DONANMA MECMUASI 74 – 28,KANUNUEVVEL,1914

DONANMA MECMUASI 74  –  28.KANUNUEVVEL.1914

0486_0026-74_Page_01

           0486_0026-74_Page_02            ABİDE-İ SER-NİGÛN (baş aşağı)

93 harbi meş’ûmun hatırayı melaneti şimdi her tarafta mağlup ve makhur edilen Rus ordularının bir timsali perişanısı halinde hakı mezellete serilmiş bulunuyor.

<><><><><><><><> 

Muzafferiyetler tevali ediyor

.   .   .

        Bir taraftan felt Mareşal Von Hindenburg’un kumandasındaki Alman orduları Rus sürülerini Lehistan’da Varşova’ya doğru sürüp götürür, biraz daha aşağıda Avusturya kıtaatı bir haftada kırk bini mütecaviz esir alırken, Kafkasya’da da Osmanlı ordusu müntakim (intikam alan) ve kahhar bir savletle Rusları mağlup ederek müttefiklerimizin muzafferiyetine bir nazire yapıyor.  Köprü köy (Erzurum) muzafferiyetinden sonra Rusları Oltu, İd (Erzurum) sahayı harbinde tekrar mağlup ettik.  Bini mütecaviz esir, altı top pek çok mühimmat ve levazımı harbiye igtinam (ganimet) eyledik.  Rus merkezinin mağlubiyetten sonra Rus sağ cenahının uğradığı bu hezimet Kafkasya’daki şanlı ordularımıza şüphesiz ki daha parlak zaferler hazırlıyor.  İd – Oltu muzafferiyeti daha bir mukaddemedir.  Bu muvaffakiyetli başlangıcı parlak, kati neticeler takip edecektir.  Fransa ve İngilterenin yegâne ümidi zaferini teşkil eyleyen ve Fransız, İngiliz erkanı harbiyesinin bidayeti harpteki hesaplarına nazaran efranci Teşrinievvelin nihayetinde Berlin’e girmesi iktiza eden Rus sürüleri bu gün Kanunuevvelin sonunda bulunduğumuz halde Berlin’den pek çok uzakta Varşova’nın da pek yakınında bulunuyorlar.  Şarki Prusya’da, Lehistan da, Galiçya’da, Karpatlarda, Kafkasya’da velhasıl her yerde hüsran ve mağlubiyetten başka bir şey elde edemeyen Rus ordularının akıbeti izmihlali günden güne takrib etmektedir.  Bütün alemi İslam’ın cenabı haktan niyaz eylediği bu netice inşallah pek yakında idrak edilecektir.

 

HULUSİ BİTLİS-İ NE DİYOR?

Salifün(geçen) edebden veya isme göre mutasavvifin şiarandan (idrak) ad olunmasın. Pek biçare kalan hicri bir guşeyi (köşe bucak) vatanın zadeyi hassas. Bilgici çok, bileni az olan bu memleketin evladı gibi az okumuş, belli.   Ne yapsın? İstanbul’da bile mektebin arka kapısından cemiyeti edebiyye riyasetine atlamak için nefesinde cüret bulanlar bulundukça, Bitlis’in muhtacı himmet bir evladına kimin ne demeğe hakkı vardır? Muaheze (azar) değil, takdir edeceğiz. Gıyaben elini bile öpeceğiz. Çünkü vatani bir davete ta oradan icabet etmiş. Elindeki kalem, ne derece muktedir ise onu yapmış. Mecmuanın (64/16) numaralı nüshasındaki <<edebimiz nerede?>> davetine icabet ediyor. Biz ise bir zamanlar <elhân-ı vatan> vatan nameleri ibdâ’-kârına (icat edebilen) şifahen, tahriren günlerce yalvardık ta henüz ufak bir nağmeyi iltifat gelmedi. Geçen gün <<siyah>> sahibi hisperveri <<26>> numaraya varan mecmua için yine is’af (kabul) edilmeyecek bir vaatte daha bulundu. Vatani şiirler lütuf edecek. İki haftadır, hala ateşi intizar ile yanıp duruyoruz… büyük hasta, Tevfik Fikret; Yalnız bu mecmua ile birkaç defa tercüman olduğumuz arzuvi milliyi is’af etmiş görünüyor. Yeni kalktığı ferrâş (hizmetçi) ıstıraptan millete hitap ediyor. – geçenlerde müftü “Mustafa Hayri Efendi <16,03,1914-6,05,1916> hazretlerine ithaf olunan – şiir garra ile sevindik. Fakat gönül bu… Dilenene nihayet mi olur? Çok istiyor. Çok özlüyor. Çünkü bu millet; Maneviyetinde çok teşvike muhtaçdır. Hüseyin Cahit Bey Efendinin dedikleri gibi << ….eski idareyi mutlaka zamanında buyurup yetişen, yeis içinde, ümitsizlik içinde solan bizim nesil için>> heyecan ve ra’şeye (titreyiş) o kadar lüzum, o kadar ihtiyaç vardır ki bir iki şiir, bir iki hitap bizi tatmin edemiyor. Bu halkı bilen, halka doğru yürüyün, ufak bir şayia, hain bir yalan ile bu halkın mustarip (çaresiz) olduğunu, muvaffakiyet mütetabiasına (birbiri ardınca), emin mevkiine rağmen yalanlarla günlerce oyalandığını bilen darbı şimşirin (kılıç) yanında hissen takririn vücubunu (lüzum) itiraf eder. Yine durup edibaya yalvarır. Biz 16 numaralı nüshamızda, henüz hali harp ilan etmediğimiz zaman:

     ( – – – edibamız nerede, ne için yazamıyorlar? Hazan geldi. Şarkın gül ve bülbül iptilayı kadimi, eğer kelebekle mehtaba tahvil etmemiş ise kalplerden rizan (akan) olan giryeyi (ağlayış) eleme pek benzeyen sükûtu evrak, feryadı ahir andelib onlara hiçbir şey ilham etmiyor mu?)

     Demiş idik. Umur-u şitâbân beşer durur mu? Hazan geçti. Henüz biz naili meram olamadık. Yine tekrar ediyoruz:

     Karanlık bir gecenin sabahı oluyor. Tabiattan olsun ibret almıyor musunuz? Siz bu fecri intibaha karşı susacak mısınız? Yalnız, çeşmi siyaha karşı feryat edilmez… Yalnız tasavvuri bir gurup. Yalnız hayali bir buse mi sizi şevke getirir?

     Koca Hulusi Bitlisi … O daha iyi düşünmüş. Bize ta oradan gönderdiği manzumede:

    Bir acayip israrı hükümet maküsdur ahi İslâmın

     Düşünsün ah alanlar kaydını bu kanlı eyyamın

     O devletler ki; kanı deryasına döndürendi Balkanı

     Boğazlattı nice insanları, sübyan ve nisvanı

         Dedikten sonra:

     Eminim ki, mezalim arşa akis etmişti toplandık

     Derunu parça parça yarayı sardık toplandık

     Uhud- gafleti gömdük mezara iha elhavan

     Basiret, hüsnü gayret, kabiliyet istiyor devran

     Hitabında bulunuyor. Ediba devran beğenmesinler. Dudak büksünler… Şiirin bu asırdaki rikkat (incelik) ve halâvetine (tatlılık) menafi, ibtidai bulsunlar. Biz çok beğendik, çok teşekkür ettik. Hizmeti vataniye istiğna (tok gözlülük) gösterenlere karşı ibretamiz bir levha şeklinde telakki ediyoruz. Hulusi Bitlisi dua ediyor:

     Allah, ümmet artık lütfu pakından huzur ister

     Kemali kudretin, nur cemali nusretin göster

     Hulusi Bitlisi bununla kalmıyor. Susanlara diyor ki:

     Hakirane kalem mahsulü <Hamid. Fikret>e karşı

     Edibane değildir suni sözler fıtrata karşı

     Dilaverler tamamen zevk teşvik bekliyor zira

     Beğenmiyorsunuz değil mi? Ne yapalım biz daha iyisini bulmadık ki, onu riyab ser nameyi beyan edelim. Yazık, gönderin. Milletin olan mecmua; hiçbir hizmeti milliyeden kaçılmaz. Edibamızın her dileğini yapar. Hele edibamız, halka doğru insinler. Halk için yazsınlar. Halka maksadı hayatını, maksadı cidalini (mücadele), fazail-i fedakarıyı, habb vatanın şaibeyi imandan olduğunu, tarihini, şerefini, intikamını anlatsınlar. O zaman yine 64/16 numaralı nüshamızda söylediğimiz veçhe ile Eyup’lu destancı . Taşralarda gözümüzle gördüğümüz, İstanbul’un hücra köşelerinde duyduğumuz veçhe ile hissiyatı ümmete; İnsanı hicabından terleten o ifadeyi acibesişle tercüman olmaz. Artık ne diyelim ki:

Vatan hikâyesi habb aver oldu hazara

Ben ağladım yine tesiri destanımdan

Mazmuni tahkik etmeye

Donanma.

 

EÂZIM-I İSLÂM

         Âlemi İslam’ı camiayı hilafet etrafında cem’ ederek muazzam bir İslami devlet ve ihdası teşkiline hasrı nefis etmiş İngiliz düşmanı büyük bir Müslüman

Cemaleddin Afgani (Cemaleddin el-Afgani es-Seyid Muhammed ibn Safder han)

“Ki on dokuzuncu asır miladide âlemi İslam’da zuhur eden ricali muhimme arasında temayüz etmiş bir simadır”. Hadid el nazar bir feylesof, rüşen beyan bir muharrir, beliğ el lisan bir hatip, sahibi nüfus bir gazeteci idi. Bununla beraber Cemaleddin Afgani her şeyden evvel bir ricali siyasi idi. İktidar ve kemalini hayretle takdir eden taraftarları nazarında büyük bir vatan dost, hasması ondan da tehlikeli bir ihtilalci addolunurdu. Son on sene zarfında hükümeti İslamiye de ser zade olan harekât ahirarane ve meşrutiyet perverane üzerinde büyük bir tesir icra etmiştir. İslam hükümetlerini Avrupa’nın ribkayı (kement) nüfusundan, ümmeti İslâmiye yi Avrupalıların münafiine hadim bir alet olmak mecburiyetinden kurtarmak; Bir takım müessesat hürriyet perverane tesis ederek âlemi İslam’da teessiratı hariciyeden azade tekammülatı dâhiliye husule getirmek; bütün İslam hükümetlerini makamı hilafetin etrafında cem’ edip Avrupa’nın müdahalatını ret etmeye muktedir bir İslam devleti teşkil etmek bütün ef’âl ve harekâtının hedefi yegânesi idi.

         Cemaleddin Afgani kalen ve kalemen vahdeti İslam fikir ve tasavvurunun en zi şuur mümessillerinden biridir. Muhaddes (haberli) meşhur Ali Tirmizî’nin sülalesine mensup olduğu cihetle seyd unvanı şerafetine hamildi. Bizzat kendisi tarafından verilmiş olan malumata nazaran bin iki yüz elli dört sâl (yıl) hicrisinde Afganistan’da Kabil muzafatından (ilave) kenar civarında kâin Seyd Abad nam mahalde tevellüt etmiştir.

