HAMİDİYENİN GAZASI

 

HAMİDİYENİN GAZASI

 Hamidiye’nin gazası

( bir heyet tarafından tertip ve tahrir edilmiştir )

(Serapa vakayı hakikiye ve tetkikat ve mütalaatı faniyeyi camiadır.)

destan mefahiri (iftihar) bütün cihana yayılmış olan kahraman Hamidiye’nin Balkan muharebesinin ilk gününden son gününe kadar bütün harekatını yakından tetkik ve takip etmiş bir heyet tarafından yazılmış olan bu kitap şimdiye kadar Hamidiye’ye ait neşir edilmemiş pek çok malûmat-ı mühime ve mufideyi ahval edeceği gibi esnayı seyir ve seferde alınmış pek kıymettar ve şimdiye kadar neşir edilmemiş pek çok fotoğrafları da ihtiva edecektir.  Bilhassa mühim resimlerin klişeleri sureti mahsusa da Viyana da hakk ettirilmiştir.

     Eserde vakayı rüz-merre bütün safahatı ile takip edilmiştir.  Eser hem parlak bir tarihi harp, hem de mühim bir sahife-i fen halindedir.  Bütün vukuatı bahriye muntazam haritalar ve fenni planlar ve krokilerle izah edilmiş ve bütün hazırlıkları ikmal edilerek sadece neşri kalmıştır.  Haftada lâakal iki forma neşir edilecek ve pek az zamanda tabı ikmal edilecektir.  Bu formadan da anlaşılacağı veçhile

Nefaseti tabı sureti mahsusa da dikkat edilmiştir.

                             Tabı ve naşirleri: M,  F

                              İstanbul – tanin matbaası

                                                      1329

 

HAMİDİYENİN GAZASI

 

MUKADDEME

Şüphesiz; harp müverrihleri, bu balkan harbini de tetkik edecekler.  Ve vakayı tenkit ve izah için yine ciltlerce kitap yazacaklar, böylece de ifade bir mecmua-i ibret bırakacaklar;  bu ciltlerde Osmanlı ordu ve donanmasına ayıracakları kısımda ise Hamidiye’den elbette çokça bahis edecekler ve Hamidiye’nin tarihçe vakayını tekrar etmiş bir vakıa gibi kayıt değil;  bu kaygı bir iş, yeni bir mebdei diyecekler, işte bunun içindir ki Hamidiye; mühim ve aynı zamanda en merak aver mahiyeti haiz bir mevzu teşkil edecektir.  Yalnız müverrihinin nazarı dikkatini bir noktaya celp lazımdır ki donanmanın heyeti umum iyesinin kati bir taarruza geçmemesi;  Osmanlı insarinin kanı bozukluğundan yahut Osmanlı mürettebatının endişe-i hayatıyla felce uğramış olmasından değildir.  Bu bile olsaydı Balkan tarihi harbinde Hamidiye kahramanlığı yaşamazdı.  Bahusus Hamidiye’nin bu mürettebatı “ Osmanlı erkânın ihyai şerefi namına olacak yok mu?”  diye gönüllü suretinde tefrik ve tertip edilmiş de denildi.  Harpten evvel talana Osmanlılığın hangi evladı isabet etmiş ise Hamidiye Akdeniz’e onlarla atılmıştı.  Bu cihettir ki bizim için pek ümit bahşeder, teselli averdir çünkü top, tefennün gemi gibi vesaiti her zaman bulmak mümkündür. 

Lakin o vesaitten istifade için ölümü daima göze alabilecek fedakâr anasır bulmak güçtür.  Mesela:  bir Plevne müdafaası, sümme-t-tedarik bu Osmanlı işi dünyaya hayretler vermişti.  Aynı seferde, öbür tarafta yüzlerce Plevne müdafiini kuvvetindeki ordular kendilerinden her hususta daha muazzam, daha çok işler beklenirken hatalara kurban olarak erimiş, gitmişti.  Binaenaleyh bu son muharebedeki mağlubiyete sebepte Osmanlı kanının bozukluğu değil ancak ordu ve donanmasının henüz tamamıyla harbe hazırlanmağa vakit bulamamış olması ve vesaitsizliği idi.  Zavallı memleket, meşrutiyetten beri ordusunu orduluktan, donanmasını haliçten henüz kurtarmağa başlamış, az zamanda pek çok işler yapmak istemişti.  Fakat tabiidir ki ordu ve donanmanın yetişmesi,  bütün zamanı yetişmesine ve birer birer elden geçirilmesine vakf edilmek şartıyla.  Daha çok zamana ihtiyaç gösterirdi.  Hâlbuki dört beş senelik bir zamanı dahi gailesiz, meşgalesiz geçirmek nasip olmamış, sükûn içinde bir ömür mesai görülememiş ve neticede ise bu amân dert nevmeşvenin nekhanı ittifak ve hücumlarına uğratılmıştı.

     Silahını tecrübe etmemiş, askerliğini devri sabıkta tehlikesiz bir iş diye geçirmiş.  Kuvve-i maddiyeti gibi kuvve-i maneviyyesine bakılmamış, daima izzeti nefsi cerihdar ve ifna edilmiş, oradan oraya getirile götürüle adeta sersem, bıkkın bir hale getirilmiş olan bir ekseriyetten seferberlikte kuvvet ahdine mecbur kalan beş yaşındaki daha yarı düzgün bir ordu İşkodrada, Yanay’da, Edirne’de Çatalcıda yine çok iş görmüş, siniriyle, yüreğiyle harp etmiş demekti.  Donanma dahi

S.  4

kendisinden bir numune olarak meydana koyduğu Hamidiye ile kıymeti asliyesini göstermişti.  Hamidiye’nin şanlı gazasını tarihin pür siteşkâr hakikat dimağında yaşatacak olan bu kitap Osmanlı anasırıyenin mezayi asliyesi kiymettar reiselmali muhafaza ettiğini ve damarında asil bir cengâver kanı cilân eylediği hakikatini ispat edecektir.

     Noksan-ı maarifle bu kana fena huylar karıştırmış hemşerimizde yok değildir.  Mesela Hamidiye aldığı emir-i mahsus ile milleti için fedai hayatı göze alarak pek tehlikeli bir meydan mücadeleye atılmışken bazı garip tabiatlar, velev bu cihat mazimin kadrini alçaltmak kastiyle olmasın.  Onu bir firari yahut bir serseri olmak üzerede göstermişlerdi.  İşte bu kitabı okuyanlar pek güzel anlayacaklardır ki Hamidiye ne firar etmiş, nede serserilik hislerine mağlup olmuştur.  Düşman denizlerinde sancağımızı gezdirmek için, düşmana her yerinden savlet için çıkmıştır.  Ve bu huruç; mercii resmisinden verilen emre müsteniddir.  Hamidiye bu emri icra etmezden evvel, yapacağı işin serapa mahallin ve muhaterat ile mali ve arkası bu sübutun karanlık olduğunu hatırlamıştır.  Pek ince hesaba gelir iş olmadığını da anlamıştır.  Fakat ölümü bilakaydı şart göze almış olması hasebiyledir ki yolundaki zulmeti açmıştır.  Geçenlerde iki zat konuşuyormuş; biri diğerine demiş ki: “ milletin Hamidiye hakkındaki tezahüratına mukabil Hamidiye’yi izinsiz alıp kaçıran Rauf beyi de bari divanı harp af etse”! İşte bu kitap erbabı merakın bu kaderlerini de tadil edecektir.  Filhakika Hamidiye emir hilafında   

S.  5

Bir iş yaymış olaydı, ne kadar parlak olursa olsun askerce olmazdı.  Ve neticesi ne kadar iyi gelirse gelsin, fena başlanmış olurdu.  Ve askerlikçe mühim bir cürüm teşkil ederdi.  Çünkü inzibatsız bir galibiyetin anarşisiz bir mağlubiyetten fena olduğu dünyanın her tarafında kabul edilmiş bir destur hikmettir. 

     Muhakkaktır ki Osmanlı donanmasının heyeti umumiyesi hal tedakiyede bulunuyor iken icrasından olan Hamidiye ye mühim bir vazife isabet etmiş ve memur olduğu vazife uğrunda Hamidiye istihkar hayatı ile tek başına düşman üzerine atıldığı tarihten itibaren ayrıca hep tecavüzi bir vaziyette cevelan itmiş, galip mevkiinde bulunan düşman donanmasını karşısında daima vazı tedafüiyyde bulunmuştur.  Fakat Osmanlı Yunan donanmalarının şu vaziyet tedakiyyeleri aynı mahiyetle muhakeme ve kabul edilemez.  Zira bir donanmanın heyeti umumiyesi kendini kâmilen zayi etmiş olmak veya neticesiz bir ziya-ı umumiye uğramış olmak istemeyebilir, fakat kendi teferruat ve icrasını icap ettikçe fedakarane mühim işler ifasına sevk etmesi lazım gelir.  Nitekim öyle oldu.  Osmanlı donanmasının sabahı faaliyet ve fadakarane attığı bir Hamidiye ye mukabil Yunan donanması meydana hiçbir şey koyamadı;  aylarca helecana, tahdide, tasalluta, azaba, sahilin, sefainin hasarına rıza ve tahammül gösterdi.  Fakat Hamidiye ye hücum için tefrik ettiği filodan hiçbir cüzünü fedai nefse arza ile ortaya çıkaramadı.  Ve işte iki fedai torpido çıkaramaması ve binaenaleyh Hamidiye’nin defi şerrine memur Adriyatik filosunun Hamidiye’yi görme-

     S.  6

mezlikten gelmesi ve diğerlerinin Averofun cenah himayesinde muhafazakarane bir hayat geçirmekten ilerisine varamaması veyahut Averofsuz ruh taşımaması hasebiyle idi ki ne Averofu başlarından ayırabildiler ve nede kendileri Averofsuz hücuma cüret ettiler.  Hamidiye ye de gözlerini yumarak, başlarını eğerek bu kadar meydanı açık bıraktılar.  Zir hissiz, cılız bir gemiye hücum edemediler.  İşte Hamidiye’nin yaptığı gazanın bu mukayese ile de manen ve maddeten pek büyük olduğu sabittir.  Eğer buna biraz inzibatsızlık karışmış olaydı, şüphesiz yapılan şeylerin kıymeti maddiyesi olsa dahi ehemmiyeti maneviyesi kalmazdı.  İşte bu kitap bunun da gayri varit olduğunu gösterecektir.

     Yine bu kitap Hamidiye’nin şu hareketi müstakbel muharebatta her aciz gemiyi bir Hamidiye yapacağını; her geminin fevkalade vazifeler aramak için yekdiğeriyle müsabaka edeceğini hatırlatacaktır…  Çünkü cenabı hakkın öldürmediğini kulların öldüremeyeceği hakikati bu kerede anlaşılmıştır.

     Yine bu kitap akıl ve fen fevkinde, harikulade mahiyeti haiz vakayı havi muvaffakıyetin müessiri ancak bir adalet ehliye olduğunu ve cenabı hakka bilâkaydüşart teslimi nefis ve tevekkül edenlerin muvaffak olduklarını gösterecektir.  Yine bu kitap Hamidiye ye ithaf eden teveccühatı umumiyenin heyeti umumiye-i askeriye ve milliyemiz namına neticelendiğini ve tarihi harp alemi Osmanlı munakibi fahiresi namına Pilevneden daha küçük fakat daha fedakarane bir sahife ilave ettiğini söyleyecektir.

S. 7

 

Evet Hamidiye’nin harekatı münakaşa olununca fevkaladelikte Pilevneyi geçer.  Çünkü Hamidiye’nin düşmanı Pilevnedekilerden nispeten daha kuvvetli idi.  Hamidiye’nin mevkii daha müşkül ve daha tehlikeli idi “Pilevne” kahramanları hiç olmazsa kendilerinin vücuda getirdikleri siperler arkasında kalabildiler;  fakat Hamidiye mürettebatı zırhsız bir gemi üstünde, üss-ül-hareke bir denizde ileri karakolsuz bir meydanda idi.  Tek başına ve hali taarruz ide idi.  Pilevnenin neticesi ise kederli çıktı.  Fakat Hamidiye’nin ki cenabı hakkın inayeti ve ihsanıyla ferahlı oldu.

     Bu kitap birçok ecanib’e anlatacaktır ki Hamidiye mürettebatı baştan aşağı Osmanlı idi.  İçinde ne bir kaptan, ne bir mühendis, ne bir kumandan hiç, kimse yok idi.  Bazıları Hamidiye de bir üçüncü müdür vardır demişler.  Kimi Alman veya İngiliz’dir zehabında bulunmuşlar, hatta bazıları, ikisi ortası bir suret bularak, Rauf bey aslen İngiliz’miş fakat ahiren ihtida itmiş demişler;  Bu kitap Raufun da aslını meydana koyacaktır.

     Yine bu kitap fedailiğe müntehi bir vazifeyi alelade bir surette deruhte eden mürettebatın kimler olduğu ebeveynlerine resimleriyle, isimleriyle gösterip onlarında hakkı iftiharını verecek ve diğer evlatlarını bunları ümmetiyle, daima vazife-i fedakârı talebine sevk ettirmeğe çalışacaktır.

     Bu kitap her şeyin gayesi olan fedailikte Osmanlının her anasırdan mürekkeb evladının bir kumanda altında nasıl çalışa bildiğini, müşterek

     S.  8

vatan ve müşterek sancak namına, pek ve ulvi bir azim cansiperane ile nasıl uğraştığını göstererek hükümeti Osmaniye’nin ittihat ve fedakârı anasırdan ne derece ümit var olacağına bir misal dahi olacaktır. Yine bu kitap Hamidiye’nin deruhte ettiği vazifen fennen mahiyetini ve bu vezaifi ne suretle ve ne derece ifa ettiğini ve bu vazifenin hariçte yaptığı tesirat umumiyenin maddi ve manevi kısımlarını izaha çalışacak, elhasıl bu kitap milli bir destan şan ve şeref olacak ve elden ele dolaşacaktır.

     S.  9

  Resim:  HAMİDİYE GEMİSİNİN RESMİ.

