda tabiidir ki tebahhurat inkita etmiştir. Deniz kenarlarında hava hemen daima meşbudur. Bunun için buralara asılan çamaşırlar geç kururlar. Hâlbuki Dry Farming arazisinde tesirat bahriyeden masun olan mahallerde hava meşbu olmaktan pek uzaktır.

     Havayı nesiminin işbağı için lüzumu olan su miktarı dereceyi hararetli vasi bir mikyasta tahallüf eder.   Mesela 10 santigratlık bir dereceyi hararette bir metre mikab hava derununda bulunan su buharının sıkleti 2,1 gram olduğu halde 5 dereceyi santigratta 3,2 gramdır.

     Şurası şayanı dikkattir ki vakıa ki dereceyi hararet tezaid eder, havanın ihtiva edebileceği su buharı miktarı da tezayid eder. Bu tezayid nispeten dereceyi hararetten daha seridir. Islak bir libasın büyük bir ateş karibinde serian kuruması işte bu sebeptendir. 38 dereceyi hararette ekseriya havaleyi yabisede tenebbüt zamanında her hangi bir miktar hacimdeki hava buzu eritici bir dereceyi hararetteki su buharı miktarından dokuz defa fazla miktarda su buharını ihtiva eder. Dry Farming için bu fevkalade ehemmiyetli bir prensiptir. Sonbaharda yahut kış vaktinde suyun idharı mümkündür. Ve yazın bazen çok miktarda nüzul eden suyun idharı için ki – bu mevsimde suyun ziyaını mucib olan esbab kuvvetlidir.

     Toprağın sathındaki rutubetin tebahhurunu izale edecek her türlü tedabir ihtiyatiye ye tevessül etmelidir.

     Havayı nesiminin hepsi hiçbir vakit kâmilen meşbû değildir. Bu meşbûiyyet daima mahallidir. Mesela deniz kenarlarında su ile doğrudan doğruya temasta bulunan hava tabakası mükemmelen meşbudur. Gayet rabıt bir tarlada sıcak ve sair günlerde tebahhurat toprağa temas eden ve nebatı ihata eden hava tabakasını işbag etmek üzere oldukça mebzulen vaki olur. Rüzgârlar esmeğe başladığı vakit hava bittabi hareket etmeğe başlar. Tenebbüt ile mestur olan bir tarlanın üzerinde hal-i sükûnette bulunan tabakat meşbuiye havaiye gayet az su buharı neşir ederler. Rüzgârların kuvveti ekseriya havanın bu aksamı üzerine tesir ederler. Herhangi tabiattan olursa olsun rüzgârlar ve hava nesiminin her türlü harekâtı yağmurları az olan havalide çiftçinin düşmanlarıdırlar.

     Havanın rutubet nisbiyesi her hangi bir hacimdeki havanın istiab ettiği su miktarı ile muayyen bir dereceyi hararette ihtiva edeceği su miktarı beynindeki nispete itlaf olunur. Evvelce de izah edildiği veçhile rutubet nisbiye az olursa her hangi bir dereceyi hararette hava derununda su o kadar daha seri olarak tebahhur eder. 32 derecelik bir hararetle güneşin darbat şuaiyesi hemen müz’iç denilecek bir derecede his olunur. Âlem-i çevv mütehassıslarından birinin tetkikine göre mesela New York’ta hava müz’ic olduğu halde aynı dereceyi hararetten Sun Lake City’de ahali memnundurlar. New York’ta rutubet nisbiye yazın takriben yüzde yetmiş üçtür. Hâlbuki Sun Lake City’de yalnız otuz beştir. Sıcak günlerde New York’ta teneffüs yavaştır. Ötede daha seridir. Daha doğrusu birinde rahatsızlık, diğerinde rahatlık his olunur.