         Diğer bazı menabiin (kaynak) verdiği malumata göre Cemaleddin ’in miskata reis hakikisi İran’da Hamadan karibinde vaki Esedâbâd kariyesi imiş. Fakat o zamandaki İran hükümet müstebidesinin zulüm ve isâetinden (kötülük) kurtulmak için Afgan milliyetine intisab iddiasında bulunmuş. Fakat şurası itiraz kabul etmez bir hakikattir ki müşarüaleyhe çocukluk ve gençlik zamanlarını Afganistan’da geçirmiştir. Kabilde ulm aliyeyi İslamiyeyi tamamıyla tahsil ettikten başka İslam’da meri olan usul dairesinde felsefe ile ulm hakikiye ye de ulm ve vukuf peyda etmiştir. İtmamı tahsilden sonra bir seneden fazla Hindistan’da ârâm edip bin iki yüz yetmiş üç tarih hicrisinde ifayı fariza-i hac maksadıyla Medine’yi münevvere ye azimet etti. Baadel hac yine Afganistan’a avdetle hizmetine dâhil olduğu Emir Dost Muhammed Han Herat üzerine icra ettiği harekâtı askeriye esnasında refakat eyledi. Emirin vefatından sonra makamına kaim olan Emir cedit Şir Ali’nin biraderi Muhammed Azam’ la aralarında münasebatı samimiye mevcut olmak hasebiyle ümerat meselesinden dolayı zuhur eden iğtişaşatta Cemaleddin de medhal-dar (işe karışan) oldu. Makamı emâret’i işgal ettiği müddeti kesire tarafında kendisine bir nezaret tevcih etmiş olan hamisi Şir Ali’nin sükûtundan sonra Afganistan’ı terk etmeğe karar verdi. İkinci defa olarak farizeyi haccı eda etmek bahanesiyle Hindistan’a geçip orada bir müddet tevakkuf ettikten sonra Kahire’ye azimet etti. Kahire’de kırk günlük ikameti esnasında ül-zehr mahfil âlem iyesiyle münasebat peyda ve kendi hanesinde birkaç hususi konferans ita eyledi. Bin iki yüz seksen yedi ’de İstanbul’a geldi. Âlemi İslam’da parlak bir şöhrete malik olan Cemaleddin payitahtın mahafil aliyesi tarafından pek ziyade isticalkarane (hayret) bir memnuniyetle istikbal edildi. Biraz zaman sonra uhdesine meclisi maarif azalığı tevcih edilip Ayasofya ve Sultan Ahmet Camii şerifesin de mübahase aliyeyi ilmiye ve içtimaiye ye dair hutbeler irad etmeğe davet olundu. Darülfünunda erbabı fazıl ve danışdan mürekkeb bir heyet müstemi (dinleyici) huzurunda talebeler için ita eylediği bir konferans da muhibeyi nübüvvet’den (nebilik) bahis ederken söylediği sözleri, en be an tezayüd (artış) etmekte olan nüfus ve iştiharını (sükse) çekemeyen, Şıh el Selam efkârı Fas’da neşir etmekle itham etmek için vesile ittihaz etti. Düşmanlarının tertip ettikleri entrikalar karşısında Cemaleddin İstanbul’u terk ile Kahire’ye azimet etmeğe karar verdi. Kahire’nin nazar ve müdaranı muhitlerinde ve sınıf münevveresi nezdinde pek ziyade hayır-hahane bir kabule mazhar oldu. Mısır hükümeti Cemaleddin’e muayyen bir takım vezaifi resmiye ile iştigale mecbur olmadığı halde, senevi on iki bin kuruş maaş tahsis eyledi. Bu suretle ferağ ve istiklal tam içinde yaşayan Cemaleddin kendi hanesinde bi teklif cereyan eden musahebelerle, etrafında müctemi, haris ilm ve marifet gençlerden mürekkeb bir cemmi-gafire (cemaat) felsefiyat ve ilahiyatın meslek ve ukide aliyesini izah ve tealime ve asarı edebiyye telif ve tahririnin usul ve kavâ-idini (temel) tefsil ve beyana başladı. Kendisine takrib edenlerde hissiyatı milliyeyi tahrik ve hürriyet meşrutiyeti istihsal arzularını ikaz etmekten de hali kalmadı. Bin sekiz yüz seksen iki tarih miladisinde zuhur edip İskenderiye’nin topa tutulmasını, Tel el-Kebir muharebesinin vuku bulmasını, nihayet Mısır’ın İngilizler tarafından istila edilmesini intaç eden ihtilali milli üzerinde Cemaleddin ’in tahrikâtı icrayı tesir etmiştir. Bu hararetli mahrek, tesiratı siyasiyesiyle Mısır’daki memurini duçarı müşkülat ettiği gibi teceddüd (yenilenme) perverane tedrisat felsefesiyle alaz herin muhafazakâr vasatlarını da hiddetlendirdiğinden İngilizlerin teşviki ile bin sekiz yüz yetmiş dokuz seneyi miladiyesinin Eylülünde Mısırdan tard ve tebaid edilip Hindistan’a azam edildi. Evvela Hıdır Abad’da, sonra Kalküta’da tevkif olunup Mısırda Arabi Paşa kıyamı teskin edilince hürriyeti iade olundu. Haydar Abad’da ikameti esnasında filosofi dehriyye’ye (materyalizm) karşı bir reddiye te’lif (uzlaşı) etmiştir. Bundan sonra Amerika tabiyetini iktisab etmek maksadıyla Amerika’ya gitmişse de maksadını kuvveden fiile çıkarmaksızın Londra ya avdetle orada cüzi müddet tevkif ederek bade yar-ı gar (dost) şefiki telmiz sadakat şiarı Muhammet Abduh – ki bilahare Mısır müftüsü olmuştur – beraberinde bulunduğu halde Paris’e muvasalat etti.

         Efkârı siyasiyesine Paris’te fasih bir sahayı ihtişar bulan Cemaleddin Afganı İngilizleri melel İslâmiye’nin mukadderatına müdahale ettiklerinden dolayı şiddetle itham etmeye başladı. Rusya ile İngiltere’nin şarktaki siyasetlerine, Türkiye ile Mısırdaki hal ve mevki ye ve bu aralık Sudanda Mehdi *Muhammed Ahmed, Sudanlı sufi şeyhi, Kendisinin mehdilik iddiasını temel alan Mehdi devletinin kurucusu* tarafından husule getirilen hareket ve kıyamın ehemmiyet ve manasına dair olup zi nüfus vasatlarda pek ziyade ehemmiyet atıf edilen makalelerine en meşhur, en nüfuzlu gazeteler sütunlarını küşat ettiler. Sorbonne’da “İslam ve din ve fen” unvanı tahtında bir konferans vermiş olan Ernest Renan’a karşı açtığı mücadelatı kalemiyede bu sırada başlamıştır. Renan, İslâmın ilim ve fennine müteallik asar husule getirmemiş olduğunu iddia ediyordu. Cemaleddin Afgani Deba gazetesinde neşir ettiği bir makale ile renanın efkâr ve nazariyatını red ve ibtal eyledi. Cemaleddin faaliyeti siyasiye ve edebiyyesinin usul cevelangahı Muhammed Abduh ile beraber neşir ettiği El-Urvetü’l-Vuska(Türkçesi, “Sağlam Kulp”) ismindeki mecmuayı esbuiye (haftalık) idi. Bu mecmua Hindistan ve memalik saire İslamlarından müteşekkil bir cemiyetin muavenetiyle intişar ediyor ve İngilizlerin memaliki İslamiye de, bilhassa Mısır ile Hind’deki nüfus ve hâkimiyetlerine karşı bi iman hücumlar icra eyliyordu. Bin üç yüz bir seneyi hicriyesi zilhiccesinin yirmi altıncı günü intişara başlamış olan Urvetü’l-Vuska’nın Mısır ve Hint’e duhulü İngilizler tarafından sedle mani edildi. Buralardaki karilere mecmua ancak mazrûfen posta vasıtasıyla irsal olunabilirdi. Bu mani hasabiyle sekiz ayda on sekiz numara neşir olunabildi. Urvetü’l-Vuska, İslam vasatlarında hissiyatı ahir irane ile İngiliz âdetinin neşvi nemasına pek büyük hizmet etmiştir.   Hatta İngilizlerin İslamlarla meskûn olan müstemlekelerinde günden güne izdiyad (çoğalma) eden harekâtı milliyet perveran bu mecmua bir mübeşşir (müjdeci) edebiyesi ad olunabilir. Münderecatının ehemmiyeti hala zail olmamış olduğuna şununla da hüküm edilebilir ki tarihi neşrinden bu güne kadar bir çeyrek asır mürur etmiş olduğu halde Mısır’da Ababil ismindeki mecmuayı muvakkatenin sahibi Hüseyin Muhiddin el Hübal tarafından tekrar tab ve neşir olunmuştur (1).

         Kendisinin İngiliz düşmanı olduğunu sureti aleniyede itiraf etmesine rağmen Sudan’daki Mehdi’nin (Mehdi, asıl adı Muhammed Ahmed İbnü’s Seyyid Abdullah “d. 12 Ağustos 1845 – ö. 22 Haziran 1885”), hareket ve kıyamını teskin ve izaleye çalışması için V.S. Bülent’in ilhahı (zorlama) üzerine bin sekiz yüz seksen beş tarihi miladisinde İngiliz ricali siyasiyesi Cemaleddin ile bizzat müzakerata başladılar. Fakat bu müzakerattan bir neticeyi faaliyet husule gelmedi. Melel islamiyeyi uyandırmak maksadıyla icra ettiği harekâtın sahasını gittikçe tevsi eden Cemaleddin bin sekiz yüz seksen altı tarihi miladisinde İran Şahı Nasireddin tarafından telgrafla Tahran’a davet edildi. Tahran’da pek ziyade müdahinane bir surette ve pek büyük ihtiraman ile kabul olundu. Kendisine bir takım vazifeyi aliyeler tahsis edilmişti. Fakat pek az bir zaman sonra mihmanının aleldevam tezayid eden nüfus ve iştiharından ihtiraz etmeye başlayan Nasirittin Şah artık onun vücut ve huzuruna bundan fazla tahammül edemedi. Şahın vaz ve durumdan hakikat hali his eden Cemaleddin de esbabı sıhhiyeye binaen İran’ı terk etmeğe mecbur oldu ve Rusya’ya azimet etti. Orada bir takım revabiti mühimmeyi siyasiye akdederek ta bin sekiz yüz seksen dokuz tarih miladisinde Paris’te küşat olunan umumi sergiyi ziyareti münasebetiyle uğradığı Münih şehrinde, o sırada Avrupa’da bulunan Nasirittin Şaha tesadüf edinceye kadar ikamet etti. Nasirittin Şah bu defa da Cemaleddini kendisiyle beraber İran’a gitmeye irza eyledi.

———————————

  • – Urvetü’l-Vuska, kırılmaz bağ demektir. Bu mecmuaların münderecatı asrımızda âlemi İslam’da yetişmiş edebi, siyasi iki büyük dehanın, Cemaleddin ile Muhammed Abduh’un efkâr ve mütalaatını ihtiva etmek itibariyle pek mühim olduğundan lisanımıza nakil ve tercüme edilmemiş olması şayanı esefdir.

         <<Mehdi, asıl adı Muhammed Ahmed İbnü’s Seyyid Abdullah (d. 12 Ağustos 1845 – ö. 22 Haziran 1885)>>

Nakil: ( L. )

0486_0026-74_Page_05

Moskoflar bunlar ile muzafferiyet iddia ederler: *vahşetleri darbı mesel olan Moskoflar*

Kazakları ki firarda, ricatta da o kadar şöhretleri vardır.

Tarihi sergüzeştlerden

<1870> de bir Metz mahsurinin

         Defteri hatıratı: 2

        Geçen nüshalarımızdan birinde <Metz> muhasarasının 1870 Alman – Fransız harbindeki mevkiini telhis ederek sebep ve suret ve vukuunu karilerimize arz eylemiş ve bir Fransız neferinin o muhasaraya ait defter hatıratından iktibasen bidayetinden teslim gününe kadar olan hayatı muhasarayı yazmıştık. Bu nüshamızda da teslimin tarz ve vukuunu ve ona müteferri (bir kökten olan) ihtisasatı teslim hem de açlıktan teslim olmak kaderde ağır bir icbar, safahatı hayatta ender tesadüf edilir. Bir taraftan hissi vazife ve hamiyet teslime mani ve harbe saik olur. Diğer taraftan açlık, yoksuzluk insanın elini, kolunu bağlar. Böyle avanda (zaman) ehveni şerriyenin tayininde – tarihte gösteriyor ya – mahsurların pek de ihtiyarları yoktur. Neticeyi meşume kendini gösterir ve bir numunesini yazacağımız şekilde, vukua gelir:

METZİN TESLİMİ

         27,Teşrinevvel – Almanya’nın azimeti önünde baş kesmek ve bu ayıba katlanmak icap ediyor. Bir tek fişek yakmadan 120,000 kişinin teslim olması utanılacak şey. Bütün kumandanların kalpleri intikam ve kin ile dolu. Fakat ne faide? Kazaya rıza lazım. Biri teselliyat için memleketimize gönderileceğimizi söylüyorlar ama inanan yok. Artık istediğimiz kadar ekmek bulabileceğiz.  Bu hal Almanların ali cenabına yeni bir vesile olacak. Karşılarına asker olduğumuz halde çıkışımızdaki esbab ve avamil malüm olduğundan bize verilecek kıymeti pekiyi biliyorlar.

         28, bu gün silahlarımızı almağa başladılar. Bazı alayların silahlarını teslimden istinkâf edeceğinden korkuluyordu. Hâlbuki her şey bila vukuat ikmal edildi. Hepimiz Prusya askerinin muhafazası altına girdik. Bugün zabitlerimize itaat ettiğimiz son gündür. Onları bizden ayırarak Metz’e gönderdiler. Zabitlerimizin ahvalinde merak edilecek bir şey yoktur. Kurtlar birbirini yemez derler. Askerler de öyledir. Yalnız endişe edilecek cihet Metz’lilerin teslim olmamasıdır. Mareşal teslim oldu olalı, şehirde çan çalıyor. Prusyalıların Metz’e girmelerine razı olmuyorlar. Hâlbuki istihkâma teslim olduktan sonra Metz mukavemet edemez. Çünkü bombardıman olunabilir. Harp olur.

         29, ömrümde unutamayacağım bir gün. Yine her şey aleyhimizde yağmur durmak dinlenmek bilmiyor. Hava gayet fena.

