DONANMA MECMUASI 122/73 – 30 Aralık 1915

DONANMA MECMUASI 122/73 – 30 Aralık 1915

Anafartalar’dan. . . Firar

———————————————
Hakkımızda taltifat tergibkârânede bulunan Tasvir refikimize arzı şükran ederiz.
Penc-şenbih: 22 Sefer 1334 – 17 Kânûn-i evvel 1331 – 30 Aralık 1915
Numara; 122 / 73

Son haftaya ait posta:

* * *

          Gerek insaniyetkâr bir emel ile harbin hitamını arzu edenler ve gerek netâyiç harbiyeyi hatasız bir surette evvelden tahmin etmek isteyenler nazar-ı dikkatlerini Balkan cephe-i harbine atıf etmiş, vukuatın pek de gecikmeğe tahammülü olmayan inkişafına sabırsızlık ile intizar etmekte bulunmuşlardır.

     Yunanistan; itilaf devletlerinin Selanik’teki düveli müttefike konsolosları hemen beldeyi terk etmeleri lüzumuna dair vuku bulan taleplerini bitaraflığa mugayir ad ederek ret etmekle beraber diğer taraftan itilafçıların kemali germî ile asker tahşidatına müsaade etmekte devam ediyor. Bu iki mütebayin vaziyetin temadisine daha ziyade devama imkân yoktur. Düvel-i merkeziye neticeyi katiyeyi bir an evvel istihsal için oralarda kendi ordularını işgal edebilecek bir kuvvetin tecemmü askerlik noktayı nazarından bittabi müsaade edemeyecekler ve binaenaleyh Yunan toprağı her nasıl olursa saha-i harp ve cidal olmaktan kurtulamayacaktır. Bir kere iş bu safhaya intikal edince Yunanistan’ın bitaraf kalmasına imkân olmadığından hangi zümre-i düveliye lehine harbe iştirak edebileceği kaziyesinin lüzum hali meydana çıkıyor. Mecmuanın haftalık hasbihallerini sırasıyla takip eden kariyin dikkat etmişlerdir ki, donanma üç haftadan beri bu sütunlarda hep bu meseleyi tetkik ve netayiç muhtemeleyi birer birer tadat edip duruyor. Bu defa da tekrar edelim. Biz Yunanistan’ın ittifak lehine harbe iştirak etmesini mecburi bir hareket olarak kabul ediyoruz. Eğer arada intihabat gürültüleri olmasaydı bu tahminimiz çoktan mevkii fiile iktiran etmiş olurdu. Ajansların Gonaris fırkasının ekseriyet kahiresi hakkında verdikleri haberler bir defa daha bu tahminimizde ısrar etmekliğimizin saiki oldu.

     Romanya’ya gelince: Rusya’nın Besarabya’daki tahşidat cesimesi bugün tahakkuk etmiştir. Ordu eğer Avusturyalılar aleyhine tahşid edilmiş olsa idi karargahının daha şimalde bulunması iktiza edeceğini, muharririn askeriye müttefiken iddia ediyorlar. Demek ki bu ordu için gaye olsa olsa, Romanyayı ya iştirak ile veya kerhen geçerek Bulgaristanı istila ve oradan da Selanikteki kuvayı mütehaşşideye yandan bir yardım hareketi yaparak müttefikin kıtaatını bir hezimet katiyeye uğratmaktan ibaret olacağı anlaşılıyor. Rusları Galiçyada hezimetten hezimete uğrattıktan sonra Sırbistan istilasını muvaffakıyetle itmam eden, bahtiyar kumandan Von Mackensen’in birden bire Bukovinadan taarruza geçmesi; Rusların bu pilanlarına ne dereceye kadar icrayı tesir edeceği bu güne kadar edilen tecrübelerin vermiş olduğu vukuf ile pek güzel tahmin edilmektedir. Hemen hemen denilebilir ki Rusların bu planı da şimdiden suya düşmüş ve bin-netice Romanya arazisi Rus tehdit istilakarısından azade kalmıştır. Binaenaleyh Yunanistan kadar vazıh olmamakla beraber Romanya siyaseti de inkişafa başlamış ve bu memlekette sarf olunan rubleler Rus siyasetine hiçbir faide temin eylemeden yok yere mahvolup gitmiştir. Bu hükümetin harbe iştirak veya adem-i iştirakı ihtimaline gelince bitaraf kalması müttefikin için kafi telakki edilmekte olmasına ve harbe iştirak için ortada şimdilik başka sebepler de mevcut olmamasına nazaran Bratianu kabinesinin, memleketi sulh ve sükûn içinde idare etmek bahtiyarlığına nail olacağını zan ve tahmin etmekteyiz.

     Hülasa; Harbin bütün ağırlıkları bugün yine Balkanlar üzerinde temerküz etmekte devam edip gidiyor.

     donanma

AVRUPA ÂLEMİ VE BİZ

Muharriri: Haşim Nahid

     Bizde de büyük adamlar yetişebilmesi için mutlaka iş bölümünün, [taksim-i amel] kaidesinin cari olması lazım gelir deniyor. Pek doğrudur. Lakin böyle bir halin husule gelebilmesi imkânı da tetkik etmek, hazırlamak icap eder.

     – Acaba, taksim â’mâl mi büyük adamları yetiştiriyor, yoksa onlar mı taksim â’mâli husule getiriyor.

     Bu zan ederim tavukla yumurtadan hangisinin daha evvel olduğu kadar muammalaşmağa müsait değildir. İnsaniyetin tarihine ve muasırı bulunduğumuz hayatına göre hüküm edebiliriz ki, taksim â’mâl, terakkiyatın neticesidir. Ve aynı netice terakkinin seyrini teshil hususunda bir âmil oluyor. Müteaddit ihtiyaçların istifasına masruf olan zekâ, ihtiyacın tadidi nispetinde inkısama uğrar. Ve bilakis bir ihtiyacın istifasına inhisar ederse, bir nokta üstünde daimi tekâsüfü, olmaz, had gayesine kadar inkişaf ettirir. Zaten deha eserleri, zekânın bir nokta üstünde devam ve ısrar ile tekâsüfünün ve yalnız bunun mahsulü olabilir.

     Bu itibar ile denilebilir ki, bizde iş bölümlerinin ayrılabilmesiyle büyük adamların yetişebilmesi için bir kere beşeri terakkiyatı şöyle ihata etmemiz, yani taksime uğramış iş şubelerine ait fikirlere ıttılâ kesp etme lazım gelir. Bir ihtiyacı his etmezden evvel, ihtiyacı tatmin eden şeyi tabii midir ki idrak edemeyiz.

     Osmanlı Türklerin Avrupa medeniyeti seviyesine gelmesi Avrupa medeniyetini teşkil eden fikirleri telakki edip bunları hazım etmesine tevkif eder. Ve bu hususta istimali zaruri olan vasıtaların en başına da tedrisatı geçiriyoruz. Hâlbuki mektebin en büyük faidesi, zihinleri düşünmeğe alıştırmasından ve zekânın haiz olduğu havası inkişaf ettirmesinden ibaret olabilir ki, bu itibar ile tahsil devresinde ve ondan sonra şöyle tebler etmeye başlayan hususu istidatların tenemmüv etmesine yardım edecek ruhi gıdaları da bir taraftan hazırlamak icap eder. Bugün memleketin köşe bucağında inkişaf etmiş öyle hususi istidatlar var ki ruhi gıdasını bulamadığı için tenemmüv edemiyor ve mahsulünü vermeden sönmek tehdidi altındadır.

     Şurada bir musiki heveskârı var; En muazzez arzularını buna hasretmiş. Seni, maişet kaygısı, Avrupa lisanlarından bir ikisini bilememesi gibi sebepler, istidadının feyzini almasına mani. Ötede bir ressam aynı sebeplerle akamete mahkûm. Biri de bir şair, bir romancı, bir tiyatrocu, Avrupalı milletlerin kendi mesleklerine ait büyük eserlerini tanımaktan mahrum. Yine bunlar gibi şarklı bir filozof, zekâsının şarka mahsus sürat ve ahengiyle garbın felsefe mesleklerini şöyle bir tenebbü ederse büyük hakikatler keşif etmek kabiliyetinde iken şarkın eski mantık zinciri altında çırpınıp duruyor. Eşyanın şekillerini, çizgilerini böyle tahlil ve terkip etmek kudretini parmaklarının ucunda sezen heykeltıraşlar var ki büyük zait eserleriyle istinâs etmekten uzak olduğu için, başını elleri arasında sıkıp duruyor.

     İşte bugün mektep muhitinde ve haricinde müstesna tesadüflerle yetişmiş ve büyük adam liyakatinde yaratılan böyle gençlerimiz var.

     Bir terbiye usulünün yoksulluğundan istidadı gereği gibi inkişaf edememiş bu gençlerden her biri, eğer mesleklerine ait büyük eserleri tetebbu edebilirlerse, ilk devrede hemen taklit tarzında başlayan bir hareketle nihayet icada muktedir olabilirler.

     – Avrupa’da gördüğümüz her terakki eserinin bir eşi bizim eski kitaplarımızda vardır – davasını, ne kadar cahilane olsa yine ihmal etmeyiz. Lakın şunu bilmek icap eder ki, ilk izlerinin şarkta olduğunu iddia ettiğimiz eserleri Avrupalılar alıp tekâmül ettirdiler. Bir de bu eserlerin tekâmül etmiş şekillerini onlardan alacağız. Bu itibar ile tekâmül devrelerini de tetebbu etmiş olmak üzere eski Yunandan bu günkü Avrupa’ya kadar olan bütün eserlere ihtiyacımız vardır. Bizde icada başladığınız zaman, eserlerimize bir şark usulünü, bir şarklılık rengi vermek için Yunanilerin aldıkları ilk şekillere avdet ederek onları tetebbu ederiz.

     Bugün yapacağımız en doğru iş bu eserleri kopya ve tercüme etmektir.

     1 – Kadim Yunanilerin bütün güzel heykelleriyle ilk şiir tiyatro, felsefe, hukuk kitapları.

     2 – Romanın, her ne kadar Yunanlı olsa da yine istihaleye uğramış ve bir hususiyeti olan müşabih eserleri.