     Bir toprakta rutubet-i nisbiye ne kadar zayıf olursa o toprakta tebahhurat o kadar çoğalır. Binaenaleyh evvelen dereceyi hararetin yükselmesi saniyen harekât havaiyenin tezayidi, salisen rutubet-i nisbiyenin tenakusu tebahhuru tecil ve tesri eden esbab-ı tabiiyedendir. Havalii yabisede dereceyi hararet havalei ratibeden daha yüksek, rutubet nisbiye daha az, rüzgârlar ise daha şiddetlidir. Bunun için bir Dry Farming tebahhura mani yahut tenzil ve taklil edecek esbaba tevessül etmelidir.

0486_0053-103_0844Moskoflara: Akçaabat önünde çıkarılan bir torpil.

     Tebahhurat yalnız serbest olan bir satıh mayiden vuku bulmaz. Bütün mevad-ı ratibe yahut ıslak olan ecsam, tebahhur vasıtasıyla evvelce ihtiva ettiği sudan bir miktar kayıp eder. Fakat bunun için şerait hararet ve rutubet müsait olmalıdır. Binaenaleyh tebahhurat ratip olan topraklardan da suyu kaldırır. Fakat şerait atiye dâhilinde mahaldir ki toprağın ihtiva ettiği suyun kâffesi tebahhur etmiş bulunsun. Zira su, toprak dâhilinde bütün aksam ve ecza-i türabiyeyi yekdiğerine o derece iltisak ettirir ki ancak galiyan derecesinde yüksek bir dereceyi hararet onu istihraç edebilir. Şu ciheti de unutmamalıdır ki ratip toprağın tebahhuru serbest bir su sathındaki tebahhur gibi seri değildir. Toprağın bütün mesamatı o kadar su ile imla edilmiştir ki; Toprağın bu sathını bir su sathı gibi farz ve telakki edebiliriz.

     Toprak dâhilinde vuku bulan tenakus tebahhuriyenin sebebi arazi-i ratibede hemen muayyen gibidir. Çünkü toprak ile su beyninde nisbeten kuvvetli cazibe vardır ki bu cazibe rutubeti gayet ince bir âsâr-ı şuariye gışası gibi eczayı türabiye etrafına cazibeyi arz kuvvetine rağmen mültesık kılar. Arazi-i mezruada ale-l-âde şerait dâhilinde asar şuariye sebebiyle tahassül eden su miktarı buhara tahvil etmeden bu cazibeye galebe edebilmesi için kuvveyi tebahhuriye kâfi derecede kuvvetli bulunmalıdır.

     Toprak dâhilinde ne kadar az su bulunursa gışa-i mai o kadar ince ve su o kadar daha iyi mahzûzdur. Anlaşılıyor ki tebahhurat rutubetin toprakta azalması nisbetinde tenakus ediyor.

     Mai turabi kabil-i zürra olan arazinin terekküb ettiği mevaddan bazılarını münhal olarak daima ihtiva eder. Şerait-i tebahhuriyenin aynı bulunmasından naşi mai turabide vuku bulan tebahhur saf sudan daha yavaş olarak vuku bulur. Binaenaleyh bir toprak ki mümbittir. Yani mütehammil olan mevad-ı mağdiyeyi ihtiva eder. Ne kadar ihtiva ettiği suda mevad münhale ziyade ise suyun tebahhuru o kadar yavaş olacaktır. Nadas, araziyi sürmek, gübrelemek gibi ameliyat mevad mağdiyeyi tezyid ettiği gibi tebahhuratı da o nispette tenkus eder. Bu haller mebzul yağmurlardan istifade eden bir çiftçinin nazarında o kadar ehemmiyeti yoktur. Hâlbuki bir arazi yabise ziraatçısı için pek mühimdir. Bu cihetle diyebiliriz ki toprak dâhilinde kuvveti inbatiyeye ve suyu muhafaza eden vesaitten temin-i istifade ederektendir ki Dry Farming en emin bir ameliyeyi ziraiye olacaktır.