         Öğleyin artık Prusyalılara teslim olacağız. O zamana kadar herkes eşyasını tanzim etti. Torbalar bağlandı. Çadırlar sökülüyor. Prusyalılar istifade etmesin diye yapılan barakaların hepsi yakıldı. Kumandanlarla vedalaştık. Hep ağladık. Hakikaten hazin bir levha. Nihayet yola çıktık. İliklerimize kadar işleyen bir yağmur altında Prusya hududuna vasıl olduk. Her bölük zabiti nöbetle bölüğünü teslim eyledi. Ah ne ağır ne hicap aver bir hal. Zabitlerin hepsi gözleri dolu bir halde bu meşum vazifeyi ifa ettiler. Biz de başımızı önümüze eğdik. Kabahat yapmış küçük gibi arzı teslimiyet ettik. Bir zamanlar mağlup ettiğimiz bu askerlerin önünde boyun eğmek sırası bize geldi. Onların esiri ve malıyız. Çünkü onlar bize yiyecek vermeseler ölecektik. Zaten biz mağlup olmadık. Fakat aç kaldık. Prusyalılara değil ekmeğe teslim olduk.

         Teslim ve tesellüm muamelesi bittikten sonra da iki saat kadar yürüdük. Bütün Prusya hudut askeriyesini geçtik. Aman yarabbi! Ne dehşetli kuvvet! Bizi muhasara eden kuvveti 300,000 kadar tahmin etmiş idik. Aldanmamışız. Hatta eksik söylemişiz. Bu Kuvayı külliye, yine bizi hücumla zapta cüret etmedi. Açlıktan ve hıyanetten istifade etti. Akşam saat yedide tevakkuf ettik. Çamurlu pis bir ordugâhta gecelemek üzere çadırları kurduk. Biraz dinlendik.

         30, yağmur dindi. Dün geldiğimiz ordugâhtayız. Yiyecek tevzi ettiler. Çavdar ekmeği, yağ, pirinç, kahve verdiler. Fakat şeker vermediler. Prusya askerleriyle arkadaş olduk. Bize tütün, pirinç ve yağ veriyorlar. Bunların sözüne bakılırsa yarın gidecek imişiz.

         Bu gece hiç uyumadım. Bulunduğumuz karargâhın başka bir noktasında bulunan bir arkadaşıma misafir gittim. Beraber çorba içtik. Sabahleyin de kahve pişirdik, içtik. Sonra yine alaylarımıza iltihak ettik.

         31, saat dokuzda hareket emri aldık. Biz yola çıktık. Yağmur da başladı. İki tarafımızda birer sıra süngülü Prusyalı, birer sıra da süvari gidiyor. 7 – 8 kilometre gittikten sonra Etan isminde bir kasabaya geldik. Civardaki ormanın yanı başında bir tarlada ordu kurduk. Ormandan odun kestik ve çorbalarımızı pişirdik. Etrafımıza nöbetçi ikame olundu. Geceyi orada geçirdik. Fakat ne gece! Diz boyu çamur içinde uyumak kabil mi? Isınmak için her manga ateş yaktı. O suretle geceledi sabahlıyan hiç birimizin gözü görmüyordu. Odun dumanı o kadar gözlerimizi yakmıştı.

         1, Teşrinisani,1870 – şefikle beraber Prusya hududuna doğru hareket ettik. Bulay isminde bir kasabaya geldik. Ahali bize yiyecek vermek üzere Prusyalılardan izin aldı. Kadın, çoluk çocuk arabalarla gelerek bize ekmek ve çorba getiriyorlardı. Açlık insanı öyle bir hale getiriyor ki, birçoklarımız çorbayı avucumuzla yedik. Oradan Nerva Burn’e vasıl olduk. Burada da köylüler bize yiyecek getirdiler. Buraları Metz’e gelirken bir daha görmüştük. Köylüler bize, “size ne oldu da bu hale geldiniz” diye soruyorlar.

         Su bulmak için her mangaya bir nöbetçi vererek yolluyorlar. Köydeki evlere girmemize memanet ediyorlarsa da bizim açlıktan geldiğimiz hal böyle memanetleri tesirsiz bırakıyor. Bugün, bir Prusyalı nefer bizim hali perişanımıza ağladığını gördüm. Allah razı olsun köylülerden. Bize her şey getiriyorlar.

         1, sabahleyin Prusya’nın ilk mevkii müstahkemi olan Sarlavi’ye müteveccihen yola çıktık. Köylüler her yerde bize patates ve ekmek getiriyorlardı. Nihayet Prusya toprağına girdik. Bana bu toprak soğuk ve yabancı geldi. Fakat bizi sevk edenler artık başka bir şataretle yürüyorlardı. Hissiyatımız arasında ne büyük tezat! Hâlbuki ikimiz de vatanımızı muhafaza için çalıştık. Köylerde artık bize yiyecek veren yok. Bilakis sefaletimize gülüyorlar. Ne sözleri, ne yazıları anlaşılıyor. Büsbütün yabancı bir yer.

         Nihayet sarlavi’ye vasıl olduk. Büyük bir meydanda bizi dört sıra dizdiler. Her birimize birer parça kara çavdar ekmeği ile biraz da cık domuz yağı verdiler. Oradan şimendifere bindirildik. Üçde hareket ve saat sekizde Terin isminde bir yere muvasalat ettik. 8 – 9 kilometre kadar bir yol yürüdükten sonra tavakkuf ettik. Kimimiz ahirde, kimimiz zahire anbarında yattık. Bu bize açıkta yatmaktan daha rahat geldi.

         4, sabahleyin ısınmak için ahırın önünde gezinirken bir köylü çağırdı. Önüne gittim. Bir sıcak çorba içirdi. O sırada bir Prusya neferi içeri girerek yola çıkacağımızı söyledi. Yola düzüldük. Bitmez tükenmez çam ormanları. Bir tek ev yok uzun müddet yürüdükten sonra akşamın on birinde bir kasabaya indik. Altı kişi bir köylünün evinde kaldık. Biraz ekmek ve birazda rakı verdi. Gece bermutat ahırda yattık.

         5, of yine yolculuk. Hem de yine vasi bir ormanda. Ne dehşetli yerler. Bu memleket sade dağ ve orman. Adeta korkuyorum acaba bizi ya ormanlarda boğazlayacaklar mı? Öğle vakti biraz çavdar ekmeği verildi. Onu yedik.

         Yarım saat sonra yola. Akşam saat onda bir kasabaya girdik. Yine bir köylünün latif ahırında verdiği bir kucak ot üzerinde rahat uyuduk. Buna alışmışız. Zaten yorgunluk insanda müşkülpesentlik bırakmıyor.

         6, üç kilometre kadar güzel bir ırmak kenarı takip ettikten sonra şimendifere bindik. Sabahın saat sekizinde hareket ettik. Ne tuhaf memleket? Sade saman ve inek. Her tarafta tarlalarda kadınlar çalışıyor.

         7, bize pek az yiyecek veriyorlar. Zannederim Prusya’da 48 saatte bir yemek yiyorlar. Ne uzun yolculuk. Boyuna gidiyoruz, iki gün ve geceden sonra bir şehre geldik. Bize imparatorumuzun mahpus olduğu şatoyu gösterdiler. Oradan da geçtik. Müstahkem bir şehre daha geldik. İsmi Magdeburg imiş. Birçok Fransız esirleri istihkâmlarda çalışıyorlar. Burada birkaç vagon bıraktık. Biz yine yollandık. Nihayet üç gün üç gece yolculuktan sonra Wismar şehrine muvasalat ettik.

-Wismar esareti-

         8, Wismar’a geldik. Bütün halk istasyonda bizi bekliyordu. Hiç Fransız görmemişler. Bizi bir takım büyük binalara taksim ettiler. Ameleler tahta karyolalar yapıyorlardı. Biraz beyaz ekmek biraz gravyer peyniri, biraz da rakı verdiler. Ayrı ayrı fakat kuru tahta yataklarda yattık. Hemen uyuduk.

         9, bugün şehrin birçok eşrafı bizi ziyarete geldiler ve bize sigara ve meyve gibi hediyeler getirdiler.

         Bu ziyaretler birkaç hafta devam etti. Şehirde serbestçe değilse de oldukça rahat gezebiliyoruz. Wismar deniz kenarında ve bir kattan ibaret evleri olan güzel bir şehirdir. Bağı bahçesi çok ucuz. Buralarda çok soğuk oluyor. Daima kar var. Biz orada iken iki defa Fransa’dan levazım geldi. Don, gömlek, fanila gibi şeyler. Bunlar çok işimize yaradı. Çünkü Wismar’a geldiğimiz zaman ekserimiz yalın ayak, çoğumuzun da bir ayağında ayakkabı, bir ayağı çıplaktı.

*************

         Burada sahibi defter hatıratını ahvali hususiye hasretmiş ta akdi sulha kadar bizi ve karilerimizi alakadar edecek bir şey yok. 2,Mart,1871 den itibaren sulh dolayısıyla bir iki satır daha yazıyor.

         2,Mart,1871 – bize sulhun akt olunduğunu haber verdiler. Bütün gün top atıldı. İlanı şâd-mânı olundu. Her taraf donandı. Biralar ikram ettiler. Hepimiz memleketimize döneceğimiz için pek memnun idik.

         3,Mart,1871 – bugün limanda gezinmeğe çıktım. Birçok gemiler buğday alıyorlardı. Bunların Fransa’ya gideceği söyleniyor. Wismar’ı rahatça gezdim. 14,000 kadar nüfus var. 1766 da Avusturya muharebesinde Prusya’ya geçmiş. Wismar’lılar kendileri için Mecklenburg’lu derler. Ondan dolayı bizi sevdiler.

         Wismar’da bulunduğumuz müddet zarfında içimizden yedi kişi öldü. Avdetimizde bunların mezarlarına bir Prusya müfrezesi ve bir de borazan takımı gönderildi. Birçok zevatı resmiye de bulundu. Üzerlerine müfreze tarafından üç yaylım ateş icrası suretiyle son resmi ihtiram ifa olundu.

*

*   *   *

         Hayat böyledir. Daima tahvil, daima tenevvü. Eğer bu tahvil, fenadan iyiye doğru giderse, sahibi mesut olur, iyiden fenaya doğru olursa bedbaht olur. Tabiidir ki hiçbir zaman iyilikten fenalığa yahut fenalıktan iyiliğe tahvil edemez. Arada fasılalar ve aksi hallerde olabilir. İşte bütün bu tenevvüalar safahatı hayatı teşkil eder ve sahibini bazen memnun bazen meyus eder. Hep bu haleti, beşer denilen bu kitlenin şematet (kötülüğe gülen) mevcudiyetinden başka bir şey değildir. Harpler, muhasaralar, sulhlar onun her zamanki itiyadıdır. Zaman, eşhas değişir; Şekil, netice değişmez.

Burhaneddin

0486_0026-74_Page_14Son söz bu toplarındır. Kırk ikiliklerin sinesinde kırk ikilikler kadar büyük ve metin yürekli Alman askerleri.

 

NASIL GİTMİŞLER

<<>> <<>> <<>>

DERNE – 8,Mayıs,1911

Onuncu makale

         Vasi yeşilliğin üzerinde şuraya buraya yayılmış. . .

         Bugün burada, birkaç yüz bedevinin, hayatın müzayakalarıyla (sıkıntı) uğraştıkları hudut dâhilinde, yüzlerle bin koloniler, gayri kabili kıyas saadetlerin istihsaline mukadder olurlar. Bunu Arvine böyle söylüyordu. Fakat bütün muhitin verdiği delail dahi, vaktiyle filhakika yüzlerle bin kişinin burada, aynı mahallerde, yüksek bir medeniyetin şeraiti dahilinde yaşadığını ispat ediyordu. Madeni sikkeler kadar merbu ve muntazam asarı atikadan olmayarak ve kat ve kat şurada burada tesadüf edilen taş yığınları, kadim Yunan şehirlerinin yerlerini arai ediyorlar. Biraz ötede, azim senrençler (sarnıç), hala duruyorlar. Topraklarla çiçeklenmiş küçük siyah ağızlarıyla tembel tembel gök yüzünü seyir ediyorlar. Biraz ötede tıpkı değirmen taşı gibi yuvarlak büyük bir taş çimenlerin üzerinde uyuyor;   Bu kadim zeytin yağı çıkarmaya mahsus değirmenlerin taşlarından biri. Nihayet, bir at meydanı… Bir Yunan at koşusu meydanı gördük. Pek büyük değil, müdevver zemin ve muhit toprağa muntabi medyunlar gibi, en küçük hududu bile asırlardan beri mahfuz kalmış. Kadim rikstanın üzerinde bir buğday tarlası sararıyor. İki bin sene evvel, tiyatro ve at koşusu gulguledar (şamata) olan yer, bugün, hiç kimsesiz. Bir toprağın sureti ve kıymeti için şu ahtı katiyeyi azimeyi cemi etmek, nerede mümkün olabilir?

         Şimdi Arvinin malikanesinde idik. İki saatten beri, üzerinde at koşturduğumuz, hududu rüyetin müntehasına kadar vasi, kırmızı toprağın haberi nâ-gâhını (ani haber) Arvine, bana hiç söylemedi. Yalnız toprak, bir Avrupa zekası ve gayretiyle hazırlanmış olduğu görünüyordu. Malikanenin etrafına bir büyük hendek kazılmış, çıkarılan toprak, hendekten biraz öteye yığılmış. Bununla hayvanatın içeri girerek, bazı haşaratta bulunmaları mani olunmuş. Bin iki yüz zeytin ağacı, muntazam bir sıra ile dikilmiş. Büyümeğe başlamış.