Sayfa:10

KARADENİZ SEFERİ

Çanakkale de – İtalya harbinden Balkan harbine

-1-

     328 senesi Eylülünün on sekizinci Salı günü Hamidiye Çanakkale boğazının akıntılı suları üzerinde İtalya donanmasına karşı sabit ve kadim bir vazife-i nikhübanı ile demirli bulunuyordu.  Nice mühim vukuatın, Avrupa’yı ve Balkanları alt üst eden kanlı muharebenin arifelerini teşkil ettiği bilahare anlaşılan bu gün,  Hamidiye’nin kömür almak günlerinden biri idi.  Zabitan ve efrat bu günün işini de bitirmeğe çalışmış zayıf bir yorgunlukla ahşamı bulmuşlardı.  Henüz kimse balkan işlerinin aldığı şekil ve mahiyeti hakkında sarih bir malumata malik değildi;  fakat azim fırtınalar, tayfunlar getiren durgun, boğucu havalarda görülen derin bir ağırlık sanki bütün şu dağları, binaları, suları, Gemileri kuvvetli kolları arasına almış, her şeyi ve her kesi tazyik ediyor gibiydi.  Şu gemiden bir boru sesi geliyor, öteden bir filika köpükler saçarak

S. 11

Sahile gidiyor, uzaktan bir posta vapuru geliyor ve bütün bu basit manzaranın havayı adeta içinde ruhları yoran bir yeknesaklık, bir sükûn ve tenhayı hükümferma oluyordu.

     Akşam olunca Hamidiye İtalyan donanmasının bir hücum nakihaniyesine karşı donanmaya tertip eden ve taifeden kendi hususuna düşeni ber mutat ifaya hazırlanıyordu.  O gün sabahtan akşama kadar kömür almakla meşgul olan zabitan ve efrat da, hayatlarını tamamen kader ve tesadüfün desti sevkine teslim ile günlük vazifelerinin ne kadar yorucu veya mühim olursa olsun yalnız ifa için saye alışmış olan bu insanlar da, ne şu kömür almak işinin yorgunluğu, ne de kaç gündür gazetelerin büyük bir ehemmiyetle bahis ettikleri balkan vukuatının şekil mahufi müstesna bir ehemmiyeti haiz olamazdı; onlar hayatlarını kumandan gemisinden gelecek emirlere bağlamışlar, derin bir tevekkül ve teslimiyet içinde, kendiliklerine karşı malik oldukları bütün hak tasarruftan feragat etmişlerdi.  İşte bundan dolayı gündüzün her türlü yorgunluğuna ve bir seneden beri onları bu intizar mevkiinde, istim üzerinde bırakmış olan vukuatın yoruculuğuna rağmen ahşam yemeği bir şetaret içinde geçti.  Fakat bütün şu yemek salonlarını havai şetaret ile meşbu, gülen, koşuşan saf ve şeffaf ruhlar üzerinde büyük vukuata atılmazdan evvel görülen bir temkin, mütefekkir ve azimkâr bir dalgınlık his olunur gibi idi.

     Yemek bitmiş, herkes birbiriyle konuşuyordu.  Bahisler ekseriya İtalya

S. 12

Harbinin bir senedir donanmayı boğaz bekçiliği ile atıl bir halde bırakması noktasında toplanıyordu. Arada sırada İtalya ile sulhun yaklaştığından buna mukabil balkanlarda ikinci bir harbin zuhur etmesi ihtimalinden bahis olunuyordu.  O zaman aylardan beri burada büyük bir muharebe karşısında müdafaayı mutlaka vuku daimiyesinde kalan bu insanlar, yarın için kendilerini bekleyen hayati vazifenin daha cevelanlı, daha müdebdil, daha müsademeli olabileceği ihtimali ile mesrur ve müteselli yolunuyorlar, kanlarının bu hissi harareti ve heyecanı ile tutuştuğunu, damarlarında bu emelin cereyanını his ediyorlardı.

     Vakit, gurubu takriben iki saat geçmişçi. Birden bire gemide calibi dikkat ve mucibi merak bir haber dolaşıyordu.  Amiral gemisinden gelen bir telsiz;  Hamidiye’nin; İstanbul’a hareket emrini veriyordu.  Acaba maksat ne idi?  Hamidiye için Çanakkale’den İstanbul’a gitmek pek de fevkalade bir şey addedilmemek lazım gelirdi!  Halbu ki vakanın güç olması ve şu günlerde gazetelerde okunan şeylerin pek mühim bulunması bu harekete başka bir ehemmiyet atıf ettiriyordu.  Çünkü İstanbul’a gitmek için başka hiçbir sebep yok idi.  Gemi tamire muhtaç değildi.  Harp zamanı donanmadan dahi ayrılamazdı.  O halde mutlaka,  İstanbul’dan başka bir yerdeki yeni ve mühim bir iş için İstanbul’a çağırılıyordu. 

     Harp ihtimali, harp rivayetleri aylardan beri burada durmaktan

S. 13

usanmış, muharebeyi bekledikleri uzun müddetle mütenasip bir iştiyakla karşılamağa muvaffak olamamış bu insanlar üzerinde pekiyi bir tesir yapmış, herkes sevinmiş idi.  Ya harp yoksa?  Ne zararı, var? Hareket var ya, ne olursa olsun, bir yenilik, yeni bir iş değimliydi?

Hali harp münasebetiyle Hamidiye zaten her dakika harekete mahya bir halde bulunuyordu.  Geminin kazanları aylardan beri istim üzerinde duruyordu.  Onun için hareket emri alınması ile hareket arasında çok bir zaman geçmemişti.  Nısf-ül- leyl’den iki saat evvel Hamidiye demirini aldı ve bu hareketle bilâ kaydı şart memnun olan göğsündeki şen ve şatır mürettebatı ile ertesi çarşamba günü kabl-ez-zuhur saat dokuzda fındıklı önüne demirledi. 

     Çok geçmemiş, hakikati vukuat anlaşılmıştı.  Seferberlik ilan edilmiş olduğu cihetle Hamidiye Karadeniz’e gidecek ve bu tarik ile icra edilecek olan nakliyatı askeriyeyi Bulgar torpidolarının taarruzatından muhafaza edecekti.  Seferberlik harbin arifesi demek değil miydi?  Demek muharebe tahakkuk ediyordu.  Ve bir seneden beri toplarının başına nöbet bekleyen ve Trablus da Bingazi’deki hemşerilerini kolsuz kanatsız bularak ezmeğe çalışan, bütün donanmasının toplarını bütün kuvveyi seyyareyi bahriyesini, bütün yeni islihasını birkaç derme çatma silahlı, bir avuç hemşerisinin göğsünde, vesaitsiz yerli

S. 14

Mücahit kardeşleri ruhunda tecrübeye çalışan şu zebun keş düşmana bir top atabilmek ferasetini içini yiyerek gözleyen fakat bu düşmanıyla çarpışamayan bu üç yüz kişi nihayet harekete muvaffak olmuş, Osmanlıların, yine desâis bir düşmanıyla çarpışacaktı.  Şimdi artık gemide büyük bir şok ve şetaret hükümferma oluyor, herkes her ihtimale karşı hazırlık görüyor, saf ve lekesiz ruhlardan kopan gıyabi dualarla helallik talep ediliyordu.

*

*         *

fakat günler geçiyor,  henüz elan harp haberi gelmiyordu.  Hamidiye bu müddet zarfında hep Karadeniz’in tecavüze mamul olan sularında dolaşmış, nakliyatı askeriyeyi muhafaza etmişli. 

     Zabitan ve efrat, herkes bir makine halinde, pür şevk ve hararet, büyük bir dikkat ve faaliyetle vazifesini ifa ediyordu.  Kumandanlarının emirlerini yapmak için herkes sanki birkaç parçaya ayrılmak arzusuyla bir hararet ve gayretle çalışıyordu.  Fakat harp, ilanı harp emri?  O hala gecikiyordu.  Artık herkeste bir sabırsızlık hasıl olmaya başlamış, yeni başlayan bu hareket ve faaliyetin dahi sevinerek yine İtalyan beklemeğe, kale sultaniye ye iade edilmek endişesi bütün ruhları sarmıştı:  herkes vaziyeti umumiyenin tayin ve tahkikini istiyordu.

S. 15

Hamidiye kruvazörü

(1903) senesi İngiltere’de elswick shipyard ‘da  inşa olunmuştur

Tulü:                                   345 kademdir.

Arzı:                                      16        “

Amiki:                                  47,5

Hücum istiabisi:             3800 ton (recistre)

Makinesi:                              3 adet ve ( 3 ) silindirlidir

Kazanlar:                             nikelos

Makinasının kuvveti:          13000 beygir

Sürati:                                    saatde ( 22 ) mildir.

Taşıdığı kömür miktarı:     760 tondur.

Teknesi:                                saçtır.

Topları:

15 santimetrelik – 45 çapında – 3 adet

13         “               – 50        “        – 8    “

47 milimetrelik  – 45        “         – 6     “

37         “              –   “         “         – 4     “

18   pusuluk – fuvkelbahir torpido – 3  adet

Peruj natür                              4 adet

Efradı mertebe yekunu:   302 nefer

( * ) Yunanlılar bu torpidolardan çok ürküyorlardı.

S. 16

 

 

Bulgar bahriyesi

İsmi               cinsi                     inşası           tonajı  sürati     torpido timi    topları

Nadiyajya torpido ganbot   1898bordo        715         17                  2            2 adet dört pusluk

                                                                                                                                  2 adet dokuz librelik

                                                                                                                                 2 adet üç librelik

                                                                                                                                  ( sayder kana )

Birinci Aleksandır- top ve torpido gemisi 1880   800  11  

Kamçiya                                                                     600

Setriya                                                                      400

Simeli    torpidobot       1907    kamorozo           98      26  3adet 18           2 adet 3 librelik    

Hezabri         “                    “                                     98       26     pusluk                     “

Bizisteri        “                   “                                     98       26          “                              “

Şimni            “                   “                                    98       26          “                              “

Limaçeci      “                   “                                    98       26            “                           “

Setrugi          “                “                                      98       26              “                       “

***  Fransa mamulatı.

Bundan başka 7 adet eski torpido lancıları vardır.

      S.  17

2

Varna ve Kuvarna bombardımanı

Nihayet geldi… Hamidiye’nin İnebolu limanında bulunduğu bir gün,  teşrin evvelin beşinci günü, ilanı harp haberi geldi.  Amiral gemisinden gelen bir telsiz telgraf balkan devletleri müttefikasına ilanı harp edildiğini ve binaenaleyh Hamidiye’nin de Bulgaristan sahillerini abluka eden donanmayı hümayuna derhal iltihak etmesini emir ediyordu.

     Artık herkeste şok ve şetaret son dereceyi bulmuştu.  Nihayet, senelerden beri bizi izâç eden şu renksiz, masumlar katili düşmanlarla çarpışmak, zamanı gelmişti.  Herkes artık onun için birer kahramanlık devri başladığını, önlerindeki günlerde mühim işler görüleceğini düşünerek seviniyorlar, ecdatlarının ruhlarını şad etmeye yemin ediyorlardı.

     Akşam olmuştu.  Süvari Rauf Bey divan taburunda zabitan ve efradın arasına girerek onlara sade fakat müessir bir lisanla kısa bir nutuk irat etti.  Düşmanlardan, tarihten, dinden, vatandan, vazifeden bahis etti.  Bu nutuk şu askerlerde büyük tesir yapıyordu.  Bütün bu asker yürekleri bu sözler karşısında heyecanlarla çarpıyordu.  Bu tarihi merasime üç defa “padişahım çok yaşa” duasıyla nihayet verildi.

S. 18

Karadenizin koyu dalgaları ve sonbahar gurubunun rengârenk iltimaileri arasında şu sessiz ve ıssız muhitlere yayılan ve padişahın yaşaması, memleketin selameti ve bekası için kendilerini feda etmeğe giden ruhlara tercüman olan bu samimi dua ne kadar hazin ve ne kadar müessirdi!

     Der-akap Hamidiye Varnaya müteveccihen hareket etti.  Herkes bir an evvel Şumnu sahillerine vasıl olmak için sabırsızlık gösteriyor, gemiyi bütün süratiyle kavuşturmak istiyordu.

     Gece geçti, ertesi gün oldu.  Merak ve heyecan içinde ve akşama kadar devam eden bir seyahatten sonra teşrinievvelin altıncı Cumartesi günü kablelgurub Bulgaristan toprakları göründü.

     Nasf-ül-leyl’de boş benzin fıçıları ile yüklü bir Bulgar guletine tesadüf edildi.  Gulet hem kaçıyor, hem de hain tevkifinde serkeşlik ediyordu.  Ertesi sabah saat sekizde donanmayı hümayuna iltihak eden Hamidiye yedeğinde bulunan guleti o esnada İstanbul’a müteveccihen hareket eden Turgut’a teslim etti.  Gece saat yedide bütün donanma boğaza avdet etti.  Varna civarında yalnız Hamidiye ile Taşöz torpidosu kalmıştı ki bir müddet sonra torpido dahi avdet etti. 

     Filo çekilip gittikten sonra Hamidiye bütün geceyi Varna açığında geçirdi.  Mütemadiyen etrafı dolaşıyor, abluka vazifesini ediyordu.

     Ertesi sabah Hamidiye Varna’nın şimalinde kâin “Kovarna” limanı açığına gelerek demirledi.  Bazı teklifatı havi olmak üzere “Kovarna “

S. 19

 

Belediye riyasetine hitaben bir varaka yazıldı.  Sahile isali vazifesi topçu mülazımı Şemseddin ve dördüncü bölük mülazımı Fehmi efendilere emir olundu.  Hamidiye’nin büyükçe bir filikası (mükâlemeci – parlamenter) bayrağı çekecek ve sahile girerek teklifatı havi tezkereyi belediye riyasetine tevdi eyleyecekti.  Filikanın sevki için istihzaratta bulunulduğu esnada Bulgarların öyle hukuki dilden falan anlamayacakları takdir edilerek ihtiyaten filikanın başına 407 santimetrelik küçük toplardan biri de yerleştirilmiş ve filikaya sureti mahsusada silah endazlar oturtulmuştu.  Filika baş tarafına “mükâlemeci” ve kıç tarafına da Osmanlı bayrağını çekerek gemiden ayrıldı.  Gemide filikanın harekâtı ve sahil tetkik edilmekte idi.  Mükâlemeciler Hamidiye’den epeyce uzaklaştılar ve sahile hayli yaklaştılar.   Bu esnada sahilden bir takım işaretlerle filikanın davet edildiği ve işaretlerle güya iskele mevkiinin gösterilmekte olduğu görülüyordu.  Bu manzara karşısında Hamidiye’dekiler duçarı hayret oluyorlardı Bulgarlar bu kadar mültefit, munis, misafirperver olamazlardı!  Her halde bu pek taaccüp edilecek bir şeydi.