   1 – makalenin hacmi müsait olmadığından mezkûr cedvelin dercinden sarf-ı nazar olundu.

Ziraat mütehassısı

     Cevad Rüsdi

Temaşa tenkidi:

HAMİD’İN ESERLERİ NASIL OYNANIYOR?

0486_0053-103_0845

Irak yolunda: Mel’ûn İngilizlere kahramanane müdafaatta bulunan ordumuzun nakliyatı.

HATT-I HARB GEMİLERİ

yani, su hattında ve su hattından yukarı bordaları delik deşik oldu. Ve suyun duhûlü istikrarı o derece tenkis etti ki denizcilikleri kalmayıp alt üst oldu ve battı. Top kızakları, üçüncü şekilde görüldüğü tarzda, dairevi zırh baretlerle himaye edilir. Üst muhafaza güvertesinden aşağıda barabet zırhının sihanı azaltılır. Çünkü burada barabete vuracak olan bir mermi, aynı zamanda burada zırhını yahut muhafaza güvertesini dahi delmeğe mecburdur. Topların arka kısmı ve topa müteallik olup barabetten yukarı bulunan makinalar vesaire bir zırh siper ile himaye edilmiştir. Bu zırh sipere, taret denir. Taret bil mecburiye barabetten daha geniştir. Bir muharebe gemisine top talimi esnasında bakılırsa dirise ederken toplar ile beraber, yalnız taretin devir ettiği görülür.  Hâlbuki devir eden yalnız taret ile toplar olmayıp taret, toplar, duvar tablo ve asansör yolu hep beraber devir ederler. Yani aksam-ı duvara yalnız güvertenin üzerinde görülen kısmından ibaret olmayıp, şekilde gösterildiği veçhile, ta iç dibe kadar varan bir muazzam kitledir. Topu ve topun aksamını idare eden zabitan ve efrad dahi taretle himaye olunurlar. Bir muharebe gemisinde taretin sihanı umumiyetle barabetin sihanı kadar, yani 11 yahut 12 pus “28,5 yahut 30,5 santim” dir.

     Muhafaza güverteleri: Geminin muhafazası, şekilde gösterildiği üzere, Muhafaza güverteleriyle tamamlanır. Muhafaza güvertesinin sihanı her gemide bir değildir, resme göre tehallüf eder. Fakat her muhafaza güvertesi iki kalınlıktan yapılır. Yani iki kat levhadan yapılır. Muhafaza güvertesinin sihanı ale-l-ekser yarımşar pusluk “27 santimlik” levhadan bir pus “2,5 santim” olmak üzere yapılır. Bir buçuk ve iki pus “3,8 ve 5 santim” kalınlığında muhafaza güvertesi olan gemiler dahi pek çoktur. Muhafaza güvertelerindeki ambar ağızları güverte kalınlığında levhalarla örtülür ve açılıp kapanması için hususi menteşeler yapılır. Cephanelik ve hamberelik gibi yerlerin ambar ağızları, yukarıdan olduğu gibi aşağıdan dahi açılacak veçhile yapılır. Bundan maksat da, muharebe esnasında vazifeleri bu gibi yerlerde olanların bir kaza vukuunda kaçabilmelerini temindir. Bu sebepten bunların kapaklarına, aşağıdan itince kolaylıkla kalkabilmeleri için, tevâzün sıkletleri konur. Fakat mesela, levazım mağazalarına olan ambar ağızları gibi ambar ağızları yalnız yukarıdan açılacak veçhile tertip olunur. Bu gibi ambar ağızları palangalar [ * ]’la açılır ve palangalar daima ambar ağızlarının üstündeki mevki mahsuslarında bulundurulur. Bu palangalar <geri işlemez> olarak yapılır. Böylece ambar kapağının kendi sıkletiyle düşüp kapanmaması temin edilir.  Kaza vukuuna mani için böyle yapılması zaruridir.