         Arvene, bu zeytin fidanlarını biraz uzakta, bir dere içinden sökerek getirmiş. Orada bunlar metruk, yabani, fakat kuvvetli imişler. Kadim Roma ve Yunan bakiyatından… Koloni sahibi. Bunları bir çift senede aşılayacak ve en çok, beş senede ilk mahsulü alacak. Çünkü Bu toprakta, bu iklimde zeytin ağaçları, İtalyada olandan çok zaman evvel mahsul vermeğe başlıyor. O kadar zamanda öyle kümerah oluyor. Öyle şahlanıyor ki, bir de (İtalya’da) bu derecesi meçhuldür. Bir meşe, bir kestane ağacı kadar büyüyor. Koloni sahibinin evini ziyaret ettik. Yalnız başına, ancak gözün görebileceği kadar yüksek bir tepeye bina edilmiş. Avrupalı çiftçinin şeriki, çiftçi Arap ile görüşmeğe muvaffak oldum. Bir zavallı. Fakir Arap için, bu karşılaşışı utanılacak; Yalnız Arabın sefaletini izah etmesi kafi gelecek bir şey oldu. Çıkacağımız vakit, bana büyük bir mihmân-nüvâzlık (misafir perverlik) gösterdi. Artık, güneş süratle iniyordu. Atlarımızı hazırladık, hareket ettik.

         Arven bana dedi ki:

         – Tekmil yapmak istediklerimi yapamıyorum. Ekseriya yavaşlatmağa, tahdide mecbur oluyorum. Çünkü Kendi iktisadımdan başka hiçbir şeyim, hiçbir yardımcım yok. – yaramaz, ateşli beygirinin üzerinde o tarafa bu tarafa gidip gelerek söylüyordu. – hatta: hukukumu, daha nasıl, neler yapabileceğimi tetkik ettiğim vakit bile, müfid bir hami bulamadım. Yoksa bu toprak ile mucizeler yapılabilir.

         – Toprak, ila nihaye, hepsi böyle mi?

HARBİ UMUMİDE RUSYAYA BİR NAZAR

Muharriri: Ebû-l-Fuad Refik

Mabad

         Rusya’nın taarrûzi muharebelerine Asyâ-yi vustâ (orta Asya) ve Kafkasya’da vukua gelen muharebatı dahi ilave etmek iktiza eder.

         Bâlâdaki cetvelden taarrûzi ve tedâfüi (savunma) muharebeler yekdiğerleriyle mukayese olunduklarında Rusya’nın meslek müttehizi (gidişat kabulü), tedafüiden ziyade taarrûzi olduğu anlaşılmış olur.

         2 Rusya memaliğinin dereceyi medeniyet ve mamuriyeti, Rusya ahalisi Çan II. İvan’ın zamanı hükümetinde tariki medeniyete dâhil olmuşlardır.

         Usulü tedrisin islahiyle maarifin neşir ve tamimi (umumileştirme) için Rusya devleti hemen bir buçuk asırdan beri pek çok sai ve ikdam (gayret) eylemiş ise de ancak on dokuzuncu asır nihayetine doğru asıl tedrisin his olunacak derecede ıslahına muvaffak olunmuştur.

         1873 Senesinde 7 – 14 yaşında bulunan çocukların mevcudu 12 milyonu mütecaviz iken mektebi ibtidaiyenin adedi 20,000 ve bunlara devam eden talebenin miktarı 839,000’e baliğ oluyordu. Bundan başka Sibirya’da mevcut bulunan 2,300 mektebe 103,000 talebe devam ediyordu. Tarihi mezkûrdan üç sene sonra yani 1876 tarihinde Fin Land, Kafkasya, Asyâ-yi vustâ müstesna olduğu halde bütün Rusya memaliğinde 22,700 mektebi ibtidai ile bunlara müdavim 943,000 talebe ve bundan başka 200 hususi mekteple bunlara müdavim 42,000 talebe mevcut idi.

         1893 – 94 senelerinde bütün Rusya memaliğinde 30,000 mektebi ibtidai ile 1.500.000 talebe mevcut idi.

         Rusya’da son senelere kadar on adet darülfünun mevcut olup bunlarda Petersburg, Moskova, Kiev, Harkov, Varşova, Kazan, Odessa, Vilno ile Sibirya’da kâin Omsk şehirlerinde müesdirler.

         Bundan başka hükümetin tahtı nezaretinde olarak 2900 – 3000 mektep ve harbiye nezaretinin tahtı idaresinde bir mektebi âli-i askeri ile 23 mektebi askeri ve bahriye nezaretinin tahtı idaresinde bir mektebi bahriye ile efradı bahriyenin talim ve terbiyesi için diğer beş adet mektep ve maliye nezaretinin tahtı idaresinde bulunmak üzere Ticaret ve Maden mektepleri gibi on adet mektebi âliye ve 64 – 70 adet ikinci sınıf mektepleri mevcut idi. Bundan başka olarak dahi, yine Rusya’da fünun ve sanayi muhtelifinin tahsili için hususi mektep ve müessesatı müteaddideyi saire mevcuttur.

         Memleketin mamuriyetine müteallik mevâdd saire (başka maddeler) memleketin ahvali coğrafyası bahsinde beyan olunacağından burada zikrinden sarfınazar kılınmıştır.

         3 Rusya memaliğinde ahaliyi meskunenin muhtelif senelerdeki miktarı ve ecnâsı (cins) ve istatistiki mukayese bâlâda dahi derç olunan cetvellerle beyan kılındığı veçhile Rusya devletinin nüfus mevcudesi 1870 – 1885 senesine kadar güzerân (geçen) eden 15 sene zarfında 85 milyondan 108 milyona baliğ olmuştur. Senede takriben 100/105 nispetinde tezayüt vuku bulmuş olduğundan veçhe maruz üzere tezayüt devam ettiği takdirde on dokuzuncu asrın nihayetinde Rusya devletinin miktarı nüfusu 130 milyona (şu nispet üzere vukuu tasavvur olunan tezayüt 1898 istatistikiyle müeyyiddir) ve 50 sene sonra 180 milyona baliğ olmuş olur. Lakin işbu tezayüt nüfus kısmen Rusya’ya geçen memaliğin inzimamı nüfusuyla vukua gelmiştir.

         1885 senesinde 108 milyona baliğ olan nüfusun takriben 70 milyonu Rus, 10 milyonu Lehli, üç milyonu Alman, üç milyonu Yahudi, 1,5 milyonu Tatar, 0,5 milyonu Kırgız, dokuz milyonu İslam, mütebakisi melel saire den ibaret idi.

         Rusya memleketinin miktarı nüfusu şu on beş sene zarfında takriben 23 milyon kadar tezayüt eylediğinden bu miktar tezayüt Avrupa’da bulunan belli başlı hükümetlerden birinin nüfusuna muadil demektir.

         Hükümetin nüfus umumiyesince müşahede olunan tezayüt harikulade bazı şehirlerin nüfusuna dahi şamildir.

         Ezcümle: 1860 senesinde Petersburg’un nüfusu 667,000 iken 1885 de 927,000 nüfusa ve Varşova’nın nüfusu 270,000 iken 400,000 ve Odessa’nın nüfusu 127,000 iken 200,000 nüfusa ve Kiev’in nüfusu 80,000 iken 170,000 nüfusa baliğ olmuştur. 1898 senesinde Rusya’da 30,000 den ziyade nüfusa malik olan şehirler bir veçhe ati bir cetvelle derç olunmuştur.

         Nüfus:                       şehirler:                                     nüfus:                       şehirler

         34,339                    Abov                                             47,757                       Berdsk – Lituvik

           30,725                   Alexandrov                              170,682                   Harkof

         113,075                   Astrahan                                       62,219                   Girsun

           32,943                     Bender                                           45,130                     Çenstokova

         53,728                       Berdiçev                                      42,421          Dorpat (Yuriyev Donaburg)      

         63,927                     Biyelostok                                

         34,820                   Bobruvisk                                       72,231             Divinsek

         46,881                     Garadnev                                    52,908                 Korsuk

– Mabadı var –

 

TATLI VE ACI

* * *

           Kahraman ordumuzun geçmiş acıların öcünü almak üzere Batum etrafında dövüşmekte ve demir adımlarla ilerlemekte olduğu şu sırada bu kadar büyük felaketlerimizi intaç eden 93 Moskof harbi nihayetinde Batum’un Moskoflar tarafından zapt olunamamış iken, mehaza İngiltere’nin hareketi namerdanesi yüzünden nasıl acı bir surette düşmana terk edilmeğe mecburiyet görülmüş olduğunu şöylece der hatır etmek her Osmanlının ve her İslâmın yüreğini müttehiç eder. Aşağıki satırlarda bariz olarak üç cihet göreceğiz. Birincisi, o harbi meşumun muslihası (sulh) akit olunduğu esnada koca Osmanlı imparatorluğunun düşmüş olduğu âcizi mutlak. İkincisi, kendisine gösterdiğimiz büyük muhabbetlere, fedakârlıklara mukabil İngiltere’nin bizi ve mağdur ahaliyi İslam iyesiyle Batum’u ne suretle Rusya’ya bahş eylediği, üçüncüsü de pek yakın zamanda kanlı ve şanlı sancağımızı yalnız Batum’da değil, daha çok ilerilerde, Moskof ordularının bağrında dalgalandırmağa giden Osmanlı ordularına bu gün de fedakarane muavenet eden Batum ve civarı ahalisinin o teslimi vatan eyyamı meşûmesinde bile gösterdikleri hamiyet ve şecaat fevkaladedir.

         Malum olduğu üzere Berlin konferansının muktezasınca Batum limanı ile civarının Rusya’ya terki lazım gelmiş ise de işin garibi şu idi ki:  Osmanlılar bu civarda bahren de, berren de, galip bulunmuş, Batum’a Moskof ayağı basmamıştır. Berlin konferansındaki düveli mütehabbe (dost devletler) murahhasları hudutların tayininde milliyet, din ve arzuvi umumiye büyük bir ehemmiyet itaf eder göründükleri halde bu düşüncelerini ancak devleti Âliye tebaasından bulunan Hıristiyan unsuru hakkında layık ve raikan bulmuşlar, unsuru İslâmın da böyle bir hakkı medeni, hakkı dini ve hakkı millisi olabileceğini hatırlarına bile getirmemişlerdir. Filhakika İngiltere bazı mertebe Osmanlıları himaye eder tarzını takınmış idi.   Lakın bütün kayyüdatı siyasiyeden vukuatın şimdiye kadar temadi eden mabadından dahi müsteban (açık) olduğu üzere İngiltere’yi bu suretle harekete sevk eden sebebi insaniyet, hakkaniyet gibi hissiyatı aliye ve medeniye değil, Rusların gittikçe büyüyen kuvvetleri önünde derin bir Hindistan korkusu idi. Devleti Âliye o zaman düşman vahşisinin pençesiyle göğsünde açılmış yaralardan bitap olduğu halde Berlin konferanslarının kesip biçmeleri önünde mustağrik (batmış) aciz ve tevekkel kalmış, daha ziyade muahede ve musalaha mükerreratının tebaayı İslamiye si arasında ne suretle tatbikine mukadder olacağını düşünmekte bulunmuştu. Mesela; Henüz Osmanlı askerinin işgali tahtında, Osmanlı donanmasının topları himayesinde bulunan Batum’un Ruslara ter olunduğunu o hamiyyetkar, o şecî ve fedakâr ahaliye anlatmak, onları adeta göz göre kurda teslim edilen kuzu gibi zilleti esarete atıvermek nasıl mümkün olacaktı?

         1878 Ağustos efrancisi esnasında Batum’un muteberan ve vatan perveranı memurin Osmaniye ye, şayet gelecek olurlarsa Ruslarla sonuna kadar dövüşmeğe karar verdilerini, lakin limanı Ruslardan maada diğer her hangi bir devlet donanmasına teslime hazır bulunduklarını ihbar eylemişlerdi. Bu Batumlu kardeşlerimizin buldukları son çare idi. O kadar güvenilen İngiltere’ye kendi ağızlarından yürekler paralayacak kadar şuzeşli (karışık) istirhamlar yazılmış Bulgarlara, Sırplara, Yunanlılara, Karadağlılara gösterilen rahim ve şefkat binihayenin bir parçası kendileri için de istenilmiş, Ruslarla Laz ve Türk ve Gürcü unsurları asırlardan beri kanlı bıçaklı düşman oldukları, binaenaleyh bu anasırın Rus boyunduruğu altında yaşamağa muktedir olamayacağı ispat edilmiş idi. Batum ve civarı ahalisi için devleti Âliye ülkesine hicret etmek şıkkı, çaresi kalıyor ise de Batumlular malum olan fakr u zaruretlerine nazaran derdi muhaceretin dahi kendileri hakkında gayri kabili tahmil bir felaketi milliye olacağı aşikâr idi. Mamafih, insaniyet ve âli cenabı kimseye vermeyen ve Osmanlılığın hamisi süsünü takınan İngiltere bu şuzeşli ve haklı istirhamlara derin ve soğuk bir sukut ile cevap verdi. Hükümeti Osmaniye ve efkârı umumiye tabii Batumluların taraftarı olmakla beraber elden hiçbir şey gelmiyordu. Berlin muahedesi Batum ve civarını Rusya’ya vermişti. Buna karşı itiraz ve mukavemet vahi ve mehalik idi.