     Fakat çok geçmeden hakikat anlaşıldı.  Bulgarların bu davetleri filikayı tuzağa düşürmek, pusu mevkileri önüne celp eylemek hilesine mebni olduğu tezahür etti.  Çünkü filika gösterilen iskele mevkiine doğru henüz yaklaşmaya başlamıştı ki birden bire sahilden müthiş bir yaylım ateşinin bir anda entrak etdiği görüldü!  İşte bu dakika filika mühim bir vaziyet geçiriyordu.  Bir az evvel Bulgarların

S. 20

Nezaketlerine inanacak bir hale gelmiş olan gemi mürettebatı birden bire mükâleme bayrağına rağmen yapılan şu namertlik karşısında duçarı hayret olmakta iken filika üzerine yağan bir kurşun hakikat hali anlatıyordu. 

     Bu Osmanlı filikası sahilde siperler gerisinde ateş eden düşmana karşı küçücük topuyla ateş açtığı gibi Hamidiye dahi derhal toplarını mütecavizlere çevirmişti.  Sonra gemiden işaretle verilen emir üzerine filika inmişti.  Bu suretle anlaşılıyordu ki bütün dünyada maruf bir kaide olan “ elçiye zeval olmaz “ sözü Bulgarların karşısında hiçbir hükme malik değildi.

     Filika içindekiler yaylım ateşi karşısında hiç telaş ve eseri heyecan göstermemişlerdi.  Filhakika filika içindeki bu cesur gemicilerin vaziyetleri pek mühim idi.  Karada değiller ki bir siper tutabilsinler.  Her halde bu cesur ve metin gemiciler şu tehlikeli vaziyette şayanı hayret bir itidal göstererek mensup oldukları milletin haiz olduğu havas mümtazı için ufak, fakat pek parlak bir numune meydana koydular.  Filika Hamidiye’ye avdet ettiği zaman süvari bey derhal gözden geçirerek kendilerine ne kadar mecruh halleri olduğunu sordu;  onlar henüz ne kadar mecruhları olduğunu tetkike bile lüzum görmemişlerdi.  Küçük bir muayene ile anlaşıldı ki düşmanın oldukça şiddetli yaylım ateşi filikanın üzerinde bir yağmur kesafetiyle dolaştığı halde efrat arasında hiçbir mecruh yoktu.

S. 21

     Şimdi artık Hamidiye’nin topları mütemadi tarakalarla sahili bombardıman ediyordu.  Bombardıman başladığı dakikadan itibaren daha ilk yaylım ateşi devam ediyordu.  Sahilde ateş edildiği anlaşılan mevkiler üzerine Hamidiye’nin atılan gülleler savrulan hembereler oraya alt üst ettiği, Bulgar neferlerinin mühim telefata sebebiyet verdiği halde inat düşman filika avdet edinceye kadar ateşe devam etmişti.  Hambereler artık Kovarna limanındaki müessesatı resmiyeyi yakıyor, yıkıyordu.  Liman dairesi, gümrük binası, fabrikalar ve sair bir takım mebanı bombardımanla kâmilen tahrip edilmişti. 

     Bu bombardıman Kovarna da ve Varna da pek büyük havf ve heyecanı mucip olmuştur.  Ahaliden pek çoğu şehri terk ederek sade içeriye çekilmekle kalmamış, hatta Romanya hududuna kadar bile kaçmıştır. 

     Bu esnada Çingane kıyılarının karşısındaki burunda bir düşman müfrezesi görüldü.  Top arabalarını mevzie ithal veya nakil etmekle meşgul idi.  Derhal tevkif olunarak mevkii sefine tayin ve düşman müfrezesiyle olan mesafenin 6700 metre olduğu takdir edildikten sonra üzerlerine ateş açıldı.  Ateş müessirdi.  İlk atılan mermi bile hedefe isabet etmişti.  Bu mermiyi burada atışı [ cenahtaki topların atışı ] takip etti ve nihayet Merkür düşman müfrezesinden ve top arabalarından hiçbir nişane kalmadığı görüldükten sonra atış kesildi.

S. 22

[ Varna ve Kovarna bombardımanlarını gösterir krokidir. ]

S. 23

Hamidiye ihtiyatı elden bırakmayarak yavaş yavaş ilerliyordu.  Yeni arzusu (Oksinograd) sarayı civarındaki kışla vamekan askeriyeyi bombardıman etmek ve Varna istihkâmını yandan vurmak idi.  Saat bade-z-zeval 9.40 da Mecidiye kruvazörü ile Yadigâr millet muhribi iltihak eyledi.

      Saat 1.10 da mârr-üz-zikr mevkie gayet muvaffakiyetle bombardımana ibtidar edildi.  Bombardımana bir aralık Mecidiye dahi iştirak etti.  Hamidiye’nin mermilerinden bazısı sırtı aşarak Varna limanının içine düştüğü cihetle Varna da pek büyük heyecana mucip olması tabii idi.  Saat 2 de ateş kesildi.  Hamidiye’nin (st.Gearg ) burnundan olan mesafesi dokuz bin küsur metre idi.  Şarkı cenubi cihetinde ve iki bin yüz metre mesafede nazarı dikkati celp flamalı bir şamandıraya tesadüf edildi.  Mezkûr şamandırayı almak ve saha dahilinde tetkikatta bulunmak üzere Hamidiye’nin istimbotu gönderilmekte iken Varna limanından üç düşman torpido botunun huruca teşebbüs ettiği görüldü.  Mecidiye ve Yadigarmillet’le birlikte Hamidiye tarafından üzerlerine ateş açılarak üçü de ricata mecbur edildi. 

     Hamidiye bade-z-zuhr saat dört de Varna pişigahına gelerek (st. Georg) burnuna yakın bulunan dalga kırana 8500 metre mesafeden sırf Bulgar torpidolarını bir daha huruç ettirmek maksadıyla bir iki mermi endaht etti.  Fakat henüz malum olmayan esbab dolayısıyla sahil istihkâmatı Hamidiye üzerine ateş etmemistir.

S. 24

bu sırada bir telsiz telgraf alındı.  Bu telgraf Hamidiye’ye yeni bir vazife tahmil ediyordu.  Binaenaleyh o da Yadigarmillet torpidosuyla birlikte hareket etti.  Teşrinievvelin dokuzuncu ve onuncu günleri bu vazifeye ait devri ve taharri ile geçti.  Teşrin evvelin onuncu günü gayet şiddetli gün doğuşu keşişleme rüzgârı ve zan olduğu cihetle Hamidiye epeyce zahmet çekmiş ve (puruva gabiye) çubuğu kırılmakla telsiz telgraf muhaberatı minkıta olmuştu.

S. 25

 

 

 

Resim

( Hamidiye süvarisi Rauf Bey )

S. 26

Varna’dan Halice

     Teşrinevvelin onbirinci günü sabahı tekrar Varna pişegahına avdet edildi ve sahili tarayarak Burgaz’a doğru seyir olundu.  Kabl-ez-zuhr saat sekizde Emona burnundan bir buçuk mil mesafeden geçerken sahilden tüfekle bir yaylım ateş açıldı. 

    Derhal Hamidiye’den mütearrızlara mukabele olundu ve kasımı mühimi itlaf edilerek ancak bir kısım kalili kaçabildi.

     Kabl ez zuhr saat 8.30 da ( Messaverya ) kasabası pişeğahine salt muvasalat olunarak muhabere flaması çekildi ve bu esnada burundaki yel değirmeninin yakınında bir top müşahede edildi.  Hamidiye’nin kasabaya yaklaştığını gören ahali gurup gurup içerlere doğru kaçışmağa başlamışlardı.

     Kabl-ez-zuhr saat 10 da Hamidiye Burgaz pişeğahında Turgut reis zırhlısına mülaki oldu.  Hamidiye süvarisi Turgut zırhlısına giderek süvarisiyle bazı müzakerede bulundu.  Ba-de-z-zeval saat 10 da Turgut ile birlikte (sozoboli) ye takrip olundu.  Burgaz belediye riyasetine hitaben mahrur bir muhtırayı Basra torpidosu

S. 27

Hamilen ve muhabere ve ( parlamenter ) bayraklarını çekerek sahile takrip etti.  Fakat sahilde hiç aldıran olmadı.  Bunun üzerine Hamidiye Turgut’dan istihsal ettiği mezuniyet üzerine ( sozoboli) ya bir buçuk mil mesafeye kadar takrip edildi.  Ve istimbot indirerek Basra torpidosu maiyetine gönderdi.  Muhtıra bu defa da Hamidiye’nin istimbotuyla sahile irsal edildi.  Fakat sahildeki Bulgar zabitanı mezkûr varakayı almaktan istinkâf ettiler.

     Düşman tarafından ateş edilmedikçe ateş edilmemesi talimatı esasiye cümlesinden bulunduğundan sokak başlarına konulan düşman topları üzerine Hamidiye’den ateş edilmedi.  Bade ikmal levazım için Hamidiye boğaza avdet etti. Burada kömür almak lazım geliyordu.  Levazım ve kömür ikmal edildikten sonra teşrinievvelin 13 ncü günü akşamı nısf-ül-leyl’den bir saat evvel düşman sahiline hareket olundu.  Ertesi gün Turgut zırhlısı abluka hattındaki mevkiini Hamidiye’ye terk etmekle abluka vazifesinin ifasına devam edildi.

     Teşrinievvel 15.inci günü sabahı Hamidiye Balçık kasabası önüne bir buçuk mil kadar sokularak  ( Varna ) ve ( Balçık ) belediye reislerine hitaben iki muhtıra yazıldı.  Bu muhtıralar limandaki Bulgar torpidobotların teslimi teklifini havi idi.  Muhtıraları isale Hamidiye’nin işgüzar istimbotu memur oldu.  Ve götürüp sahildeki Bulgar zabitanına teslim edildi.

     Teşrinievvelin 16.inci günü 42.59.30 derece arz şimali

S. 28

Ve 4 ve 28 tül şarkında mahmudiyeden 300 metre mesafede bizatihi elhareke bir torpilin başıboş sebh etmekte olduğu görülerek Hamidiye tevkif etti.  Filika ile mezkûr torpilin yanına gidilerek bağlandı ve sonra yan mataforası vasıtasıyla ve itina ile Hamidiye ye alındı.  Herkes bu büyük tehlikenin görülebilmek suretiyle bertaraf edildiğinden dolayı şükür ediyordu.

     Torpilin üzerindeki markadan ( suneharle ) namındaki Fransız fabrikasının mamulâtı ve ( 129 ) numaralı olduğu okundu. 

     Bu esnada Hamidiye’nin istimbotu sahil tarafında iki düz kırmızı bayrağı hamil alamet şamandırasını ve civarını tetkik etmek üzere hareket etti.  Başıboş olan ve güya torpil hattı mübdaini göstermek için konmuş olan bu yalancı şamandırayı aldı.  Sonra cenuba müteveccihen hareket ve bir saat sonra yalancı şamandıralardan birine daha tesadüf ederek durdu.  Ve yine mavi iki bayrağı hamil bu şamandırayı da alarak Hamidiye ye verdi.  Tabii Bulgarları hayli kızdırmış oldu.

     Ba-de-z-zeval  saat 9.30 da bir vapura tesadüf edildi.  Bu vapurun Varna’ya gitmekte olduğu fenerlerine nazaran istikameti siperinden anlaşılıyordu.  Muhatabın muavenetiyle Hamidiye’yi görmesi üzerine derhal bütün ışıklarını söndürdü.  Hamidiye dahi bu vapuru yakalamak için son süratle üzerine yürüdü.  Fakat vaziyetin ona müsaadesi hasebiyle kendisine yetişilmeden firar ve ilticaya muvaffak oldu.

S. 29

     Varna’yı artık cepheden ve daha şiddetle vurmağa azim etmiş olan Hamidiye, tembihat hilafına hareket etmemek, evvela kendisi ateşe başlamış olmamak ve düşmana ateş açtırmış olmak için Varna istihkamatının dairei tesiri dahiline iyice sokulmağa karar verdi.  Teşrinievvelin 17 inci günü sabahı saat onda bu suretle Varna istihkâmatı dairei tesiri içinde mevki aldı.  Fakat düşman tarafından hiçbir tariz vukuu gelmemesi üzerine düşman istihkamatı hakkında malümatı kâmile elde etmek emeliyle yakından tetkik ve mütalaaya başlandı.  Ve neticede Hamidiye’ce vucudu gayri maruf yeni bir istihkâm keşif olundu.  ( okesnograd ) sarayının ( kıble 82 batı ) cihetinde bulunan mezkur istihkam saraydan 1,8 mil mesafede bulunan burun üzerinde idi.  Toplarının adedi dört idi.  Sahai tesirleri takriben deniz cihetinden ( kıble-88 batı ) ve ( kıble-12 batı ) ciheti mıknatısıyyesi binin de idi.  ( kıble – 88 batı ) kerteriz hattının şimal kısmı bu topların tesir nüfusundan azade ve emniyet mıntıkası dahilinde idi.  Hamidiye’den olan mesafe 10100 metre bulunmuş idi.

     Bundan başka ( Franko ) mevkiinde bulunduğu istihbar edilmiş olan telsiz telgrof istasyonunun eryal direkleri görülmesi üzerine icra edilen rasad neticesi filhakika haber olınan mevkide olduğu tahkik etmiş idi.

     Vakt-i zevâl’de Basra muhribi Hamidiye ye iştirak eyledi.