     3 – İtalyanların, Fransızların en bedii tabloları.

     4 – İngilizlerin, Fransızların, Almanların tiyatro, roman, şiir, felsefe ve muhtelif ilim şubelerine ait en güzel eserleri.

     İşte böylece Avrupa’nın fikir ve sanat âlemindeki en yüksek eserlerin birer kopya veya tercümelerini Osmanlı Türk tefekkür âlemine sokmak icap eder.

     Bütün bu eserler; Bir kere kadim Yunanlılardan bu güne kadar beşeriyetin tekâmül seyrini, merhalelerini bize gösterir. Beşeriyetin terakkisi diye zihnimizde böyle müphem olarak mevcut olan bir bilgiye sarahat ve katiyet verir. Sonra bu eserleri sade anlamak, insan olmak sıfatıyla bir de zaten mevcut olan bedii ihtiyaçları, fikri istidatları canlandırmaya kâfi gelir. Yukarıda dediğimiz gibi ilk devre hemen taklit ile geçer. Lakin çok geçmeden göreceksiniz ki bizde de bir Shakespeare, bir Michelangelo, bir Wagner, bir Kant, bir Kont, bir Ten, bir Zola, bir Flaubert, bir José María Heredia y Heredia, bir Hanry Dorenie ilh. Meydana çıkarıyor.

     İptidai, tali, âli, tahsil için bir gaye ye makarr olarak programlar yapmak, bu programları tatbik edecek kabiliyette muallimler yetiştirmek. Avrupa ya talebe göndermek ve uzun mütehassıslar getirtmek hep lazım. Bununla beraber ilk sırasında yapacağımız bir şey de; Avrupa’nın fikir ve zekâ mahsullerini bir dakika durmadan kopya ve tercüme etmektir. Eserlerin intihabı güç bir mesele değil. Onlar layık oldukları mevkii bizzat ihraz ettikleri için bir bakışta kendilerini gösterebilirler.   Yalnız felsefeye ait kısım için bir kayıt ihtirazı dermeyanına lüzum görüyorum. Hakikati araştırmak, daha doğrusu düşünebilmek melekesi bizden o kadar uzak ki, bizi düşündürecek he felsefe kitabı faidelidir. Lakin biz, o kadar hürâfâta, mücerredata ilişmişiz ki, ma-fevka’t-tabiatla bizi çok meşgul edecek bir de böyle gözle görülen şeylere dikkatimizi cezb edecek bir felsefeyi müspete nazariyelerinin memleketimizde intişarı bizim için daha faideli olur, sanırım.

————————————–

     Tashih: Geçen haftaki <Avrupa medeniyetine dair> unvanlı makaleye Haşim Nahit Beyin imzası sehven atılmamıştır. Tashih olunur.

Selanik şehrinin manzarayı umumiyesi.

Selanik bilmecesi

♦  ♦  ♦

     Venizelos’un çekilirken Yunanistan’a ihdâ eylediği muazillet siyasiyeden biri de Selanik şehrinin itilaf asakiri tarafından işgali meselesidir. Her gün yekdiğerini nakz telgraflar, haberler arasında itilaf askerinin Bulgar kuvvetlerine mağlup olup Selanik üzerine çekilmeleri işi büsbütün muğlak bir hale getirmiştir. Bu hususta husul fikir için muhtelif telgraf ve gazeteler ihbaratıyla istihbaratı karilerimize şu birkaç fotoğrafla birlikte arz ediyoruz.

     Selanik’ten vad olan malumata nazaran İngilizlerle Fransızlar şehre bütün manasıyla hâkim bulunmaktadırlar. Müttefiklerin Selanik’te idare-i örfiye ilan ettikleri henüz resmen teyit eylememiş ise de yakında bunun ilan olunacağına şüphe yoktur. Bu İngiliz – Fransız hâkimiyeti karşısında Selanik’teki yunan hâkimiyeti geride

Selanik: Rıhtım boyu.

kalmaktadır. Hatta bundan bir hafta mukaddem İngilizler saat üçten sonra şehirde tramvayların işlemesini men etmişlerdir. Çünkü sokaklarda mütemadiyen işleyen harp otomobillerinden biri ile bir tramvay arasında müsademe vuku bularak otomobil parçalanmış idi.

     Akşam olur olmaz, sokaklarda hayat namına hiçbir şey görülmez. Bütün haneler, dükkânlar kapanır, yalnız İngiliz – Fransız zabitleri ve ajanları ile dolu olan oteller ve kahvehaneler açık kalır. İngiliz – Fransız karakolları mütemadiyen sokaklarda ve rıhtımda dolaşmaktadır. Limanda daima on, on beş harp sefinesi ile üç hasta hane gemisi bulunur. Beyaz kulenin zirvesinden bakıldığı takdirde Selanik limanı tahtelbahir hücumlarına karşı muhafaza eden ve yeni harp sefinelerinden bacalarından çıkan mümtedd duman sütunları görülür. İngiliz – Fransız nakliye sefinelerinden maada limana hiçbir ecnebi vapur gelmemektedir.

     Selanik’teki itilaf askerleri Sırp cepheyi harbine istemeyerek gitmektedirler. Orada kendilerinin ne büyük bir felaket karşısında bulunacaklarını şimdiden his ediyorlar. Her gün bin türlü levazım harbiye ile yüklü vagonlar sahneyi harbe müteveccihen hareket ederek yaralılar dolu oldukları halde avdet ediyorlar. Selanik’e yevmi yedi yüz elli bin yaralı gelmektedir.

     Sırp seferinin hitamından beri Selanik ahalisi büsbütün karma karışık olmuştur. Bulgar idare veyahut memalik ecnebiye de fevkalade bir hayat geçiren birçok erkek ve kadın Sırplar Selanik sokaklarında dilenmektedirler. Müttefikler İngilizler bunların hatırlarını bile sormamaktadır. Henüz üzerlerinde görülen temiz elbise ile ellerini uzatıp para dilenenler arasında görülen tezat pek acıklı bir manzara teşkil etmektedir. Toviran ve Gevgili tarikiyle Selanik’e gelmeğe muvaffak olan birkaç Sırp genci İngilizlerle Fransızlar tarafından yakalanarak hemen orduya tıkılmışlardır. İçlerinde memleketin ahvaline ve lisanına aşina olanları varsa onlarda İngilizler tarafından hafiye olarak istihdam edilmektedir. Bunların başında Sırp polis hafiyeleri müfettişi Nikoviç bulunmaktadır. Bu şüpheli eşhasın gece, gündüz Türkiye, Almanya, Avusturya ve Bulgar konsoloshaneleri önünde dolaştıkları görülür.

————————————

     Selanik’ten 3 Kânûn-i evvel tarihiyle varid olan haberlere nazaran Kayalarda tevkif edilen Yunan lokomotifi İngilizler tarafından serbest bırakılarak Florina’ya avdet edebilmiştir.

     Geçen ay zarfında Selanik gümrük varidatı epeyce tezayüd etmiştir. Filhakika Teşrin-i sânî ayında mezkûr limanın gümrük varidatı bir milyon üç yüz otuz yedi bin üç yüz seksen iki Frank’a baliğ olmuş ve bu suretle Pire gümrük varidatını geçmiştir.

     Müttefiklere ait sefain nakliye ayın ikisinde Selanik’e külli miktarda mühimmat harbiye ve hayvanat çıkarmıştır. Eski gümrük önünde demirleyen Rus bayrağına hamil Odessa vapuru mühim miktarda mevad-ı gıdaiye ihraç eylemiştir. Basky namındaki Fransız vapuru da birçok levazım harbiye, demir tel örgüleri ve şimendifer alet ve edevatı çıkarmıştır.

———————————-

     Lugano 20 (K) – Selanik’ten Sokolo gazetesine bildiriliyor; Sırp mültecileri siper ameliyatında istihdam edilmektedirler. İngilizler bu son günlerde karaya yüzü mütecaviz top çıkarmışlardır. Selanik’i yeni asakirin vürut edeceği İngilizler tarafından ihbar edilmiştir. On adet cesim sefine-i harbiye Selanik limanında demirlemiş bulunuyor tayyareler tarafından Gevgili, Toviran ve Strumica ile Toviran ve Strumica arasında ilerlemekte olan Bulgar kolları üzerine bombalar atmışlardır. İngiliz – Fransız ordusunun Kuvayı asliyesi Kalkış ’ta tahaşşüd etmiştir. Bu ordunun ileri karakolları Toviran istasyonu cihetinde Bulgarlardan cüzi mesafede bulunmaktadırlar. Bulgarlar dört günden beri tek bir silah bile patlatmamışlardır.

     Bükreş 22 – Selanik’ten varit olan haberler şehir mezkûr sekinesi arasında büyük bir havf ve heyecan hüküm – fermâ olduğunu müeyyiddirler. Rumlar ve Museviler fevc-a-fevc şehri terk etmekte ve vapurlardaki yerler evvelden pek fiyatlarla tutulmaktadır. İtilaf takımı her türlü hücuma mukabele etmek üzere mühim tedarikatta bulunuyor. Şimendifer hattının Gevgili, Siraz, Okçular istikametindeki kısımları tahrip edilmiştir. Sırp mültecileri Korsika ve Malta’ya nakil olunmaktadır.

     Sofya 22 Kânûn-i evvel – Balkanlarda Fransız kuvveyi seferiyesi kumandanı General Maurice Sarrail ile Yunan erkân-ı harbiye-i umumiyesi murahhası miralay Rallis arasında takrir ettiği veçhile Selanik’te Yunan askerinden yalnız bir alay istihkâm ve bir alay topçu kuvveti kalmıştır. Yunan karargâh umumiyesi Kozana’ya üçüncü Yunan ordusu Katarin’a ve başlıca ordu da Nikrita’ya nakil ve sevk olunmuştur.

     Sofya 22 Kânûn-i evvel – İtilaf kuvveyi seferiyesi, Yunan hükümetinin şiddetli protestolarına katiyen havale-i sem itibar etmeyerek Selanik’i kemal-i germi ile tahkim eylemekte berdevamlar. Hatta itilafçıların, Selanik’te bulunan Yunan istihkâm toplarını gasp eylemiş oldukları bile temin olunuyor. Yunan kıtaat askeriyesinin geri çekilmesi ve itilafın tahşidata devam eylemesi üzerine Selanik’te büyük bir heyecan hüküm –fermâdır.

