DONANMA MECMUASI 79 – 1,Şubat,1915 Pazartesi

DONANMA MECMUASI 79 – 1,Şubat,1915 Pazartesi.

0486_0031-79_Page_010486_0031-79_Page_01.jpg - 3

19,Kanunuevvel,1330 – 16,Rebiülevvel,1333

0486_0031-79_Page_02DONANMA

Cihâd fi-sebil-illâh tezahürat-ı ulviyyesinden.

Medine-i münevvere ’de otuz bin Müslüman içtimaıyla hücreyi muattaradan çıkarılan sancâk-ı şerif altında cihâd-ı ekber takdisi ve bu hususta ahd ve mîsâk edilmesi.

Şimal denizi muharebe-i bahriyesi

     Alman filosu menakıb (övünç) şecaatine (yiğitlik) bir sahifeyi zerrin daha ilave etti. Kânûn-i Sânî’yi efrancinin 24 ncü günü sabahleyin SMS Derfflinger, SMS Seydlitz, SMS Moltke, SMS Blücher zırhlılarıyla muavin kruvazör ve torpido muhriplerinden mürekkep bir Alman filosu HMS Lion, HMS Tiger, HMS Princess Royal, HMS New Zealand, HMS Indomitable zırhlılarından ve bir çok muavin kruvazör ve torpido muhriplerinden mürekkeb bir İngiliz filosuna Heligoland adasının 70 mil garbında tesadüf ederek üç saat harp etmiş ve İngilizlerin kuvayı faike sahibi olmalarına rağmen HMS Lion ve HMS Tiger dretnotları mühim surette hasar zede bir saff-ı harp zırhlısıyla iki torpido muhribi gark olmuş ve çekilip gitmişlerdir. Almanlar bu muharebede SMS Blücher kruvazörünü zayi etmişlerdir.

     Şimal denizinde Alman – İngiliz filoları arasında vukua gelen muharebe-i bahriye hakkında tafsilat ve mutalaatı havi makale-i mahsusayı gelecek nüshamıza derç edeceğiz.

BİZLER VE ONLAR

     Şekli hayat ve terbiyemizin, ananemizin, mukaddesatımızın tesiriyle olduğuna şüphe olmayan bir takım farklar, mübayenetler bizlerle onlar, Avrupalılar arasında mühim bir hatt-ı fâsıl (ayırıcı çizgi) teşkil eder. Hatta bu farkların zevahire ait olan aksamı erbab-ı kalemimizden biri tarafından mizah tarzında yazılmıştır. Ancak bahşımız usûl-ü muaşerete ait olan harekatı tetkikten ziyade ruhiyata müteallik olan başlıca farkları tetebbua inhisar edeceğinden onu hemen mecburiyetindeyiz. Zaten bu bizi alakadar etmez.

     İnsanlar, maddiyat kadar maneviyatın da muhtacıdır. Hal-i vahşetten tekmil medeniyenin son haddine kadar hiçbir fert içtimaı az çok bunun tesirinden kurtulamamıştır. Çünkü bu ihtiyaç rev hivan nazarında en mühim bir amil-i hayat olan ümit ile münasebettardır. Ümitte manevi bir şeydir. Onda maddiyet tesirini gösterse maksat hasıl olmuş demektir. Ümidin vücudu yoktur. Maneviyat da bir sermaye-i maddi gibi insanlarda büyük bir unsur-u hayatıdır. Onun kuvveti, zaafı sahibinin kuvveti ve zaafında yegane müessir olmaktadır.

     Şu ufak mukaddeme ile bastına (açıklama) çalıştığımız mesele sulhta, harpte nerede olursa olsun ruhiyatı, maneviyatı kuvvetli olan heyeti içtimaiyenin teşebbüsatında, harekatında muvaffak olması ihtimalinin yüzde doksan derecesinde galip olduğunu ve şu kar ve zarar alemdeki hissemizde hasımlarımıza bu cihetten de faik bulunduğumuzu anlatmaktır.

     Filhakika harp, topla, tüfekle, cephane ile edilir gibi görünürse de onu insanlar eder. İnsanların da vücudundan ziyade ruhu eder. Çünkü harpte vücudun maddeten nef’i (fayda) değil zararı vardır. Bu sebeple o hareket mezbuhane (boğazlanırcasına) ancak ruhun tesiriyle olur. Ruhun kuvveti de maneviyatın müzaheretiyle mütenasiptir. Her gün düveli muharebe, ordularının ahvaline dair neşir eyledikleri raporlarda ordularının topu, tüfeği mebzul olduğundan hiç bahis yokken daima askerin kuvveyi maneviyesi mükemmel olduğu beyan edilmektedir. Bu da gösterir ki son derece maddiyat perest olan Avrupa bile hadd devrelerde maneviyatın tesirinden kurtulamıyorlar. Ona arz-ı ihtiyaç ediyorlar.

     Şu ihtiyaç, insanların zayıf fıtriyesini (yaradılış) mümkün mertebe tadil için his edilmektedir. Heyet-i başarıyenin hepsi az çok meseleyi tetkik ve teferrüs (sezgi) etmiş fakat pek azı bu yolda mühim çareler elde etmek mazhariyetinde bulunmuştur. Maneviyatı insanlarda yükselten en büyük amil, dindir.

     Bu husustaki içtimai çareler, terbiye-i ibtidaiyede verilen fikirler, bir müesser dini kadar haiz-i ehemmiyet değildir.

     Binaenaleyh muhasımlarımıza karşı tefevvukumuzu temin edecek en mühim amil, dinimizdir. Alâik-i (alaka) diniviyesini kendi kendine ıslahtan aciz olan insanların böyle kayıt tahtında yaşamaları bir lüzum-u ali hilkattir. Bundan istiğna (naz etme) tesirat-ı ictimaiyeyi inkar olur ki beyhude bir şeydir. Fakat Avrupa bugün bu lüzumun kısmen münkeri (inkar), kısmen de bir tâbi bi-haberi gibi bir vaz meşkük içerisinde bulunmaktadır. Biz ise, İslamiyet’in habl-i metinine (İslamiyet) sarılmış, yek dil ve can bir heyet-i mecmua, bir kitleyi muhdeyiz. Alelhusus bu kitlenin sevildiğimiz gibi maneviyat itibariyle ruhiyatı takviye bulmuştur. Bizler kadar mütevekkil, sabır hiçbir kavim bulunmaz. İslam’da yeis ve nevmid (ümitsiz) yoktur. Meyus olmayan heyetler içinde muvaffakıyet muhakkaktır. Garbın bizde en ziyade nazarı dikkati celb olarak gördüğü keyfiyetlerden biri de takdir-i ilahiye tevdii nefs etmek keyfiyetidir. Bugün oranın mütefekkirini bizim şu haslet-i ruhiyemizi kendi fertlerinde görselerdi cidden bahtiyar addolunurlardı. İslam’dan takdirin tevekkellik dereceyi tesirine en büyük delil de intiharın şedîden men edilmesidir. Meyus olmak mümteni (çekinen) olan bir şer’i için bunu men etmek elbette elzemdir. Avrupa hayat içtimaiyesinde gördüğümüz binlerce fecayıan (musibet) bizde lehelhamd hiçbir manzur (görülen) değildir. Alel husus oralarda birer muazzeleyi içtimaiye şeklinde olan sosyalistlik, anti militaristlik gibi şeylerde bizim için ilelebet meçhul kalacak mahiyettedir. Çünkü bütün bu gayri tabiilikler zayıf maddi ve manevinin tesiri müşterekinden mütevellitdir. Maneviyat hususunda Avrupalıların fikirlerine ufak bir misal arz etmek isteriz.

     Tayyarecilik elyevm muhataralı (tehlikeli) bir sanattır. Her an için onda tehlike melhuzdur. Fezayı bi-payanda alâikden (ilgili) mücerred (yalnız) bir halde uçan taire, altındaki makinadan başka istinatgâh olmazsa o makina bozulunca tair daha düşmeden bir mevt-i ruhuya uğrar. En müthiş anında istinatgâhsız kalmak kadar elim şu tasavvur edilemez. İşte bu noksanı telafi için Frenkler gülünç bir vasıtaya müracaat etmektedirler. Müselles el şekil bir demir parçası üzerine “abra – kadabra” kelimesini Latin harfiyle yazıp boyunlarına asıyorlar. Bundan ilahi bir muavenet bekliyorlar. İşte maneviyatta yoksulluk insanı böyle kendilerine bile gülünç eder.

     Elhasıl, mesrudatımız (söylenen) şuraya gelecek ki, bu büyük muharebede biz düşmanlarımızın malik olmadığı bir silahla da mücehheziz. O da kuvveti ruh ve kavi maneviyedir. Yukarıdaki birkaç satırla anlatmağa çalıştığımız da bu silahın ehemmiyeti keyfiyetidir. Halkımızın, zaten böyle bir silahla mücehhez olduğu her adımda görülmüyor mu? Herkes vazifesiyle, işiyle meşgul. Hayatı tabiiyede hiçbir fevkaladelik nümâyan (görünen) olmuyor. Herkeste bir itimat fevz (zafer) ve felâh (kurtuluş). Neden? Çünkü bu devlet tevfikat rabbaniyeye müstenid ve bu din hafzı samedâniyye (ilahi lütuf) mevdua (verilen) değil midir? Onun için bize bu muarekede (kavga) üzerimize tevcih eden vazifeyi yapmakla beraber kemali ümitle zafer ve felaha intizar etmek düşer. Çünkü İslam bu fevz ve felâh ile, bu nusret-i muntazıra ile zaten mübeşşirdir.