S. 30

Hamidiye’nin istimbotu tırmıklarla teçhiz edilerek mahallinde torpil   ( mayın ) hatlarını taramak için gönderildi.  Hamidiye de daha ileriye ve şimale doğru ağır yol ile hareket etti.  Fakat bu sırada rüzgâr pek şiddetlendi.  Ve böyle muhalif havada tarhiyattan bir faide istihsali mümkün olamayacağı tamil edilerek tarhiyattan sarfınazar edildi.  Nısf-ül-leyl de Hamidiye mevkiini Mecidiye kruvazörüne terk etti.  Haliç der saadete hareket emrini aldı.

S. 32

Marmara harekâtı

Zazgani muvaffakıyeti – düşman fırkasının inhizamı

——*****——

     Hamidiye halice muvasalatını müteakip doğruca havuza girerek tamirat ve karinesinin tathiratına derhal başlandı ve üç gün zarfında huruca muvaffakiyet hasıl oldu.

     Teşrinievvelin 23 nücü günü noksan olan kömür mevcudu ikmal edildikten sonra akşamüstü hareket edildi ve dolma bahçe önüne gidilerek demirlendi.

     Teşrinevvelin 26 ncı Cuma gecesi Hamidiye tekrar Silivriye avdet eyledi.  Teşrinievvelin 28 inci Pazar günü Çatalca hattı müdafaasına çekilen ordumuzun geride kalan perakendeleri, hastegan ve mecruhin kafilelerinin henüz arkası kesilmiş idi ki Silivri’nin garp ve şimal sırtlarında düşmanın süvari keşif kolları görülmeğe

S. 33

başladı. Hatta bunlardan sekiz kişilik bir süvari kolu Silivri köprüsünün şark tarafındaki meydancığa gelerek sefaini bimuhaba temaşaya koyulmuştu.  Şu hal evvela kendilerinin düşman tarafına mensup olmadıkları zehabını vermiş ise de büyük teleskoplar hakikati meydana çıkarmıştı.  Bu suretle tarassut ve tahkik üzerlerine ateş edilmekle firar ettirildiler. 

     Silivri de asayişi muhafaza etmek üzere safainin silah endazanından müfreze tertip ve ihraç edildi.  Ve Hamidiye süvarisi dahi kasabayı dolaşarak Rum ve Musevi olup orada kalmış olan Silivri sakinsini teselli ve teskine çalıştı.

     Nısf-ül-leyl aldığı emir üzerine Hamidiye tekrar Tekfur dağına müteveccihen hareket eyledi.  Esnai rahde Erikli kasabası önünde duran Nevşehir gambotundan ( kaleşin ) ile zirdeki haber alındı:  “ Bulgarlar henüz Erikliye gelmediler.  Bir mavna mîrî eşya alınmak üzere sahile takrip edildikte bazı yerli eşra tarafından filikaya ateş edilerek mümânaat olunmuştur.  Hatta bir neferimiz mecruhtur.”  Bu eşar üzerine Hamidiye Erikliye tevcih etti.  Eriklinin deniz feneri yakılmamış idi.  Erikli limanına gelindi.  Fakat eşra cevami vesair mübaniyi kendilerine siper ittihaz eylemiş olduklarından bir mavna eşya için memleketi top endahtiyle harap etmemek şıkkı tercih edilerek oradan mefarkat ve yine hedef aslı olan Tekfur dağa muvasselat olundu.  Muvasselattan üç saat sonra hareket olunarak büyük çekmecede donanmayı hümayuna iltihak olundu.

S. 34

     Teşrinievvelin 30 ncu Salı günü ba-de-z-zeval hareket ve Boğados’a kadar sahil boyunca düşman kuvveti hakkında keşfiyete teşebbüs edilmiş ise de hiçbir şeyine tesadüf edilmemiştir. 

     Hamidiye teşrinievvel 31 inci günü aynı maksatla hareket eylemiş ve be-de-z-zeval saat 1 de Bigados’un şimal şarkisinde ve ak kartal tepenin cenubundaki sırtta şarka doğru hareket eden ve miktarı iki yüzden fazla tahmin edilen muntazam bir düşman piyade müfrezesi üzerine ateşe ibtidar ve kendilerini perişan etmişti.  Bundan sonra (zazgan ) muvaffakiyeti ile geçirilmiştir.  ( zazgan ) koyu Bigados’un şimalinde ve sathı bahriden mer irtifaca bir mevkidir.  Bir fırka kadar tahmin edilen düşman kuvvayı mühimmesi mezkur koy yakınındaki meraya henüz gelmiş, çadır kurmak,  mühimmat ve levazım ağırlıklarını indirmek,  ordugah kurup yerleşmekle meşgul iken Hamidiye ( zazağan ) koyundaki fırkanın mevcudundan bihaber olarak evvelki müfreze üzerine indaht öyle meşgul idi.  Fırkanın bulunduğu yerden Hamidiye dahi görülemeyeceğinden onlar da Hamidiye’nin vücudundan bihaber idiler.  Fakat biraz ilerleyince düşman fırkası vakit ve zamanıyla keşif edildi.  Düşman elan dalgın ve meşgul idi.  Gayet itina ile nişan alınması nişancılara tembih edildi.  Topçu zabiti Ziya Efendi pruva direğindeki kontrol mevkiinden mesafe aleti başında bulunan zabitana gayet iyi mesafeyi kestirtiyordu.  Hamidiye iyi bir mevzi alarak tevkif etti.  Mesafeler takdir ve nişanlar

S. 35

tanzim edildi.  Topçular besmele ile ilk mesafe topu endaht edildi.  Hembere derhal hedefini buldu.  Bu hissin isabeti müteakip bilâ fasıla bütün burada toplarıyla süratli ateş icrasına başlandı.  Düşman ise şaşkın ve darma dağınık bir halde kaçışmağa başladı.  Fakat kaçmak için bir takım tepe ve sırtlar aşmak mecburiyetinde idi.  Buraları yüksekçe olduğundan müşkülatla kaçabiliyorlardı.  Kaçmağa, tırmanmağa uğraştıkları müddet ve mesafeyi ise sığınaklı bir hambere ateşi altında geçiriyorlardı.  Bu esnada yüzlercesinin yuvarlanıp kaldığı ve oranın içsadıyle çekirge düşmüş tarlaya döndüğü dürbünlerle görülüyordu.  Buradan hareket ile Silivri ye tekrib edildiği zaman kasabanın surını kendilerine siper ittihaz ile endaht eden haşerata Mecidiye kruvazörüyle birlikte bir iki ateş edilerek ıskat edildikten sonra Büyükçekmece ye gelindi.

     Teşrinisaninin birinci günü limanda geçti.  Barbaros ve Mesudiye mayın mevkii indirget  ( bilvasıta ) ateş ile döküyorlardı.  Bu gün Çatalca da şiddetli ve sürekli bir top ateşi devam etmekte olduğu Hamidiye’den görülüyor ve işitiliyordu.

     Teşrinisaninin ikinci Cuma günü hem sahili taramak ve aynı zamanda sürat tecrübesi yapılmak üzere bahriye nazırı vekili Salih paşa hazretlerini hamilen Hamidiye hareket eyledi.  Esnai rahde       (Palur) köyü civarında görünen düşmanın bir miktar askeri üzerine ufak top ile bir iki endaht yapıldı.

S. 36

     Suları önüne gelindiği zaman Bulgar askerinin limanın ahşap iskelesini yakmakta oldukları görülmekle üzerlerine ateş edildi.

     Papaslı çiftliği önünde tevkif olunarak bir kısım Bulgar askeri üzerine yine küçük toplar ile bir iki hembere savruldu.  Erikliye takrib olunduğu esnada o civarda bulunan sırtlardan Hamidiye üzerine şarapnel endahtiyle top atışı açıldığından Hamidiye derhal engine açılarak ateşe ibtidar ve düşmanı iskat ve perişan eyledi.  Be-de-z-zeval saat ikide artık düşman eline düşmüş olan tekfur dağı önüne muvasalat olunarak evvela 7000 ila 7500 metre mesafeden şehrin şarkında bulunan kabristan civarında ve değirmenler arasındaki meterslere, sonrada şehrin ortasındaki kabristan civarında bulunan ve bizim asker tarafından terk edilen çadırlar üzerine nişancılık noktai nazarından gayet muvaffakıyetli endahtlar yapıldı ve bunu müteakip Büyükçekmece ye kadar sürat tecrübesine ibtidar edildi.

S. 37

Varna muharebe-i bahriyesi

——******——

     Teşrinisaninin 3 ncü günü Hamidiye Küçükcekmecede kömürünü aldı.  Ertesi gün Ayastafanosda cephanesini ikmal etti.  Sonra Çekmeceye avdet eyledi.

     Hamidiye teşrinievvelin 6 nci günü Eseri Tevfik zırhlısı refakatinde Gelibolu ya hareket eyledi.  Esnai rahde Tekfur dağı ve Kumbağı önünde tevkif ederek bütün projektörleriyle kara cihetini taharri ettikten sonra yoluna devam etti.  Foça burnu hizası geçildikten sonra gelen bir telsiz telgrofı Hamidiye’nin derhal Büyükçekmece ye avdeti emir eyledi.  Binaenaleyh tebdil istikamet edildi.  Nısf-el-leyl’den üç saat sonra ise Hamidiye Büyükçekmece ye muvasalat etti.  İhzar edilmiş olan erzak alındıktan sonra Karadeniz’e hareket emri geldi.  Maksat:  Bulgar torpidolarının nakliye sefainimize tarizde bulunmalarının önünü almak idi.  Hamidiye Karadeniz’in düşman sahiline müteveccihen hareket eyledi.  Boğaza girerken kurban bayramının ilk günü idi.  Dolmabahçe saray hümayunu önünden geçerken üç defa ( padişahım çok yaşa ) duasıyla kumandan azmimiz efendimiz hazretlerine arzı tebrikat

S. 38

edildi.  Refakatine tahsis edilen ( Berk Efkan ) ve  ( Yar Hisar ) torpidoları Hamidiye ye Büyükderede iltihak ile takibe başladılar, bu esnada zabitan efendilerin evvelce tedarik ettikleri koyunlar kurban bayramı olmak münasebeti mebecclesiyle zabih ediliyordu.

     Vakt-i-zevalde Karaburun da Turgutreis zırhlısına tesadüf olunarak her iki sefine zabitanı ve askerleri arasında karşılıklı bayram tebrikleri, uhuvvet samimiyetleri teati ve bu vesile de üç defa duayı padişahım herkes tarafından yekzeban olarak tekrar edildi.  Ba-del-zeval saat sekizde Emine burnuna epeyce tekrub edilmiş, ortalık tamamen kararmış ve kamer de henüz tulü etmemişti.  Talimat umumiye mucibince Yar Hisar muhribi Kamçık nehri ağzı Berk Efkan torpidobotu da Çingane kayaları civarında tarassudatta bulunmak üzere mufarekat ettiler.  Hamidiye ise ( Kalagri ) burnuna tevci ederek süratini evvela 6 mile tenzil, bade saat dokuzda 7, saat onda 8, saat onbirde 9, saat on ikide 10, mile teziyyet eylemişti.  Vakit nısfa-el-leye idi.  Düşman havari olduğu için Hamidiye’nin kâfi mürettebatının nısf miktarı geceleyin vazife başında ve diğer nısfı vazife mevkileri etrafında fakat hali istirahatta idi.  Vardiyalar henüz tebdil edilmiş idi.  Kaptan köprüsünde süvari  sani ile dördüncü yüzbaşı ve hesap memuru muavini efendilerle dört mühendis efendi vardiyada ( vazife nöbetinde ) bulunuyordu.  Nısf-el-leyl henüz yarım saat geçmiş ve Hamidiye elan eski istikamet seyrinde devam

S. 39

 Harita

S. 40

ediyordu.  Akşamdan beri kat ettiği mesafeye nazaran mevkii sefine Kovarca istikametinde, Varmadan ve ( Kalagri ) burnundan 15 mil mesafede bulunuyordu.  Kamer dağınık bulutlar arasından ara sıra ziya veriyordu.  Birden bire iskele baş omuzluğu istikametinden bir karartı ve bir duman görüldüğü vardiya zabitanına haber verildi.  Derhal zabitan dahi ellerindeki dürbünleri tevcih ettiler.  Uzakta iki torpido gördüler, bunların dost veya düşman torpidosu olmaları hakkında bir an tereddüt ettiler.  Çünkü evvelce Varna civarına tarassut ve istikşaf için gönderilmiş olan ( Yar Hisar ) ve ( Berk Efkan) torpidolarının avdeti ihtimali mevcut idi.  Ve onlarda iki idi.  Hasılı torpidolarımızla Hamidiye arasında mükerrer parolayı teşkil eden bir beyaz ( veri ) ziyasının bu takribi eden torpidolarda da bil tesadüf müşahede edilmesi büsbütün tereddüdü mucip olmuştu.  ( mamafih böyle bir ziyanın bacadan hali tabii de çıkmış olması ihtimali de vardı ) binaenaleyh izale-i tereddüt için vardiya yüzbaşısı malum olan parola mucibince bu beyaz ziyaya kırmızı ile mukabele için işaret tabancasını hazırladı ve istimal etti.  Fakat bir an sonra bu yaklaşan torpidoların adedi dört olduğu görüldü.  Artık düşman olduklarında şüphe kalmadı.  Ve hemen üzerlerine ateş emri verilerek endahta başlandı.  Fakat heyhat!  Onlar bütün süratleriyle torpidolarını ( torpillerini ) atıyorlardı.  Bu mesafe dahi 500 metreden ziyade değil idi.  İlk atılan torpidolardan iki danesi Hamidiye’yi az evvel alabanda iskele etmesi

S. 41

dolayısıyla  ( sol tarafa döndürülmesiyle ) iskele tarafından ( Hamidiye’nin sol yanından ) geminin boyunca bilatemas def oldu gitti.  Ve gemi iskele cihetine ( sola ) dönmekte olduğu cihetle düşman torpidobotlarından üçü sancak ( sağ ) tarafında kaldı.  Biri de geri dönerek tebaüd etti.  Bu ana kadar düşman tarafından on adet torpil atılmış, fakat hiç biri Hamidiye ye isabet etmemiş idi.  Hamidiye’nin sancak ( sağ ) tarafında kalan düşman torpidobotlarından ikincisine Hamidiye’nin baştaki büyük onbeşlik topu ile köprü üstündeki 47 milimetrelik mermisi isabet ve infilak etmiş, üçüncü torpidobot ise ( ki bu esnada mesafesi ancak iki yüz metre idi. ) en sona kalan torpido kovanını dahi boşaltıp attıktan sonra Hamidiye’den atılan on iki santimetrelik bir topun darbesiyle adeta baş aşağı dikilmiş idi.  Fakat işte bu tepesi aşağı bükülen kazazede torpidonun bir dakika evvel attığı torpil idi ki Hamidiye’nin sancak tarafı baş omuzluğuna ( baş sağ yanına ) tesadüf etmiş, müthiş bir taraka ile büyük bir rahme açmış bulundu.  Hamidiye’nin hesap memuru torpilin isabeti anında nerede olduğu sorulduğu zaman şöyle cevap vermiş ve hikâyeyi ahval eylemişti.