——————————

     Atina 23 Kânûn-i evvel – hudutta yeni bir vaka yoktur. İtilaf zümresi mütemadiyen takviye kıtaatı almaktadır.

     Çanakkale’den çekilen kıtaattan bir kısmının Longoz mıntıkasına sevk olunmak üzere Selanik’e nakil olunacağı rivayet ediliyor. Efkâr-ı umumiye Çanakkale seferinin adem-i muvaffakıyeti üzerine itilafın bu cepheyi tamamıyla terk edeceği merkezindedir.

     Selanik’e gelen İngiliz ve Fransız vapurları yeniden karaya asker, mühimmat, otomobil ve saire ihraç etmişlerdir. Kuvayı imdadiyenin Midilli ve Mondros’dan geldiği rivayet ediliyor. Avret Hisar kasabasında istihkâma ve siperler inşasına devam olunmaktadır. Geçen mektubumda yazdığım gibi Toviran tarikiyle Selanik ve Serez, Drama arasındaki münakalat kesb-i müşkülat etmiştir. Bulgar hududu cihetinde Yunan ordusu tarafından vücuda getirilmiş olan mevki-i müstahkeminin İngiliz ve Fransız ordularına teslim edilip edilmeyeceğine dair henüz bir haber alamadım. Harekât-ı Harbiye’nin Yunan toprağına intikal ve tevsi daireyi sirayet etmesi taktirinde Selanik – Toviran sahasından çekilmek üzere bulunan Yunan ordusunun ne gibi bir vaziyet alacağı meselesi de cay temeldir. Hadisenin ne gibi netayic tevlid edeceğini elbette göreceğiz.

     Selanik gazetelerinin istihbaratına nazaran, eski Sırp – Yunan hududunda tahşid edilerek müzakerat siyasiyenin neticesine intizar etmekte olan Bulgar – Alman ve Avusturya Kuvayı askeriyesi önümüzdeki Salı günü ve ihtimal ki daha evvel Yunan toprağına duhul ile İngiliz Fransızlara taarruz edecekleridir.

     Kampana gazetesinden: İttifak orduları Yunan arazisinde harekât-i harbiye ye başladıkları takdirde harp hazırın en büyük muharebatından yeri havali-i mezkûrede cereyan etmiş olacağıdır. Zira nispeten dar bir sahada pek mühim ordular gayet kuvvetli toplarla çarpışacaklardır. Son malumata nazaran, İngiliz – Fransızlar, Selanik muhasara edilmesi ihtimaline suret-i cedide intizar eylemektedirler. Ahalinin mühim bir kısmı daha şimdiden şehr-i mezkûru terk etmiştir.

     Atina 25 Kânûn-i evvel – Almanya hükümeti, kendi askerinin muhtelif cephelerde meşgul olduğu ve bunların tebdil-i mevki etmeleri mümkün bulunmadığı cihetle itilaf kıtaatına karşı vuku bulacak taarruza Bulgarların iştirak etmelerini vaat edemeyeceğini Yunanistan hükümetine bildirmiştir. ( M. )

     Atina 25 Kânûn-i evvel General Joseph Joffre Selanik’e vüruduna intizar edilmektedir.

+++++++++++++++++

 

Mevcudiyet-i milliyeyi esasat ahlakıyede arayalım

     Bir badire-i kıyamet avn halinde afak-ı kâinatı sarsan şu herc-ü merci âlem içinde birçok asırların zade-i irfan ve medeniyeti olan âsâr-ı medeniye, bir iki gerilmiş asabın teskin takallüsatı uğruna müthiş top ve tüfek mermileriyle hak ile yeksan olurken beri yanda senelerin yetiştirdiği genç ve faal dimağlar vatanın şeref ve namusu uğrunda güle güle fedayı hayattan çekinmiyorlar.

     1870 de yediği acı darbenin tesiriyle bir müddet bihûş ve medhûş kaldıktan sonra kendisinde bir ihtiyaç teyakkuz ve intibah duyan Fransa, mahiyet mağlubiyetini milletinin mevcudiyet ahlakıyesinde aramaktan ziyade kudret Harbiye’sinin adım tekmilinde görmeğe başladı. Genç ve zinde dimağlar, her gün bir parça daha varlığından kayıp eden sukut ahlak önünde her çekicin darbe ve lüle darı altında bin türlü şekillere giren bir çelik parçasının bir vücut zi hayata saçacağı ölüm parçalarını düşündüler. Alınacak mukaddes intikam hislerini milletin hüceyrat ahlakiyesine zerk edecekleri yerde gayenin istihsalini kudret-i sanayinin inkişaf ve terakkisinde aratır.

     Bütün Fransa, yüksek yüksek bacalardan afakına doğru yükselen siyah ve boğucu dumanlar arasında ahlak milliyesinin yavaş yavaş ihtinâka uğradığını his etmiyordu. Zan edilirdi ki her bir Fransız’ın ahlakı bir çelik parçasına istihale etmiş. Çekiç altında ezile ezile kıymet maneviyesini kayıp ediyor. Fakat ona bedel zavallı Fransa bir top mermisi vücuda getirdiğini iddia ediyordu. Hiç düşünmüyor idi ki, o vücuda getirilen kudret sanayi, metin ve esaslı bir ahlaka sahip ellerde olmazsa mahkûm zevaldir. Çünkü onu hissen istimal ettirecek saik hakiki şaibeyi infisah ile malul olmayan ictimai ahlaktır. Milyonlarla insan kitlelerinin çarpıştığı şu harpte Fransa’nın ikinci defa olarak yediği darbenin mahiyet maneviyesini tetkik eder isek ictimai ve dürüst ahlakın bütün işlerde temin ettiği intizam harekâtın Fransızlarda yoksulluğuna amil olarak görürüz. Ahlak ile tenmiye edilmeyen muhabbet vatan hisleri böyle ani ve müthiş ahval karşısında kalır ise hiçbir vakit o hücumların ihzar ettiği felaketlerin önüne geçemez.

     Bugün oturduğu toprağa karşı muhabbet beslemeyen bir fert tasavvur edilemeyeceği gibi kalbinde vatana karşı sevgi his eden her fertte de metanet ahlakiye iddia edilemez. Cemiyet-i beşeriye arasında en dûn bir seviye-i ahlakiye ye malik olan bir şahıs hanesini, yurdunu sövebilir, fakat yurduna hariçten gelecek ufak bir taarruzu def etmek için kendisinde lazım gelen kuvveti göremez, çünkü o kuvveti kendisine bahşedecek olan derece-i ahlakiyedir.

     Her bir Fransız, çocuğunu beşiğinde bile vatan neşideleri, intikam şarkılarıyla uyutur, büyütür, ona vatan intikamını muhteriz bir heyecan ile fısıldar. Mektuplarda ilim ve fen vatan muhabbeti olarak gösterilir. Velhasıl Fransız genci serapa vatan aşığıdır. Onu kulübünde, ruhunda bütün mevcudiyetinde taşır ve his eder. Fakat onun kuvveyi teyidiyesini saf ve pak bir memba ahlaktan alacağı yerde mütefennin dimağların ibda ettiği bin türlü âsar-ı sanayiden dilenir. Nihayet maneviyat ahlakiyesi granit kayalarından daha sert ve çetin olan bir millet önünde çelik parçalarına nefh ve iâre ettiği o ruh parçalanır. Önümüzde misal yalnız Fransa mı? İşte İngilizler. O mütekabir, müteazzım kavim. Vatanı felaket bulutları arasında çırpınıp kendini kurtaracak eller ararken ona, birkaç sarı madenin zevk ve safahat vaad eden iltimaatına koşan dilenciler gibi el uzatıyorlar. Vatanı tehlikeden kurtarmak için hayata ölüm vaad ederek uzanan bu eller aynı zamanda yaşamak için para dilenerek meydan-ı harbe gidiyorlar. Giderken mümkün olduğu kadar sağ ve salim dönmeği düşünüyorlar. Vatanı herçi-bâd-âbâd kurtarmak için değil. İşte buda sukut-i ahlakiye ye bir misal değil mi?

     Koca dridnavtların toplarından duyulan velveleyi taarruz, iman ahlak ile kalbi çırpınan Mehmet’in süngüsü önünde ihtiyar sukut ediyor.   Birçok senelerde vücuda gelen terakkiyat-ı fenniye ve maddiyeden bir silsileyi taarruz teşkil ederek boğaz kapıları önünde görünen muazzam İngiliz – Fransız donanması o kocaman toplarıyla ateş ve duman saçarken, Anadolu’nun saf ve pak muhitinde gümüşten daha saf kalbinin içinde beslediği din duygusu ve Allah korkusunun verdiği bir iman ahlak ile Anadolu uşağı bir sütun ahlak gibi karşısına dikiliyor. Kalbinin gözler kamaştırıcı parlaklığıyla düşman canının kalbgahını vuruyor o aslan Türk köpürüyor, hücum ediyor, namusunu ve ahlakını kurtarıyor. Altı yüz senelik minâkıb şahamete malik olan bir milletin ezeli olan mezaya ahlakiyesini redâ-i tahripkâr ile örten otuz üç senelik idareyi mazlumenin bütün enkaz siyasiyesi bir inkılab ile ağuş-i millete intikal edince her bir parçanın ele alınmayacak kadar gayri kabili tamir olduğunu zan etmiş idik. Fakat bilmiyor idik ki çak çak olan o perdenin arkasında koca bir tekliğin bakaya ulviyeti henüz hayatını muhafaza ediyordu.

     Geçen Balkan harbinin sefil neticelerine bizi takrib eden bin türlü avamil hasise Osmanlı namus ve şerefinin üstüne meşum kanadını açmış, terk-i ruh ve ahlakını tazyik ederken, Avrupa payitahtlarından birinde Türkün, mazileri şereflendiren şanlı nasiyesine ebedi vakara bir damga vurulurken, Türk vatanının kucağında kopup gelen bir seyl halaskârın en son mevcesi “Londra” sarayının azimetkâr duvarlarında patlıyor ve Türk namusu ve ahlakını kurtarıyor.