-donanma-

İSTİHLAS MUHAREBELERİ

*****

1815 – 1915

* Geçen nüshadan mabad *

     1812 kışı beş altı seneden beri bıkmaz bir azim ve intizam ile intikama çalışan Prusyalılara muvad dakikayı halasın çaldığını efham eyledi. Napolyon Bonapart’ın büyük ordusu Rusya’nın şedit ve amansız soğukları önünde perişan ve münhezim bir halde geri dönüyordu. Berezina’da son enkazını bırakan bu sefil ordu Viyana’da ekserisi aç ve çıplak olmak üzere ancak on bin kişilik bir kuvvetle Nyemen’i geçmiş, Napolyon kaderin bu na-gehani darbesi karşısında seri bir meşy (yürüme) ile Paris’e avdete mecbur olmuştu. Prusyalılarca irsi düşmandan intikam almak için bundan daha münasip vakit olamazdı. Azıcık ihmal ve terahi (gevşeklik) her şeyin kayıp olmasını intaç edecek ve Napolyon Fransa’nın tükenmek bilmeyen menâbi kuvvasından yeni bir ordu talim ve teçhizine mukadder olduğu gün intikam ve istiklal hülyalarına uzun bir zaman için elveda demek lazım gelecekti. Prusyalılar başta kralları olmak üzere bu hakikati takdir eylemişlerdi. Diğer taraftan imparatorun taglibi karşısında Rusya’ya ilticaya mecbur kalan Schtein, Gerhard von Scharnhorst, Karl August, Prince von Hardenberg (Freiherr “baron” von Hardenberg diye de adlandırılmıştır. 31.Mayıs.1750 – 26,Kasım,1822) gibi rical Rus ordusuyla beraber tekrar Prusya’ya girmişler ve milleti kıyama davet için Königsberg’de umumi bir meclis toplayarak Landover ve gönüllü teşkilatına başlamışlardı. Prusya kralının Napolyon maiyetine mecburen ilhak eylediği General Yorck’da vatanını felaketten kurtarmak için Bonapart’a karşı ref’ leva isyan ediyor ve bütün Prusya onu bir heyecanı vatanperverane ile sarsılıyordu. Kral Friedrich – Giyomda akıbet bu umumi cereyana mukavemet kabil olmayacağını anlamış ve daha ziyade serbest hane hareket etmek için Berlin’den Breslav’a gelmişti. Orada Prusya toprağının düşman istilasından ne suretle kurtulacağı hakkında mukerrerat ittihaz ediyor; Ordu kadroları seferber hale irca edilerek bu suretle gönüllülerden maada mükemmelen malum ve mücehhez yüz elli bin kişilik bir kuvvet toplanıyordu. Ricali siyasiye bir taraftan Rusya, Avusturya, İsveç, İngiltere ve sair ufak Alman hükümetleriyle Napolyon aleyhine bir ittifak akdine çalışıyorken, diğer taraftan ya istiklal ve hayatlarını müebbeden kayıp etmek veyahut düşmanlarını memleketlerinden tard ile Jena’nın siyah lekesini temizlemek isteyen Prusyalılar boş durmuyorlar; Memleketlerinde kalmış olan müteferrik Fransız kıtaatını büyük kahramanlıklarla tepeliyorlardı. Kral Breslav’da milletine hitaben “bir Prusyalı namussuz yaşayamaz!” cümleyi meşhuresiyle başlayan bir beyanname neşir ediyor ve bütün Prusyalıları kadın, erkek, genç, ihtiyar silah başına çağırıyordu. Beyannamede nefir-i ammın (herkesin) vazifesi şu suretle hülasa edilmişti.

     <<ellerinde silah bulunmayan bütün köylüler mızrak, sapan demiri, orak, balta, velhasıl ne bulurlar ise bunlarla silahlanacak ve düşmanla ölünceye kadar çarpışacaktır. Düşmanın erzak ve sihhiye kafilelerine, cephane kollarına, münferid kıtalarına serian taarruz ve bunlar imha olunacaktır.

     Köylüler, kuvvetli düşman kıtaatının takribi halinde evlerini yakacak, köprüleri bozacak, değirmenleri kıracak, gayri kabili nakil erzak ve hayvanatı imha edecek, çuvalları, fıçıları parçalayacak, kayıkların diplerini delecek ve ormanlara çekilecektir.

     Düşman istilası altında bulunan bilumum yerlerde düğün, balo, müsamere katiyen memnudur. >> ve filhakika bütün Prusyalılar bu vesayaye (vasiyet) büyük bir fedakarlıkla ittiba (uyum) ediyor ve Fransızlar bu savleti müntekimane karşısında mütehavvir ve perişan kaçmaktan başka bir şeyi yapamıyorlardı. Vatanı ecnebi boyunduruğundan kurtarmak için Prusyalıların gösterdikleri şecaat, fedakarlık ve istihkarı mevt cidden hayret efza bir derecede idi. Muharebelerde ölenler memnun ve müftehir yerlerini köydeki saflara terk ederken muhtezir gözleriyle uzakları, rayın ve Fransa ufuklarını gösteriyorlar; Köyde kalanlar şadan ve cesur; <Almanya! Almanya! Sen her şeyden yükseksin!> sayhalarıyla bu boşlukları doldurmağa koşuyorlardı. Yaralılar, silahsızlar bile parmakları ve dişleriyle boğuşmaktan müstesna bir zevk alıyor. Berlin’de açılan müdafaayı milliye sandığı genç nişanlıların altın yüzükleri, fakir, taze kızların lepiska saçları, zenginlerin elmaslarıyla doluyordu.

     Bu heyecan ve galeyan içindeki Prusya ile altı sene evvelki Jena’daki mağlup Prusya arasında belki on asırlık bir fark vardı!

     Artık kendisini biraz toplamağa muvaffak olan Napolyonda büyük bir ordu ile Prusya ya doğru yürüyor ve aklınca önünde hiçbir mani ve hail tanımayan bu fırtınaya sedrah olmak istiyordu. Lakin gerek Prusyalıların fedakarlık ve besaleti, harika derecesine varan kahramanlığı ve gerek bu galeyan vatanperveraneyi idare eyleyen ricalin azim ve metaneti karşısında hiçbir şeyi yapmağa muvaffak olamıyor. Kaçbah’ta en mutemed kumandanlarından birisini kati bir hezimete uğratan ve Prusyalılar arasında General Friedrich, General İleri (bu unvan halk tarafından verilmiş, Almanca Ran wie Blücher) ! Unvanını kazanmış ihtiyar fakat vatanperver Blücher’in şirane (aslan gibi) yürüyüşleri önünde Lutsen ve Butsen muzafferiyetlerinden hiçbir istifade temin edemeyerek Leipzig’e kadar çekiliyordu.

     Leipzig Prusya’nın talanı ve Napolyon’un nikbetini tayin ediyordu. Gerek Blücher ile Trachenburg ve gerek Napolyon bu hakikati tayin eyledikleri cihetle büyük bir hırs ve inat ile harp ediyorlar; Ölmek fakat mağlüp olmamak istiyorlardı. Bu harpte en ziyade temeyyüz eyleyen General Blücher ile maiyetindeki Prusyalılar idi. Umumiyet itibariyle pek o kadar mükemmel teçhiz edilmemiş, yalnız başlarındaki “kral ve vatan için Allah’la beraber” cümlesi yazılı Metse denilen şapkalarla kabili tefrik Prusya askerleri kurşun ve gülle yağmurları karşısında ölümü müstesna bir fedakarlıkla karşılıyorlar, ölüyorlar, boğuşuyorlar fakat ricatı asla hatırlarına getirmiyorlardı. Asrın en kanlı bir ma’rekesi (meydan savaşı) olan ve tamam üç gün ümitdar eyleyen bu badire işte bu cidden müstesna asar-ı azim ve fedakarı sayesinde müttefiklerin, daha doğrusu Prusyalıların galibiyeti katiyesiyle neticelenmiş ve bütün Almanya senelerden beri kanını emen bir düşman kaharın zalim ayakları altında ezilmekten kurtulmuştu.

– Mabadı var –

0486_0031-79_Page_05

Cihâd fi-sebil-illâh tezahürat-ı ulviyyesinden: Medine-i münevvere ’de mücahidinin meydan_ı gazaya haraketleri

IRAK ARBADE

***

İngiliz tecavüzünün sebeb ve neticeleri  

     Devleti aliye – i’tilaf müselles harbinin ilanını müteakip İngilizlerin derhal faaliyet göstermeğe başladıkları sahalardan birincisi Irak-ı Arab’ın “Fırat ve Dicle nehirleri arasındaki bölge” – Basra vilayeti dahiline mütesadüf – havali-i cenubiye si oldu. Müslümanlığın ezeli ve irsi düşmanı olan üç devleti muazzama ile harbe mecbur kaldığımız takdirde ne gibi fedakarlıkları iktiham mecburiyetinde bulunacağımız pek ala düşünülmüş ve böyle bir harbin tevlid edeceği kaffeyi ihtimalat meyanında Irak-ı Arap cihetince de bir İngiliz tahattisine maruz kalacağımız hesap edilmişti.

     Filhakika düşmanımız işe her şeyden evvel Basra sahillerine ve şatt-ül-Arab (Fırat ve Dicle nehirlerinin birleştiği yer) havzasına tecavüzden başlamış ve kendi hayati ihtiyaçlarından artırabildiği kuvvetlerle buralarda bir takım oyunlar oynamağa çalışmakta bulunmuştur.