         Bu esnada Batum’da kumandan bulunan Derviş Paşanın maiyetinde yirmi beş taburluk bir kuvvet bulunuyordu. Şehrin etrafındaki tepeler Osmanlı askerinin tahtı işgalinde idi. Liman dâhilinde ve sahile yakın bir Osmanlı zırhlı ve bir de ahşap sefineyi harbiyesi demirli idi. Yine mukadderat siyahımızın en acı cilvelerinden dir ki; Derviş Paşa maiyetinde bulunan bu kuvvetle, şayet Lazlar ve Gürcüler Rusların şehre duhulüne memanet faaliyede bulunursa Ruslara muavenet mümküne icra etmek için emir telakki eylemişti. Bir lütfu ilahi olarak Osmanlı kumandanı için bu mecburiyeti elime baş göstermedi. Bedbaht İslamlar nihayet baht ve tali’in artık büsbütün kendi aleyhlerine dönmüş olduğuna kanaat etmiş gibi görünüyorlardı. Nihayet Ağustos efranci nihayetlerine doğru Batum’dan gönderilen murahhaslar Rus kumandanı olan Komorov ile mülakat ettiler ve bazı şerait tahtında olarak Batum’u gürültüsüzce teslim etmeği deruhte eylediler. Bununla beraber mücadele, mukavemet endişeleri henüz mündefi olmuş değildi. Bir takım müferrit (aşırı) vatan perverler şehri yakmaktan bahis etmekte idiler. Kadın, çoluk ve çocuklar, ise akın akın Trabzon’a hicret etmekte idi. Diğer taraftan Osmanlılar da istihkamattaki topları, eslihayı ve depolardaki mühimmatı harbiye ile erzak askeriyeyi İstanbul’dan gönderilmiş olan nakliye sefainine yüklemekte idiler. Ancak buyruklar yaralayıcı vazifenin esnayı ifasında kahraman Osmanlı askerinin his ettikleri elem ve kedere, heyecan ve tahura terki nüfus etmemeleri ancak bu milleti âliye ye mahsus olan meziyet itaatkaranenin galebesinden ileri geliyordu.

         Nihayet Eylül efrancinin 6.ncı günü Batum sureti resmiye ve fiiliyede Ruslara teslim olundu. Düşman kılıç kuvveti ile alamadığı bu güzel ve mühim şehre seyrana gider gibi kolayca dâhil oldu. Osmanlı memurin mülkiyesi Ruslar şehre dâhil olmadan evvel terki vazife edip gitmişlerdi. Lakin ruesâ askeriye son derece müessir ve elim bir vazifeyi ifa etmek üzere henüz mevkilerinde idiler.

         Şehri teslime gelen Prens Dmitry Petrovich Svyatopolk-Mirsky’yi Derviş Paşa beraberinde yerli İslam ve Hristiyan ahalinin murahhasları olduğu halde şehirden biraz uzağa istikbal etti. Rus başkumandanı maiyeti erkânı ile beraber olduğu halde Osmanlı süfuf (sıralar) askeriyesi önünden geçmiş ve her tabur ile zabitlerini sureti mahsusa da selamlaştı. Prens Mirsky bunu müteakip yanında Derviş Paşa ve arkasında Rus kıtaat askeriyesi olduğu halde ve beraberlerinde bulunan üç bando müzikaları ahengi saz olarak asıl şehre girmek üzere ilerlediler. Şehre biraz mesafe kalınca dört Rus taburu şark cihetindeki tepeleri işgal ettikleri gibi kıtaatı mütebakiye de limanın methalini müdafaa eden cenup istihkâmının arkasını karargâh ittihaz ettiler. İşte tam bu hareketi işgaliyenin zaman vukuunda idi ki; İki korvet ve iki teslih edilmiş nakliye sefinesinden ibaret olan bir Rus filosu Batum limanına duhul olup cenup istihkâmının önüne demirledi. Bu esnada karada Derviş Paşa ile on beş tabur kadar bir kuvvet kalmış idi ki; Bunların da sevkine meserrat olundu. Rus gemileri Osmanlı sancağını yirmi bir pare top ile selamlamışlardı. Lakin bu top sesleri sanki hain ve gaddar birer sayhayı (bağırış) tahkir ve istihza idi. Birçok hamiyetkar Osmanlı zabitanının, askerinin gözlerinden yaşlar dökülüyordu. Bu düşman selam meşumunu müteakip o nazlı ve şanlı sancak Batum kalesi gönderinden mahzun mahzun indi. Yerine Moskof bandırası, Osmanlı ve İslam cellatlığının bu timsali ifritanesi çekildi ve bu anda gemilerden yüz bir pare top ile selamlanmağa başlamıştı (*)

         Elimize geçen malumata bakılırsa Derviş Paşanın Batum ahalisi arasında pek nahoş bir nazarla görüldüğü anlaşılıyor. Bunun sebebi ise pek tabiidir. Hamiyet perveran ahali Babı Âlinin düştüğü mevkii müşkülü hakkıyla müdrik olmadıklarından şayet kendileri Ruslara mukavemete kalkar ve iyice ümit ettikleri gibi bir iki muzafferiyet de kazanırlarsa hükümeti Osmaniye’nin kendilerine muayyen ve halaskâr olabileceğini zan ediyorlardı. Hükümeti Osmaniye’nin Batum’da mümessili Derviş Paşa idi. Ahali bir aralık Ruslara karşı müdafaada bulunmak üzere Batum’daki erzak ve eslihayı miriye ye vaziyet etmeğe karar vermişler, hatta bu maksatla teşkilatı mahsusa dahi vücuda getirmiş iseler de Derviş Paşanın ikaz ve şiddeti bu belanın da tatbikine meydan vermemiş olduğundan zavallı ahalinin iğbirar, hatta hiddeti son dereceyi bulmuş idi. Batum’un tahliyesi esnasında orada bulunan bir İngiliz muhabiri yazıyor idi ki; <<Batumlular Derviş Paşanın vazifeyi askeriyesinden ziyade hissiyatı vatan perverane galeyanına tabi olacağını ümit etmişlerdi. Hâlbuki paşa; Hareketi ihtilaliyeyi katiyen tasvip etmedikten başka asayişi umumiyeyi ihlal edenlerin şiddetle cezadide olacaklarını da ilan eylemişti. Ahali paşanın hakikaten bu fikirde olduğuna elan inanmıyor ve tembihatın mehaza kendisinin muavenet hafiyesi setr etmek maksadı ile icra olunduğunu zan ediyorlardı. Nihayet Batum limanı ile civar arazinin Rusyalılara terk olunduğu ve arzu edenler için altı gün muhaceret müddeti tayin edildiği resmen ilan olununca bütün tatlı hülyalar havaya munkalib oluyordu. Bu esnada esasen Laz olan Batum mutasarrıfı hemen <Acara “Batum’a yakın kasaba”> ya çekilmiş ve orada Ruslara karşı durabilmek için vatandaşlarını tesliha ve teşvik ile uğraşmağa başlamıştı. Hatta tahliye ve teslimin ilanı üzerine mutasarrıf Derviş Paşaya bir haber göndermiş, teslim ve tahliyeyi kendisiyle dâhili vatandaşlarının asla kabul etmeyeceklerini, hatta icap ederse Batum’daki eslaha, mühimmat ve erzakı cebren almağa teşebbüs eyleyeceklerini bildirmişti. Filhakika bu esnada Batum civarına on bin kadar vatan perver tahşid (yığılma) etmiş. Muellim bir mesaile zuhuruna ramak kalmıştı. Lakin Derviş Paşanın malum olan şiddeti tekrar işi durdurdu. Ruesâ vatan perveraneden iki zat limanda yatan (Muhbir-i Sürur) firkateynine mevkufen gönderildi>>.

         Derviş paşanın mutasarrıfı devlete karşı asi telakki ederek derdesti halinde kurşuna dizilmesi veya salib olunması için Der Saadet’ten mezuniyet istediği rivayet olunur. Der Saadet’ten vürud eden cevap ise mütasarrıf istiamel silah halinde tutulursa idam olunması, lakin müsademe vukua gelmeden elde edilirse taht-el-hıfz (muhafaza altında) Der saadete gönderilmesi merkezinde imiş. Biz hakikat ahvali meydana koyacak vesaike bugün malik değiliz. Lakin nihayet mutasarrıfın arzı itaat ettiğini ve müteakiben Lazların ve Gürcülerin de itaata yanaştıklarını görüyoruz ki; Bu neticede o zaman Trabzon valisi olup ahali üzerinde nüfus azime bulunan Yusuf Paşanın semereyi mesai ve tavsiti imiş.

         Bazıları Derviş Paşanın Ruslara karşı pek fazla nezaketle muamele ettiğini ve Prens Mirsky ile Amiral tarafından verilen ziyafetlere öyle bir vakitte icabet etmesinin nahoş göründüğünü düşünmüşlerdir. Mamafih şurası itiraf olunmalıdır ki; Osmanlılığın birçok cenklerini etmiş olan bu ihtar asker hayat ve şöhretini tahtı tehlikeye koyarak evli ümeradan telakki eylediği kumandayı tatbik etmek mecburiyetinde kalmış ve tatbik etmiştir.

         O mülkü mevrusumuz güzel Batum yalılarını gaddar Moskof’a yaşlı gözler, ateşli gönüllerle bırakarak Trabzon’a hicret eden bedbaht ahalinin çektikleri meşakkati, sefaleti, Trabzon şehrinin duçar olduğu kahtı (kıtlık) burada tasvir etmeyeceğiz. Yukarıda dahi söylediğimiz gibi şu acı hatıratı uyandırmaktan maksadımız vatan parçalarının elimizden nasıl namerdane ve adeta bir şir-der-zencir (zincire vurulmuş aslan) ile istihza eder gibi gasp olunduğunu bir daha yâd ederek Osmanlı sancağı altında parlak süngüleri ile şimdi Batum’a doğru yürüyün yiğit Osmanlı ordusunun henüz kapanmamış nasıl bir derin yaranın intikamını almak üzere bulunduğunu tavzih eylemek idi. Acı olmakla beraber zan ederiz ki; Bu maksatta hâsıl oldu.

_______________________________

(*) bazı İngiliz kayıtanında bu yüz bir parelik selama Osmanlı sefaininin de iştirak ettikleri mevcut ise de bunu hakikatte olsa kabule ruhu Osmaniye’miz, himmet kavmiyemiz mani oluyor. Osmanlıların selamlayacakları bir sancak varsa o da Tevfik Huda ile pek yakında yine Batum istihkâmlarında temevvüç ettireceğimiz hilal hun alûd Osmanidir.

2,Kanunuevvel31330

Ali Rıza Seyfi

İNGİLTERE

Ve

Harbi hazırdaki mesuliyeti

         Elyevm hali harpte bulunan beş Avrupa düveli muazzaması meyanında ikisi vardır ki, “onlar da Avusturya – Macaristan ile Rusya’dır”. Bunların husumeti seneler geçtikçe tehlike kesb etmiş ve saray bu sene faciasından beri tavassut diplomatiğiyle ile tesviyesi imkan haricine gelerek bu müthiş mücadeleye sebebiyet vermiştir. Sonra, ittifak muahedeleriyle bu iki devlet gayet sıkı bir surette merbut (bağlı) diğer iki devlet, Almanya imparatorluğu ile Fransa var ki, bunların da harbe iştirak etmeleri imkân haricinde idi. Avrupa düveli muazzamasında diğer iki devlet daha var; Bu devletlerin şu guruplara karşı vaziyetleri harpten evvel en mühim noktayı nazardan birbirine müşabih (benzer) idi. İtalya’nın vasati Avrupa’daki iki müttefike karşı vaziyeti ne idiyse, İngiltere’nin Rusya ve Fransa’ya karşı vaziyeti bunun aynı idi. Binaenaleyh Avrupa ortasındaki kitleden mevkii coğrafi itibariyle pek uzak bulunan bu hükümetlerin harp vukuunda ne türlü bir tavır ve hareketi olacakları malum değildi. Bütün ahval her ikisinin de bitaraf kalacaklarını tahmin ettirmekte idi.