     Elhasıl milletlerin hâkimiyet-i milliyelerini temin eden ahlaktır ki bu gün terakkiyat-ı medeniye önünde serfürü etmiyor, top ve tüfek onu öldüremiyor. Onun gizlediği ruh önünde çelik kaleler, çelik siperler, bütün vesait-i muharebe-i medeniye izhar-ı acz ediyor. İdareyi harbi kavâid-i ahlakiye üzerine ibtina ettirip müdafi-i vatan halinde bile düşmanın hukuk insaniyesine hürmet ve itibarın lazıme-i medeniyet ad edilmesi icab edeceğine dair ciltler dolusu kitaplar neşir eden düşmanlarımızın şu harpte hasta haneleri bombardıman etmek, Hilâl-i Ahmere kurşun atmak, boğucu gazlar, zehirli kurşunlar istimal etmek gibi acz alametleri olan vahşetlerine mukabil o Anadolu yavrusu kalbinin köşesinde sakladığı iman ile bu bayalığa yalnız enzar-ı gayz ve nefretini dikiyor. Dudaklarından bila ihtiyar şu kelimeler dökülüyor – kahpe düşman – !

     Tekrar ediyorum, çalışalım. Bütün terakkiyat-ı medeniye ve fenniyeden hisse-yâb olmağa çalışalım. Memleketimizi en müterakki bir memleket haline getirmeğe gayret edelim. Fakat din ve ahlakı unutmayalım, bizi kurtaracak ancak şu iki düstur hikmettir.

     Mehmet Vasfi – Makri Köy (Bakırköy)

Garâib tabiattan

Düşünen hayvanlar

   [İnsanların derece-i kusvâyı medeniyete ayırmağa çalıştığı şu devirde hayvanat ahaliyeden bazılarının da sanki o arzuyu tekâmüle pey-rev oluyormuşçasına havarik tabiattan ma’dûd olacak bir takım tezahüratı cidden nazar-ı dikkati câlib mahiyettedir. Zekâyı hayvanat bahtında fil ve maymunların ve bazı cins köpeklerle cins beygirlerin oldukça mühim hareketleri varsa da şu arz edeceğimiz ahval bu yoldaki müşahedatın en mühimini teşkil eder.]

     Şarkî Prusya’da kâin Elderfeld şehrinde zengin elmas tüccarı mösyö Karl Kroll’ın altı adet atı vardır ki, bunlar düşünür, anlar ve cevap verirler.   Tabire hayret edilmesin. Çünkü bu bir emr-i vakıadır. Hatta mösyö Karl Kroll’ın bu dört ayaklı şakirdleri en çok adetli cem ve zarb ve cezr-i murabba ameliyelerini bile suhuletle hal ederek kendilerine mahsus bir tarzda yani ayağıyla ve her harf veya adede mahsus darbelerle ifade ederler. Bilhassa içlerinden kör olan bir tanesi altı adetli bir rakamın bir iki saniye zarfında cezr-i murabbaını istihsal etmektedir. İki sene kadar Mösyö Karl Kroll’ın beygirleri bu hususta mühim bir mevki tutmuşlar fakat ondan sonra Mannheim şehrinden bir köpek onların bu şöhretini küsufa uğratmışlardır. Bir avukatın zevcesi olan Madam Mockel ismindeki bir kadının sahip olduğu Rolf ismindeki bu köpek bir otomobil kazasından dolayı ağırca yaralanmış. Sahibinin birçok emekleri ve nevazişleriyle nihayet biraz kendine gelmiş ve hal-i nekaheti ancak bulabilmiş. Bir gün Madam Mockel, kızı küçük Frida’ya sorduğu bir zarp ameliyesine, kızcağız cevap vermekte tereddüt edince şeytan Rolf derhal ayağıyla bir takım darbeler vurmağa başlamış ve Madam Mockel kemal-i hayretle bu darbelerin darp ameliyesinin neticesini bildiren manalı vuruşlar olduğunu keşf etmiştir.

     Birkaç gün sonra bu zeki köpek bir de kendine mahsus elif ba tertibine muvaffak olmuş ve sıra ile gösterilen harf-i hecenin her birine muayyen birkaç darbelerden mürekkeb bir şekil ifade takarak meramını anlatmağa muvaffak olmuştur. Nitekim onun lisanında A harfi dört ve B harfi yedi darbe ile ifade edilmekte imiş.

     Bir müddet sonra gördüğü hurufatın manasını anlamağa kadar ibraz-ı cüret etmeye başlayan Rolf’a o sırada köpeğin bu hal-i fevkaladesini fennen tetkik için Mannheim şehrine gelen erbab-ı fenden Mösyö Edmond de Chatel’in bir mektubu gösterildiğinde mektubun imzası birer birer vurmağa başlamış ve aynen D. V. Ş. A. T. L. Harflerini telgraf dili gibi olan lisanıyla yazmıştır.

     Bu köpeğin en büyük hasleti mükâleme hususundaki kemalindedir. Hâlbuki Mösyö Karl’ın beygirleri yalnız hesap ameliyatını yapıp mükâleme ve muhavere gibi şeylerde sukutu ihtiyar etmektedirler. Rolif böyle değildir. Adeta geveze denilecek kadar söze karışır ve her şeyde alakadar görünür. Yukarıda ismi geçen Mösyö De Chatel’in ilk ziyaretinde Madam Mockel ile olan mükâlemeye karışmak istemiş ve buna alamet-i mahsusa ittihaz ettiği sağ ön ayağını uzatmış. . . Kendisine hak-ı kelam verildiğini anlayınca şu suali sormuş;

     – Bu mösyö kimdir?

     Birkaç gün sonra Mösyö De Chatel ne tesir yapacağını anlamak için Rolf’e bir davetname göndermiş. Davet tezkeresi köpeğe gösterildiği zaman dikkatle bir müddet bakıp ne anladığı sorulduğunda;

     – Mannheim. . .   Ötesini bilmiyorum. Ne tuhaf şey. Sözlerini kendi lisan hususisi olan darbelerle ifade etmiştir. Profesör Mackenzy ismindeki âlim de Rolf’e:

  – Son bahar nedir?

Sualini sormuş ve köpekten:

     – Elma çok olan mevsimdir.

Cevabını almıştır.   

     [Elderfeld] ve [Mannheim] daki bu hadisat fevk-at-tabîa karşısında ilm-i hayvanat uleması cidden baht ve hayretlere düşmüşler ve meselenin ustaca tertip edilmiş ve halli güç bir (hokkabazlık) olup olmadığını tetkik için ta o hayvanların bulundukları yerlere kadar giderek tenvir-i meseleye çalışmışlar. Fakat işin hakiki olup olmadığını ve bir harika-i tabia karşısında bulunup bulunmadıklarını kati surette kestirememişlerdir.

     Bu kabil hayvanlar arasında bir de, alıştırılmış takımları vardır ki, seyirkarda, tiyatrolarda halka temaşa ettirilirler. Bunların fena hiçbir kıymeti olmamakla beraber tarz-ı terbiyelerinin oldukça muğlak olması işe biraz ehemmiyet verdirmektedir.

     Hayvanata hesap yaptırmak yahut ot veya hayır makamında başını sallatmak veya istenilen bir numarayı bulup çıkarttırmak için bir takım ameliyeler yapılmaktadır.

     Bilfarz bir beygire istenilen bir adedi ayağıyla vurdurmak için evvela: Beygiri lâ-ale-t-ta’yin yalnız ayak vurmağa alıştırmak ondan sonra da, istenildiği anda beygiri vurmaktan vaz geçirmek için bir hareket gayri mersiye yahut işitilmeyecek derecede hafif bir ses ile beygire emir etmek iktiza etmektedir. Mamafih bunun için de en ziyade amil olan şu hayvanı aç bırakmak yahut ve canını yakmaktır. Merbi olan kimse beygirin sol omuzu cihetine geçip dizginleri eliyle tutar. İleriden bir kap içerisinde yem olduğu halde bir at uşağı gelir ve beygire birkaç metre ileride durur. Beygir gitmek ister, sahibi çeker ve nihayet hayvan kızarak ayağıyla yere kazmağa başlar. Bu ameliyat on on beş defa tekrar edince hayvanda öyle bir meleke hâsıl bulur ki; Ne zaman sahibi sol tarafına gelse o sıra derhal ayağıyla yeri kazmağa başlar. İstenilen darbede durdurmak için de hayvanın önüne geçmek ve sert söylemek gibi şeylere alıştırılır ve nihayet ufak bir tebdil mahal ile hayvan ayak vurmadan vaz geçer. Yazıları dilini şakırdatmak suretiyle de buna muvaffak olmuşlardır.

     Mösyö Karl’ın atları ve Madam Mockel’in köpeğine gelince; Bunlarda hayvanlarını bu tarzda terbiye etmişler hatta Mösyö Karl’ın Berto ismindeki beygirinin tarz-ı terbiyesinde Profesör Mackenzi bile hazır bulunmuş ise de mahiyet meselesi iyice tebeyyün edememiştir.

     İlm-i hayvanat ve ilm-i ahval-i ruh hayvan mütehassısları beygirde ve köpekte her ne kadar zekânın vücudunu teslim etmekte iseler de bunun miktarını pek mahdut olarak kabul etmektedirler. Zaten bu zamana kadar her hangi bir ameliyeyi hesabiyeyi hal etmiş bir hayvan görülmemiş olduğundan bunların hali biraz şüpheyi dava görülmektedir. Garibi şu ki; Zeki bir çocuk dört hesap ameliyesini yani cem, tarh, zarb ve taksim ameliyatını ancak bir ayda layıkıyla öğrenmekte iken Mösyö Karl’ın Zarif ismindeki beygiri bunları on beş günde bitirmiştir. Bu hayvanların sahipleri yanlarında olmadıkları sırada icrayı tecrübe eden Geneva dar-ül-fünunu muallimlerinden Mösyö Klapard hiçbir netice-i hasene elde edememiş ve beygirler adem-i akıllı bir cevap verememişler iken diğer bazı mütefenninler, hayvanların sahipleri yok iken de iyi cevaplar aldıklarını iddia eylemektedirler. Şayan-ı dikkat nokta şurası ki; Gerek Mösyö Karl’ın gerekse Madam Mockel’in bu hususta hiçbir kazançları, hiçbir kasıtları da yoktur ki: Hileye hamil meseleye imkân bıraksın.