     Zırh ıskaralar: muhafaza güvertelerindeki ambar ağızlarından ve sair fethalardan bazılarının muharebe esnasında açık bulunmaları lazımdır. Bu gibi ambar ağızlarına, muhafaza için zırh çubuklar konur.   Mesela baca “up take”leri, makine ve kazan dairelerinin ve muhtelif yardımcı makinaların bölmelerinin havasına mahsus olan sandık borular için olan ambar ağızları ve fethalar bu yolda himaye edilir. Bir ambar ağzının zırh çubuklarla himayesi için ambar ağzı bir takım kısımlara ayrılır ve bunların her birine de birçok amudi levhalar konur.

[ * ] – Sıklet kaldırmak ve saire için olup makara ile ip veya zincirden terekküb eden vasıta-i mihanikiyeye palanga denir.

1914 ŞİMAL DENİZİ MUHAREBE-İ BAHRİYESİ

Mabad

6

Harb başlar

Bahadırane bir iş

     1866 ve 1870 de Almanya’nın karadaki mesaiyesini muvaffakıyetle tetviç eden sürat harekât; Tabiidir ki Kaiser’e sırası geldiği zaman denizde de aynı veçhile hummalı bir faaliyet ibrazını tasarlanmıştı. Hususiyle bu hal, ruh cevvaline de tamamıyla uygun düşüyordu. Büyük Britanya vaziyetinde bulunan bir memleketi mağlup etmek için icra edilebilecek harekât-ı muhtelife tetkik edilince en ziyade iki hareketin kati bir mahiyeti haiz bulunduğu görülür. Biri, bu memlekete denizden gelen her şeyin meni suretiyle teslimiyet talebinden ibarettir ki eğer bu kemal-i muvaffakıyetle tatbik edilir. Ve iki üç ay kadar da bilâ mani temdid edilebilirse her türlü şeraiti kabul edebilecek bir hal ıztırara düşmüş oluruz. Harici membalardan tedarik ettiğimiz bir günlük ekmeğin yüzdesini veyahut milyonlarca ameleye iş ve maaş vermek için ne derecelerde ecnebi metaına muhtaç olduğumuzu izaha hacet yoktur.

     Bu hakayıkı ve hatta memlekette buğday istihsali azaldıkça, vaziyetin daha mehâlik bir şekil almakta olduğunu kimse inkâr etmiyor.

     Bundan maada evvelce düşmanlarımız nezdinde en kavi bir silah olarak telakki edilen ticaret bahriyemize hücum devresi bugün tamamıyla başka bir vaziyet almış bulunuyor. O zaman düşmanlarımızın bu gibi tasavvuratı hâkimiyet-i bahriyenin bizim tarafta bulunması dolayısıyla akim kalmıştı. Gerçi korsanların muvaffakıyeti servetimizin tenakusuna mucib olmuşsa da memleketi bilkülliye aç bırakacak veyahut ale-l-umum hal-i harbin icabatından olan zaruret ve tazyîkatı pek ziyade artıracak kadar büyük bir tesir gösterememişti. Çünkü o zamanlarda bizim ticaret hariciyemiz başlıca zevk ve sefaya yarar zevâidden ve her hal ve kârda hayat için lüzum katiyesi olmayan mevaddan mürekkeb idi. Ahalinin yirmi milyondan az olması ve buğday mahsulü için hali hazırla kıyas kabul etmeyecek derecede fazla arazi tahsis edilmiş bulunması dolayısıyla fukarayı ahali bir dereceye kadar geçinebiliyorlardı. Hatta memleketin bazı hücra köşelerinde hal-i harpten malümatı olmayanların vecrdine bile ihtimal verilebilirdi. Hâlbuki şerait-i hazire gayri malum bir unsur doğurmuştu. Harp başlamadan evvel, İngiltere, İskoçya ve İrlanda sahili bu kadar çok ve mükemmel limanlara malik olduğu halde memlekete erzak ithalinin haiz-i ehemmiyet derecede mani ve tevkifi mümkün müdür değil midir hiç kimse takdir edemiyordu.