         İtalya hükümeti bitaraf lığın kendi menfaatine pek tevafuk edeceğine fiilen Kanaat’ını gösterdi. Bu karar, İngiltere’nin de aynı suretle bitaraf kalmasını teshil (kolaylaştırma) edebilirdi. Esasen esbabı siyasiye, iktisadiye ve insaniyet perverane İngiltere için bu hareketi nafi ve tabii gösterebilirdi. Fakat İngiltere’nin liberal kabinesi Almanya’ya derhal ilanı harp edince – başta imparator ile başvekil olduğu halde – senelerden beri bu milletin menafi ini telife çalışan bütün Almanların nefretkarane hiddetine mucip oldu. Bu kabine, esasen itirafta olunduğu üzere, İngiliz ve Fransız erkânı Harbiyeleri arasında epey zamandan beri akit edilen mukavelelere tevfik hareket ederek Fransız kuvveyi askeriyesini müthiş bir yekûn zam etmek için, denizde çarpışmakla kanaat etmeyerek, derhal bir seyyar ordu ortaya koydu.

         Şimdi mesele, İngiliz siyasetinin bu muazzam teşebbüsüne ne gibi muayyen sebeplerin tesir ettiğini anlamaktır. Şu san haftalar zarfında Londra kabinesini tahrik eden sebepleri kemali meraretle (tatsızlık), fakat yine esaslı bir surette tenkit için Almanya’da pek çok yazı yazıldı. Biz ise şu sahifelerde her türlü tarafgirlikten tecrit ederek İngiliz hükümetinin kendi lehine yazıldığı vesikaları tevkif ile iktifa edeceğiz. Bu vesikaların en mühim kısmı harbin başlamasından bir az evvel İngiltere parlamentosuna verilen ve bu eserimizde “mai kitap” namı altında gösterilen <Avrupa buhranına ait muhabirat> mevcuttur. Bu vesikayı Almanya hükümeti tarafından Reichstag’a (Türkçe okunuşu: Rayhştag), “Adolf Hitler’in Almanya’nın başına geçişine kadar Almanya Parlamentosu’nun toplandığı yerin ismidir.” Takdim olunan “Beyaz kitap” Rusya’da neşir olunan “Turuncu kitap”dan alınan bazı parçalarla ikmal edeceğiz.

*

***

– 1 –

RUS SEFERBERLİĞİ

         İngiltere maliye nezaretiyle pek sıkı münasebatı olan “Westminster gazette’in rivayetine bakılırsa, Mr. Lloyd George 19,Eylül’de irad eylediği bir nutuk umumide Almanya ile Rusya beynindeki ihtilafı kendisine has bir tarzı cazibedar ile ta’yin etmiştir.

         Almanya diyor ki! Avusturya, küçük kardeşin Sırbistan’ı boğacak, sen hala ellerin böğründe duruyorsun.

         Rusya da şu cevabı veriyor! – ya sen, bu küçük kahraman herife sakın elini sürme. Senin o zaten sallanan hükümetini parça parça tahrip ederim.

         Tarihte şimdiye kadar misli görülmeyen en kanlı mübarezelerinden birini mizahengiz bir tarzda beyan eden bu cümlelerin hiçbir kelimesini nazarı dikkatten dur tutmamakliğımız icap eder. Her halde Londra kabinesi Çar hükümetini İngiliz kavminin gözüne ne suretle göstermek istiyorsa bu tasvirde o derece vazıh bir surette o vazifeyi ifa ediyor demektir ki, o da duçarı zulüm olmuş bir masumiyet şanlı bir surette müdafaa vazifesini Rusya’ya gördürmek ve Almanya’da Avusturya – Macaristan’ı himaye etmeğe harbin bütün mesuliyetini yükletmekten ibarettir. Esasen 4,Ağustosta İngiltere başvekili tarafından meclis mebusanda irad edilen nutuk fikir esasıyla da bundan başka bir şey değildir. İngiltere hükümeti bu nutkun sureti tercümesinden binlerce nüshasını <harpte mesul olan Almanya hükümeti> namı altından bitaraf memleketlere kâmilen tevzi ettirmiştir.

         Buna karşı bir de diyebiliriz ki, atideki hadiselerin en gayri kabili cerh delili bizzat İngilizlerin mai kitabında münderiçtir. Bizim fikrimizce harbin mesuliyeti son zamana kadar tavassut müzakeresi için dost itilafını uzatmaya çalışan Almanya değil, bilakis Rusya’ya tevcih eder. Buna İngiltere hariciye nazırı da vakıftır. Hususiyle İngiltere’nin bu hare sırf küçük milletleri siyanet için girişmiş olduğuna dair vuku bulan beyanatının esassızlığını ve saik tamamıyla gösterecektir.

         Mai kitapta münderiç vesika (ancak 20,Temmuz’dan başlıyor, bu tarihten 24,Temmuz’a kadar olanları ise bidayette teati olunan birkaç telgraf nameden ibaret bulunuyor. İngiltere’nin Petersburg sefiri Sir George Buchanan, İngiliz dış işleri bakanı Sir Edward Grey’e gönderdiği gayet mühim raporların birincisi 24,Temmuz tarihlidir. Yine onun Avusturya – Macaristan’ın Sırp hükümetine verdiği nota Avrupa kabinelerine tebliğ edilmişti. Hatta o gün İngiltere sefiri Rusya hariciye nazırı Mösyö Sergei Sazonov’la bir mülakat icra etmiş, bu mülakata Fransa sefiri de iştirak etmişti. Fransa sefiri ile Sazonov, İngiltere’nin de Rusya ve Fransa ile beraber Avusturya ve Almanya’ya karşı tehditkâr bir vaziyet almak mecburiyetinde bulunacağını anlatmak için Sir Buchanan şiddetli beyanatta bulunarak mesaiyi müşterekelerini sarf ettikleri zaman İngiliz sefiri şu cevabı verdi. (numara 6, mai kitap): <<Zatı alilerinin beyanatına karşı size telgrafla bir rapor takdim edeceğim dedim.

         İngiltere hükümeti namına söz söylemek benim için bittabi kabul olamazdı. Fakat şahsen, Rusya ile Fransa’ya silahla yardım etmek hususunda vuku bulan kati bir taahhüdü büsbütün istilzam edecek veçhe ile İngiltere hükümetinden her ne suretle olursa olsun bir tebliğe intizar etmek için hiçbir sebep göremiyorum. İngiltere’nin Sırbistan’da doğrudan doğruya mevcut münafii hiç mesabesinde olduğu için bu memleket yüzünden vukua gelecek bir harp İngiliz efkârı umumiyesince hüsnü kabul göremezdi.>>

         O zaman İngiltere sefiri, ahvali hazireye göre, Rusya’nın Avusturya ya ilanı harp etmek fikrinde olup olamadığını sordu ve şu cevabı aldı;

         <<Mösyö Saronov dedi ki, kendi fikrine kalırsa, Rus seferberliği her halde icra edilmelidir. Fakat o gün öğleden sonra bütün bu mesaili müzakere için meclis vekili toplanacaktır.>>

         İngiltere sefiri raporunda şu sözleri de ilave ediyor; <<Fransa sefiri ile Mösyö Sazonov, ikisi de İngiltere hükümetinin Fransa ve Rusya ile beraber ittihadı tam dâhilinde hareket edeceklerine taahhütte bulunmaklığım için beni sıkıştırdılar.>>

         Şu malumattan artık bedahet derecesinde anlaşılıyor ki Rusların seferberliği daha 24,Temmuzdan evvel kararlaştırılmıştır.   Yoksa Sazonov seferberlik icrası lüzumundan asla bahis edemezdi. Hem garbide şurası ki, mösyö Sazonov için seferberlikten sureti umumiyede bahis ediyor. Avusturya – Macaristan’a karşı kısmen seferberlik sözünü ağzına almıyor. Hülasa anlaşılıyor ki, en geç 24.Temmuzda – ihtimal ki bu tarihten daha da evvel kendisine vesikalar tebliğ edilmiştir de bunlar mai kitaba geçirilmemiştir. – İngiltere hükümeti Rus seferberliğine be binaenaleyh Fransa – Rusya siyasetinin muhtemel olan tarzı inkişafına vakıftı. Farzı mahal olarak bu babda bazı şüphesi bile bulunmuş olsa, yine bu iki memleket diplomasısı tarafından vuku bulan tatbikatı müstacele bilzarure gözünü açmak lazımdı. Hâlbuki Avusturya’nın Sırbistan’a ilanı harbinden ziyade Rusya’nın tecavüz karane siyaseti, beş gün sonra meydana çıkınca, Avrupa ihtilafı tezahür ediyordu. <<ufak hükümetlerin müdafaasını deruhte eden bu ananevi kahraman, yani İngiltere için Sırbistan o derece cüzi bir ehemmiyeti haizdi ki, İngiltere’nin Petersburg sefiri bunu sefir menzilesinde görmüştü.

         Fakat daha sonraları, harp başladıktan sonra, Sırbistan için gittikçe kızgınlık peyda oldu. Sir Lloyd George, belâde zikr olunan nutkunda, tarihinin <<lekesiz>> olmadığını itirafa mecbur olan bu küçük milletin kahramanane mübarezesi için gayet hararetli tavırlar bulabildi.

         Belâde zikr olunan mükâlemenin ferdasında, 25,Temmuzda, İngiltere sefiri, mösyö Sazonov’la tekrar mülakat etti. Bu mülakatta seferberlik hakkında Rusya hükümetine ciddi bir ihbarda bulunmak mecburiyetinde olduğunu gördü (mai kitap, numara 18):

         <<zatı alileri sulh için icrayı nüfus etmeye fırsat buluncaya kadar Rusya’nın seferberlik icrasıyla harbi tecil etmeyeceğine kanaat tamam bulunduğunu beyan eylediğim zaman, mösyö Sazonov Rusya’nın hiçbir emeli tecavüz kârane beslemediğini ve mecburiyet görmedikçe hiçbir tedbir ittihaz etmeyeceğini söyledi. Fakat Avusturya’nın tedbiri hakikat halde Rusya’ya karşıdır. Maksadı Balkanlarda kendi hegemonyasını hükümran etmek için statükoyu alt üst etmektir.

 

BÜYÜK ALEV

Kalbine derin bir azap dolmuştu. Hiçbir şey sormamak, hiç şikâyet etmemek, ondan uzaklaşmağa çalışmak, kendini müebbetten inzivaya çekmek, o kadar hilm ile sükûnetle, hem bunu ruhunda büyük alevin ateşleri yanarken yapmak; O kuvvetli, munis aşka karşı bir adaletsizlikti. Bu kendisinin mahz adaletsizliği, ona dehşet veriyor. Ve bu kendisine ilmi aşkta daima muazzeb olan canavar bir hod-bini, müncemid bir kadın zalimiyet gibi görünüyordu. Kendine karşı isyan etti. Ferrante’yi çağırmak, ona izahat vererek, kendisine gelmesine nasihat etmek, kendisini af ettirmek için onun dizlerinin önüne atılmak isteyerek ayağa kalktı. Nihayet Ferrante yalnız, iyi ve hak perver idi. Tamam. Ferrante’ye gitmek azminde iken, elektrik çanı ihtizaz etti. Ve bitişik odada yavaş sesle konuşulduğunu işitti. Durdu, şu halde mateessüf yalnız değildi, öyle mi? Acaba odası anahtarla kilitli değil mi idi. Sağda solda her tarafta komşuları var mı? Nasıl o, onları işitiyorsa onlar da onu ve Ferrante’yi, aşklarına dair konuşurlarken işitecek değil mi idiler? Oh… Bu onlar, ne tarz, ne zavallı tarz, ne müellim, ne müstekreh bir tarzda yapılmışlardı! Sandalyesine döndü. Hiç sessiz oturdu. İşittiği seslerin kesilmesini bekledi. Belki komşular, çıkarlar giderlerdi. O vakit kendini af ettirmek için Ferrante’yi çağıracak idi. Fakat sesler biraz fasılayı sükûnetten, epeyce bir zamandan sonra, tekrar işitildi. Onlar bir erkek bir kadın idiler ki; Sessizce konuşuyorlar, arada bir vazıhen işitilen bir kelimeden seyahatlerinin hesabını yaptıkları anlaşılıyor idi.   Titredi, sandalyenin üzerinde kımıldandı. Her dakikayı sükûnette, komşularının gitmiş olmaları ümidine düşüyor idi. Fakat onlar kemali huzur bâl ve yeknesak bir tarz beyan ile asla yorulmadan, latifelerine tekrar başlıyorlardı. Grasia, bir dakika kulaklarını tıkadı. Trenin birkaç saat, fena istirahatinden sonra, asla sükûnet bulmayan asabına hücum eden bir hiddetle ağlıyor gibiydi. Bu meşum komşular da, diğer saat mesudesini çalıyorlardı. Bu kâbustan kurtulmak için, odanın penceresini açmağa gitti. Güneş odanın her tarafını okşadı. Gün tatlı ve güzel idi. Grasia, hiç başka düşüncesi, eğlencesi olmayan, çocuklar gibi caddeden gelen geçenleri seyre daldı. Böylece sağırlaşarak, oda kapısının iki defa vurulmasını işitemedi. Gelen Ferrante idi. Fakat ta’zimen girmedi. Grasia ona gülerek, gidiyor muyuz? Dedi. Bu tebessümde ilk defa bir şaleyi saadet görerek ve his ederek cevap verdi: – Evet… Grasia, onun koluna girerek, hafif yaslandı. Ona hiçbir şey söyleyemedi. Fakat gözlerinden; İyice ve ganetli ellerinde ve vücudunun her hareketinde, o kadar müstesna bir raket nasviye, o kadar samimi bir niyazı af vardı ki; Ferrante mutlaka her tezahüründe bunu anlayacaktı. Ferrante kadının yüzüne bakmak için, merdivenin gölgelerinde iki defa tevakkuf etti. Onun hareket ve tesirat zindesini, sanki kalbine hak etmek istiyordu.