“ —ben nısf-el-leyl’e kader vardiyada ( nöbet vazifesinde ) bulunduğumdan yatağıma uzanıp uykuya başlayalı ancak on dakika olmuştu.  Zaten evvelki geceden de uykusuz bulunduğumdan ihtimal bir derince uykuya dalmış idim.  Top sedasıyla uyandım.  Bu top ilk

S. 42

atılan kırk yedi milimetrelik idi.  Bunu ikinci bir endaht taakib etti.  Henüz endişe etmiyordum, ihtimal bir kaçak sefine taakib ediyoruz diyordum.  Fakat beş onbeşliğin atılmasını müthiş bir taraka takip etti.  Ve beni yatağın içersinden fırlattığı gibi sarsıntının dehşeti lavmana mı da parçaladı.  Hemen kalktım zaten pantolonumla uzanmış idim ceketimi potinimi kaput güverteye çıktım.  Müthiş bir top ateşi devam ediyordu.  Topların husule getirdiği ziya gözlerimi aldığından hiçbir tarafı göremiyordum.  Bir müddet ( köprüde ) yakınında kaldım.  Gözlerim etrafı biraz görmeğe başladığı zaman topçu zabiti Ziya Efendi ile üçüncü bölük yüzbaşı vekili Yahya efendiye rast geldim.  Baş taraf cephaneliğine torpil rahnesinden giren sular dolmuş olduğundan yegâne kalmış olan kıç cephaneliğinden toplara mermi ve hartuç yetiştirilmesini temine ikdam ediyorlardı.  Ve filvaki iş şayanı hayret bir sürat ve intizam ile temin ediliyordu.  Ziya efendi ile vaka hakkında bir iki kelime teati edildikten sonra Hamidiye’nin baş tarafı suya batmış olmasından dolayı güvertede hasıl olan yokuşluktan koşarak kaptan köprüsüne çıktım.  Orada kumandanımız Rauf beyi buldum.  Rauf Bey omuz başımdan yakalayarak emir etti:  “ çabuk çarkçı başıyı bul.  Başı suya batan gemimizi tevazün ettirmek için kıç sarnıçlarına denizden su almağa mahsus imla valflarını açtırsın!  “ dedi.  Derhal koşarak çarkçı başı Mahmut beyi buldum.  Süvari beyin emrini tebliğ ettim.

S. 43

ve mümaileyhün bizzat valfları açtığını görerek kaptan köprüsüne geldim.  Bu zaman zarfında Hamidiye’nin başı biraz daha alçalarak diklemiş idi.  Süvari bey Hamidiye’nin başını sahile çevirmekliğimi emir etti.  Fakat ( miyar ) ( dümenci ) ve ( zırh kule ) pusulaları şiddeti müsademeden kafası koptuklarından bunlardan istifade edilemeyeceğini anlayarak kutup yıldızına müracaat ettim.  Harp manedane devam ediyordu.  Kutup yıldızı sancak bordomuzun ( Hamidiye’nin sağ yanının ) biraz gerisinde bırakacak vecihle gemiyi ( viya ) ladım.  [tanzim ettim]  evvelce kazazede olduğu topçu zabitanı tarafından ihbar edilen iki düşman torpidosunun mütebaki diğer ikisi bu sırada olan fırsatçı bir asabiyetle etrafımızda dolaşıyor ve aralık aralık uzak mesafeden torpido atıyordu.  Artık bize çok yaklaşamıyor.  Çünkü her takrib olan sayilerini Hamidiye’nin şiddetli bir top atışı takip ediyordu.  Ve içlerinden nısfı safdan hariç ve binaenaleyh heyeti umumiyesi hafif bulunuyordu.  Ateş fasılalı olarak tarafeyn arasında 2 saat 30 dakika devam etti.  Bu müddetin bir saatinden fazlası; Hamidiye’nin başı suya batmış topçuların ayakları su ile temasta olduğu halde devam etti.  Katiyen şaşkınlık, endişe-i hayat dolayısıyla terki vazifeye temayül, itaat, intizam ve terbiyece noksanlık gibi ahval kimsede görülmedi.  Herkes harbin ilk anında ne halde idiyse sonunda yine o hali metanet ve gayretiyle çalışıyordu.  Hamidiye’nin başı

S. 44

 denize dalmış olduğu için kıçı çok ziyade yukarı kalkmış idi.  Adeta pervane suyun haricine çıkmakta idi.  Baş ile kıç arası bir sathı mail teşkil ediyordu.  Fakat derhal tedbir ittihaz edilmiş olması kısmen muvazeneti tesis ve pervaneyi suya temas ettirmiş olduğundan ferah bir nefes alınmağa başlandı.  Aksi halde Hamidiye ya batacak veyahut pervanesi tesirsiz bir halde deniz üzerinde muattal kalacak ve bilnetice ferdası gün ya düşman veya fırtınanın baziçesi olacaktı. 

     Hesap memurunun beyanatı burada nihayet buldu.  Malumdur ki makinesi işlemeyen bir geminin düşman karşısında manevra yapması kabil olmadığından bir hedef dubası menzilesine girer veya dalgaların elinde kayaların sırtında parçalanmağa mahkûm olur.

     Torpilin isabet ettiği mahalde sekiz metre merba bir büyük rahne açılmış ve sekiz nefer şehit olmuştu.  Buna karşı yapılan tedbir ön kısım bölmelerinin tahkimi, ve alielderecat hamulenin gerideki depolara nakli ve gerideki sarnıçlara deniz suyu doldurulması gibi şeyler idi.  Mamafih rahne ön bölmesini dahi istimal edilemeyecek derecede az daha geride veya su kesiminden bir miktar aşağıda açıla idi.  Ümidi necat yok idi.  Hülasa denebilir ki Hamidiye ye tesadüf edecek bir torpilin Hamidiye’yi batırmamak şartıyla nereye isabeti muvaffak olabilir diye düşünülse ancak bu hakiki tesadüf noktası olabilirdi.  Bu da Hamidiye’nin cenabı hakkın hıfzı semadanisine mazhariyetine bir alamet ve beşaret idi.

S. 45

Düşmanın tamamen uzaklaştığı ve Hamidiye’nin batmak tehlikesi azaldığı görülerek Hamidiye veçheyi harekâtı Boğaza tebdil eyledi.  Pusulalarda bir dereceye kadar tamir kabili istimal bir hale müşkülatla getirilerek geminin istikameti hareketi tanzim edildi.  Artık harp bitmiş, fakat belki cesurane bir hücuma yolda tekrar maruz kalınabilirdi.  Binaenaleyh herkes yine vazifesi başında idi.  Harp ederken ayaklarını denizin yaladığı beş onbeşlik efradı yine o halde ve harbe müheyya idi.  Zaten hiç kimse en tehlikeli anda bile tahlisi hayat için filikalara, cankurtaranlara koşmak gibi bir zaaf göstermediği gibi tehlikeye artık alışıldığı için kuvve-i maneviye iyi bir halde vazife başındaki hayatı hal tabiyesinde ve zabitan müsterih idi.  Daha doğrusu herkes cankurtaranlar, filikalar etrafında değil top başında, iş başında idi. 

     Geminin iki rükn esasisi olan süvarisi ile çarkçı başısında bu iki büyük baş da görülen asarı metanet, tebessüm derecesinde gösterdikleri etvar itidal ve selamet fikri geminin heyeti umumiyesinde hoş tesirler bırakıyordu. 

     Baş tarafta bulunan bölmelerden bazısına su alitedariç dahil olmakta bulunduğundan geminin başı da tedricen inmeğe başladı.  Nihayet su gemi seyir ettiği müddetçe baş istralyaları boğadalarına kadar çıkmıştı.  ( yara ) büyük olduğundan torpilin tesadüfî müteakip görülen müsademe paletinden hiçbir kaide hasıl olmadı.  Fakat

S. 46

tuvazin hususunda kıç sarnıç ve dabl batomlarına alınan sudan ve baş kazanlarının tahliye edilmesinden biltabia pek çok kuvvet istihsal edilmişti.  Birinci ve dördüncü bölükler efradı kazan önünde biriken suları boşaltmak için bütün kuvvetleriyle çalışıyorlardı.  Hele bunların suyun kuvvei nufuziyesiyle musaraa ederek gemiyi kurtarmağa çalışmaları pek hazin.  Müessir bir manzara teşkil ediyordu. 

     Hamidiye süvarisi vakayı müteakip telsiz telgrafla Bahriye Nezaretine arzı malumat etmiş idi.  Aynı zamanda Karaburun da bulunan Turgut reis zırhlısına da keyfiyeti ihbar ve Hamidiye’nin tulumbaları bozulduğu gibi içeri dolmakta bulunan suları atmak için mütemadiyen istihdam edilen askerin takati azalacağından Turgut reisten asker ve tulumba istemişti.  Hamidiye’nin gittikçe kesbi müşkülat etmekte olan vaziyetten askeri ümitsiz ve müteessir etmemek için Hamidiye süvarisi alelade yevmi hizmetler ile iştigal etti.  Ve aynı zamanda sallar yaptırmağa başladı.  Ekseri zamanı dalgalı fırtınalı geçen Karadeniz çok şükür sükûneti mutlak içinde idi;  yoksa birkaç santimlik bir deniz kabartısı Hamidiye’nin kalıbını suya boğuyordu.  İşte fevkalade rakid bu deniz üzerinde Hamidiye saatte 7, 8, mil katı mesafe ederek vakti zevalde muayyen mer baade ve boğaza otuz beş mil mesafede Turgut reis zırhlısına mülaki oldu.  Turgut reis görüldüğü zaman garip bir haleti ruhiye his olundu.  Herkesin çehresinde bir yeni kuvvet beşaşet güneşinin parladığı görünüyordu.  Hamidiye Turgut reis zırhlısını

S. 47

selamlamayi unutmadı.  Ve her iki taraf askeri üç defa duayı padişahîyi bild avaz ile eda etti.  Batmak tehlikelerinde bulunan bir harp gemisinin şu yorgun efradının göğsünden çıkan bu dua ne kadar hazin ve müessirdi: bilahare haber alındığına nazaran Turgut reisteki zabitan ve efrat Hamidiye’nin kesp etmiş olduğu vaziyetten pek müteessir olmuşlar, arkadaşları için gayri ihtiyari gözlerinden yaşlar dökmüşler. 

     Turgut reisin ikinci kaptanı Hamidiye ye gelerek zabitan ve efradın ekseriyetinin Turgut reise alınmasını yalnız miktarı kâfi zabit ve efrat kalmasını teklif etmiş ise de Hamidiye süvarisi tarafından: “arkadaşlarını bırakabilecek histe zabit, efrat yoktur zannederim.  Yalnız büyük tahlisiye filikalarınızı veriniz, yanımızda bulunsun.    Ve Biraz asker veriniz suyu tahliye için yardım etsin.”  Cevabı verilmiş ve bunun üzerine Hamidiye Turgut tan bir miktar muavin efrat ile berayı ihtiyat ( büyük filikalar ) ı yedeğine alarak birlikte boğaza hareket eylemiştir.  Ba-de-z-zuhr saat 3,50 de Mecidiye kruvazörü ve ( İntibah ) römorkörü Hamidiye ye iltihak ettiler.  Mecidiye; Hamidiye ye takrip ettiği zaman,  Hamidiye’nin bulunduğu müthiş vaziyetten batmakta olduğunu zan ederek imdat filikalarını dışarıya açmış ve yarı yarıya aşağıya indirmiş idi.  Ba-de-z-zuhr saat 6,20 de ( Zehhaf  ) kruveti ile bir cankurtaran römorkörü daha iltihak etti.  Ba-de-z-zuhr saat 7,50 de Hamidiye boğaz methalinde tevkif ederek Turgut reis zırhlısının filikalarıyla efradını kendisine

S. 48

 

Resimler

S. 49 -50

iade eyledi.  Hamidiye’nin başı son derece suya gömülmüş olduğu cihetle dümen pek az dönüyordu.  Bu sebeple boğazı kendi kendisine geçmek ümidi olmadığından Hamidiye’yi baştan mezkûr römorkör ve kıctan ( intibah ) bağlayarak hareket edildi.  Macar tabiyesi pişigahına gelindiği zaman bahriye nezareti müsteşarı Rüstem paşa istimbot ile gelerek Hamidiye ye mülaki oldu ve mürettebatın azalarını tebrik ve bezl iltifat ve selamette olduklarından dolayı cenabı hıfzı hakikiye dualar etti.

     Hamidiye nihayet bin müşkülat ile iki saat zarfında ( Yeniköy ) önüne gelebildi.  Bu esnada sahile doğru kaçmış olan geminin başını saldırmak için açığa dümen kıran römorkörün palamarı istralyaya bindiğinden pruva gabya çubuğunu zıvana ağzı istikametinden kırdı. Fakat lehü-hamd çubuk devrildi.  Yoksa birkaç kişiyi hemen şehit edebilirdi.  Hamidiye’nin vaziyeti pek müşkülleşmişti.  Fakat tedbir olarak kıc, baş harekâtı yapılmakla nispeten büyük bir suhuleti hareket temin edildi.  Ve böylece köprülerden geçilerek nısf-el-leylde havuza duhul ve tamire mübaşeret müyesser oldu.  Bilnetice bu mazhariyet sırf bu lutufu ilahi eseri idi.