     Elhasıl asır asır terakki olduğunu zan olunur ki, hayvanlar bile takdire başlamışlardır. Garaib şüûn sırasında bunu da karilere arz etmeği müfid gördük.

Irak’tan bir iftirâk pür-firar.
İngiliz ve Hind hecin süvarileri Osmanlı savleti önünde. . . Kaçarken.

 

SULTAN MURAD RÂBİ’NİN BAĞDAD SEFERİ

Muharriri: Ahmed Rasim

2

Kanlı iz

     Bağdad 72 sene sonra yine havza-i hükümet İran’a geçmiş bulunuyordu. Diğer taraftan Murad Râbi de büyüyor ve her gün bir yeni iğtişaş ile sarsılan memleket ve hükümetin zimam idaresini ele almağa çalışıyordu. Hatta 1041 de sadrazam topal Recep Paşayı katl ederek yerine Tabanıyassı Mehmed Paşayı ikame etmekle beraber valide Sultan vezira vesayetini de düş tahmilinden attı.

     Fakat bu müddet zarfında İranilerle muharebe devam etmekte Abaza Paşa da kameti artırmakta idi. 1038 Şah Abbas vefat ederek yerine hafidi Sam Mirza, Safi Abbas namıyla ilan-ı şahi eyledi.

     1040 da sadrazam Hüsrev Paşa Bağdad’da muvaffak olamayarak neticede Zor ve Dertnik dahi elden çıktı. Vukuat birbirini veli ederek 1044 de Murad râbi bizzat İran seferine gitti. Revan’ın fethi ve Tebriz’in yağma edilmesini müteakip İstanbul’a avdet eyledi ise de akabinde Revan yine iadeyi İraniyana geçti. Padişah ahval-i umumiyedeki vehameti dert ederek 1047 de bizzat Bağdad fethine azim oldu.

     Sene-i merkume Şevvâlinin sekizinci çar-şenbih günü adet dirineden olduğu üzere tuğ hümâyûn çıkarılıp cephane önüne rekz edildi. Budin Beylerbeyisi Musa Paşa pay-i taht muhafazasına memur oldu. Şevvalin on beşinde dahi otağ-ı hümâyûn Üsküdar’a kuruldu. Yirmi üçüncü pencşenbe günü de Murad râbi âlây-ı vâlâ ile Üsküdar’a geçti.

     Başında demirden bir miğfer (tuğluğu) vardı. Miğferin üzerine kırmızı şal imame sarılmış, imamenin uçlarını omuz başlarına salıyormuş idi. Bu Arap kıyafeti idi. Miğferde sorguç da var idi. Ve Geçim ve Gestuvan ile mülebbes bir esb-i-ejder-peyker de altında bulunuyordu.

     Otağ-ı hümâyûnda yirmi dokuz gün oturdu. Kaymakam sadaret kaptan Mustafa Paşa ile Revan seferinde yemin refakati meşhud olan şeyhülislam Yahya Efendi de rikab-ı hümâyûna memur edilir. Rumeli askeri Arslan Paşazade Ali Paşa, Anadolu askeri de Anadolu Beylerbeyi Vardarlı Ali Paşa kumandalarında olarak harekete memur oldular. Donanma seraskerlerine de Tersane-i Amire kethüdası Piyale Kethüda tayin edildi.

     Murad Râbi’ Üsküdar’dan Bağdad’a kadar yüz on beş konak kat edecek idi.

     Zilhiccenin yirmi üçüncü Cuma ertesi günü Üsküdar’dan kalkarak Maltepe, Tuzla yolundan beşinci menzilde İzmit’e vardı.

     İzmit’ten sonra Çınarlı ve sırasıyla Hersek, Kazıklı, Derbent geçilip Dikilitaş, İznik, Yenişehir, Akbıyık, Pazarcık, Ermeni Derbendi, Bozöyük, İnönü, Eskişehir, Bardakçı, Çamlıbelde, Kızıl kilise, Bolvadin, menzilleri geçildi. Murad Râbi’ Bolvadin’e vusulünde hekim başı Emir Efendinin arpalığı olan Mihaliç’den şikâyetçileri gelerek Emir’in zulüm ve i’tisafı tezahür etmekle katl edildi. Vardarlı Ali Paşa bu menzilde Anadolu askeriyle yetişti. Bolvadin’den sonra İshaklı ’ya, Akşehir’e uğranıldı. Burada iki gün ikamet ettikten sonra Akid çayı tarikiyle İlgin’e muvasalatta mehdilik davası eden Şeyh Sakarya’yı tutup merkume göğüs ile omuzlarından düvaller (kayış, tasma) çıkarmak, parmakları boğum boğum kırılmak üzere işkence edildi ise de of bile demedi.

     Hatta cellat Kara Ali’ye; Acele etme cellat ağa diyerek dereceyi tahammülünü ispat etmiş ve başında büyük ve siyah imame ve bedeni çıplak olarak eşeğe bindirilip burnu, kulağı, elleri, ayakları kesilerek ordu içinde teşhir edilmiştir.

     Konya’ya vusulünde evlad-ı Mevlana’dan Ebu Bekir Çelebinin muamelat hakimanesini duyarak İstanbul’a nefiy etti, buradan sekiz gün sonra hareket edildi. Rumeli Beyler Beyi Arslan Paşazade Ali Paşa Konyada orduya iltihak eyledi. Konya’dan Sahra nahiyesindeki Bekaroğlu köyüne, Kara peykara, Kaduzan, Akça Şaran, Gölbaşı’ya, Karaman Erkilisine, Çavuş köyüne, Ulukışla’ya, Çiftehan, Tekir beli, Dölük kalesi, Sarı Âşık tarikiyle Hafız Hanı menziline varılarak burada Trablus mensubundan Bulgar Ahmet Paşa mezalim vakasına mebni resm-i geçid esnasında selam mahalline gelir gelmez boynu vuruldu.

     Adana’dan sonra takip edilen tarik ise bir veçhe atidir: Musis – Kurtkulağı – Payas – İskenderun – Antakya – Cesr-i cedid – Hasn-l-sarb – Hantuman – Halep.

     Murad Râbi’ Halep’te on altı gün oturdu. Esna-i ikametinde ümerayı Kahire’den Rızvan Bey Mısır askeriyle geldi. Rebî-ül-evvelin yirmi altıncı günü Halep’ten hareket edilerek Hablan, Samuk, Mercidabık, Telkab, Telbaşıran, Kariyemezar, Nizib’e muvasalat edildi. Burada garip bir vaka zuhur etmiştir. Padişah hekimbaşısı ve mukarribi Emir Çelebi’nin afyonkeş olduğunu Silahtar ağanın siâyet ve tezviri ile haber alır. Mumaileyhi huzurunda sıkıştırarak cebinden afyon hokkasını çıkarttırır. Derunundaki on dirhem afyonu yutturur. Üzerine de üç oyun satranç oynayarak vakti geciktirmek suretiyle sebebi vefatı olur.

     Birecik’te evvelce kırk para sefineden yapılmış olan köprüden asker mürur etti. Padişah, hususi kayık ile geçerek ikisi yirmişer, üçü on sekizer kaya gülle atan topları temaşa etti.

     Naima? Ordunun menâzillini yazdığı sırada siyaset erbab-ı dehân ser-namesiyle atideki satırları dahi ilave ediyor:

     [Şarap dühan yasağ müekked var iken, üç bi-kâr menzilinde ferman vacib-ül mümtesil itaat etmeyenlerden on dört nefer kimseler mahfi yerde oturup şarap dühan ederlerken padişah tebdil üzerlerine uğrayıp cümlesini ahz ve katl eylediler. Biri mukabele halifesi Ötücü zade ve biri kapıcı başılardan idi. Raha’da dahi on dört nefer dühan âşâm, ikisi yeniçeri idi. Ahiz-ü gündüz alenen katl olundular. Halep’te dahi yirmi adam ahiz ve katl olunmuştu. Hacegür menzilinde dahi altı adam katl olundu. Bu dühan içenlerin kimi orduda el ve ayağı kırılıp siyaset olunur ve kiminin otağ önünde kırılır ve kiminin boynu vurulur ve kimini dört pare ederlerdi.]

     Ordu Celab menziline vardığında sadrazam katil nef’i Bayram Paşa vefat ederek makam-ı mezkûre Musul muhafızı Tayyar Mehmet Paşa irtika eyledi.

     Diyarbakır’a gidilirken Karaca Dağ nam mahalde tütün içen iki kimsenin karınları yarıldı. Ordu, Dicle’yi Kefr Zeman nam mevkiinden geçerek Musul’a vardı. Burada dahi reaya’ya teaddi ve ahz emval ile çevre tasaddi etmiş olan Turnacı Paşa dervişin otağ önünde boynu vuruldu.

     Zamanın sürat ve intizam amilleri katl rüûs imiş gibi ordu celladına bir muhabbet ile ilerliyordu. Musul’da Hint padişahı Hürrem Şahın sefiri Mirzarif muvasalatla metbuanın dahi İran aleyhine Kandahar’ı zapta gittiğini mealen namesini ve yüz elli bin kuruşluk mücevher bir kemerle Hintlilerin tüfek, kılıç kar etmez itikadında bulundukları filkulağından musanna gergedan postu kabili bir siperden ibaret hediyesini takdim eyledi. Murad Râbi kuvvet-i pazu ile müştehir idi. Siperi meydana koydurdu, eline bir hışt alarak öyle vurdu ki deldi. Bade siperin içine beş yüz filori altın koyup Mirzarif’e yolladı.

     Devşirme ağası Mustafa ağanın, devşirme oğlanlarından rüşvet aldığını duyarak merkume derhal katl eyledi.

     Naimanın kavline göre ba’de-l-istişare buradan Balyemez denilen toplardan yirmi adedi karadan bakiyesi nehirden gönderilerek daneleri de zuamâ ve erbab-ı tımara tevzi edilmek suretiyle garip bir tedbir ittihaz edildi. Ordu Bağdada vardıktan yirmi gün sonra bile levazım mezkûre gelememişti.