         Şimdi, onları istasyon yolu üzerinde vagona girmek için gidiyorlar iken, bu mahmur sonbahar sabahında, bu iki mesut başın üzerinden bir sükûtu semavi saatinin geçtiğini kim görmüştü? Her ne kadar, onlar hiçbir şey anlamayacak, görmeyecek derecede, mekaniki bir hareketle, bütün diğer yolcuların öyle mekaniki hareket hariciyeleri gibi, fakat dâhilen öyle yalnız kendileriyle meşgul, sâkit hatta Grasia dahi tren Roma’dan hareket edinceye kadar öyle sâkit kaldı. Artık yalnız idiler. Tahta rengindeki perde, yükselen güneşe karşı çekilmişti. Firarı münazır, yalnız iki cami görünüyordu. Ferrante Garsia’nın yanına oturmuştu. Garsia’nın eli, onun ellerinin içinde, hafif sıkılıyor idi. O yüzünün peçesini kaldırmak için, bir an elini çekti. O küçük, sadık el, derakap aşkının elleri içine avdet etti. Hiçbir şey söylemiyorlardı.

Mabadı var.

 

MÜSLÜMANLARI TANIYALIM

(Rusya Çarlığı dahlindeki vilayetlerde nüfusu mevcudenin yüzdesine nisbetle ahaliyi İslamiyenin adedi.)

     Atideki cetvel bin dokuz yüz sekiz tarih miladisinde Rusya maliye nazırının tanzim etmiş olduğu bir rapordan – hemen hiçbir kısmı tayyet (silmek) edilmeksizin – iktibas (alıntı) ve nakil edilmiştir.;

Rusya-ı Avrupai

     1- Nüfusu mevcudenin yüzdesine nisbetle Ahaliyi İslamiye’nin adedi bir raddesine bile baliğ olmayan (erişmeyen) on dokuz vilayeti zikir ve tadat (sayılmış) etmeyeceğiz.

     2- Yüzde, 1 – 5 nispetinde ahaliyi islamiyeyi ihtiva eden vilayetler

                                   Vilayetler                           Yüzde

                               1- Nizhny Novgorod                2,62

                               2- Vyategra                               4,67

                               3- Perm                                     4,97

                               4- Penza                                     3,98

                              5- Saratov                                 3,92

                               6- Stavrobol                               4,39

     3- Yüzde, 5 – 10 nisbetinde ahaliyi islamiyeyi ihtiva eden vilayetler;

                                  Vilayetler                          Yüzde

                               1- Sim borsk                               8,63

                               2- Kuban                                   5,38

                               3- Chernogorsk                         5,41

     4- Yüzde, 10 -20 nisbetinde ahaliyi islamiyeyi ihtiva eden vilayetler;

                                   Vilayetler                          Yüzde

                               1- Samara                                10,47

                               2- Turid                                     13,14

                               3- Kotlaıs                                   11,12

                               4- Batum                                  11,12

                               5- Tiflis                                      17,98

     5- Yüzde 20 – 50 nisbetinde ahaliyi islamiyeyi ihtiva eden vilayetler;

                                   Vilayetler                          Yüzde

                              1- Kazan                                     28,75

                               2- Urenburg                                 22,66

                               3- Astrahan                                 30,60

                              4- Erivan                                     42,47

     6- Yüzde 50 – 55 nisbetinde ahaliyi islamiyeyi ihtiva eden vilayetler;

                                     Vilayetler                           Yüzde

                                1- Ofa (oka)                               50,03

                               2- Kars                                       50,6

                               3-Torsok                                   52,18

     7- Yüzde 60 – 80 nisbetinde ahaliyi islamiyeyi ihtiva eden vilayetler;

                                       Vilayetler                          Yüzde

                                 1- Elistavetpol                             62,97

                                 2- Orsk                                       74,15

     8- Yüzde 80 – 100 nisbetinde ahaliyi islamiyeyi ihtiva eden vilayetler;

                                       Vilayetler                          Yüzde

                                 1- Dağıstan                                93,69

                                 2- Bakü                                      82,05                                    

Rusya-ı Asyayi

     1- Beş vilayetde ahaliyi islamiyenin adedi nüfus mevcudiye nispet yüzde birden dundur (aşağı).

     2- Yüzde, 1 – 5 nisbetinde ahaliyi islamiyeyi ihtiva eden vilayetler;

                                         Vilayetler                          Yüzde

                                 1- Irkutsk                                    1,48

                                 2- Tobolsk                                   4,47

                                 3- Tomsk                                      2,12

     3- Yüzde, 65 – 80 nisbetinde ahaliyi islamiyeyi ihtiva eden vilayetler;

                                         Vilayetler                          Yüzde

                                   1- Agmolzisk                            65,43

     4- Yüzde, 80 -100 nisbetinde ahaliyi islamiyeyi ihtiva eden vilayetler;

                                          Vilayetler                          Yüzde

                                   1- Turgay                                     90,99

                                   2- Semiplatzisk                           89,71

                                 3- Semiriyeçensk                         90,18

                                   4- Srdarya                                   96,37

                                   5- Fergana                                   99,09

                                 6- Semerkand                               97,62                                  

                                7- Maverayi Hazer                       88,07

Rusya’daki milel (uluslar) ve memalik-i İslamiye (İslam memleketleri)

     Rusya’nın son tahrir (sayılmış) nüfusu – (miladi; 1897) ahali ve kabail (bir soydan türemişler) dâhil olduğu halde, yüz kırk iki milliyet tadat ediyor (sayılıyor) ki bunların kırk ikisi İslam’dır. Tahrir nüfus icra olunduğu esnada bu ahaliyi İslamiye’nin adedi on sekiz milyon raddelerinde idi. Hâlihazırda ise yirmi milyondan fazlaya baliğ olmuş olacağı bi iştibahdır (şüphesizdir).

     İslamlar, Rusya-i Avrupai’nin cenubu Şarkiye’sinden orta Volga ile Bahr-i Siyah sahillerine ve Ural Dağları, Bahr-i Hazar, Aral Gölü tarikleriyle Asya’ya mümted olup (uzayıp) Türkistan’ı da ihata eden mesafatı fasiheyi, hemen bila inkıtai (kesintisiz), işgal ederler. Yalnız Türkistan 186 756 555 hektar nisbetindeki araziyi temsil eder. Daha ileriye doğru, araziyi islamiye Çin, Afgan, İran hudutlarına kadar uzanır. Şimalden cenuba elli yedi dereceyi tuldan (boylam) otuz yedi dereceyi arza (enlem) kadar imtidat eyleyen bu mıntıkayı İslamiye kısmen birtakım vilayetleri ihtiva eder ki mukaddime (evvelden) buralara hâkim olmuş olan İslamlar şimdi nüfusu umumiyenin yüzde 20 – 50 kısmını teşkil etmektedir. Kazan, Astrahani, Erivan vilayetlerinde nüfusu İslamyenin adedi bu raddededir. Oka vilayetiyle nahiyesinden bazıları bir nispeti kesirede İslam’la meskûn olan Kafkasya gibi, diğer vilayetlerde nüfusu umumiyenin nısfından (yarısından) biraz fazla ahaliyi İslamiye mevcuttur.

     Diğer mahallerde kesifi (yoğun) Müslüman kitleleri ahalinin ekseriyeti azamesini teşkil ederler: Uralsk, Akmulnesk (Khmelnytskyi) vilayetlerinde hal böyledir. Hâsılı Türkistan, Dağıstan. Bakü gibi bazı havali vardır ki oralarda ahalinin umumiyetini temsil eden İslamlardır.

     Etnografı noktayı nazarından bu ahaliyi İslamiye’nin kâffesi (cümlesi) Türk – Tatar ırkına mensuptur: tekellüm ettikleri lisanlar muhtelif Türk lehçeleridir. Tarihen tabi oldukları saltanatı temiriyenin inhilalinden (ayrışma) sonra – Rusların Rıbkayı istilasına duçar olmadan evvel – bu milletlerin her biri kendine has olan tariki takib etmiş ise de memleketleri, her halde Timur İmparatorluğu’nun enkazını temsil eder.

   Adeten pek mühim bir millet olan tatarlar (dört milyon nüfus) Rusya Avrupa sının şarkiyle cenup şarkisini ve Rusya Asyasının garbini işgal ederler. Tatarların münkasım (taksim) oldukları muhtelif gruplar şunlardır;

     1 – Kazan Tatarları – on beşinci asır miladide orta Volga ile ona mensup olan Oka ve Kama ırmaklarının sahilinde Kazan çarlığını tesis etmiş olan Altınordu Kıpçaklarının nesilleridir. Onuncu asır miladiden beri İslamiyet’i kabul eden Kırım Bulgarlarının tesiratına maruz kalmış ve bunlarla ihtilat ve imtizac (kaynaşma) eylemiş olan Kazan tatarları – bilahare Bulgar Hükümdarlığına halef olmuş – mühim bir ticaret ve medeniyet merkezi tesis ettiler. Kendileri dini İslam’a dâhil olduktan sonra Volga sahillerinde ki diğer tatarları, Kırgızları, Başgirleri, Sibirya’daki Tatarları daireyi İslamiyet’e aldılar.

     Bin beş yüz elli iki tarihi miladiyesinde Kazan şehrinin Moskof Çarı Müthiş İvan tarafından zapt ve tahrip edilmesi tatarları, Başgirleri, Çeremisleri (çirmiş) ve hanlığa tabi olan Fin – Mongol ırkına mensup diğer bir takım milletleri Rus merbutiyetini tanımaya mahkûm etti.

     Bugün, kazan tatarları takriben bir milyon nüfus addolunuyor. Kendilerini memleketin kadim sahipleri olan Bulgarların nesl-i safi addeden ”(*) Veysiye” tarikinin müritleri bunların içinde zuhur ve teksir (çoğaltılmış) etmiştir.

     2 – Astrahan Tatarları – kadimen Astrahan yahut Seray hanlığını teşkil ederlerdi: Bu hanlık, on beşinci asır miladiden beri aşağı Volga ile Dona ve Kafkasya mabeyninde (arasında) teşkil etmiş olup bin beş yüz elli dört de Rusya tarafından istila edilmişti: İki sene sonra sureti katiyede Rus memalikine dem ve ilhak olunmuştur. Altınordu’nun payitahtı olan Saray şehrini bin beş yüz ikide Kırım Hanlarından biri tahrip etmişti. Astrahan Tatarları kısmen Hazarlarla karışan Altınordu Türk – Mongollarının nesilleri Yörüklerden, kısmen de büyük Nogay ordusunun Nogayları Kundurlardan müteşekkildir.

     3 – Kırım tatarları – iki muhtelif en muzec (numune) ırkı havidir (ihtiva eder): birincisi Nogayların hakiki nesilleri olan çöl sakinesidir: ikincisi kırım çak yahut Turidünvanı umumiyesi altında müctemi (bir araya gelmiş), Türk, Mongol ve kırımın ahaliyi asliyesine mensup Gavvet, Turid, Ermeni unsurlarının ihtilatından (karışma) husule gelen sahil ve cibal (dağ) sakinesidir. On dördüncü asır miladinin intihasına (sonuna) doğru Altınordu’dan iftirak etmiş ve uzun müddet Rusya’yı, Litvanya’yı, Polonya’yı havf ve dehşete gark eylemiş olan bu kavi Kırım Hanlığı salef elzikr devletlere karşı Bahri Siyah havzasının vasi çölleriyle muhat ve mahfuz bulunuyordu. Hilafeti Osmaniye’ye merbut olan kırım hanlığı sonraları zuhur eden ihtilafat ve nezaatı dâhiliye hesabiyle kesbi zaaf etti, nihayet Rusya İmparatoriçesi İkinci Katherina tarafından istila edildi.

     4 – Kafkasya Tatarları – Nogaylardan Karaçaylardan Komünlerden ve diğer Tatarlardan ibarettir; bunlar Kıpçakların, Nogayların ve diğer akvamı müstevliyenin (istilacı) Kafkasya’daki ahaliyi mahalliye ile ihtilatından husule gelmiş bir halita (karma) temsil ederler. Bu tatarlar bin ikiyi yüz yirmi üç tarih miladiyesin de Cengiz Hanın ordularından biri olmak üzere Kafkasya’ya gelmişler ve mütebakileri de epeyce imtidat eden bir devre zarfında vürud (olmak) etmekte devam etmişlerdir.