     Her halde Almanya, bir harp zuhuru takdirinde bu teşebbüsü mevkii icraya koymaya karar vermişti. Bu hususta, muavin harp sefineleri haline ifrağ edilecek olan seri-üs-seyr tüccar sefainini kullanacaktı ve çarçabuk cesamet ve sürat lazımeyi haiz bulunanlardan altı tanesi teçhiz edildi. Taarruz fen harbin ta’yibi lazımken en müessir bir kaidesi olarak kabul ediliyordu. Bu, eski muharebelerden alınan derslerle de tevafuk ediyordu. Memleketin ve payitahtın işgali, muharebeye şüphesiz surette nihayetlendire bilirdi.   Akılane bir tahammül, 1866 da Viyana’yı Alman askerlerinin ayağı altında çiğnenmekten kurtarmıştı. 1870 de Paris’in müdafaayı cesuranesi ancak gayr-i kabil-i ictinâb olan neticeyi bir müddet tehire yaramıştı.

     Evet, doğrudur, bir deniz hududunu atlayıp geçmek mütecaviz memleketleri biri birinden ayıran kara hudutlarını atlamaktan tamamıyla başka ve daha büyük müşkülata maruzdur. Fakat her halde gayr-i kabil-i iftihamda değildir.

     Birinci Napoleon, teşebbüsünün ehemmiyet azimesinden haberdar olduğu halde eğer amiralinin muzaheret müesseresini elde edebilmiş olaydı. Şüphesizdir ki ordusunu karşı yakaya geçirmesini niyet etmişti. İşte Alman fenni harb mütehassıslarının gözünü bu mesele yıldırıyordu.

     Bunlar, mecmuu 120000 nefere baliğ olan 1, 2, 3, 4 ve 5.nci kolorduları bu işe tahsis ettikten sonra hâkimiyet bahriyeyi tenkis edebilecek ve iki filoyu mümkün olabildiği kadar biri birine müsavi bir hale getirebilecek tedbire hasr meşguliyet etmişlerdi ki onların filosu, bu işler mümkün olduğu kadar suret-i tesviyeye rabt edilmedikçe muharebe tehlikesini göze alamazdı. Torpido filolarını mükemmel bir taarruz ve müdafaa aleti haline getirmek için icra etmiş oldukları ihtimamat-ı mütemadiyeye güvenerek, en yeni ve en seri yirmi dört muhripten mürekkeb olan üç torpido fırkasına Şimal Denizini geçip o zaman < Forth Bridge>in biraz yukarısında ve Rusis de tesis edilmiş olan yeni üss-ül-harekenin açığında yatmakta olan İngiliz vatan filosuna hücum vazifesi tevdi edilmişti.

     Almanya hükümeti, İngiltere’de bulunan sayısız casusları vasıtasıyla yalnız filomuzun bütün harekâtı hakkında malumat sahiha almak değil belki harbi ilan edecek olan talimattan evvelki ibtidai muhataradan bile vakit ve zamanıyla haberdar olmuştu. Buna intizaren, tamamıyla mechuz 24 muhrib birkaç gün evvelinden Danimarka’nın garp sahiline doğru yollanmışlar ve Esbjerg limanı civarında rahatlığın muhtefi bir limanda hükümetin emrine amade bulunmuşlardı. Şimdi, Esbjerg, Forth Bridge’den tahminen 400 mil veya mutedil bir süratle yirmi saatlik bir mesafede bulunuyor ki nihayette şiddetli ve süratli bir hücum icrası ve eğer batmazsa avdet için kâfi miktarda mahrukat kalıyor demektir. Bunların talimatı pek basit idi. Mümkün olabildiği kadar gemi batırmak ve yahut harbden çıkacak veçhile tahrip etmek ve bunun torpidoları sarf etmeden sahneyi harbi terk etmemek.