     Musul civarında garabetiyle calib-i dikkat ve münâzaât-i tımar namıyla meşhur bir vaka daha hadis olmuştur.

     İki ihtiyar bir zeâmet meselesinden dolayı yekdiğeri aleyhine kıyam ederler. Kazasker aralarını bulamaz. Sadrazam da bunları irzâ edemez. Murad Râbi ben hall-i dava edeyim der.  İhtiyarlar, huzura çıkarılır. Esnayı müdafaada bunlardan biri;

     – Mademki bizden birimiz hayattadır, bu dava fasıl olunamaz, der demez padişah ikisinin de başını kestirir.

     O zamanlar ordunun muvasalatından evvel düşman memaliği gart için mürettep fırkalar sevk edilirdi. Bunlar da Erzurum valisi vezir Kenan Paşa ile Ahseha hâkimi Sefer Paşa’nın kumandalarındaki Tatar askeri Revan üzerine saldırarak hâkimi Kelb Ali Hanı mağlup edip birkaç yüzükle ve birkaç sultan alarak zurna ve davullar çaldırarak orduya yolladılar şehr-i zûr tarafından dahi esir ve emval ganaim geldi. Bu muvaffakıyetler fâl-i hayr ad ediliyordu. Velhasıl Üsküdar’dan hareket edildiği günden itibaren altmışaltısı istirahate münhasır olmak üzere yüz doksanıncı günde Bağdad civarına muvasalat müyesser oldu.

Bağdad muhasarası:

     Bundan evvelki muhasaralarda Hafız Paşa şehre aşağı taraftaki Karagelik kapı, Hüsrev Paşa dahi İmam Azam kapısı tarafından hücum gösterdiklerinden İraniler bu iki mahalli pek ziyade tahkim etmişlerdi. Orta yerde Ak Kapı denilen bir mahal var idi ki burası sudan uzak olmakla metrise el vermez diye İraniler tahkimine ehemmiyet vermediler. Onların bu ihmalini Murad Râbi iki kardeşiyle beraber Bağdad’dan vergi toplamağa çıkmış olan Mir Mehmed ’den öğrendi. Mir Mehmed Tikrit’te tutulmuş ve kardeşleriyle ittibâyı idam olunarak kendisi erbab-ı marifetten olmakla Silahtar Paşanın ricasıyla kurtularak zincir bend olduğu halde paşa ile beraber Bağdad’a kadar gelmiş idi.

     Otağ-ı hümâyun İmam Azam ziyaretgâhı önüne kurulmuş idi. Dicle otağın sağ tarafına müsâdif idi. Bundan maada temaşayı harbe müsait olarak yüksek bir tepe üzerine de bir kasr-ı sefer kurdular. Kırk kurban kesilerek fukaraya dağıttılar.

     Padişah, ser mezhabimiz ziyaretine bi-fetih ve zafer gidemem, utanırım diyerek ne ziyaretgâha, ne de otağa girmedi. Doğruca kasr-ı seferiyeye gitti.

     O gün, askere kazma, kürek, fitil tevzi olundu. Salı gecesi, sahra tarafından:

     1 – Sadrazam, yeniçeri ağası Hasan Ağa, Rumeli Beyler Beyi Arslan Paşazade Ali Paşa; Ak kapıdan.

     2 – Kaptan Mustafa Paşa, Sivas Beylerbeyi kör haznedar, kırk çorbacı ile bölükbaşı samsuncu başı, Köstendil ve Avlunya Beyleri; Karagelik kapıdan.

     3 – Anadolu Beylerbeyi Hasan Paşa, Mısır askeri, kırk çorbacı ile zağarcı başı Karagelik kapının az ötesinden metrise girdiler. Gürcü başı, Nogay Paşazade namındaki ümera dahi Karagelik kapı tarafından baskın ihtimalatına mebni karakol tayin edilmişlerdi. Mehtaptan maada Bağdad hisarı üzerinde meşaleler yakılmış idi.

     Metris sabaha kadar tamam oldu. Osmanlılar kalenin kara tarafını Şat kenarına kadar kavis vari çevirmişlerdi. O gece ve ertesi gün harp edildi. Vardarlı Ali Paşa ile Kanlı Mehmed Paşa yaralandılar.

     Bağdat’ta taraf İraniyandan Bektaş Han muhafız idi. Mumaileyhin maiyetinde Halif Han ve Revan fethinde afuvv Padişahiye nail olmuş olan piyade tüfek endaz kumandanı Mir Fettahoğlu Ağa Sadık bulunuyor, şah İran dahi altı menzil ötede duruyordu.

     Bağdadlılar, Osmanlıların çöl tarafından hücumları üzerine şaşırdılar. Fakat yine top, tüfek ile müdafaadan hali kalmadılar. Ba’de-l muhasara Osmanlı topları dahi geldi. Vezir-i azama on, Kaptan Paşaya altı, Hüseyin Paşaya da dört tane verildi. Bunlar o gece tabiye edilerek ale-l seher üç koldan ateşe başlanıldı. Silahdar Paşa on iki bin askerle Şehr-bân tarafına gönderildi. Şehr-bânda alınan narlardan bir tanesi tamam dört yüz dirhem gelmişti. Müşarünileyh silahdar şehr-bândan avdetinden sonra on üç top ve askeriyle Şat nehrini geçerek Şat kapısına muhâzî kuşlar kapısından Bağdat’ı döğmeğe başladı. Velhasıl muhasaranın sekizinci günü metrisler hendek kenarına kadar getirildi. İraniler harap olan kalelerin rahnelerini harman zembilleriyle dolduruyorlardı. Evvelce Kenan Papa tarafından alınan esiranın ileri gelenlerinden on ikisi huzura getirilip sekizi katl edildi. Ve dördü zurnalar ile geceleyin metrislere yollandı. Bunlar Naîmâ’nın tabiri veçhile savt-himar gibi avaz ederler, İraniler kale bentlerine gelerek bu feryadın sebebini sorduklarında zarifa-i askeriyemiz; Şah sindi. İhmal ve eşkâli, zurnaları alındı, derlerdi.

     On birinci günü bunlar da katl edildiler. Kellelerini kaleye karşı dizdiler. Su çekmek hesabıyla lağım kazılamıyordu. Toprak sürülmek ameliyesi için askere torba, koyun derisi verildi. Binden ziyade hurma ağacı kesilip tabiyeler yapıldı. Bunların üzerine toplar konuldu. Hendekler dolduruldu. Hisar duvarına yanaşıldı.

     Murad Râbi ekseriya metrislere kadar gider ve orada vezira, reisa ve zabitana:

     – Göreyim sizi Din-i mübin uğruna çalışmakta kusur etmeyiniz. Gayret-i katiyedir, diye teşciat ve teşvikatta bulunurdu.

     O zamanlar sıhhiyeyi askeriyemizde mükemmel idi. Hatta müteaddit cerrah çadırları kurulmuş idi. Eyyam-i muhasaranın yirmi üçüncü gecesi mahsûriyen kale bentlerine çıkarak top ve tüfek şenliği yapmağa başladılar. Meğer Diyala nehri tarafından on iki bin kadar İran askeri geliyormuş.    

       Konya sanayi mektebinin resm-i tesisi.

Konya sanayi mektebinin resm-i tesisine ait iki intiba

Bu esnada dört gün dört gece esen rüzgâr Bağdad sahra ve kalesini tozdan görünmez hale getirdi.

     Murad Râbi’nin sabrı tükeniyordu. Hatta hendeklerin doldurulmasını müteakip vezir-i azam Tayyar Paşayı celb ederek;

     – İşte hendekler doldu. Neden yürüyüş etmezsin, diye hiddetle söylendi. Paşa:

     – Padişahım yürüyüşe daha vakit var. Askeri kırdırmayalım.

     Deyince daha ziyade hiddetlenerek;

     – Senin namın ve dilaverliğin, şecaatin bu mudur? Kale altını ne zamana kadar bekleteceksin, neden tehir ediyorsun?

     Emrini te’kîd eyledi. Filvaki ertesi gün hücum umumi tertip edilerek av müthiş muharebede kuleler alınmakla beraber pek çok şehit verildi. Hatta sadrazam dalkılıç girdiği bu harpte alnından vurulup terk-i hayat eyledi. Murad Râbi müşarünileyhin haber-i irtihalini duyunca;

     – Ah Tayyar, Bağdad kalesi gibi yüz kale değerdin. Allahü Teâlâ taksiratını af ve cennet aliyatta ruhunu gark-ı nur rahmet eyleye dua eylemiştir.

   Kaptan Mustafa Paşa makam-ı sadarete geçti. Yine bir hücum umumi tertip edilerek dehşetli bir hücum icrasıyla şehrin burçları kâmilen yed-i teshire geçti. Yalnız metrislerdeki İraniler kalmıştı. Bağdad istîmân ediyordu. İran tarafından gelen bir elçi:

     – Hanlar Bağdadı harp ile vermek dilerler. İçeriye bir adam gönderin ki onlar da dışarıya çıksınlar dedi. Çavuş başı Tevrak Ağa ile Niğde mutasarrıfı Hasan Paşa gönderildi. Müddet-i muhasara kırkıncı günü bulmuştu.

     Veziriazam çadırında durup buradan otağ-ı hümayuna kadar iki saf üzere sipahi ve silahtarlar dizili idi. Sultan Murad kırmızı bir libas giymiş, başına levend-âne destar sarıp üstüne murassa ve mücevher otağlar sokmuş ve dizleri üzerinde bir seyf murassa tutmuş idi. Sağ ve sol tarafında murassa zırhlı ve zerrin kemerli gulâman el bağlayıp durmuşlar ve maiyette bulunan şeyh-ül İslam ile vezira ve sair bendegân edep ve vakar ile ahz-ı mevki etmişlerdi.

Almanya hükümetinin der Saadet sefir-i cedidi Wolf Metrenih cenapları.

     Murad Râbi elçi Bektaş Hanı ba’de-l taltif,

     – Şehre git, hanlar, askerler hemen bugün kaleden çıksınlar. İsteyen şaha gitsin, isteyen bize tabi olsun, kimseye cebrimiz yoktur.