     5 – Kafkas tatarları başlıca Kafkasya’nın Bahri Hazere karib olan (yakın) nuvahisinde sakin olurlar. Adetleri takriben altmış bine baliğ olan Nogaylar Kuma havzasının çöllerini ve aşağı terekki cenup havalisini işgal ederler. Bu sebeple bir tarafından Astrahan tatarlarıyla, diğer cihetten gizler civarında mütemkin yirmi bin kadar Türkmen’le hemhudut bulunmaktadırlar. Daha ileride, cenupta terekk vilayetiyle Dağıstan’da Türk – Tatar bir kavim olup bir nebzede Laz ki hamil olan seksen bin komin ve kazı komine tesadüf olunur ki Derbent civarında bunlara halis tatarlarda iltihak ederler (katılırlar). Bakü şehri, nüfusu umumiyesinin yüzde ellisini teşkil eden, altmış bin Türk – Tatarı muhtevidir. Kafkas cibali azimesinin öte tarafında, Kura havzasında sakin olan tatarlar aslen sırf Türk’tür; aşağı Arekesdeki Azerbeycaniler ise İranileşmiş, fakat Türk lehçesiyle mütekellim tatarlardır.

     İstisna kabilinden olmak üzere Kafkasya’nın kısmı garbisinde de Karaçay tatarlarına tesadüf olunur. Bunlar Kuban Çayının menbalarında ikamet ederler; takriben yirmi yedi bin nüfusa maliktirler.

     Sünni ve şi’ai mezheplerine mensup olup iki milyon raddesine baliğ (erişmiş) olan bu tatarlar dini mübini İslami (İslam dinini beyan etm.) Kafkas iyenin sakeneyi kadimesi (eski sakinleri) binende (basiret kâr) neşr (yayma) ve tamime (umumileştirme) muvaffak olmuşlardır.

     Çerkez Adigeler (Çerkez ırkına verilen ad), Rusya’ya karşı açılan istiklal muharebesinin neticesinde kâmilen ortadan kayıp oldular; diğer Çerkezler, ”Kabarde”ler,” Abazeh”ler Kafkasya’nın ciheti garbiyyesinde mütemekkindir (yerleşik). Bunların adedi nüfusu iki yüz bir binden biraz fazladır. Şark cihetinde muhtelif milliyetlere mensup yirmi kadar grup bulunur ki bunlar iki sınıf dağlı ahaliye menkısım olurlar; Çeçenler, Lezgiler. Nüfusları yedi yüz binle sekiz yüz bin arasında mütereddiddir.

     Eğer Kafkasya’nın bu yerli ahalisine İran’ın vilayeti cenubiyesin de ki yüz bin Kürdi, Bakü’nün, Dağıstan’ın ve etraf ve nahiyesinin aynı miktara baliğ olan Tatulalarını (Tacik- Türklerden gayrı olanlar) Bakü’de ki on bin kadar Talişi velhasıl Tiflis, Bakü, Terek vilayetlerinde sakin birkaç bin İranlıyı ilave edersek Kafkas Müslümanlarının mecmu nüfusunu tayin etmiş oluruz.

     Rusya en evvel Bahri Hazar’da ki Derbent havalisini zapt etti. Kafkas memaliki İslam iyesinin aksamı sairesini istila etmek için Ruslar İran devletiyle birçok muharebeler etmeye ve dağlarda sakin olan kabilelerle biiman ve hunriz müsademelere girişmeye mecbur oldular. Bu muharebeler ve bu müsademeler yarım asır kadar devam etti. Nihayet on dokuzuncu asır miladiyenin nısfı ahirinde evvela Kafkasya şarki, sonra Kafkasya garbi Rus boyunduruğuna girmeğe mahkûm oldu.

     6 – Sibirya Tatarları – Türk, Mongolların Samiviyetler, Finler Ugrilerle imtizacından müteşekkil etmiş Altay Tatarlarıyla Türklerin, Özbeklerin, Sartların insali ad (nesiller) olunan Sibirya Tatarlarından ibarettir. Onu İrtiş, Tavid, İngol, Tobul, İşim çaylarının kenarlarında İslamiyet, garpla vukua gelen temasların neticesi olarak pek erken intişar etmiş (yayılmış) ve sonraları Buhara ile tesis eden münasebat hasebiyle kesp kuvvet eylemiştir. Tuna sahilinde ki hudutların reisi olan kazak Yermk Temmfovıç tarafından zapt olunup Moskof Çarı Müthiş İvan’a ithaf olunan müstakil Sibirya Hanlığı Rusya’ya sureti katiye de on yedinci asır miladiye doğru ilhak edilmiştir. Üç yüz bin nüfusa baliğ olan Sibirya Tatarları bugün hiçbir noktada mühim gruplar teşkil etmiyorlar.

     On dokuzuncu asır miladiye de Rusya hâkimiyetini diğer İslam memleketleri milletleri üzerine teşmil etti.

     İbtida, Türk – Tatar ırkına mensup Kırgız kaysakları vas’i memleketleri bidavet halinde yaşayan üç ordunun yekdiğeri müteakip tahtı itaate alınmasıyla Rus imparatorluğuna ilhak edildi. Bu üç ordunun birincisi olan küçük ordu Türkistan’dan Ural nehrine kadar uzanan ciheti garbiyyesini işgal eder; orta ordunun sakin olduğu arazi onu havzasıyla Aral- Hazar mailesinin ma binindedir; büyük ordu Balkaş gölü ile Tiyanşan arasında münteşirdir. Ural’ın garbinde sakin olup üç yüz bin nüfusu havi olan üç ordu ile Tiyanşan, Altay, Pamir vadilerinde mütemekkin (yerleşik) kare Kırgızlar da dâhil hesap edilince Kırgızların mecmua nüfusu dört milyondan fazlaya baliğ olur.

     İşte böylece Kırgızlar aşağı Volga ile Türkistan ve irtişle Amudarya aralarında kâin yeknesak, senkistan çöllerden ibaret olan havalide yaşarlar ve Çöller Eyaletinin nüfusu itibariyle en kesif ahalisini teşkil ederler.

     Tatarların icra ettikleri tesir ile mezhebi Sünni’yi kabul etmişlerse de bazı bedperstane akideleri ve kadim din milliyeleri olan şaman iyeye ait bir takım e’amali ilan muhafaza ve icra etmektedirler.

     (Ufa, Perm, Uzenburg vilayetlerinde mukim olup r’ay hayvanat ve zıraatle meşgul olan Başgirler, Çuvaşlar Çeremisiler, Mordoyünlar, Vutyaklar kadimen Kazan Hanlığına tabiydiler; Rusya tarafından Kazan hanlığının istila edilmesiyle onlar da Rus ta’biyetine geçtiler.

     Rusya İmparatorluğu’nun Asya Vasıtaya (orta Asya) doğru tedricen etsaiyi on dokuzuncu asrın nısfı ahirinde Bahri Siyah ‘tan Çin’e kadar mevcut olan İslam hükümetlerini aheste aheste bali ve imha eyledi.

     Bin sekiz yüz kırk dört tarih miladiyesinde şimali garbı Kırgızlarının tahtı ita’te alınmasıyle Türkistan’da teesüs eden Rus Hükümeti bittabi tevsii (genişledi) etti.

   Ruslar yeni tabiyelerini muhafaza ve himaye etmek bahanesiyle Hokand Hanlığı’na ilanı harp edip Oliayata, Taşkent şehirlerini zapt ettiler. Hokand meselesine müdahale eden Buhara emiri bin sekiz yüz altmışaltı tarih miladiyesinde mağlup edildi. Yine bu seneler zarfında Ruslar Hacned, Oratorya ve Cizak şehirlerini istila eylediler.

     Bin sekiz yüz altmış sekizde Semerkant Bahara Emirinden alındı. Rusya hükümetine karşı kıyam etmiş olan Kırgızlara kuvveyi imdadiye gönderen Have hanlığının istiklali refi edilerek ( milad: 1873) mecazat olunup Amudarya’nın sahil temininde ki arazide istila edildi. Hokand Hanlığının ilhakı (milad; 1870- 1876) ; İliy vadisinin Çin Hükümetinden ahzi (alınması) (miladi; 1881) Göktepe, Aşkabat, Sehas şehirlerinin zaptından sonra Bahri Hazar la Amudarya bininde kâin Türkmen memleketinin teshiri (Milad: 1881- 1884) ve Merve deki dört hanlığın kendiliğinden inkiyadı (milad: 1884); asrı ahirin nihayetinde Pamir taraflarında Afganlılardan istihsal olunan imtiyazat yekdiğeri takiben Rus müstemlekatını tevsi ve imparatorluğun nüfus umumiyesini beş milyondan fazla tebaa cedidei İslamiyenin iltihakıyla tezyid eyledi (çoğaldı).

     O beş milyon nüfusu İslamiyenin selasini teşkil eden Kırgızlar ihraç edildiği takdirde mütebaki nüfus şu kavimlerden müteşekkildir;

     Türkmenler, nim hazarı (yarı şehirli), nim bedevi olup Bahr-ı Hazar’dan Afganistan’a kadar mümtad olan arazi de mütemekkindir; bunların adedi nüfusu takriben üç yüz bine baliğ olur ve kâffesi Sünni mezhep Müslümandır.

   Karakalpaklar, ırk itibariyle Türkmenlerle Kırgızlara mensuptur; aşağı Sirdarya ile Hokand nahiyesinde sakindir. Karakalpakların nüfusu takriben bir milyondur.

     Saretler, Fars ve Türk unsurlarının imtizacından husule gelmiş bir kavimdir ki nüfusu takriben bir milyondur. Bunlar Türkistan’ın en mütemeddin ahalisini teşkil ederler; Fergane, Siri derya (Seyhun) vilayetleriyle diğer vilayetlerin kasabalarında tütün ekmektedirler. Cümleten Sünni mezhep Müslüman olup bazıları Fars, bazıları Türk lisanıyla tekellüm ederler.

     Tacikler, bilhassa Semerkand, Siri derya (Seyhun), Fergana vilayetlerinde mütemekkin olup ziraat ve ticaretle meşgul olurlar; kaffesı Farisi lisaniyle tekellüm eder. Taciklerin nüfusu beş yüz bin raddesinde olmak üzere tahmin ediliyor.

    Özbekler, Türk – Tatar ırkına mensuptur; yedi yüz binden fazla nüfusa maliktir. Beş yüz bini Semerkand vilayetinde, yüz elli binden ziyadesi Fergana’da, almış dört bini Sirdarya da sakin olmaktadır. Uzun müddetten beri bedavet (çölde oturan) halinde yaşayan Özbekler refte refte (gitgide) hazarai (şehirli) hayatı kabul etmeye başlamışlardı.

     Anif-üz-zikr (biraz evvel zikredilen) bu kavimlere Türk, Tatar ,Ari, Dungan (Çin Müslümanları) unsurlarının imtizacından husule gelmiş olan Tarancıları da ilave etmelidir. Ziraatla meşgul olan Tarancıar Samiyere Çinsk vilayetinde ikamet ederler.

     Rusya İmparatorluğunun zir (en düşük) hâkimiyetinde müctemi olan milel ve ikvamı İslamiye işte bunlardır. Bütün Rusya Avrupai de bazı ehemmiyetsiz gruplara bir takım müteferrik ailelere daha tesadüf edilir. Bunların nüfusu şarka doğru takrib edildikçe yüzde 4 – 5 raddesine baliğ olur.

     Gerek nüfus-u Rusya’da, gerek Rus himayesi altındaki hükümetlerde nüfus-u İslamiyenin mecmuu yirmi milyona baliğ olur ki bütün Rus İmparatorluğu nüfus umumiyesinin yedide birini teşkil eder.

Latifullah Ahmed    

(*) Bu tarikte, fahri kâinatın (kâinatın şerefli) zamanı saadet nişanında Arabistan’da başlamış ”Veys” namında gayet mukaddes bir zata müntehi olduğundan, Veysiye denilmiştir. Tarikatı Veysiye Volga ve Kama sahillerinde, dokuzuncu asır miladide, seyahat tarikiyle gelen sahayi ebnai garbiden üç zat tarafından talim ve neşr edilmiş bu ricali saliseden biri saadattan zebirbin ceddedir ki Bagar Hükümdarı Haydar Han’a telkini iman etmiştir. Asıl mahiyyei tarikat, meşaihi veysiyenin otuz ikincisi olan derdmend (dertli) derviş Bahaiddin Veys’dir. Kazan vilayeti dahilinde Maloyn isminde bir köyde doğmuştur. Bin sekiz yüz seksen dört tarih miladiyesinde Rusya Hükümeti Veysiye müntesiblerini tevkif edip bazılarını idama, birçoğunu nefyye (sürgün) mahkûm etmiştir. Bahaiddin Veysi ise muhtell (berbat) eşşuur olduğu bahanesiyle bir darülşifaya hapis edilip dokuz sene sonra orada vefat etti.

Mütercim: Ayşe Önem Aydoğar

 

 

 

0486_0026-74_Page_10

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir

Bu site, istenmeyenleri azaltmak için Akismet kullanıyor. Yorum verilerinizin nasıl işlendiği hakkında daha fazla bilgi edinin.