     Karargahı âliyenin arada sırada matbuata vuku bulan tebligatı İngiliz harekatı hakkında efkarı umumiyeyi tenvir etmektedir. Bununla beraber herkeste Irak-ı Arab’ın böyle birden bire İngilizlerce birinci derecede bir darülharekât addedilmesine ne gibi sebeplerin tesir ettiğini ve bu cidden serseriyane teşebbüsten ne gibi neticeler husule geleceğini öğrenmek merakı bittabi zail olmadığından bu sırada maziyi ve hali mukayese ile gerek bu tahattiyi tevlid eden sebepler ve gerek muhtemel neticeler hakkında biraz mütalaa dermeyan etmeği zait ad eylemiyoruz.

     İngilizlerin hemen harbin haftasına yakın bir zamanda şatt-ül-Arab’a münasibine oldukça kuvvetli müfrezeler çıkara bilmeleri ve gambotlarının himayesiyle – vaki pek azim telefat ve zayiata duçar olarak – bu kuvvetleri şimale doğru sevk etmeleri esasen pek vazıh olan bir hakikati bir kere daha meydanı sübuta çıkarmıştır ki; O da düşmanlarımızın bizimle icrayı harbe henüz kati bir bitaraflık muhafaza ettiğimiz zamanlarda karar vermiş olmalarıdır. Filhakika İngilizler de – Moskoflar gibi – herçi-bâd-âbâd (ister istemez) bize taarruza karar vermemiş ve bunun için hayli zamandan beri hazırlanmamış olsalardı; Bir hafta kadar az bir müddet zarfında kendilerine dinen ve ırken düşman bir memlekette icrayı taarruza kadar bir heyeti seferiye yi şatt mensubuna mümkün değil çıkaramazlar ve buralarda olsa olsa şimdi Bahrisefid sahillerimizde yaptıkları gibi gemileriyle başı boş bir takım taarruzlarda bulunmakla iktifa ederlerdi.

     Halbuki İngilizler dünya yı herc ü merc eden umumi harbin tevlid ettiği fırsattan istifade ile Belücistan ve cenubi İran’dan sonra yegane matmah-ı nazarları (göz dikilen) olan Basra körfezi kıyılarıyla Şatt-ül-Arab vadisinden hükümeti Osmaniye ye bir darbe indirmeğe ve bu sayede pek uzun senelerden beri bu havalide ekmeğe çalıştıkları tefrika, nifak, fesat, iğtişaş tohumlarını bir de bu hareketi fiiliyye ile tetviç etmeğe karar vermişlerdir.

     Hindistan istilası tamam olduktan ve onu bir feveran ile zuhur eden bazı mevzii ihtilaller kan ve ateşle boğulduktan sonra İngilizler her karış toprağında pek mebzul hayat ve servet eserleri fışkıran bu zengin yurdu adeta gözlerden bile kıskanmağa başlamışlar ve bir taraftan ona vatanı (Britanya Adalarını) bu kıymettar süt nineye (Hindistan’a) her türlü taarruzdan emin yollarla rabt ve isal eylemeğe çalıştıkları gibi garben, şimalen ve şarken de muhtemel bazı tecavüzlere karşı demirden bir çember germek arzusuna düşmüşlerdir. Garben Birmanya (Myanmar) ile İrrawaddy nehri havzasının istila ve zabt olunması; Şimalen Tibet yaylasının himaye altına alınması, şarken Belücistan’ın Nepal’in fethi ve Afganistan istiklal siyasiyesinin İngiliz hesabına kasr ve tehdidi ve bu memleketin münasebatı hariciyeden hemen hemen kamilen tecridi hep Hindistan’ın masuniyeti arzusuyla çizilen hatt-ı hareketin neticelerinden idi.

     Lakin İngilizlerin endişeyi kelbi (köpeğe ait) bununla zail olmuyordu. Cebelitarık ve Sebte boğazı ve Malta adasıyla Bahrisefide, Suveyş kanalı ve bab’ül Mendep sahilindeki Aden mevkiiyle Bahri Ahmer’e ve Bahri Muhid Hindi’ye hakim olan İngiltere Hindistan yollarından birisini de Anadolu ve Irak-ı Arabi baştan başa kat ederek Basra körfezinde ve hatta daha ziyade şarka tevcihle cenubi İran’dan geçerek Belücistan sınırlarında veya Umman ve Muskat’a inerek Bahri Muhit Hindi’de nihayet bulacak bir demir yolunun teşekkül edeceğini ve bunun en kısa bir yol olacağını unutmuyor ve bilhassa sırf memleketimize biraz refah ve umran vermek için yaptırdığımız Bağdat hattı kebirinin inşasına mümânaat veya bu imtiyazı kendi lehine tadil ettiremediği günden itibaren ne olursa olsun zıkr eylediğimiz havaliyi de nüfusu katiyesi altına almak emeline düşmüş bulunuyordu.

     Bunun için İngiliz tabiyeyi siyasiyesince yapılacak ilk şey müdahaleyi faaliye devresine intizaren göz koyduğu bu mıntıkalarda bin türlü ifadet ile, hile ve entrikalarla bir iğtişaş muhiti hazırlamaktan ibaretti. Bir taraftan cenubi İran rüesası (reisler) ve diğer taraftan Umman, Muskat, Necid Basra ve havalisi aşiretlerinin meşâyihi (şeyhler) arasındaki muhasede (çekememezlik) ve diğer taraftan etek etek serpilen paralar; Vapur, vapur gönderilen esliha ve mühimmat, bol bol verilen vaadler bu cahil muhit içinde İngiliz fesadı tahammüllerinin neşvünema bulmasına yardım ediyor ve bu tezebzüb (karışıklık) hem devleti Osmaniye ve hem de devleti İran’iye için cidden müşkilatdavi bir kerha (firengi) teşkil ediyordu. Rusların şimali İran’ı istilasından sonra İngilizler cenubi İran’dan istedikleri gibi istifade fırsatını ele geçirmiş oldular. 1907’de bu iki hûn-perest hükümet arasında aktedilen bir i’tilafname İngilizlere cenubi İran’da hemen hemen Basra körfezi sahilindeki bu şeridden itibaren Fars, Kirman, Deşt Hamun ilh… Eyaletlerini bila hatve Belücistan hudutlarına kadar mümtedd bir mıntıkayı nüfuz ayırdı. Artık İngilizler bu havalide istedikleri gibi hareket edeceklerdi. Şimdi iş bir de Basra körfezinin şimal ve garp sahillerine hakim olmağa kalıyordu. İngilizlerin bu maksada ayırmak için Bağdat demir yolunun Basra ve Kuveyt’e kadar temdit edilmesine karşı haksız olarak çıkardıkları binlerce müşkülat ve bu hususta Almanya ve İngiltere ile devleti Osmaniye arasında cereyan eden ve bir aralık pek buhranlı bir şekil alan müzakerat ile bunların netayici malumdur. İngiltere burada İran’da olduğu gibi kolayca muvaffak olamıyordu. Hatta na-müşayih arasında bazen mukatelelere müncer olan münaferatlar, ne paralar, ne de Basra körfezinde bila lüzum ve bila sebep ayrılmayan İngiliz harp gemilerinin nümayişleri ve hatta bazen kaçakçılığı men gibi bahanelerle nim müstakil emaretler sahillerine asker ihracı teşebbüsleri matlubu neticeyi vermiyordu. Onun için İngilizler kendileri namına pek müsait bir zemin hazırladıklarını zan ettikleri bu sahada fiili bir harekete teşebbüs etmek ve devleti Osmaniye’yi bir emri vaki karşısında bulundurmak için münasip bir fırsatın zuhuruna müterakkıb (bekleyen) idiler. Pek büyük ihtirasların mevludu olan harbi umuminin zuhuru vilayeti şarkiye için yutkunup duran Rusya, Suriye ve Arazi-i Filistin uğrunda can veren Fransa ile beraber Saint James kabinesince de intizar olunan fırsatı hazırladı ve etrafında, kendi hayat ve istiklali için bunca entrikalar tedvir edilen hükümeti Osmaniye sırf insaniyet perverane bir hissi tabiiyatla muhafaza eylediği bitaraflıktan mecburen ve kasten inhiraf ettirilir ettirilmez, İngiltere ilk hareket olmak üzere Hindistan’da hazırlanmış olan kuvveti şatt-ül-Arab mensubuna döktü.

     Bu hareketin esbabı asliyesi bundan başka bir şey olmamakla beraber; Bu tarafların cihad-ı Akdese iştirakına ve bu kıyamın elinde hazır bir lokma olan cenubi İran’a sirayetine mani olmak, Osmanlı kuvvetlerini bir de bu cihetten işgal etmek gibi tali sebepler de ihmaline İngilizlerce nazarı dikkate alınmıştır.

*

*     *

     Binaenaleyh sebeb bu suretle tayin eyledikten sonra böyle bir teşebbüsün muvaffakiyetle ve hatta az bir ehemmiyetle tetviç edip etmeyeceğini tayin maddesi kalır. Sathi bir düşünce ile aldanmaktan korkmaksızın iddia edebiliriz ki İngilizler bu cihette de hiç bir muvaffakiyet kazanamayacaklar ve bilintica ellerine bunca zamanlık faaliyetleriyle büyümüş olan emellerinin sukutundan başka bir şeyi geçmeyecektir. Memleketin vaziyet tabiiye ve siyasiyesi bu hususta pek sarih bir delildir. İngilizler Irak-ı Arabi istilasına ilanı harpten evvel hazırlanmış olmakla beraber burasını, bu vasi hatayı yalnız kendi kuvvetleriyle işgali elbette hatırlarından geçirmemişlerdir. Avrupa dar-ül-harbinde müttefiklerine azami mikyasta muavenet; Mısırda bir Osmanlı istilayı muhhik ve meşruane mukabele ve mukavemet ve cenubi Afrika’da Buir isyanını ve Alman hücumunu imha ve tevkif ve daima kıyama mahya Hindistan’da asayiş ve zulüm ve tahkimini temin için pek kuvvetli ordular bırakmağa mecbur olan ve esasen ikinci bir devlet derecesinde bile bir kuvveyi beriyeye malik olmayan İngilizlere her noktasında bin türlü müşkülatı tabiiyeye maruz olup cenkçi ve dilaver ahalisinde selabeti İslamiye ve Osmaniye’den İngiliz düşmanlığından başka hiçbir his bulunmayan bu vasi hatanın istilasına tabii yüz binlerce kişiden mürekkeb bir ordu gönderemezdi. Onun ihtimal ki en büyük ümidini tertip eylediği on on beş bin kişilik bir heyeti seferiyeyi gambotlarıyla top ateşi himayesi altında mümkün olduğu kadar dahile sevk etmek ve bu esnada para ile silah ile vaadlerle elde edeceğini zan eylediği aşair mahalliyeyi kendi lehinde bir kıyama sevk ederek bundan vasi mikyasta istifadeler temin etmektir.