     Ancak üç dört gün sonra şühedanın – ratib şuhedatın denizde en büyüğünü ihraz eden bu büyük insanların- parça parça olan ecsadı mübarekeleri rahnei keriyesinden çıkarılabilerek ihtifalatı mahsusa ve askeriye ile ok meydanına isal ve rahmeti ilahiye ye tevdi edildi.  Karşının dua rahmet ve Fatihalarına müstahaktırlar. 

S. 51

Varna muharebe-i bahriyesi şuhedası

     Şuhedanın layıkı elhatıram isimleri şunlardır:

     Nefer kurd oğlu Muhammedin oğlu Receb —Rizenin Kara sabah nahiyesinde ender aliya kariyesinden

     Nefer kuş oğullarından Eminin oğlu Tevfik — Ordu kazasının doğanlı kariyesinden

     Nefer Hakkı ağanın oğlu Hüseyin — Erdek kazasının Rutiye kariyesinden

     Nefer köse oğlu Osmanın oğlu Ali — Antalyanın Bezirgan kariyesinden

     Nefer Rüstem oğlu Ahmetin oğlu Bekir — Vakfıkebir kazasının Lagüne kariyesinden

     Nefer Hacı oğlu Abdülazizin oğlu Fehmi — Ordu kazasının Akkilise kariyesinden

     Nefer Nesrullah Mensuroğullarından Hüseyin oğlu abdulrahman — Hayfanın kakun kariyesinden

Nefer Selim oğlu ömer — Ordu kazasının Çavuşlar kariyesinden

*

*   *

     Bir cedel-ğah hayat ve memat olan şu Varna sahinei harbinde harbin sefahatı umumiyesi esnasında bilcümle Hamidiye mürettebatı şecaat, sürat intikal, vazife başından ayrılmamak, itaatı mutlak ve azim ve ikdam gibi hassaisi askeriyeye malik olduklarını göstermiş ve bu keyfiyet Osmanlı

S. 52

ensariyenin askerliğe ve bu cümleden gemiciliğe olan kabiliyet ve ehliyetini ve bilnetice Osmanlı donanması sermaye-i asliyesinin kıymetini meydana koymuştur.  Torpido müsademesinin akıbetinde Hamidiye’nin hemen baş tarafının bir vaziyet mahf oluşu ne düşmana ateş hambereler savuran topçuları top başından alıkoyabilmiş, ne makine zabitanı ve ateşçi efradını bir dakika makine dairesinden ve kazanın önünden kaçırabilmiş, nede rahneye karşı tedbir icra eden zabitan ve efrattan faaliyet dimağı ve bedeniyyesine mani olmuştur.  Herkes geminin bir işiyle, heyeti umumiye ye ait bir vazife ile sureti cedide meşgul idi.  Gemide açılan şu rahnenin husule getireceği veya getirdiği neticeyi anlamak için herkeste bir merak uyanması, ortalığın biraz karışması tabii iken her fert hayat hususiyetine taalluk eden kısımlara karşı tamamen lakaydı gösteriyor, velev ki geminin en alt tabakasında bulunsun uhdesine isabet eden vazifeyi mahallinde ifa ediyor.  Yalnız Hamidiye’nin sancağı için çalışıyordu.  Mesela Hamidiye batsa:  filikalara dolup artık tahlisi hayata çalışacak olan arkadaşlarına yetişmek ihtimali zayıf olan ve en derin bir mevkide bulunan ateşçiler nasıl her şeyi göze almış, vazifesine sadık kalmış ise denize gömülen baş taraftaki on beşlik topun nişancısı birinci bölükten Sürmeneli Mehmet bin Mehmet çavuş da deniz ayaklarını yaladığı halde aynı topun hademi refikası ile birlikte bir lahza topundan ayrılmamış ve bütün topların gazileri aynı hali muhafaza eylemiş, hatta sancak  [ sağ yan tarafı ] birinci top nişancısı

S. 53

Ukalı Hasan bin Zekeriya onbaşıya ne için endahta devam etmediği yüzbaşısı tarafından sorulduğu zaman düşmanı göremediğinden boşuna endaht ile millet malını israf etmek istemediğini söylemiştir.  Malumdur ki zorla vazifesine bağlananlar tehlike anını vazifeden ayrılmak için en münasip zaman ad ederler.  Ve imkânını göremezlerse hiç olmazsa su-i istimal ederler.  Mesela ürkeklik tesiriyle kör körüne mütemadiyen ateş ederler veya neticesiz, intizamsız bir surette işgüzarlık gösterirler yahut ne yaptıklarını bilmeyerek makûs birçok işler yaparlar.  Binaenaleyh ( düşmanı görmedikçe atmam ) sözü hali heyecanı ve nevmidindeki bir askerin terbiye-i askeriyesine, sükûnet ve cesaretine pek güzel, pek mükemmel bir misal olur.

     Torpilin isabetini müteakip asker,  daha zabitlerinden emir almadan ikinci derecedeki bölme kapaklarını kendiliklerinden kapamışlardır ki bu da sükûnetle say-i ve amelin, şahsi basiret ve teşebbüsün, hasse-i temiyiz ve intikalin veya bildiğini müşkül anda yapabilmek iktidarının en parlak misalidir.  Hamidiye mürettebatından her birinin ferden Hamidiye’nin heyeti umumiyesi namına bu suretle çalışması ise Hamidiye heyeti umumiyesinin Osmanlı donanması heyeti umumiyesi namına ve bilnetice Osmanlı donanmasının vazife-i vataniyesi namına çalışması demekti.

S. 54

Tamirden sonra

——   ******   ——

Boğazda küçük muharebeler

—  ***  —

     Hamidiye’nin sancak baş omuzluğuyla mütekabilen iskele baş omuzluğundaki torpil yarası vuku bulan say-i ve ikdam mütemadi neticesi latif hakla kırk gün zarfında kapatılarak geminin o kesimindeki eski metaneti iade edildi. 

     Yalnız ırgat makinesinin [ denize atılan demiri çeken makinenin] parçalanan mütaadit aksamı yeniden yapılmakta olduğu cihetle henüz yetişmemişti.  Hamidiye süvarisi ırgat makinesini beklemeden;  bir an evvel donanmaya iltihak ve iş başına hareket emeliyle kânunuevvelin 18 inci günü sabahı kurbanlar kesilerek havuzdan çıkıldı.

     Derhal kömür ve cephane almağa başlandı.

     Kırılmış olan pruva ve grandi direkleri gabiye çubukları yerine yenisi takılarak kânunuevvel 19 uncu çarşamba sabahı haliçten huruç ve akşamüstü Çanakkale ye muvasalat olundu. 

S. 55

     Orada bulunan filonun yeni kumandanı 13 pare top endahtıyla selamlandı.  Aynı zamanda gemide kırk kadar amele ve inşaiye zabitanı bulunuyordu.  Bunlar bazı tamiratın ikmaline yine devam ediyorlardı.  Fakat Hamidiye’nin ırgat makinesine oraca bir çare yok idi.  Makine ianesiyle az zamanda alınan demir, birçok mürettebatın el ile çevirdikleri manivelalarla çok zaman ve müşkülatla alınıyordu.  Fakat harp zamanı bir ırgat makinesi için çok zaman muattal kalmak da muvafık olmadığından makineyi İstanbul da beklemektense donanmaya iltihak ederek beklemek evla idi.

     Bu kadar zamanda yapılan şu tamir bu günkü vesaitin haline nazaran pek büyük bir himmet numunesidir.

     Kânunuevvelin 30 ve 31 inci günleri kalede geçti. 

     Başkanın düşman torpido muharebeleri tarafından bombardıman edildiğinin ertesi – kânunuevvelin 22 inci – günü sabahı Hamidiye, Mecidiye, Berk Satvet den mürekkep müstakil hafif bir filo teşkil olunarak Hamidiye’nin kumandasında Boğazdan çıkılmak üzere idi.  Kabl-ez-zuhr saat 6 da hareket edildi.  Hamidiye tamirde bulunduğu esnada Yadigâr Millet, Numune-i Hamiyet, Muaveneti maliye, Gayret-ivataniyyeden mürekkep müstakil destoriyer fırkası Hamidiye süvarisi Rauf beyin kumandasına verilerek bir gün düşmanın (dalfin)  namındaki tahtelbahir torpidosu üzerine hücum edilmiş ve bu hücumdan sonra denize dalan mezkûr tahtelbahir bir daha görülmemişti.  İşte bu seferki huruç planındaki

S. 56

maksatların bir maddesi de bu tahtelbahirin hayatta bulunup bulunmadığını tahkik etmek, eğer hayatta ve Bozcaada da demirli ise Hamidiye cenubdan Mecidiye ile Buraksadvet şimalden Bozcaada boğazını teftiş ederek mezkur tahtelbahiri ihata ve ifna etmek teşkil ediyordu.  Muharebeler ilerde, onların gerisinde Hamidiye, daha gerisinde Mecidiye ve onun gerisinde Burak satvet olmak üzere saat 7.25 de Hamidiye halas feneri hizasını geçiyordu.  Filo sefaini ciheti mertebelerine gitmek üzere dağılmışlardı.  Bozcaada’nın şimaline takrip edildiği esnada saat ( 7.40 ) da düşman sakavetlerinden bir danesi göründü. 

     Saat 7.45 de düşman sekaveti iki oldu.  Saat 8 de üç oldu.  Takrip etmekte oldukları görülen düşmanın bu üç sakaveti ( keşfi ) üzerine Hamidiye tarafından hücum edildi.  Çünkü sekavetler kaçarak hayli uzaklaşmışlar, menzil haricine çıkmışlardı.  Hamidiye bunlara yetişemezdi çünkü sürati seyirleri çok fazla idi.  Sekavetlerden biri kaçarken bir iki dakika tevkife uğradı.  Bir hambere isabetiyle arızaya uğramış olduğu tahmin edilerek bu hali tevkifinden berai istifade Hamidiye tam süratle üzerine yürüdü.  Fakat bu sakavet yine hareket ederek kurtuldu. 

     Saat 8.30 da Bozcaada’nın şimal burnu hizasına gelinmişli.  Hamidiye’nin sancak tarafında ve menzil haricinde ve Hamidiye ye muvazi daima iki destoriyer seyir ediyordu.

     Bade Bozcaada’nın cenubuna geçen tahtelbahirin taharri ve teftişi

S. 57

Maksadıyla saat 8.35 de Bozcaada kanalına tevcih edildi ve düşmana dair bir eser görülemeyerek avdet edileceği esnada tahdilbahirin görüldüğüne dair Mecidiyeden bir telgraf geldi.  Sola dönülerek Bozcaada’nın şimaline doğru kati mesafeye başlandı ve bu sırada da Hamidiye’nin yan taraf açığında hareket eden iki destoriyerden maada ilerisinde ve 16000 metre mesafede bir destoriyer daha göründü.  Ve bunlar Hamidiyeye takarrübe yeltenmeleri üzerine Hamidiye bunların üzerine hücum eyledi.  Saat 9.27 de yandaki destoriyerlere gaye-i mesafe ile ve başı limanın istikametinde olmak suretiyle ateş açıldı.  Fakat destoriyerler menzil haricine çıktıklarından bir iki mermi teatisinden sonra ateş kesildi.  Düşman sakavetlerinin firarı üzerine Hamidiye boğaz medhalinde bulunan ana filoya iltihak etmek üzere saat 9.45 de hareket eyledi. 

     Boğaza tevcih edilmesi üzerine – evvelce Hamidiye’nin bordosundaki sakavetler – bu sefer Hamidiye’nin gerisinde kalmışlar fakat takibe başlamışlardı.  Mesafeleri 12000 metre idi.  Saat 9.55de üzerlerine yine ateş açıldı.  Fakat onlarda yine menzil haricine savuştular.  Ve artık sokulmaz oldular. 

     Saat 10.5 da “Mecidiye” ile “Burak satvet” boğaz önünde Hamidiye’ye iltihak ettiler. 

     Saat 10.30 da boğaz ağzında birinci ve ikinci destoriyer filolarıyla İntibah’a [ * ] mülaki olundu.­­­

[ * ] torpil döken gemi

S. 58

     Saat 11.40 da donanma refakatinde ve keşşaflık vazifesiyle Limni’ye doğru yol verildi.

     Saat 11.50 de ufukta görünen evvela beş, sonra adetleri ona baliğ olan düşman sakavet ve destoriyerleri üzerine Mecidiye ile birlikte hücum ve muharebe emri alınmakla derhal 20 ila 22 mil sürat ile hücuma ibtidar olundu.

     Hamidiye önde, Mecidiye onu takip ederek son süratle düşman üzerine yürüyordu.  Düşmanın derdi “Sakavet” ve on biri muhrip olmak üzere tekessür eden gemileri üzerine ateş açıldı.  Onlar da şiddetle mukabele ediyorlardı.  Fakat düşman bu hücum ve savlete çok dayanamayarak bir Hamidiye ile Mecidiyenin önünden Limni istikametinde darma dağınık bir halde ve otuz mil süratle firar etmekle ateş kesildi.  Ve bil tabii takiplerine noksan-i süratten imkân bulunamadı. 

     Bu esnada ana filo Hamidiye’den 14000 metre mesafede sancak kıç omuzluğu hizasında ağır yol ile ilerliyordu.

     Heyeti umumiye ye iltihak etmek üzere yol verildi.  Saat 12.45 de iltihak edildi.

     Fakat ana filonun çarpışmak için hazırlandığı Yunan kuvve-i asliyesi bugün hiç gözükmedi.  Binaenaleyh Naraya ana filo ile avdet olundu.  Kânunuevvelin -28- nci Cuma günü “Hamidiye” , “Mecidiye” ve “Burak satvet” in boğazdan çıkıp düşmanın harekâtını tarassut eylemesi emir olunmakla ba-del-z-zuhr saat 1 de mezkûr sefineden mürekkep bir filo 

S. 59

boğaz haricine hareket ve istikşafat icrasından sonra saat ba-de-z-zuhr 6 da Naraya avdet eyledi.

     Kânunuevvelin -29- uncu günü umumu Osmanlı donanması limniye kadar giderek düşman kuvve-i asliyesine temasta bulunmak için boğazdan huruç edecekti.  Kabl-ez-zuhr saat 6 da torpidolar, Hamidiye ve Mecidiye ileride ve donanmamızın kuvve-i asliyesi yarım mil mesafe ile geriden taakib etmek üzere boğazdan çıkıldı.  Hamidiye ve Mecidiye donanmadan dört mil kadar ileri açılarak Limniye doğru keşfiyete devam ediyorlardı. 