     Her şey bu genç zabitlere istinad ediyor ve onlar da memleketlerinin ümidini boşa çıkarmamaya azim bulunuyordu. İngiltere’nin ikinci filosu ihtiyatlarla beraber Dover’de toplanmıştı. Bu liman her ne kadar dalga kıranlarla mükemmelen muhafaza altına alınmışsa da garb medhalinin sedinden sonra şark tarafında güzel bir menfeze malik bulunuyordu. Süratle hareket etmek şartıyla aynı tarzda tertip edilen bir heyet-i seferiyenin buraya gidebilmesi için büyük büyük ihtimaller mevcut idi. Eğer her iki filo da denize, açılmış olsalar idi ikisinin de bulunarak cüretkârane ve talihcuyana hücumlara maruz kalmaları ihtimali ziyade idi. Binaenaleyh 12 muhribden mürekkeb olan diğer bir filo da garba doğru yol almış ve The Kessel karibinde emre müheyyâ bulunuyordu. Almanya, Felemenk bitaraflığından emin bulunuyordu.

     İşler tehlikeli bir mahiyet alınca bizim taraf da bahriye birinci lordu meşhur bir Amiral “bahriye baş müşaviri” namıyla yanına aldı ki bu Amiral gerek filoda ve gerek hariçde fenn-i harp üstadı olmak üzere tanınmıştı. Karar vermek hususunda pek seri olan bu amirali bir defa şekil vermiş olduğu nokta-i nazardan çevirmek için her türlü münakaşa faidesizdi.

     Mabadı var.

İCMÂL

Bir haftalık vakayı berriye ve bahriye

Garp cephesinde, Şark dar-l-harbinde, Cenub-i Garbi dar-l-harekâtında, Denizde, Çanakkale’de.

 

     Garp cephesında: Geçen hafta garp cephesinde muvaffakıyet kazanan taraf hep Almanlar olmuştur. Fransızların cephenin muhtelif aksamında icra ettikleri şiddetli hücumlar, daima olduğu gibi, Kaiser’in metin ve fedakâr askerleri tarafından gayr-i kabil-i tezelzül bir mukavemetle müdafaa edilen siperlerin önünde erimiş. Fransa – İngiltere – Belçika askerleri hiçbir yerde Alman mevziinden bir karış yer bile zapt edememişlerdir. Esasen (Flandra) daki İngiliz ordusu bir müddetten beri yalnız müdafaa ile iktifa etmekte, hilekâr İngilizler her yerde ve her zaman olduğu gibi işin ağır kısmını diğerlerinin üzerlerine yükletmektedirler. Esasen i’tilaf murabba ordularının esbabı mağlubiyetinden biri de aralarında – Alman ve Avusturya ordularında olduğu gibi – harekâtı umumiyede tam bir vahdet ve iştirak mevcut olmaması keyfiyetidir. Ruslar tepelenirken Fransızlar, Fransızlar mağlup olurken İngilizler seyirci duruyorlar. Yekdiğerine kati ve müessir bir muavenette bulunamıyorlar.

     Merkezi devletler yani Avusturya – Almanya ise dört muhtelif cephede harp ettikleri halde, iki tarafın kuvvası da aynı ordu gibi hareket etmekte, nerede olursa olsun düşmanı tepelemek gaye-i asliyesini hususi ve tali maksada katiyen feda etmeyerek tehlike anında da, zafer zamanında da yan yana çarpışmaktadırlar. Bunda, iki devletin hem hudut olmasının da dahli varsa da bilhassa tarafeyn erkânı harbiyeleri arasındaki ittihad ve müşâreketdir ki Avusturya ve Almanya ordularını böyle yekpare bir kuvvet haline getirmiştir.