     Diye bir aff-ı umumi ilan eyledi. Fakat İraniler bu affa karşı yine muharebede devam ettiler. Harp yine kızıştı. Bunun üzerine katliam emir edildi. Revayan tarihiyeye göre otuz bin İraniyeden ancak üç yüzü şah ordusuna vasıl olabilmiştir. Bunun on bini eyyam-ı muhasarada, yirmi bini dahi katliam sırasında maktul düşmüştür.

     Bu katliamı Bağdad baruthanesinin suikast eseri olarak berhava olmasından dolayı ikinci bir katliam daha takip eylemiştir. Tellallar;

     A – Her kimin çadırında kızılbaş var ise katl eylesin, etmeyen onun yerine katl olunacaktır, diye nida ettiler.

     Naîmâ Bağdad civarında cereyan etmiş olan hunharlığı şöyle tavsif ediyor:

     [Menkuldür ki esnayı fetihte amân padişahi verilmeden mukaddem içeride kızılbaşlar teannid etmişlerdi. Esir edilenleri alıkoyar ve sabır edip bin nefer oldu mu diye sorarlardı. Bin nefer olunca otağ-ı hümayun kapısını açar. Kendisi taht üzerinde oturup esirayı da saf saf dizerler. Celladın merih nihadana emir edip defaten ol bin nefer kızılbaşın kellelerini hâke yuvarlatırlardı. Bu defa dahi dört yüz nefer kızılbaşın huzuru hümayında boyunları vuruldu. ]

     Padişah, bu vakayı müteakip mevkib hümayunuyla Musul’a tevcih etti.

     <Ahmed Rasim.>

<92>Osmanlı – Sırp seferi

mabad

♦  ♦  ♦

     Türk zabitleri, Osman Paşanın Çerkezleri tecziye etmemesine hayret ediyorlardı. Gerçi Osman Paşa gibi nizamı, kanunu sever hakiki bir askerden bu tarzda bir hareket beklenile bilirdi. Fakat ilcâât-ı ahval buna mani teşkil ediyordu. Çünkü Osman Paşanın Çerkezleri tecziyesi, bunların der-akab dağılıp gitmelerini ve İstanbul’daki hemşerileri delaletiyle de Osman Paşanın geri çağırılmasını intaç edebilirdi.

     Ertesi sabah Zaicar işgal edildi. Ağustosun on üçünde Fazıl Paşa, on iki tabur piyade, bir süvari bölüğü ve iki bataryadan mürekkeb bir kuvvetle Sırbistan içine yürüyerek Aleksinac önünde bulunan Eyüp Paşa ordusuna iltihak emrini aldı.

     Bu yürüyüş gayet güzel bir arazi içinde ve hiçbir mukavemete maruz kalınmaksızın icra edildi. Bütün köyler kasabalar tahliye edilmişti. Ahali Türklerin Zaicar’dan ilerlemeğe başladıklarını duyar duymaz kaçmışlardı. Bu kuvvet nakliye ve levazım cihetiyle pek fakir idi. Yegâne yiyecek gayet sert bir ekmekten ibaret olup bunun da miktarı idareye kifayet edemeyecek derecede az idi. Bütün bu mahrumiyetlere rağmen Türkler büyük bir neşe ve şetaretle bu uzun yürüyüşlerine devam ediyorlardı. Son iki günlük yürüyüş gayet sarp bir arazide icra edilmiş idi. Eğer bu arazideki geçitler birkaç yüz azimkâr insan tarafından tutulmuş olaydı, bila müşkülat uzun müddet muhafaza edilebilirdi. Fakat Sırbistan’da azimkâr insanlardan eser bile yoktu. Nihayet bu ufak fırka bir sırt üzerinde ordugâh kurdu. Çadır mevcut olmadığı cihetle asker açıkta yattı.

     Askerlerin konakladıkları mevkiin önünde bir vadi mevcut olup vadinin nihayetinden gayet dik ve sık ağaçlı bir tepe yükseliyordu. Ordugâhtan Aleksinac’ı şarktan gelecek bir hücuma karşı muhafaza için yapılmış istihkâmlardan biri görünüyordu.

     Eyüp Paşa, henüz vadiye girmedikten başka Aleksinac’dan cebri yürüyüşle iki günlük bir mesafede bulunuyordu.

     Eğer Sırplarda cüzi bir fikr-i askeri mevcut olaydı vaziyet bizim için pek mehâlik bir hal alabilirdi. Çünkü Sırp ordusunun kuvveyi külliyesi bizden dört mil uzakta bulunuyordu. Eyüp Paşa yetişmezden evvel Fazıl Paşa üzerine atılıp perişan etmek için vakit pek müsait idi. Fazıl Paşa bulunduğu noktadan Sırpların hücumunu beklemek fikrinden pek uzak idi. Ağırlıklarını bulunduğu mevkide bırakarak derhal istikşafa başladı. O bir fırsat zuhur eder etmez ani bir hücumla Aleksinac’ı zapt etmek fikrinde idi.

     Emin Bey, bir piyade alayıyla hareket ederek sık bir çalılığın içinden geçti. Bunun vazifesi etrafındaki tepeleri taramak ve ana kuvveti ani bir hücumdan muhafaza etmek idi. Emin Bey düşmanın ileri karakollarıyla bir iki ufak müsademeden sonra düşmanı tepelerden tard etti.

     Cenahı bu veçhile emniyete alındıktan sonra ana kuvvet de ilerlemeye başladı. Bir müddet için her şey yolunda gitti. Biraz sonra gayri kabil-i mürûr denilebilecek bir halde bulunan bir ormana gelindi. Bu orman son iki millik sahayı işgal ediyordu. Burada ileri harekâtı pek ağır surette devam ediyordu. En nihayet önde bulunan tabur ormanın kenarındaki bir açıklığa çıkabildi. Tahminen beş yüz yarda kadar arzi olan bu mahal, kalenin şev sahrasını teşkil ediyordu.

     Bu tabur der-akab ileriye atılarak orada mevzi almış olan Sırpları püskürttü. Bunlara bataryalar için mevzi ahzar etmek, siper kazmak ve etrafı düşmandan tathir etmek emri verildi. Silistre taburu diye anılan bu taburlar diğer bir tabur arasında düşmanla en evvel, çarpışmak için dostane bir rekabet mevcut idi. Binaenaleyh zuhur eden bu fırsattan derhal istifade edilmek isteniliyordu.

     Asker işte fırsat diyordu. Kale, düşman önümüzde, bırakın bizi gidip alalım. Bu düşünce neticesi olarak asker, binbaşılarından derhal kaleye hücum etmek için müsaade istedi. Binbaşı da askerdeki bu kahramanlık cereyanından kendini kurtaramayarak derhal taburunun önüne geçti ve hiçbir müzahiri olmadığı kaleye hücuma başladı.

     Bir müddet açık nizamda ilerledikten sonra kendilerini kale ve bataryalardan mermilerle siperlerden fışkıran misket ateşi içinde buldular. Arazi kademe kademe yükseldiği için Türkler bir dereceye kadar misket ateşinden mahfuz bulunuyorlardı. Fakat humbaralar mütemadiyen başlarının üstünde patlıyordu. Türkler muttasıl ilerlemekte idiler. Nihayet kaleden 50 yarda kadar uzakta bulunan çukur bir yere geldiler. Burası kaleye ziyadesiyle yakın ve münhatt olduğu için toplara kâfi derecede inhitat vermek mümkün olamıyordu. Binaenaleyh Türkler burada top ateşinden kurtuldukları cihetle muttasıl siperlerdeki Sırplara ateş ediyorlardı.

     Bu esnada liva kumandanı Emin Bey daha iki taburla ormanın kenarına gelmiş ve vaziyeti görmüştü. Hemen bu taburları Silistre taburunun cenahına sürerek mezkûr tabura mümkün olduğu kadar muzaheret etmek istemiş ve aynı zamanda boru ile de ricat emrini vermişti.

     Biraz sonra Silistre taburundan bir kişi geriye gelmiş ve ricat edecek olurlarsa tamamıyla mahv olacaklarını, fakat diğer iki taburda yardım ederse kaleyi zapta muvaffak olacaklarını bildirmişti. Bu aralık bizzat Fazıl Paşa da gelmişti. Büyük müşkülatla ormanın kenarına bir batarya tevcih edebilen bütün Sırp topları birden bütün batarya üzerine ateşe başladılar. Batarya ehemmiyetli derecede zayiata duçar oldu. Eğer karanlık basmamış olaydı, bataryanın mevziini muhafaza edebilmesi hemen hemen gayri mümkün idi. İki tabur daha ileriye sürüldü. Bunların yardımıyla Silistre taburu ortalık kararıncaya kadar bulunduğu mevkii muhafaza etti. Geceleyin ricat etti. Yaralı ve şehit tahminen iki yüz kişi kayıp etmişti. Silistre taburuna yardım eden taburlarla batarya dahi epey zayiata duçar olmuştu. Şimdi fırkanın ve zayiatı pek tehlikeli bir hal almıştı. Çünkü gündüzün bile içinden güç bela, bin müşkülat ile geçilen orman şimdi zifiri karanlıkta gayri kabil-i mürûr bir hale gelmişti. Binaenaleyh fırka ortalık aydınlanıncaya kadar bulunduğu yerde kalmaya mecbur olmuştu. Ertesi sabah Fazıl Paşa, büyük bir Sırp kuvvetinin Aleksinac’dan kendilerine doğru ilerlediklerini gördüğü cihetle hemen geriye, ağırlıklarını bıraktığı mevkie çekildi. Bu mevki, Morova vadisinden yukarı çıkmakta olan Eyüp Paşa ordusunun cenahını himaye edebilecek bir vaziyette idi.