     Yukarıda da söylediğimiz gibi İngiltere bu hesabında aldandı. Vakıa en aşağı 10,5 luk, 12 lik ve hatta belki 15 lik toplarla mücehhez olan gambotların ve motorbotların saçtıkları cehennemi ateşin himayesiyle şatt-ül-Arab vadisinde katî bir surette ilerledi. Lakin asıl ümit ettiği kıyam mahalliyenin kendi lehine değil, belki kendi aleyhine müncer olduğunu gördü. Kalben, ahlaken, ruhen, cesur ve asil olan; Kendi kuvveti iman ve pazularıyla çar iktar cihanda neşir ve âlâsına mühim hizmetler ifa eyledikleri din-i Mübin Muhammediye ve makamı ulvi-i hilafete bir merbutiyeti kudsiye ile bağlı bulunan evladı badiye İngiliz maksadı hainane yardım değil belki mukavemet ve müdafaa göstermek için silaha sarıldılar. Daima cihada atıldılar ve atılıyorlar. Hatta bu ulvi kıyam İngilizlerin pek ziyade korktukları cenubi İran kabailine de sirayet etmek üzere bulunuyor. Her gün aldığımız mesut haberler kalplerimizde bu hususa dair mevcut olan itimadı tezyid ediyor. Şu halde İngilizlerin “istilayı Irak?” hakkındaki bütün ümitleri Fav ve Al-Maaqal  sahillerine çıkan – miktarı kuvveti bittabi malümumuz bulunmayan – heyeti seferiyesi üzerinde temerküz eyliyor demektir. Acaba bu heyet ne iş görebilir? Hükümeti Osmaniye’nin bugün Irak’ta herhangi bir İngiliz istilayı muhtemeli tevkif edecek kadar kuvvet ve tertibatı bulunduğu şüpheden azadedir. Trablusgarb ve Bingazi gibi mader vatanla her türlü muvasala ve irtibatı münkati bir hatta hiçden hiçe icat ederek İtalya’nın yekûnu yüz binlerle baliğ ordularını senelerce tevkif ve ibtal eden Irak-ı Arab’ın müdafaası esbabını da elbette ve elbette kat kat ihzar eylemişlerdir. Şimdi bu hakikate; Cihâd fi-sebil-illâh bütün hamaset ve besaletleri ile iştirak eden yüz binlerce evladı aşairin himmetkarane himmet ve fedakarlıkları ve kendilerince yegâne sevk-ül-ceyş tariki ve üss-ül-hareke olan şatt-ül-Arab sahillerinden biraz ayrılacak her hangi bir İngiliz kuvvetinin bu na mütenahi çöller ortasında gerek sevk ve iaşe noktayı nazarından ve gerek dilaverlerimizin muhacematı mütemadiyesi yüzünden uğrayacakları mükilat ve felaketlerde ilave edilirse istilayı Irak’ın hatta parlak bile olmayan vahi bir hayalden ibaret kaldığına artık tereddüt olunmaz. Fırat ile Dicle’nin telaki eyledikleri Kurna “Beni Mansur” namı mahalden itibaren Basra körfezine kadar imtidad eyleyen Şatt-ül-Arab bu saha dahilinde altı, yedi yüz belki daha fazla ton hacminde ve binaenaleyh oldukça ağır toplarla 12 ve 15, ve 10,5 luk gibi mücehhez gambotların – zorlukla – seyir ve seferine müsaittir. İngilizlerde hafif sahra toplarımız ve tüfeklerimiz ile mukabele imkanı maddiyesi bittabi mevcut olmayan bu büyük toplarının sahayı tesiri dahilindedir ki şimale doğru bir miktar ilerleyebilmişler fakat bu halde bile her hatve toprağı bir avuç İngiliz kanıyla sulayacak derecede zayiata uğramışlardır. Kurna’dan sonra Dicle şimal şarki ve Fırat şimal garbi istikametinde ayrılır. Bunlardan birincisi Musel ve ikincisi Zur ve Maskine’ye kadar kısmen seyir ve sefere müsait iseler de Kurna’ya kadar gelen büyük gambotların bu iki nehre girmesi ve icrayı hareket etmesi mahaldir. Bu söylediğimiz muvaki kadar ise hacmi ve su kesimi pek hafif olan bazı sefineler – o da bin türlü manevra müşkülatıyla – çıkabilir ki bunlar umuku az sularda tesiratı daha müthiş olan lağım ve torpil gibi mevani saniyiye sığlık ve şedid cereyanlar gibi havail tabiiyeye galebe çalsalar bile üzerlerine tabiye edilecek bil mecburiye hafif toplarla karadaki askerlerini himaye edemezler ve hatta bizim mestur mevzilerde tesis edeceğimiz bataryaların tesiratından kendilerini bile koruyamazlar. Çünkü adeta birer istimbot demek olan bu gemilerde azami bizim sahra toplarımız çapında ufak nariyeden başka bir şeyi konulamaz.

     Binaenaleyh İngilizlerin bin mükilat ile icrayı hareket edebilecekleri yegane saha ancak Kurna’dan Basra körfezine kadar olan Şatt-ül-Arab mecrasıyla bunun tarafının da azami yedi sekiz kilometrelik bir mesafeye inhisar eyleyebilir.

     Bu ise büyük bir şeamet ve besametle İngilizler aleyhine kıyam etmiş olan Irak-ı Arab’ın otuzda biri miktarına bile vasıl olmaz. İngilizlerin bu saha dahilinde ne kadar müddet barınabilecekleri meselesi – kendilerinin hücum mücahidine gösterecekleri mukavemetin derecesiyle beraber en ziyade harbi umuminin neticesindeki tasviyeyi hesap zamanında tayin eyleyecektir. Bu neticenin ne mahiyette ve ehemmiyette olacağını ise kalplerimizde mevcut o sarsılmak bilmez <zafer ve şan nihai> itimatları pek vazıh bir surette vermektedir. Onun için bila tereddüt diye biliriz ki İngilizleri Irakta icrayı harekete sevk eden sebeb her ne olursa olsun bu talicuyana teşebbüsün neticesi hiç müncer olmaktan başka bir şeye yaramayacaktır. İngilizlerin bu hiç için dökecekleri kanlar ve duçar olacakları zayiatı azime de caba!

B. K.

0486_0031-79_Page_06

Medine-i münevvere ’de cihad-ı ekber takdis ve gazaya yemin eden kitleyi muhiddin

İNGİLİZLERDE İSTİLA KORKUSU

<*> <*> <*>

İngiliz gazetelerinin endişesi – asker fıkdânı ( kıtlık) – futbol oyuncuları ve askerlik.

     İlk Alman mermisinin Yarmouth limanına sukutunu müteakip Alman istilası tehlikesinin İngiltere’de kati bir surette nazarı dikkate alındığından beri İngiltere’de korku ve endişe günden güne artmaktadır. Bütün İngiliz gazeteleri son zamanlarda hep bu mesele ile meşgul olmaktadırlar. Almanların gerek tahtelbahirleri ve donanmaları, gerekse havai filoları ile bu günlerde ibrazı faaliyet eylemeleri üzerine İngilizler de bittabi daha ziyade artan bu endişe ve korku hakkında karilerimize bir fikir vermek için İngiliz gazetelerinin bu baptaki neşriyatına dair bazı havadisler vermeyi faideden hali bulmuyoruz.