     Şimdi garp cephesinde Almanların geçen hafta zarfında ihraz ettikleri muvaffakıyetlere gelince:

     27 Haziran’da Aregon da Viyen lö Şato da bir siper ve yine aynı mevkide Alman veliahdının kumandasında bulunan kıtaat tarafından 2 Temmuzda 300 metre arzında ve 3 kilometre tuluundaki siperlerle bazı mühim istinat noktaları zapt edilmiştir. Bundan maada Renewill’in şimal garbisinde müteaddit siperlerle Fey – An – Hay ormanının bir kısmı da Almanların eline geçmiştir. Almanlar bir hafta zarfında garp cephesinde 3026 nefer esir etmişler 3 revolver topu 31 mitralyöz 79 lağım endahtına mahsus alet iğtinam etmişlerdir.

     Şark dar-l-harbinde: Şark cephesinin Lehistan Rusya’dan Baltık denizine kadar uzanan aksamında geçen hafta zarfında vaziyet tebdil etmemiştir. Daha cenupta şarkî Galiçya ile Rusya’nın Lublin eyaletinde ise pek mühim harekât-ı harbiye vukua gelmiştir. Mayısın ibtidasından beri moskofları Galiçya’dan tard etmek maksadını takip eden müttefikin, şimdi bu gayelerine hemen tamamen erişebildikleri için Galiçya’nın henüz Rusların elinde bulunan kısmı cüzisinin tahlisini yalnız General Alexander von Linsingen ve General Eduard von Böhn-Ermolli ordularının uhdesine havale etmişler ve asıl kuvveyi külliye ile Bug ve Vistul nehirleri arasında, Rusya dâhilinde ilerleyerek Zamoso, Krasnic vesair bir takım mevkii mühimmeyi zabt ile Lublin üzerine yürümekte bulunmuşlardır. Sağ cenahını Bug sol cenahını Vistül nehrine istinad ettirmiş olan müttefikin ordusu sağ cenahta field Marshal August von Mackensen, merkezde Arşidük Friedrich, sol cenahta General Hermann Kövess von Kövessháza’ın kıtaatından mürekkeb bulunmaktadır. Bu üç ordu seri bir taarruzla ilerlemektedirler. Azim kuvvetlerle icra edilen bu hareket sevk-ül-ceyşden, Rusların Vistül nehri üzerindeki İvangorod – Warsaw hatt-ı müstahkemini arkasından vurmak ve hatt-ı mezkûr üzerinde field Mareşal Von Hindenburg ordularına karşı ahz-ı mevki etmiş olan Rus kuvvetlerini kati bir mağlubiyete uğratmaktır. Filhakika Lehistan Rusya’daki Rus kuvvetleri aylardan beri ihzar eyledikleri siperlere iyice yerleştiklerinden onları cepheden icra edilecek taarruzlarla mevkilerinden tard etmek büyük mezahim ve zayiatı mucib olacaktı. Şimdi ise hem cepheden tazyik hem de yan ve gerilerinden ihata suretiyle yapılacak taarruzat şüphesiz ki matlub olan neticeyi temin edecektir. Fakat bu hareketin müntic muvaffakıyet olması için Alman ve Avusturya ordularının, moskofları kati bir surette tepeleyerek Brest-Litovsk istikametinde ilerlemeleri iktiza eder. Rus ordusu, mühimmatsızlıktan attığı her mermiyi hesap ettikçe ve topsuzluktan, her hangi bir muharebede âlaim mağlubiyet nemayan olunca, kıymettar eşya gibi toplarını der-akib geriye aldıkça şüphesiz ki zafer, bir günde 700000 mermi yakacak kadar kısır mühimmat ve efvâh-ı nârıye ye malik bulunan ve kumandanlarının müstesna maharetleri, askerlerinin bi-misal mukavemet ve şecaatleriyle temiz eden Avusturya – Macaristan ve Alman ordularına nasib olacaktır.