     Saat 10,5 de en önde bulunan Hamidiye’den Limni dağları göründü.  Biraz daha ilerlendi.  İmroz önünde daima boğaz ağzını tarassut etmekte bulunan iki düşman destoriyeri görüldü.  Hamidiye ilerliyorken önlerinde 15000 metre açıkta menzil haricinde aynı istikamet seyre muvazi olarak hareket ettiler. 

     Limninin sahili görünmeğe başladı.  Bu esnada bir torpidomuz tarafından Averofun İmrozun cenubi şarkisinde görüldüğüne dair donanma kumandanına gönderilen yanlış bir haber neticesi kumandanlıktan verilen işaret üzerine bütün filo o istikamete tevciyi hareket eyledi.  Fakat maatteessüf Averof orada bulunamadı.  “Asarı Tevfik” zırhlısı boğaz mahreci ilerisinde tarassuda memur idi.  Asarı Tevfik den yedi mil kadar uzaklaşıldığı esnada o taraftan top sedaları işitilmeğe başlandı.  Ve kumandanlıktan Hamidiye ile Mecidiyenin avdet ve Asarı Tevfik’e muavenet eylemesi emir edilmesi üzerine derhal tam süratle Asarı Tevfik’in

S.  60

bulunduğu cihete hareket edildi ve Asarı Tevfik’le harbe tutuşan düşman şekavetlerine tesadüf edilerek saat 11.45 de ateş açıldı.  Ana filo ise muarıza doğru rotasını tebdil etmiş, seyirlerinde devam ediyordu.  Şekavetlerin attıkları mermiler pek yakın düşüyordu.  Parçaları Hamidiye’nin bordasına serpiliyordu.  Fakat Hamidiye ye hiç tesadüf etmiyordu.

     Şekavetler az zaman sonra kaçtılar, takibine çalışıldı; fakat onlar yine otuz mil süratle kaçtıklarından Hamidiye’nin bil tabii sürati kifayet etmeyerek araları açıldı.  Düşmanın inkadan kayıp olmasını müteakip Hamidiye tekrar donanmaya iltihak eyledi.  Bu defa da İmrozun şimal garbi istikametine yol verildi.  Fakat düşman yine görülemediği için umum filo ile kaleye avdet edildi. 

     Kânunusani -30- kalede Hamidiye kömür almakla meşgul oldu.  Kânunusani -31- pazartesi Hamidiye’nin bahri sefid’de ilk teşebbüs günü idi.

S. 61

Resim

 S. 62

 

Akıncılık devri

——   ******   ——

Çanakkale boğazından çıkarken

——   ***   ——

     30 kanunuevvel 328: hazırlık alemi  —  süvarinin kısa bir nutku imam efendi dua eder.  Herkes hazır,  nereye gideceğiz.  Kar ve fırtına.

—————*******—————

31 kânunuevvel. . . . Soğuk ve puslu bir hava. . . .  Bütün donanma Çanakkale boğazının Nara burnunda istim üzerinde bulunuyordu.  Gemide hiç kimsenin hiçbir şeyden malumatı yoktu.  Yalnız sabahleyin erkenden süvari kumandanlık gemisine gidip gelmiş, sonrada gemiye derhal hazırlık emrini vermişti.  Ne oluyordu, ne yapılacaktı, nereye gidilecekti?  Bu suallere kimse vazıh bir cevap veremiyor, fakat herkes daima kumandana “ hazırız “ demek için en küçük teferruata kadar her işi tamamlamak üzere hummalı bir faaliyetle çalışıyordu.

     Hazırlık şeraiti arasında kumandan bir de herkesin abdest almasını emir etmişti?  Demek oluyor ki mühim bir işe teşebbüs edilecekti.  Bu iş ne idi?  Herkes zabitan ve efrat derece-i ehemmiyetini biraz anlamak

S. 63

İstedikleri bu işe başlamak için sabırsızlıkla son tedarikatı yaparken kumandan mürettebatını topladı;  ciddi azimkâr ve vakur bir sesle irad ettiği kısa bir nutuk içinde herkese büyük bir işe başlanılmak üzere olduğunu tebşir suretinde ihsas etti. 

     “—-  arkadaşlar, mühim bir vazifeye memur olduk.  Padişahımız efendimiz,  vatan ve milletimiz bizden bu vazife için fedakârlık bekliyor.  Tamamen fedailiği göze almayınca bu vazifeye başlanamaz.  Ben ise Osmanlı askerinde bu hasâilin vücudine kaniim. . . .  Haydi,  son hazırlıklarınızı temam ediniz.”

     Bu sözler söylendiği zaman saat akşam altıya beş vardı.  Bunu imam efendinin hazin ve samimi bir duası takip etti.  Herkes ellerini açmış tevekkel ve teslimiyet, azim ve itidal taşan kalbinin bütün samimiyetini görmek istiyor gibi gözlerini önüne dikmiş, heyecanlarını vazifesini yapmağa gidenlere mahsus bir itidali vakur içinde gizlemiş imam efendinin gemi için nusret, din ve vatan için selamet niyaz eden cümlelerine ıslak bir sesle “ âmin! “ lerini terdif ediyordu. 

     Henüz hiç kimse bir şey bilmiyordu;  fakat kumandanın “ fedailik “ talep eden nutku bütün zabitan ve efrada tatlı bir heyecan ve inşirah vermesiydi.  Fedailik. . . . Bunun vatanın zillet ve azap ile inlediği günlerde bu söz kulağa ne kadar mübarek ve samimi geliyordu!  Ak denizin şu fırtınalı dalgaları üstünde fedai olarak koşmak,  şu küçük ve hafif teknenin arkasından milyonlarca insanın mütehayyiç

S. 64

Duakâr nazarlarının koştuğunu his etmek ne kadar hazin ve ne kadar aziz idi;

     Şimdi artık işlerini bitirenler, şurada, burada toplanırlar ve birbirlerinden merakla soruyorlardı:

   —  nereye gideceğiz?

   —  bilmem!

   —  bence Adriyatik’e gideceğiz.

   —  bence bu gece Limniyi vuracağız!

   —  bana kalırsa birden bire Pireye gideceğiz.

   —  ah şu Averof!

     Fakat bütün bu muhavereler,  bu cüstecü çok devam etmedi.  Biraz sonra hareket emri veriliyor, herkes yerli yerine gidiyordu.  Şimdi gemi baştan aşağıya sanki titriyor,  sanki heyecanlar içinde sarsılıyordu.  Altı buçuk oldu ve Hamidiye yarım süratle Naraya hareket etti.  Çanakkale’den çıkıncaya kadar iki küçük torpido Hamidiye ye kılavuzluk edeceklerdi.  Bunlar Basra veya Ruhsar torpidoları idi.  Öne düştüler.

     Hava saniyeden saniyeye daha ziyade şiddetleniyordu.  Geminin her içinden başka bir ıslık çıkıyor,  Boğazın sıkıştırdığı sağnaklar müthiş bir uğultu ile gemiye hücum ediyordu.  Biraz sonra hava pek ziyade karardı.  Zulmetliyle şiddetli bir fırtına ile düşen tipi de inzimam etti.  Böyle bir fırtına ile torpil hatlarını geçmek tehlikeli bir iş olacağı

S. 65

Düşünüldü ve geceyi Boğazda geçirmek münasip görüldü.  Bu karar üzerine gemi Köse tabya açığında demirledi.

     Mamafih hava gittikçe azıtıyordu.  Geminin demiri rüzgârın şiddetine, dalgaların tahaccürüne mukavemet edemeyerek kırıldı.  Hamidiye mahirane bir manevra yaparak tekrar demirledi ve bekledi.

     O gece zabitan ve efrat kamaralarına çekildikleri zaman dışarıdaki fırtına hala bütün şiddetiyle devam ediyordu.  O gece her kalbde bir mabet kurulmuştu.  Hiç kimse hiçbir şey diyemiyor,  ne şu karanlıklar içinde geminin her zerresini ısıran sağanaklar, ne nöbetçileri donduran soğuk, ne de gemiyi sallayan dalgalar hiç kimse üzerinde bir tesir yapmıyordu.  Her kesin kalbinde Allahına karşı derin bir iman ve teslimiyet vardı.

     Ve yalnız bu vardı!

S. 66

2

İtalya harbinden bazı hatırat – Rauf ve Ömer Fevzi beyler

—– **** —–

Hamidiye geceyi intizar içinde geçiriyordu.

     Hamidiye’nin Akdeniz’e hurucundan evvel Hamidiye’yi meydanı mücahedeye atan teşebbüsün adeta esasını teşkil eden ve Trablusgarb muharebesinin tarih hafızasına taalluk eden teşebbüslerden bahis etmeyi münasip görüyoruz.

     İtalyanlar şimdiye kadar münasebeti devriyede hiç görülmemiş bir tarzda Trablusgarp üzerine atıldıkları zaman karşılarında dâhilen hasta olmakla beraber bu fırsatçı mütecaviz hükümete karşı vazife-i vataniyeyi hakkıyla ifaya azim etmiş bir Osmanlılık bulmuşlardı.  O zamanlar bitaraf herkes İtalya’nın bütün o vesaidi güllanesine karşı arzı teslimiyet edileceği ve Trablusgarbı terke rıza gösterileceği kanaatinde idi.  Fakat hükümet ve millet bu vakıa ile bütün cihana karşı hayatını bahalıya satmağa azım etmiş ve namusu milleyenin kıymetini öğrenmiş, müteşebbis, cesur, azimkâr yeni bir Osmanlı devleti mevcut olduğunu göstermek için bu muharebenin ilk bir feraset teşkili edeceğini düşünerek bütün vesaiti mümküne ve gayri mümküne ye müracaatla İtalyanlar ile uğraşmaya

S.  67

cihad etmişti.  Tarblusgarbda, Bingazide ilk düşman topları Afrika çöllerinin sıcak ve mübarek kumları üzerine düşerken her taraftan vazife başına koşmak emeli hasıl olmuştu.  Bunlardan Trablusgarba evvela koşan Fethi Bey idi.

     O esnada Hamidiye süvarisi Rauf bey azmin ve gençliğin verdiği bir itimadı nüfus ve bir his fedakarı ile gemisini alarak Akdeniz’e atılmak, İtalya nakliyatı askeriyesini tehdit etmek ve hini hacette İtalyanlara teslim olmayarak engin denizlerin yeşil dalgalarına gömülerek vatanın şan ve namusunu gemisiyle ilan etmek arzularına düşmüştü.  Aynı zamanda Bingazi Daral harbine koşmak emelinde bulunan mektebi harbiye de ikinci tabur kumandanı Binbaşı Ömer Fevzi beyle konuşmuştu.  Çünkü bunlar gayri münafık iki ruh muttasıl kader fikren mümtezih ve yekdiğerine samimi idi.

     Rauf Bey evvela bahriye zabiti sıfatıyla ve süvarisi bulunduğu Hamidiye ile İtalya harbinde bir iş görmek istiyordu.  Ömer Fevzi Bey de bir piyade zabiti idi.  Tabii bu emele karadan takarrüb edebilirdi.  Fakat aynı zamanda yekdiğerinden ayrılmak istemeyen bu ikisini birlikte görmek isteyen bu iki arkadaş mütevessid bir çare buldular.  Hamidiye’ye bir iki yüz silah endaz koymak, kumandasını Ömer Fevzi bey deruhte eylemek, Hamidiye akınlar esnasında ara sıra İtalya’nın boş bulunan sahiline tekerrüb etmek derhal oraya Ömer Fevzi beyin müfrezesini çıkartıp az zamanda çok heyecan ika edecek işler yaptırmak bir iki saat

S.  68

sonra yine Hamidiye’ye alıp izi kayıp ederek açılmak ve sonra aynı hareketi şaşırtma usulüyle sahilin muhtelif noktada tatbik etmek ve akın esnasında da İtalya’nın rast geldikleri nakliye gemilerini vurmak, tertibatını yaptılar, bu suretle hem denizlik hem karalık iş görülmüş olacaktı.

     Bu teşebbüse müsaade istihsali için şehidi mağfur harbiye nazırı Mahmut Şevket paşaya müracaat edildi.  Fakat harbiye nazırı davranışa razı olmadı.

     Bunun üzerine Rauf ve Ömer Fevzi Beyler Bingazi cihetine gidip doğrudan doğruya karada iş görmeğe karar verdiler ve Mahmut Şevket paşadan bunu istizan ettiler.  Merhum müşarı âliye bunu muvafık buldu.  Ve bilhassa Mısır ile Bingazi arasında bir hattı muvasala tesis imkânı, müstacelen tecrübe etmek istiyordu.  Bu esnada Onur Bey aynı ameli sefer ile Selanik’ten İstanbul’a koşmuş ve Mahmut Şevket paşa hazretlerinin hareket için müsaadesini almıştı.  Bu suretle hedef, amel ve vazifesi birleşen Enver, Rauf ve Ömer Fevzi beyler beraberce Onur beyin riyaseti altında hareket edeceklerdi.

Şevket paşa etrafında hamiyetperverlikle titreyen bir kütlei ateşin bulmuş idi.  Ve ilk günlerden itibaren müsaade edeydi.  Birçok zabitan muvakıi harbiye ye kavuşacaktı.  Fakat evvela bu pişdar heyetiyle bir istikşaf yapmak sonra ittihaz edilecek tedbir dairesinde gönüllülere cereyan vermeyi düşünmüştü.

S.  69

     Mahmut Şevket paşa evvel emirde Trablusgarp ve Bin gaziye bir yol açmak ve buraya faal ve fedakâr zabitan göndermek, bilhassa iki sahnei harekâtın erzak ve mühimmata olan ihtiyacatını temin eylemek meselesiyle işgal ediyordu.  İşte bunun için Rauf Bey gibi azimkâr bir zabiti zayıf bir gemi ile İtalyanların ejderleri üzerine salıvermek yerine Ömer Fevzi beyle birlikte Onur beye ilhak edildi.  Bunları mücahedeye esaslı bir temel vazı teminine memur etmişti.  Adeta keşfiyete çıkan bir heyet seferiye halinde Mısıra göndermişti.  Bu üç müteşebbüsün Mısırdaki ilk vazifeleri Bin gazi yollarını keşif etmek ve bilhassa kaçakçılığın ne suretle tesis ve temin edilebileceği hakkında derin derin tetkikat yaparak bu hususta bir teşkilat vücuda getirmekten ibaret idi. 