     “Daily Mail” gazetesi muharrirlerinden biri İngiliz generallerinden Sir Robert Baden-Powell’e müracaat ederek Almanların İngiltere’yi istilaları mümkün olup olmadığını sormuş ve ondan atideki cevabı almıştır. <yalnız her ihtimali nazarı dikkate alarak değil vukuu melhuz (düşünülen) bütün vakayı mukavemet edebilmek için müsellah (silahlanmış) olmamız lazımdır. Muharebede intizar edilmeyen vakıalar zuhur eder.>

     İngiliz ordusu istikşaf (keşif) heyeti reisi olan mûmâ-ileyh (adı geçen) General İngiltere’nin bir Alman istilasına maruz kalması sureti katiyede mümkün nazarıyla bakmakta ve bir çok kimselerin zan ettiği gibi bunun bir hayalden ibaret olamayacağını söylemektedir. Onun fikrine nazaran Almanya’nın sahilindeki limanlarından dokuz onunda doksan veya yüz bin kişi kadar bir kuvvet cem’ etmesi ve hafiyen vapurlara irkab ettikten sonra kısa bir seyahati müteakip bu kuvveti İngiltere’de karaya çıkarması ihtimal haricinde değildir. Bu suretle beyanı firar eden sahibi ihtisas bu miktar Alman askerinin Norfolk veya Suffolk’da değil Yorkshire’da karaya ihracına teşebbüs edileceğini söylüyor. İngiltere ye harbiye nezaretince malum olan (?) bir Alman planına nazaran İngiltere’yi istila edecek ordu Londra’yı en mühim nokta olarak telakki etmeyecek ve onun hedef ittihaz eyleyeceği yerler memleketin en ziyade meskun ve sanayi ile meşgul devairi olacaktır. Almanlar Yorkshire’a asker ihraç ettikleri takdirde bu ordu memlekette cebren ilerleyecek, en çok meskun olan şehirler bil mecburiye tahliye ve dinamit ile maf ve harap edilecek ve mezkur şehirlerin on dört milyon raddesindeki ahalisi açlığa mahkum bir halde kalacaktır. Almanların bu suretle hareket etmelerine mani olmak için İngiltere memleketin cenubundaki küçücük orduyu ikameden başka bir şey yapamayacaktır. İngiliz generalinin ifadatına nazaran İngiltere ihtimal ki büyük bir muharebeye girişmeden mağlup edilmiş ve arazisi işgal askeri altına alınmış olacaktır. Vukuu muhtemel olan bu tehlikenin önünü almak için asker dercine kemali germi ile devam etmek İngiltere’nin selameti için elzem imiş. Henüz lakayıthane uzaktan atfı nazarla iktifa eden genç İngilizler, vücutlarını askerliğe hasra mecbur edilmeli imiş. Kırk beş milyonluk bir milletin yarım milyon kişiden mürekkep bir gönüllü ordusu vücuda getirmek fevkalade bir eseri faaliyet teşkil etmezmiş. Elyevm icra olunan hayat memat muharebesinin ne derece haizi ehemmiyet olduğunu İngiliz gençleri artık anlamalı ve orduya iltihak eylemeli imişler. General Sir Robert Baden-Powell’in fikrine nazaran İngiltere de teşkil edilen gönüllü milis alaylarına bu suretle hiç lüzum kalmaz imiş.

     General bu beyanatından anlaşıldığı veçhile elyevm İngiltere’de asker derci keyfiyeti memnuniyeti mucip olacak bir surette ilerlememektedir. İngiliz matbuatı asker dercini terakki ettirmek ve İngilizleri asker olmağa sevk eylemek için her gün sütun doluları makaleler yazmaktadırlar. General Sir Thomas Kelly-Kenny “Thames” gazetesine yazdığı bir makalede harbi umumi devresi için İngiltere de hizmeti askeriyenin umuma teşmil edilmesini musırrane (israr) taleb eylemektedir. Mûmâ-ileyh (adı geçen) diyor ki:

     “Şayet İngiltere hükümeti iki, beş ve hatta on sene devam etmesi muhtemel bulunan bu muharebeyi muzafferiyetle hitama erdireceğine kani ise tabii bütün mesuliyet ona aittir. Fakat şayet bir gün Alman askerleri geçit resmi adımıyla Londra sokaklarından mürur eyleyecek olurlarsa İngilizler bunu nasıl telakki edeceklerdir? Mükellefiyeti askeriye umuma teşmil edilirse muvaffakiyeti katiyenin bizim tarafımızda olacağına ve ancak herkes asker olursa daha diğer bir çok mühim istilahat icra olunamayacağına tamamen kaniyim.”

     General Sir Thomas Kelly-Kenny ancak hizmeti askeriyenin umuma teşmili memleketi kurtarabileceğine kani olduğu halde diğerleri küçük vasıtalarla işe yarayabilecek askerler derci mümkün olabileceğini zan etmektedirler. Mesela Thames gazetesi yazdığı bir makalesinde askerlere muntazaman maaş verilmemesi ve bahusus yaralıların maaşları tedahülde kalması asker dercine çalışan idarehanelerin işlerini pek ziyade müşkülleştirmekte olduğunu söyleyerek şayet buna bir çare bulunacak olursa daha ziyade asker toplana bileceğini ümit eyliyor. Mezkur gazeteye nazaran kura efradında nazarı dikkate alınacak şeyler tam elsaha ve geniş bir göğüse malik olmalarıdır. Harp zamanında boy için muayyen bir irtifaı taleb edilmesi fena bir itiyattan başka bir şey değildir.

     Asker derci meselesinde handeyi mucib olan neşriyat bir çok kimseler tarafından The Daily Mail, Daily Telegraph ve Thames gazetelerine gönderilen mektuplardır. Mektup sahipleri kafi derecede asker derç edilmemesinden İngiltere de pek ziyade rağbet bulmuş olan “Football” oyununu mesul tutmaktadırlar. Zevatı mezkure diyor ki: Footbal kulüpleri cemiyetinin düşmanlarımızın menafiine hizmet etmek için bütün kuvvetiyle çalışmasına pek ziyade hiddet ediyoruz. Şüphesiz futbol oyunu hatta harp zamanında bile mükemmel bir spordur. Halbuki ordu ile bahriye, ahali vazifesini ifa ettikçe bekası mevcudiyetini temin eyleyebilir. Bu vazifede ordu ve bahriye için lazım olan vesaikin tedarikidir. İş başında kabiliyet ve iktidar göstermek için tabii eğlence de lazımdır. Fakat bu eğlence yerinde vakit ve zamanında yapılmalıdır. Her ne kadar bir kimse vatana karşı olan vazifesini meydanı harpten başka bir mahalde de ifa edebilirse de bir sürü işsiz güçsüz futbol seyircisinin keyfine hizmet etmeleri için binlerce futbol pehlivanının harbe iştirakından geri bırakılması şayanı tecviz değildir. Vatanları için muharebe eden adamlarımız para ile istihdam ettiğimizden dolayı Almanlar tarafından muarız kaldığımız istihza kafi değil midir? Birçok gençleri vatanlarına karşı olan vazifelerini ifadan alıkoymak için onlara askerlikte alacakları maaşın on mislini teklif eden futbol idarelerine ne demeli? Futbol oyuncularını oyuna idhal eden her bir kulüp istihdam ettiği oyuncular nispetinde kimselerin asker olmalarına mümânaat ve duhuliye vererek futbol oyunlarını temaşa eden seyircilerde Almanların muzaffer olmalarına o derece hizmet etmiş oluyor.

     “Dehûn” dairesinde asker dercine çalışan idarelerden birinin memuru dahi en mutena spor olmak üzere daima teşvik ve tergib ettiği futbol oyununu asker toplamağa karşı en büyük mani olarak göstermektedir. Mûmâ-ileyh diyor ki; Şayet futbol kulüpleri genç atletlerimizi pek ziyade cezbeden futbol müsabakaları varidatından nihayet sarfı nazar eyleyecek kadar bir fikir vatanperverane izhar edecek olursa en kuvvetli ve en ziyade işe yarayabilecek kura derci için pek büyük bir hizmette bulunmuş olacaklardır. Böyle bir hareketin futbol oyununun mevcudiyetine hatme çekeceğini zan etmek akılsızlıktır. Çünkü futbol oyunu heveskarı olup muharebeye iştirak eden gençlerimizin bu spora ateş hattında bile devam ve böylece düşmanlarımızı hayretlere ilka eylediklerini görüyoruz. Şayet harbe elverişli bütün oyuncular ve seyirciler silah altına alınacak olursa cesim bir seyirci kitlesi ve yüksek bir duhuliye icraatı gibi cazibedar avamil olmasa dahi futbol oyununu temaşaya hevaişger harbe gayri salih bir çok heveskarlar bulunacağına hiç şüphe yoktur. Halbuki yüksek duhuliye fiyatları almak için futbol kulüpleri tarafından umumi müsabakalar icrasına devam olundukça askerliğe salih gençlerimizin bir çoğu orduda vücutlarına ne dereceye kadar ihtiyaç his ettiğini anlamağa mecbur olacaklardır. Çünkü hakikaten ordunun askere ihtiyacı çok olsa idi futbol cemiyetinin en ileri gelen zevattan mürekkeb olan azası nasıl olur da bu hali nazarı dikkate almazdı?

     Görülüyor ki İngilizler Alman ordusuna karşı çıkaracakları orduları vücuda getirmek için çok çalışıyorlarsa da İngiliz gençlerinin lakaydısı muvacehesinde buna muvaffak olamıyorlar. İngilizlerde futbol merakı anlaşılan vatan hissine galebe çalıyor.   Müdafaayı vatan uğrunda fedayı can etmek gibi bir vazifeyi mukaddesenin ifasına şitab eylemekten ise müsabakalara girişip para çekmeği hesaplarına daha uygun buluyorlar. Doğrusu İngilizler İngiliz olduklarını bundan daha iyi bir surette isbat edemezlerdi. Bakalım bu kadar korktukları Alman istilası tehlikesine inşallah yakında maruz kaldıkları zaman nasıl hareket edecekler? Herhalde o zaman Alman havanlarının savuracağı kırk ikilik mermilere karşı ellerindeki ayak toplarının bir para etmediğini İngilizler anlayacaklarsa da iş işten geçmiş olacaktır.

Arif Cemil

Mütercim: Serpil Birgün

 

0486_0031-79_Page_10Şanlı (bluherr ?) kruvazörü:

Haligoland’ın 70 mil garbında İngiliz kuvayı bahriyesiyle müsademe ederek galip gelen Alman filosunun kahraman gemilerinden olup bu muharebede fedayı nüfus etmiştir.

0486_0031-79_Page_10.jpg-2Şimal denizinde Haligoland garbında Alman filosuna mağlup olan İngiliz filosu gemilerinden: HMS New Zealand zırhlıs

HARBİ UMUMİDE RUSYAYA BİR NAZAR

Muharriri: ebu-l Fuad Refik

– Mabad –

Rusya memalikinin tahkimatı

     Kuvayı beriyye ve bahriye için kuvvetli istinat noktaları teşkil ve memaliğin haddizatında malik olduğu iktidarı tedafüiyi bir kat daha teşyid (yükseltme) eden tahkimat atideki müstahkem mevkile harp limanlarından müteşekkildir.