   <mabadı var>  

İcmal

Bir haftalık vakayı berriyye ve bahriyye

* * *

     Garp dar-ül-harbinde: Geçen hafta zarfında garp cepheyi harbinde hadis olan en mühim vaka Hartmannswillerkopf mevkiinin zaptı ve istirdadı etrafında vukua gelen muharebattır. Alsas kıtasında ve Alman – Fransız hududuna karib bir noktada kâin bulunan bu dağ harbi umuminin bidayetinden beri pek çok muharebelere sahne olmuştur. Hartmannswillerkopf956 metre irtifaında ve vaziyetinin hususiyeti itibariyle etrafa ve hususiyle Alsas ovasına hâkim bir tepedir. Fransızlar Hartmannswillerkopf tepesini şimdiye kadar muhtelif tarihlerde üç defa zapt etmişler, fakat üç defasında da Alman hücumlarına mukavemet edemeyerek ellerinden kaptırmışlardır. Tepenin zapt ve istirdadı için icra edilen muharebat iki ordunun taarruz ve müdafaa kabiliyetlerini ve tarafeyn kıtaatının kıymet-i Harbiyelerinin derecesine tayine bir mi’yâr ad olunabilir. Alman ve Fransız ordu ve askerleri arasında Hartmannswillerkopf musadematına istinaden bir kıyas yaparsak netice, Almanların lehine çıkar. Filhakika Almanlar Fransız hücumlarına karşı tepeyi uzun müddet müdafaa ve muhafaza ettikleri halde Fransızlar bilmukabele Alman hücumlarına o derecede mukavemet gösterememişlerdir.

     Hartmannswillerkopf ilk defa harb-i umuminin iptidasında 7 ve 8 Ağustos tarihlerinde Alsas ve Loren dâhilinde icra edilen hareket-i taarruziye esnasında Fransızların eline geçmiş idi. Alman erkân-ı Harbiye’si Fransa’ya Belçika’dan taarruz etmek fikrinde bulunduğu için Belfort, Tol, Verdun gibi kılâ’ cesime ile muhafaza ve müdafaa edilmekte olan asıl Alman – Fransız hududu üzerinde müdafaada kalmağa karar vermişti. Esasen Metz ve Strazburg mevkii müstahkemleri Alman arazisini Fransa’dan gelecek bir hücuma karşı müdafaaya müsait idi. Fransa başkumandanlığı hem Alsas ve Loren’i istirdad için ilk hatveyi atarak Fransızların Almanya ile harbe girişmelerinin saik yegânesi olan milli gayeye tevfik hareket etmek, hem de muharebeyi, Almanların hal-i müdafaada kalmak istedikleri ve binaenaleyh nispeten zayıf bulundukları Alman toprağına nakil etmek üzere General Paul Pau’nun kumandasında bulunan sekiz kol ordu ile taarruza geçtiler. Alsas’ta sabık Alman harbiye nazırı Von Herringen iki kol ordu ile hal müdafaada idi. Loren’de bulunmakta olan Bavyera veliahtı Prens Roprehat altı kol ordu cem ederek Meç kalesinin havaliyi cenubiyesinde Fransızlara birden bire taarruz etti. Ve düşmanı mağlup ederek kendi arazisine ricat ve firara mecbur etti. Fransız bu sırada Hartmannswillerkopf ve havalisini de tahliye eylemişlerdi. Marne meydan muharebesi üzerine Alman ordusu Fransa’da biraz geri çektikten sonra garp cephesindeki harekât-ı harbiye karşılıklı mevzi muharebelerine müncer olduğu zaman Fransızlar, yine Alsas’ı tahlis etmek arzusuna teslim-i nefs ettiler. Hâlbuki Fransa’nın şimal taraflarında on mutasarrıflık daha, Alsas Loren gibi kırk dört sene evvel değil, henüz birkaç hafta evvel Alman işgaline geçmiş bulunuyordu. Fransız kıtaatı Kanun-ı evvel nihayetinde Voj dağlarında tedricen ilerleyerek Alsas, dâhilinde pek az miktar arazi kazanabildiler. Fransız hattı harbi Münster, Kibeviller, Senheim, Mühlhausen, Asbach, Altkirch gibi şehir ve kasabaları şarkta ve Almanların elinde bırakarak Kulmar’ın şimal garbisinden İsviçre hududuna kadar küçük bir parça Alman toprağını işgal eyliyordu. Hartmannswillerkopf tepesinde evvelce yalnız tarafeyn nöbetçileri bulunduğu halde Kanun-i Sani ibtidalarında Fransızların Alp avcı taburları tepeyi işgal ettiler. Mamafih dağın zirvesi Fransız membaına göre 19 Kanun-ı Sanide Alman tebligat-ı resmiyesine nazaran da 22 Kanun-ı Sanide Almanlar tarafından istirdad edildi. Takriben iki ay sonra 27 Mart’ta Fransızlar bil hücum mezkûr tepeyi tekrar aldılar. Fakat bir ay sonra 25 – 26 Nisanda Hartmannswillerkopf yine Almanların yedd-i istirdadına geçmiş bulunuyordu. Bu tarihten sonra Fransızlar biri biri üzerine pek çok hücumlar icra ederek dağın zirvesini zapt etmeğe uğraştılarsa da muvaffak olamadılar. Fakat Mayıs evvelinde Alman müdafaa mevzilerinin yakınlarında ahz-ı mevki eylediler. Ve tepeyi zapt ettiklerini de resmen ilan ettiler. Geçen hafta zarfında 12 Kanun-i evvelde Fransızlar na-gehani bir hücum ile zirveyi bir defa daha işgal ettilerse de bir gün sonra vaki olan Alman mukabil hücumuna karşı muhafaza edemediler. Ve 23 zabit ile 1530 nefer de esir vererek eski mevkilerine çekildiler.

          Hartmannswillerkopf’un zapt ve istirdadını intaç eden muharebat Fransızların Voj’larda bütün cephe üzerinde bütün cephe üzerinde taarruz etmek istemeleri üzerine vukua gelmiştir. Garp cephesinin geçen haftaki en mühim vakası bu Fransız taarruzu olup bundan maada İngiliz motorları ile Alman sahil bataryaları arasında Belçika sahilinde Westendleben’de bir müsademe vukua gelmiş, Alman tayyareleri düşman tarik-i münakalesinin nokta-i iltisakı olan Poporing mevkiine hücum etmiş, iki satıhlı bir İngiliz tayyaresi bir harb-i havai neticesinde iskat edilmiştir. Garp cephesinde kış şiddetle hükm-ferma olmağa başlamıştır.

     Şark dar-ül-harbinde: Bütün cephe üzerinde küçük büyük keşif müfrezeleri arasında vuku bulan musademattan başka bir şey olmamıştır. 24 Kanun-i evvelde Ruslar Besarabya’daki Avusturya cephesine karşı hücuma teşebbüs etmişlerse de büyük zayiat ile tard edilmişlerdir.

     İtalya – Avusturya hududunda: Dördüncü İtalyan hücum umumisi tamamen akim kalmak suretiyle hitama ermiş ve geçen hafta muhtelif mevkilerde kâh hafif kâh şedid topçu muharebeleri ile bazı münferid ve bermutat neticesiz İtalyan hücumları vuku bulmuştur.

     Balkan – dar-ül-harbinde: General Hermann Kövess von Kövessháza ordusu Karadağ’da Akova’nın cenup garbisinde ve Berane’nin şimalindeki düşman mevzilerini bil hücum zapt etmiş 3 cebel 2 sahra topuyla 1200 tüfek iğtinam ve 1200 nefer esir eylemiştir. Sırpların İpek’de toprağa gömdükleri 69 top da keşif ve ihraç edilmiştir.

     İngiliz – Fransızlar Selanik’te ve Yunan arazisinde tahkimat ile meşgul olup henüz harekât-ı harbiye başlamıştır.

     Denizlerde: 27 Kanun-ı evvelde Baltık’ta Almanya’nın SMS Bremden küçük kruvazörü ile bir torpidosu bir İngiliz tahtelbahri tarafından tahrip edilmiştir. Alman filosu şimal denizine açılarak 17 ve 18 Kanun-i evvelde iki gün müddetle 52 vapur muayene etmişler ve harp kaçağına hamil olanları müsadere eylemişlerdir. İngiliz Kuvayı bahriyesi hiç görünmemiştir. Karadeniz’de Varna karibinde dört Rus torpidosu bir Bulgar torpidosuna hücum etmişlerse de sahil bataryalarının ateşi üzerine çekilmişlerdir. Bidayet muhasamattan Teşrin Sani gayesine kadar 1.447.828 tonluk 743 düşman gemisi gark edilmiş olup bunlardan 624 ü İngiliz gemisidir.

   Çanakkale’de: 12 Nisan 1331 tarihinden yani sekiz aydan beri Arıburnu’nda ve 25 Temmuz 331 den yani dört buçuk aydan beri de Anafartalar’da bulunan İngiliz kuvvetleri kariben denize döküleceklerini anlayarak 6 – 7 Kanun-ı evvel gecesi sisten bilistifade mevkii mezkûreyi tahliye ile firar etmişlerdir. Aynı zamanda nazar-ı dikkatimizi Seddülbahir mıntıkasına celb etmek maksadıyla orada şedid bir nümayiş taarruzu icra eylemişlerse de düşmanın bu hücumları pek çok zayiat ile püskürtülmüştür.

     El-yevm Seddülbahir’e karşı ateş açan Anadolu sahil bataryalarımız düşmana her gün mühim mühim zayiat verdirmektedir. Çekilip giden düşman sekizi ağır ikisi sahra olmak üzere 10 top bir hayli tüfek, cephane, bir milyon kum torbası ve sair levazım bırakmıştır. Sekiz aydır Çanakkale’de hiçbir iş göremeyen İngilizlerin 25 Nisan efranciden 11 Kanun-i saniye kadar olan zayiatı ber-vech-i âtîdir. Telef: 1679 zabit 23670 nefer – mecruh: 2,969 zabit 72,222 nefer – kayıp: 337 zabit 12116 nefer – hasta: 96682 ceman yekûn 4,985 zabit 204,690 asker hatt-ı harpten hariç kalmıştır. Fransızların zayiatı da caba.

     Irak’da: Kût’ül-Amâre’de üç düşman motoru tahrip edilmiştir. Aziziye’den ricat eden düşman ordusunun bir kısmının iltica ettiği bu mevzi iyiden iyiye tazyik olunmaktadır.

     <Pazar ertesi: 14 Kanun-i evvel 331>

     Abidin Daver

 

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir

Bu site, istenmeyenleri azaltmak için Akismet kullanıyor. Yorum verilerinizin nasıl işlendiği hakkında daha fazla bilgi edinin.