     Müttefikin ordusunun Rusya dâhilinde icrayı harekâta memur olan kuvvetleri bu suretle ilerlemekte iken Galiçya’yı büsbütün Ruslardan tathire memur olan ordularda Gnila Lipa nehirlerini bil mürur Zaluta-Lipa nehirlerine doğru ilerlemekte bulunmuşlardır. Burada General Linsingen ordusu, bir temmuzdan beri on binden fazla esir almıştır.

     Haziran ayı zarfında şark cephesinde Ruslardan alınan esira, top ve mitralyöz miktarı aşağıdaki cedvelde muharrerdir.

     Baltık’tan Vistül’e kadar Von Hindenburg ’un aldığı:

     121 zabit 25695 nefer 7 top 52 mitralyöz

     Vistül’den Romanya hududuna kadar müttefikin ordularının aldığı:

     Yekûn: 521 zabit 197000 nefer 93 top 463 mitralyöz

     642 zabit 222695 nefer 100 top 416 mitralyöz.

     Bu miktara Mayıs ayında alınan esirayı da ilave edersek atideki yeküna dest-res oluruz.

     Mayıs

Mayıs Zabit 1063 Nefer 500512 Top 275 Mitralyöz 634
Haziran Zabit 642 Nefer 222695 Top 100 Mitralyöz416

Yekûn    zabit 1705 nefer 523207 top 375 mitralyöz 1050

     Cenub-i Garbi dar-l-harekâtında: İtalya – Avusturya hududunda, cereyan eden şedid ve kanlı muharebata rağmen, vaziyette tebdil yoktur. İtalyan kıtaatı, bir türlü Avusturya mevziini yarmağa muvaffak olamıyorlar. Geçen hafta zarfında İtalyan askerleri, her gün mütemadiyen eski müttefiklerine hücum etmişlerse de hiçbir yerde küçük bir muvaffakıyet bile ihrazına muvaffak olamamışlar. Birçok arkadaşlarını Avusturya istihkâmları önünde bi ruh bırakarak eski mevkilerine avdet eylemişlerdir.

     Denizde: Alman tahtelbahirleri Şimal denizindeki faaliyet meşkürelerine devam ediyorlar. Baltık denizinde, karakol hizmetini ifa eden hafif Alman kruvazörleriyle dört moskof zırhlı kruvazörü arasında vukua gelen müsademeyi bahriyede Almanların Albatros ismindeki 2200 tonluk 20 mil sürati haiz 8 adet 8,8 lik küçük topla mücehhez hafif kruvazörü İsveç sahilinde karaya oturmağa mecbur olmuştur. Bundan maada İtalya’nın E. S. 17 numaralı torpidosu da Avusturyalılar tarafından şimal Adriyatik’te gark ve tahrib edilmiştir.

     Çanakkale’de: 16 – 17 Haziran tarihinde Arıburnu ve Seddülbahir mevkilerinde, düşmanın hücumu üzerine gayet şiddetli muharebeler vukua gelmiş ve müttefikin kuvvetleri bütün mezbuhane gayretlerine rağmen arslan askerlerimizin müdafaat ve savletleri karşısında pek kanlı zayiat ile siperlerine def edilmişlerdir. İngilizlerin Çanakkale’de 31 Mayısa kadar uğradıkları zayiat miktarı, Fransız ordusunun ve İngiltere’nin müstemlekat askerinin zayiatı dâhil olmak üzere bir veçhe atide,

Maktul: zabit 496, nefer 6937

Mecruh: zabit 1143, nefer 23542

Kayıp: zabit 62, nefer 6445

Haziran efranci esnasında bu zayiat belki bir o kadar daha artmıştır.

Pazar ertesi: 22 Haziran

Abidin Daver

 

 

 

 

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir

Bu site, istenmeyenleri azaltmak için Akismet kullanıyor. Yorum verilerinizin nasıl işlendiği hakkında daha fazla bilgi edinin.