     Riga, Donaburg, Bobruvisk, Gonyads, Kovrov, Varşova, Novorossiysk, Brest Litovsk, İvangrad, Kiev, Levçuk, Dubnev, Hotin, Kamensk-Shakhtinsky, Helsingborg, Vyborg, Kholmsk, Reval, Nikolayev, Sivastopol, Aleksandrapol, Batum, kars’dan ibarettir.

     Hatt-l-harekatın telâki (Kesişme) noktalarıyla boğaz ve liman methalleri gibi nikat mühimmede tesis edilmiş olan işbu mevaki müstahkeminin mevazi sevk-ül-ceyş’ce intihab ve takribi eskal eden envaı mevanile setr ve himaye olunmuşlardır. İkinci kısımda dahi beyan edildiği veçhile bir cihetten Prusya’nın kalpğahına doğru ve diğer cihetten memleketi mezkûra ile Avusturya memaliki arasına sokulmuş olan Lehistan kıtası Rusya memalikinin en mamur ve en ziyade mahsüldar kısmını teşkil eylediği halde Bug nehrinden Dinyeper’e kadar imtidad eden kıtayı arazi her türlü asarı ümerandan hali olup Peripet (nehri) bataklığıyla kat olunmuştur. İşbu bataklık bu havalide kesretle tesadüf olunan ve seyir ve harekete müsait olmayan gayet sık ormanlarla birlikte hareketi askeriyeye karşı büyük bir engel teşkil etmektedir. Mezkur bataklığın cenubunda vaki ve Avusturya hududuyla Dinyeper nehri arasında mahsur olup mezru ve mamur ve nispeten pek ziyade meskun olan kıtayı arazi ise bilakis harekatı askeriyeye müsaittir. Vistol istihkamıyla Rivyeviçe ormanının şimalinde Prusya hududuna kadar imtidad eden kıtai arazi burada mevcut bulunan sık ormanlarla müteaddid sular ve bataklıklar cihetiyle harekatı askeriyeyi hayliden hayli tas’ib ve işkal eder. İşte memleketin şu ahvali meşruhası hududu garbiyede tesis olunan istihkâmatın kıymeti sevk-ül-ceyşi’sini tezyid etmektedir. Nowe,                             Georgiyevsk, İvangorod, Józefów nad Wisłą’dan müşkil bulunan Vistol kaleleri erbaasının heyeti mecmuası bir müselles teşkil edip işbu müsellesin kaidesi Vistol nehrinin kısmı vasatisinde ve reisi Peripet bataklığının müntehayı garbisinde kaindir. Bu halde Vistol hatt-ı müdafaasının sağ cenahı Nowe Georgiyevsk ve sol cenahı İvangorod ve merkezi Varşova kalesine müstenid bulunmuş ve hatt-ı mezkurun hattı zatında haiz olduğu metaneti tabiiye işbu tahkimatı saniye vasıtasıyla bir kat daha tezyid edilmiştir. İşbu kilâ’ erbaa garbından küllen bir istila ordusuna karşı gayet metin bir hattı müdafaa teşkil edip sağ yanı Narev nehrinin bataklıklarına müstenid bulunan hattı mezkurun Rusya memaliki dahilinde şimal cihetten çevrilmesi müşkülatı adideyi daidir.

     Nowe Georgiyevsk ve Varşova kaleleriyle hini hacette istihkâmatı muvakkate yahut hafife ile tahkimi mümkün olan Sirok mevkii Rusya ordusunun elinde bulundukça orduvi mezkur Vistol, Bug, Narev, Vekra nehirleri vasıtasıyla yekdiğerinden tefrik edilmiş beş kıtayı araziye hakim bulunacağından bu cihetten hareket eden bir düşman ordusu üzerine büyük bir tefevvuka malik olmuş olur.

     Nowe Georgiyevsk, Myslinka kalesi Narev – Bug’un Vistol nehrine mensup olduğu mahalde ve Vistol nehrinin sağ sahilinde ve nehir mezkurun yatağından takriben 30 metre mürtefi ve şark ciheti Narev nehrine doğru tedricen inhidad eden bir tepe üzerinde müesses olup kalenin etrafı ve havalisi ise bil-külliye düz ve müstevidir. Vistol ve Narev nehirlerinin sahillerinde tesis edilmiş olan iki katlı ve müdafili bir kışla kalenin kısmı dahiliyesini teşkil eder. Kaleyi mezkure biri dahili ve diğeri harici olmak üzere bastiyonlu iki muhid muttasıl ve müteaddit istihkamatı müfrezeye maliktir.

     Muhit dahili beş buçuk cepheden ve bunun 1000 metre ilerisinde bulunan muhit harici ise Paris, Varşova, Borodino, Saint George, Poltava, Avstrolinka namıyla altı adet cepheden müteşekkildir. Bu cephelerin birincisi Vistol nehrine ve altıncısı Narev nehrine muttasıldır. Vistol ve Narev nehirlerinin sol sahilleri Kaçun ve Novidor ser köprü istihkamatıyla setr olunmuştur. Vaksala nehrinin sağ sahiliyle Vistol nehri beyninde mahsur bulunan Pomyahov, Kosov, Vimisly, Gataçka ve Vistol nehirlerinin sol sahilinde bulunan Gruhal, Kibuliçe – Moliççe, Çasetkov ve Narev nehirlerinin sol sahiliyle Vistol nehri beyninde mahsur şibh-i cezirede kain Yanuvek nam istihkamat-ı müfreze vasıtasıyla kala mezkure ihata olunmuştur. İş bu istihkamatı müfreze Vaksala nehrinin sağ sahiline müstenid olan Pomyahov istihkamının sol yanından bedi ile sırasıyla yad edilmişlerdir. Vistol nehrinin sol sahilinde kain Varşova şehri mukaddema açık bir şehir idi yalnız 1831 tarihinde şehir mezkur etrafında inşa olunan bir takım istihkamat muvakkate ile setr ve muhafaza olunmuştu. Varşova’nın mukabilinde ve Vistol nehrinin sağ sahilinde kain Prag varoşu asrı sabıkta müstahkem idi. Prag 1794 tarihinde Rusların hücumuna maruz olmuş ve muaharren Fransızlar ve 1831 tarihinde Lehliler tarafından yeniden tahkim edilmiş ise de mürur zamanla istihkamatı mezkure bil-külliye harap olup elhaletü hazihi gerek Varşova ve gerek Prag’ın etrafında bir muhiti muttasıl mevcut değildir.

     1832 senesinde Rusya devleti tarafından Varşova şehrinin şimalinde ve Vistol nehrinin sol sahiline muttasıl olmak üzere Aleksandr kalesi namıyla ufak bir kale tesis edilmiştir. Kale mezkurenin karaya müteveccih olan cephesi beş adet bastiyonu havidir. İş bu bastiyonların takriben 500 metre ilerisinde 6 adet küçük tabya mevcuttur.

     Vistol nehrinin sağ sahilinde kain Siliviki istihkamı Aleksandı kalesini bu cihetten setr ettiği gibi kaleyi mezkurenin hemen cenubunda müesses olan şimendifer köprüsünü muhafaza için dahi ser köprü istihkamatı makamına kaim olmuştur. Kaval toplar zamanında bir dereceye kadar haizi metanet olan kaleyi mezkure muaharren topçuluk aleminde vuku bulan terakkiyat üzerine bil-külliye ehemmiyetten sakıt olmuş olduğundan bu husus Rusya devleti tarafından nazarı ehemmiyete alınarak heyeti mecmuası takriben 10 kilometre kutrunda bir daire teşkil etmek ve Ogustoveska, Sokuçoviç, Povsinek, Yelenin, Çuzçinof, Ogunçi, Gorçe, Harçenof, Vorçesçef, Parisof, Biyenami namlarıyla yad olunan on bir adedi Vistol nehrinin sol sahilinde ve Pol Çoviçana, Çalısça, Çambeki, Gruhaf namlarıyla yad olunan dört adedi dahi nehir mezkurin sağ sahilinde olmak üzere Varşova şehrinin etrafında on beş aded müfrez istihkam inşa olunmuştur.

     İş bu istihkamat müfrize Vistol nehrinin sol sahiline müstenid ve Varşova şehrinin cenubunda kain olan Ogustoveska istihkamının sağ yanından bedi ile sırasıyla yad olunmuşlardır. İvangorod kalesi Viperç nehrinin Vistol nehrine mensup olduğu mahalde ve nehrin mezkurunun sağ sahillerinde müessesdir. Bu namla bir şehir mevcut olmayıp mevkii mezkur sırf bir kale müstahkem olmak üzere 1830 – 1831 ihtilali akıbetinde Demblan nam kariye civarında tesis edilmiştir. Kaleyi mezkure boğaz hattı Vistol nehrine müstenid olmak üzere dört cepheden müşekkil bastiyonlu bir muhid müttesele maliktir. İş bu muhitin ilerisinde Kayserof, Kont Ridiker ve Nidgard namlarında üç ay tabiye mevcuttur.

     Vistol nehrinin sol sahilinde kain Korçakof istihkamı kaleyi bu cihetten setr etmektedir.

     Bundan başka ikisi Vistol nehrinin sağ sahiliyle Viperç nehrinin sol sahili arasında ve dördü Viperç ve Vistol nehrinin sol sahilinde olmak üzere kaleyi mezkure 10 adet mefruz istihkamla ihata olunmuştur. İş bu istihkamat mefruze muhit dahiliyeden ancak 2 kilometre baid bulunduklarından kalenin dahilini bombardımandan muhafaza edemeyecekleri aşikar ise de bu hal dahilinde ahali mevcut olmayıp sırf bir mevkii askeriyeden ibaret bulunan kaleyi mezkure için büyük mahzurlardan addolunamaz.

     Birst – Litovesk kalesi:

     Muhaviyeç nehrinin Bug nehrine mensup olduğu mahalde müessesdir. Kalenin ismi Birst – Litovesk namı iki şehrin isminden müsteardır.

  • Mabadı var –

 0486_0031-79_Page_14Şimal denizi muharebesinde mağlup olan İngiliz filosuna mensup ve dünyanın en kavi gemilerinden olup bu muharebede mühim surette hasar zede olan Lion dretnotu

HEYETİ TEMSİLİYEMİZ

     Bir haftalık bir vakfiyeyi tatilden sonra heyeti temsiliyemiz bir şekli nüvin ile meydana çıkıyor. Memleketin pek bi çare ve muhtacı hamiyet olan hayat sanatında az çok bir tesiri olan ve senelerden beri büyük bir mahrumiyet içinde sahneye vakıfı vücud etmiş olan eshabı mesaiyeden ekseri ve bu meyanda tahsisen Manukyan efendi heyeti temsiliyemiz meyanındadır. Her işimizde olduğu gibi bu yeni heyetin mesayii atiyesinde de sözden ziyade işe bakarak ilerleyeceğiz. Reklam makduh olmasa umuma taalluk eden nikatda fazla söz memdûh olamaz. Şu münasebetle sanatkarlarımızdan bazı aktrislerin ve aktörlerin öteye beriye gittiklerine, başka meslekler ile teşriki mesai eylediklerine dair makduh olması lazım gelen bir tarzda bazı ilannamelerde görülen sözleri tekzib ederiz. Rekabetin meşruiyeti sıhhat ifadat ve icraat ile tahkik eder. Onun için biz bu yola salikiz.

0486_0031-79_Page_17

Şimal denizi muharebesinde İngiliz filosunu berbat eden Alman dretnotlarından ve dünyanın en kavi sefineyi Harbiye’sinden: SMS Seydlitz dretnotu.

BİR AYLIK İDMAN

<*> <*> <*>

Terbiye-i bedeniye

     (1330 senesi İstanbul futbol birliği – beş müsabaka – birlik teşkilatı – gazetelerdeki münakaşat – bu babtaki istitlaat – şild meselesi.)

***************************

     Gençliğin vazife veya tahsili askeriyesiyle meşgul olduğu şu sırada idmanı, sporu da unutmaması, ırkın islahı hususuyla meşgul olanlarca şükranla görülecek asardandır. Gençlik harple meşgul olduğu sırada bile bozulmuş bir ırkın düzeltilmesi vazifesinin kendisine tevcih ettiğini derk etmektedir. Bu saikledir ki; Bu sene de geçen seneler gibi – bizde en fazla iştigal edilen futbol müsabakaları için – bir birlik teşkil olundu. Geçen seneler Pazar ve Cuma günü oynamaları itibariyle biri Pazar, diğeri Cuma birliği namıyla iki heyet vardı. Bu sene Pazar birliğindeki Türk kulüplerinin Cuma günü müsabaka icrasına karar vermeleri üzerine Cuma ve Pazar birliklerinin tevhidiyle “İstanbul futbol birliği” teşkil olundu. Birliğe iştirak etmek isteyen kulüplerin taaddüdüne binaen hepsinin birbiriyle lâ-akall iki müsabaka yapması zaman itibariyle mümkün olamayacağından kulüplerin kuvvetleri nazarı itibara alınarak beşer kulübün grupları tefrik edildi. İlk gurup Altınordu, Anadolu, İdman yurdu, Süleymaniye, Galatasaray kulüpleridir. Diğer grup henüz teşkil edememiştir. Bu grup müsabakalara 5,Kanunu evvelde başladı.

<> <> <>

     Birinci müsabaka “Galatasaray – Anadolu” kulüpleri arasında icra edildi. Bu iki kulüp arasında şimdiye kadar bir iki müsabaka teklifi vaki olmuşsa da hiç müsabaka edilmemişti. Müsabaka günü çıkan tarafın takımlarının nispetsizliği muvacehesinde herkes Anadolu’nun mağlup olacağını tahmin eyledi. Filvaki oyunun bidayetinde Anadolu’nun on dakika kadar temadi eden müziç bir hücumu biraz ümit verir iken Galatasaray’ın kuvvetli orta muhacimi mösyö Oberle’in ani bir akını üzerine gol kapısı açıldı. Dördüncü golde kaleci maneviyatı kırılarak çekildi. Kale boş olduğu halde Anadolu oyuna devam eyledi ve mağlup oldu. Bu oyunda tarafeynin hutut tetkik olunursa Galatasaray’ın bek hattında Adnan beyin ve Anadolu’nun haf bek hattında Hüsnü beyin noksan olduğu görülür.

     12,Kanunuevvel’de Altınordu – İdman yurdu müsabakası icra edildi. İdman yurdu başlıca oyunculardan Nuzhet beyi müdafaaya almak suretiyle bir tabiye noksanı yapmıştı. Bu oyunda da İdman yurdu mağlup oldu.

     19,Kanunuevvel’de icra edilen Anadolu – Süleymaniye müsabakasında Anadolu galebe etti. Anadolu’nun hutut asliyesinden kalecisi ile haf bek hattında Hüsnü bey noksan idi. Muhacim hattında bir, muavin hattında iki, müdafaa hattında bir yeni oyuncu ile takımı takviye edilmişti. Süleymaniye’nin en nazara çarpan oyuncusu kalecisi oldu. Bu oyuncu sayesinde Süleymaniye beş altı golden kurtuldu.

     26,Kanunuevvel’de icra edilen Galatasaray – Altınordu müsabakası bu senenin ilk devredeki mühim müsabakalarındandır. Bu iki kulüp arasında öteden beri cari olan rekabeti şedide bu oyun için ayrı bir hususiyet ihzar eylemişti. Oyun şiddetli oldu. Hatta lüzumundan ziyade şedit idi. Futbolda bu derece şiddete müsâg yoktur. Fakat bizde mevzuu kuvaid olmaması hakemi de, oyuncuları da bu hususta lakayt bulunduruyor. Bu müsabaka Galatasaray’ın galibiyetiyle neticelendi. Galatasaray’ın muhacim hattında mösyö Ober’le noksan olduğu gibi kalecisi de şimdiye kadar büyük müsabakalara iştirak etmiş bir zat değildi. Mamafih esas itibariyle iyi oynamıştır. Altınordu kulübü, hududuna yeni unsurlar ilave eylemişti. Bizce mağlubiyetine sebebi aslı bu anasırın asıl takımla henüz tesisi ahenk edememesidir. Bu oyun tarafeynce büyük bir asabiyetin tevlidine sebep oldu. Çamurun, suyun mümanaatı da harekatı tas’ib etmek suretiyle bu asabiyeti artırıyordu. Böyle çamur içinde oynamadansa oynamamak hayırlıdır. Zaten çamurlu havalarda elde edilen netayiç her halde iyi bir miyar mukayese olamıyor.

2,Kanunusani’de yapılan İdman Yurdu – Süleymaniye müsabakasında İdman Yurdu mağlup oldu. Bilhassa buna sebep olarak, sol cenahın gerek muhacim ve gerek muavin oyuncularının acemiliği, çayırın çok çamur olması ve üç golden sonra kuvveyi maneviyenin kırılmasını gördük. Yalnız bilahare işittiğimize göre Süleymaniye kulübü, diğer bir kulübe dahil ve ismi o kulübün birlik heyetindeki esami listesinde münderiç olan bir oyuncuyu iştirak ettirdiğinden dolayı müsabakayı kayıp etmiş addolunmak için İdman Yurdu tarafından protesto edilmiştir.

<> <> <>

     Bu seneki birlik teşkilatı geçen seneler teşkilatına nazaran başka bir tarzdadır. Kulüpler günden güne artmakta; hiç değilse kulüplerin takımları ta’did ederek oyuncuların adedi tezayüt etmekte olduğu halde futbol oynanan yalnız Kadıköy İttihat Spor kulübünün çayırı vardır. Meydan bir olunca oyuncuların hepsi bundan istifade edemiyor. Bilhassa Cuma günleri bu çayır alafranga kablel zuhurundan badel zuhur beşe kadar tam yedi saat meşguldür. Onun için kulüpler beyninde yapılacak müsabaka programları şu sahasızlık yüzünden bir takım tahdidata uğruyor. Faraza bu sene kulüplerin guruplara ayrılması bundandır. Bidayet mevsimde birliğe girecek kulüplerin adedi on olduğuna ve laakal iki oyun yapacaklarına göre tam doksan oyun ediyor; her Cuma iki müsabaka yapılsa 45 hafta yani on aydan fazla müddete tevkif eder ki bu mümkün değildir. Ondan dolayı on kulüp beşer beşer kümelere tefrik olunarak her gurubun birincileri de birbiriyle oynamak ve galip gelen şampiyon olmak tekrar etmişse de ilk beş kulüpten mürekkeb teşkil ettiği halde diğer gurup henüz teşkil etmemiştir. Başka memleketlerde kulüpler pek çoktur. Müteaddit birlikler vardır. Her yerde usulü müsabaka ayrıdır. Fakat aliyy ül kesir ıskat usulü caridir. Yani faraza iki defa müteakiben yahut üç defa mecmuan mağlup olan kulüp ıskat olarak sonda kalan birinci olur. Bize bu usul tatbik olunamaz. Çünkü kulüplerin her zaman için kuvvetlerinde ehemmiyetli tahvilat oluyor. Yeni aza giriyor. Bazılarının mühim azası çıkarak zayıflıyor. Bu usulün bizdeki en büyük mahzuru daha genç olan kulüplerimizin kesr gayretini mucib olabileceği ihtimalidir.

* * * * *

     Son zamanlarda gazetelerde birlik teşkilatı hakkında bazı münakaşat görüldü. Münakaşayı idare eden tarafeynden biri İstanbul futbol birliği kitabeti, diğeri de Türk idman ocağı kitabetidir. Türk idman ocağı geçen sene şehir emini ismiyle Cuma birliğine dahil bulunan bir kulüptür. Bu sene ilk guruba dahil değildir. İlk guruba dahil bulunan kulüpler arasındaki münasebat onların birleşmesini istilzam etmiş gibi görünüyor. Faraza Altınordu ile Galatasaray arasında, Anadolu ile Galatasaray arasında İdman Yurdu ile Galatasaray arasında, bir ittihayı müsabaka, bir meyili musâraa mahsustur. Süleymaniye kulübü de balmusabaka bu guruba alınmıştır. Bilhassa Anadolu kulübüne karşı rekabet his etmektedir. Bu beş kulübün teşkil ettiği guruba Türk İdman Ocağı girememiştir.

     Gazetede mevzuu bahis olan mesele birliğe girip girmemek keyfiyetidir. Bizim bu baptaki malumatımız, alakadarandan vuku bulan istitlahatımız işin içinde başka saikalar olduğunu da gösteriyor.

     Geçen sene Fenerbahçe kulübü şampiyon yani birinci idi. 1908 den beri ünyon kulüp idaresi tarafından birincilere verilen ve üzerinde her senenin birincisinin ismi mahkuk olan şild’i yani mükafatı alel usul almıştı. Bu sene Fenerbahçe kulübü oyuncularından bir kaçının harp ve askerlik sebebiyle tagyibi bu kulübü biraz zaafa düşürmüş olduğundan birlik olunmaması arzusunda bulunduğu anlaşılıyordu. Çünkü elindeki şampiyonluğu şerait gayri müsaide tahtında bırakmak istemiyordu. Noktayı nazarı bütün, şild’in ademi iadesini üzerinde temerküz ettiği hakkındaki kanaati teyit edecek deliller de mevcut olduğunu bu günkü birlik heyetine mensup birisi temin eyledi. Mamafih bu bir arzudur. Kimse gayri müsait şerait tahtında terki şeref istemezse de Galatasaray kulübü de geçen senelerden birinde aynı vaziyette bulunmuş, fakat birliğe iştirak etmemekle beraber şild’i iade eylemiştir. Bu baptaki teamül en kavi bir senet teşkil ediyor. Birliğin teşkili tarihi olan 14,Teşrinisani’de Fenerbahçe aynı vaziyette iken 5,Kanunuevvel’de bu vaziyeti değişti. Altınordu’dan iki kişi iltihak ettiği gibi askerde bulunan azasından biri de muvakkaten İstanbul’a gelmişti. Bu yeni vaziyetin sevkiyle 5,Kanunuevvel’de Fenerbahçe birliğe duhul için müracaatta bulunmuş ise de o gün müsabakalara başlanmış hatta Galatasaray – Anadolu müsabakası icra edilmişti. Alelhusus Fenerbahçe’nin birliğe bidayet meselede iştirak etmemesinden dolayı yerine Süleymaniye kulübü kabul edilmişti. Bundan dolayı Fenerbahçe ilk guruba giremedi. Türk İdman ocağı da yukarıda zikir olunduğu üzere gurubun esas teşkildeki hissi rekabete bigane ve o derecede haizi kuvvet olmaması kanaati sevkiyle mezkur guruba girememiş. Bir kalkan vazifesi ifa eden şild’in muhafazası sevkiyle Fenerbahçe ve guruba giremediğinden dolayı azasından bazısını kayıp etmek korkusuyla Türk idman ocağı iki kulüpten futbol birliğine karşı vaziyeti henüz malum değil yalnız şild’i iade etmemeğe ve onu almak isteyenlerin bu birliğe iştiraki lazım olduğunu beyan iyi bir vasıta, işte gazetelerdeki münakaşanın esası bu. Bu malumatı futbol aleminin hadisatı rûz-merresi ile iştigal edenlerden cem eyledik. Maksadımız idman hadisatı hakkında kariyemize mümkün mertebe tafsilli haber vermektir. Yine bu günlerde işittiğimize göre ünyon kulüp idaresi şild’in alel usul iadesini Fenerbahçe kulübüne yazmış. Fenerbahçe kulübünün ne cevap verdiğini bilmiyorsak da bizce mühim ve şayanı esef olan bir şey varsa o da Fenerbahçe’nin geçen seneki gibi muntazam, ahenktar oyunlarını temaşadan mahrum kalışımızdır. Çünkü yenerse gayesine varmış, yenilirse maksadı elde edememiş olduğundan er geç maruzu inhilal olur. Fenerbahçe bidayeti teşkilde birliğe iştirak etseydi, hem mesele bu derece uzamaz hem de muntazam bir kulüp sahayı müsabakadan eksilmezdi.

BÜYÜK ALEV

     Bütün diğer sabahlar gibi: büyük kanal ve <salute> kilisesi, sincabi bir ziyanın içinden başını çıkarıyor, daha aşağıda, uzakta Zakka kanalı, mümted ve müstakim inkişaf ediyor. Teşrin evvelin hafif yağmuru. Derin bir sükunet içinde uyuyan suyun, kiliselerin ve sarayların üzerlerine yağıyordu. Mahmur güneş, hafif müsavi semayı ve hududu şuayı, kiliselerin alelade bir sabahta imiş gibi, Ferrante çiçeklerle dolu olan salona girdiği vakit, Grasia’yı dar ve uzun balkonun sedirinde oturmuş, manzarayı seyre dalmış buldu. Grasia daima ki gibi, beyaz yünden mamul, peple biçiminde, menekşe kokularıyla rayihadar , bir sabahlık giymişti. Sonra, gerdanına sinesine dökülen zengin kumrallarda taze menekşe demetleri içinde dalgalanıyorlardı. Grasia biraz çokça açılmış ve uzun mütalaadan dalgınlaşmış gözlerle baktı.

     Ferrante elini öperek sordu;

  • Nen var?

Grasia, hafif gülerek cevap verdi:

  • Hiçbir şeyim yok.
  • Beni daima seviyor musun?
  • Daima, daima…

Ve bu yeknesak gelmelerin ahengine, gayri kabili mücadele, vasi bir göz işareti refakat ederek, bunun rabıtayı hayatı ona bağladı.

     Ferrante, biraz eğilip onun yüzüne dikkatle bakarak;

  • Bana görünüyor ki; mahzunsun.

Grasia, cevap vermeden hala tebessüm ediyordu. Zarif bir hareketle, menekşe demetlerinden birini Ferrante’ye verdi. Ferrante, hiçbir şey söylemeden menekşeyi aldı. Kokladı, sonra, parmaklarına sardı.

     Grasia, onu başının üzerine doğru kaldırarak, bir hareketi şevkatkarane ile sordu:

  • Sen dahi mahzun musun?
  • Hayır azizim. Dışarı çıkmak istiyor musun? Diye sormak için geldim.
  • ….. evet. – ufak bir tevakkuftan sonra – nereye gideriz?
  • Bir dolaşmak, nereye istersen. Şen ve zinde görünmek istemesine bedel, Ferrante’nin sedası biraz yorgun idi.

     Grasia, hiçbir şey söylemeden kalktı, giyinmek için odasına geçti.

***

*******

     Saint Gilliano kilisesinin karşısında, büyük kanalın en güzel saraylarından birinde, geniş döşeli bir apartman tutmuşlardı. Apartmanın kadim lükse ait bazı eşyası, yeni zarif lüks eşyası arasına gayri muntazam bir surette konularak, bütün eşyaya ayrı bir zarafet vermişti. Fakat odalar, o kadar geniş idi ki; Bu kadar kibar ve kıymettar eşya ile dolu oldukları halde, sanki büsbütün boş görünüyorlardı. Bilakis pencereler, balkonlar çok küçüktü; Günün en güneşli zamanında bile, ziya zoraki girebiliyordu. Bundan dolayı Grasia’nın tekmil odalarda, bütün şuraya buraya, salonlara doldurduğu çiçekler asla canlanamıyorlar, o kadar ki; Kendilerine yeni bir hayat nefh etmek imkansız gibi idi.

     Grasia ve Ferrante daima beraber, ekseriya Ferrante bir nezaket olarak kendi odasına çekilir. Grasia’yı serbest bırakır. Fakat biraz sonra, ıstırabına tahammül edilemez bir hüzne düşerek onu arar ve tekrar gelince onu da aynı tahammül edilemeyen bir ıstırabın hüznü içinde bulurdu. Biri birini kurtarmak isteyen bir şefkati samimiye ile el ele tutuşurlardı. Beraber oldukları vakit, o manzarayı muazzama, fakat münevvim karşısında, o eşyayı mürde ve muhtezire içinde, o zi hayat ve solgun renklerin ortasında, adamların ve çocukların o azim sükûneti arasında..

Mabadı var.

 

 

 

 

0486_0031-79_Page_13

Birinci dünya harbi denizlerinin kana bulanması için yaratılan aletlerden biri.

 

 

 

 

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir

Bu site, istenmeyenleri azaltmak için Akismet kullanıyor. Yorum verilerinizin nasıl işlendiği hakkında daha fazla bilgi edinin.