     Bunlar hüviyetlerini gizleyerek Mısıra dahil olmuşlar ve bu suretle çalışmışlardı.  Yanlarında yalnız Bin gazi için tabur yaveri olarak götürdükleri Recep Efendi isminde kıymetli bir zabit vardı.

     Heyet Mısırda bir müddet kaldı.  Birçok tetkikatta bulundu, yolları öğrendi, vesaiti keşif etti; fakat Onur beyin gizlenmesi güç oluyordu.  Yavaş yavaş Onur Bey tanınmaya, Mısır zabıtası da takibata başlıyordu.  Onur bey bir an evvel Mısırı terke mecburiyet gördü mülazım Recep efendiyi alarak hududu geçti.  Çünkü kendisinin Mısırda bulunmasına memanet edilmesi bilahare gidecek gönüllülere de nazarı dikkati celp edebilirdi.

     Ömer Fevzi ve Rauf Beyler o kadar maruf olmadıkları için muhtelif

S. 70

namlar altında gizlenebiliyorlardı.  Mısırda bir müddet daha tetkikatlarını ilerlettiler ve nihayet bütün vesaitin sureti mükemmeliyede işleyeceğinden emin olduktan sonra Rauf Bey lazım gelen tedarikatı yapmak üzere Onur Bey tarafından sahili Osmaniyeye gönderildi.  Ömer Fevzi beye de Hamidiye süvarisinin getireceği mühimmat ve levazımı harbiyeyi Mısırda teslim ederek teşekkül eylediği vesait ile Bingazi’ye geçirmek vezaifi tevdi idildi. 

     Rauf Bey Osmanlı sahilinde mühimmat yüklettiği bir vapurun bizzat içerisinde olarak hareket etti ve İtalyan abluka hattını yarmaya muvaffak oldu.  Rauf Bey İtalyanlardan korkmuyordu.  Bunun içinde götürdüğü barut sandıklarından lüzumu kadarını kendi kamarasına koymuştu.  Vapuru İtalyan sefine-i harbiyesi tarafından tevkif edilince Rauf Bey vapuru teslim için gönderilecek Kıymetli, kıymetsiz bir heyetin vapura duhulünü müteakip barutları ateşleyecek ve misafirleri ile beraber berhava olacak, bir avuç kül ve kıvılcım halinde İtalyan gemisine yağacaktı.  Rauf beyin bu teşebbüsünden haberdar olan yalnız mürettebatın fedakar reisi Ali idi.

     İşte Bin gaziye vesait ve levazımı harbiyenin ve heyeti zabitanın yetiştirilmesi esasları şu iki üç zabitan elleriyle atılmıştı.

     Muharebe devam ettigi müddetçe bu teşkilat pek güzel işledi.

S.  71

ve bu sayede Bin gazi levazım ve mühimmat yokluğu his etmedi.  Bütün gönüllü zabitan ve efrat mühimmat ve erzak bunların açtığı yollardan geçti.

                                                   *

                                               *        *

     Şimdi artık Balkanlar karışmağa başlamış ve Rauf Bey gemisine avdet etmişti.  Donanmanın tedafii bir vaziyet alacağı anlaşıldıktan sonra Hamidiye süvarisi evvelki harp esnasında pek cüretkarane olan tasvirinin bu defa mevkii icraya konması pek tabii buluyordu.  Merciinden müsaade ve emir aldı.  Nihayet Hamidiye bir gün Boğazlardan dışarı açıldı.  Fakat Rauf Bey eski yoldaşından ayrılmadı.  Başkumandanlık vekâleti celilesine müracaatla eski “kaçakçılık” arkadaşının da Hamidiye’ye memuriyetini istirham etti.  Bu sefer Rauf Bey kaptanlık ve Ömer Fevzi Bey Hamidiye’nin hayatı faaliyetini temin için “kaçakçılık” etmek üzere bulunacaktı.

S.  72

Resim – Ömer Fevzi Bey ve demir alan efrat.

S.  73

                                     Yunan donanması

     Hamidiye’nin Akdeniz’e atılacağı esnada bir Hamidiye’ye karşı duracak olan Yunan donanması hakkında bir az malumat vermek faideden hali değildir.  Yunan donanması başlıca üç eski zırhlı, bir zırhlı kruvazör,  bir korvet, on eski muhrip, dokuz torpido, bir tahtelbahir, dört yeni destoriyerden terkip etmektedir.

 ZIRHLILAR

     1892 senesinde inşa ve 1908 senesinde tamir ve ıslah edilen (İpsala) zırhlısı (500) mai mahrecinde ve 17 mil bahri süratinde olup 2 adet 36 çapında 27 lik, bir adet 20 çapında 27 lik, 5 adet 45 çapında 15 lik, bir adet 50 çapında 10 luk dokuz tane topa maliktir.

     (Sipeçya) ve (Midra) zırhlıları aynı sistemde olup bunlarında 8 adet 40 çapında 5.7 lik, 4 adet 4.4 lük ve 12 adet 3.7 lik olmak üzere 24 topu vardı.  (Averof) zırhlı kruvazörü 10100 mai mahreç ve 23 mil bahri sürate malik bulunan Averof zırhlı kuruvazöründe 4 adet 23.4 lük, 8 adet 19 luk 16 adet 7.6 lık ve 8 adet 4.7 lik topa maliktir.  Kuşak zırhı terni çeliğinden mamul 200 milimetre sehannede olup 430 kadem tülünde 69 kadem arzındadır.  25 kadem su çeker.  İki pervaneye maliktir. 

S.  74

 

 

                                              KORVET

     Navargus mepavis korvetine gelince, bu sefine 1879 senesinde inşa edilmiş olup 1800 mai mahrecinde 11 mil süratinde eski bir sefinedir.  4 adet 17 lik 2 adet 4.7 ve 2 adet luzunfeld topuna maliktir.

                                            TORPİDOLAR

     Tiyela, Sefendoni, Naokranuza, Levgani, Tiki, Duksiya, Espis, Zuluves; Velos, sanırım muharebelerinden Sefendoni ve Tiki 1906 diğerleri 1907 senesinde inşa edilmiştir. İlk ikisi 32, üçüncüsü 32.5 ve diğerleri de 31 mil süratindedir.

     Bu on muhribin kâffesi 390 tonluk olup islihaleri yekdiğerine aynıdır.  Her biri iki adet 7.6 lık, 4 adet 5.7 lif top ve ikişer adet 45 lif torpil kovanı ile mücehhezdirler. 

     Bunların hepsinin tülleri 220 ve arzları 21 kademdir.  6 kadem su çekerler.  Pervaneleri çifttir.  Tiyela, Sefendoni, Naokranuza Yaru diğerleri vulkan mamulâtındandır.

     Birinci sınıf torpidoların 7 numaradan 11 numaraya kadar olanları 1881 senesinde inşa edilmiş olup çift makinalıdırlar pruvada ikişer topları vardır, Yaru mamulâtıdır.

     Tülleri 12, arzları 4 kadem ve tek pervanelidir.  Süratleri 20 mildir.  12 den 17 numaraya kadar olanları vulkan mamulâtından olup 1885 senesinde inşa edilmişlerdir.  Çifte makine, pruvada 2 top ile mücehhezdirler.  Mai mahreçleri 85 ton, süratleri 19 mildir.

     Dolfin tahtelbahiri 1911 senesinde inşa edilmiş olup deniz altında 315, sathı deryada 460 ton mai mahreç ve 15: 7 mil sürate maliktir.  Biri pruvada, dördü bordoda olmak üzere beş torpil ile mücehhezdir.  Tülü 163, arzı 15 kademdir.  Şinayder fabrikasında inşa edilmiştir.

S.  75

     1912 senesinde inşa edilen Laivüs, Tenis, Panter, İraküs torpido destoriyerleri ise 1175 şer ton mai mahrecinde 32 mil süratinde 293 kadem tül ve 27.7 kadem arzında çelikten mamul son sistem sefaindendir.  10 santimetrelik dırdır dane seri ateşli topa maliktirler. 

     Bunlardan başka diğer bazı ahşap ve köhne sahil muhafazasına mahsus gemiler varsa da, Yunanistan’ın esna-i harpte bilhassa Adriyatik sahilinde bunlardan da istifade etmiş olmasına rağmen, burada tadadına hiçbir lüzum görmedik.

 S.  76

                        Yunan bahriye mürettebat umumiyesi

                                           Zabitan

                                                                           Adet

Firik  ( veyis amiral )……………………………………………1

Leva ( kültür amiral )…………………………………………..2

Miralay………………………………………………………………11

Kaymakam………………………………………………………..24

Binbaşı ……………………………………………………………..30

Yüzbaşı………………………………………………………………88

Mülazım…………………………………………………………….34

Mülazım sani……………………………………………………. 36

                                                                            ————–

                                                                              226

 

                               Diğer bir umumi bir hesaba göre

 

Amira…………………………………………….226

Küçük zabitan…………………………….4066

Komiserler……………………………………112

Heyeti tabiye………………………………..33

Mühendisleri………………………………..40

İnşaat mühendisleri……………………..11

                                                     ——–

                                                      4488

                       ———-   *****   ———-

S.  77

 

3

                                           Boğazdan çıkış

1 kânunusani:  İmroza doğru bir keşif —- makinede iş çıktı!— Hamidiye de yangın çıktı! . . . —-  imdada bir muhrip gönderiniz! —imdat geldi  —  açıklarında düşman mı?  —  Şiraye doğru gidiyor.

                          ———-   *****   ———-

     Kânunusaninin birinci Salı günü hava biraz düzelmişti.  Hamidiye bir akşam evvel muhalefeti hava hasebiyle demirlediği köse tabya önünde bulunuyordu.  Tabii yine akşamı bekleyecekti.  Artık bu akşam için mutlak çıkmaya karar verilmişti.  Fakat çıkmazdan evvel bazı tertibata lüzum görülüyordu.  Sabahleyin bu tertibat başladı.

     Evvela boğazın methalinde bulunan Mecidiye kruvazörü ile (Basra) ve (yar hisar) torpidoları tarafından İmroz açıklarında düşmanın harekâtı hakkında bir keşif icra edilecekti.  Bu üç sefine yavaş yavaş methalden çıkmaya başladıkları sırada Hamidiye de bir gün evvel demirlediği köse tabya önünden kalkarak methale doğru tekrib etmek üzere ilerledi.  Bu esnada saat de yedi buçukla sekiz arasında

S. 78

bulunuyordu ki Hamidiye methal civarında boğazın sapa bir noktasına tekrar demir attı.  Ve huruç planını setr için düşündüğü tedbiri tatbike başladı.

     Bu zaman henüz ne boğazdaki sefain ticariye dışarı çıkmış, nede boğaz haricinde bulunan gemiler içeriye girmişlerdi.  Her iki tarafta kılavuz istimbotlarının delaletini bekliyorlardı. 

     Evvela içerdekiler çıkacak, sonra dışarıdakiler girecekti.  Hamidiye methaldeki mevkiine henüz demir atmıştı ki birden bire telsiz telgrafı amiral gemisini aramağa başladı.  Ve biraz sonra havadan şu mealde şifresiz bir telgraf açtı:

     “makinede iş çıktı, kırksekiz saat için hareket imkânsızdır! “

     Bu telgraf çekildiği esnada boğazda bulunan sefain ecnebiyyede kılavuzların arkasında harice çıkıyorlardı.  Bu gemilerin bazıları telsiz telgraf cihazıyla de mücehhez olduklarından Hamidiye’nin şifresiz olarak verdiği telgrafı onlarda almışlardı, ihtimal aynı zamanda boğaz haricindeki Yunan gemileri de bundan haberdar idi.  Hamidiye gemilerin boğazdan çıkmakta olduklarını gördüğü zaman müretteb planın diğer aksamını da mevkii icraya koymaya başlamıştı: birden bire Hamidiye’nin sancak tarafında müthiş bir duman sütununun yükseldiği göründü:  gemi yanıyordu!  Şüphesiz o esnada boğazdan çıkan gemiler dürbünlerini Hamidiye’den tarafa çevirmişler bu yangını tetkike koyulmuşlardı:  evvela sancak tarafından başlayan bu duman birden bire geminin her tarafına sirayet

S.  79

etmiş, bütün Hamidiye duman içinde kalmıştı.  Geminin içinde müthiş fakat cali bir hareket ve faaliyet vardı:  güya herkes gemiyi kurtarmak için uğraşıyordu.

     Bu esnada Hamidiye’nin telsizi tekrar hareket etti; Amiral gemisi ikinci bir telgraf daha alıyordu:

     “sefinede iştigal vuku buldu.  Bazı aksam muhterik olduğu halde itfa edilmiştir.  Muharrib gönderip bizi çektiriniz.”

     (Mecidiye) de (Yar Hisar) ve (Basra) torpidolarıyla beraber keşiften avdet ediyordu.  Karilerimiz biltabi-i bu makine saktalğının ve yangının müretteb olduğunu anlamışlardır.  Fakat henüz bu tertibat bitmiş değildi.  Mecidiye avdetinde doğruca Hamidiye’nin yanına gelerek demirledi.  Derhal Mecidiye süvarisi Hamidiye’ye geldi.  Biltabi-i maksat ziyaret Hamidiye’ye sureti muaveneti müzakere ve mukadder hasarı muayeneden ibaret olmak lazım gelirdi.  Hâlbuki Muzaffer Bey Hamidiye mürettebatıyla vedalaşmağa gelmiş, onlarla konuşur, helâlaşır, herkese muvaffakiyet temenni ediyordu.  Sonra Muzaffer Bey avdet etti.  Filikalar gelip gitti, Hamidiye Mecidiyeye bağlandı.  Her iki gemi de demirlerini aldılar, Mecidiye hareket etti, Hamidiye’yi çekip Naraya doğru götürdü.  Mecidiye arkadaşını münasip bir mevkie getirdikten sonra orada bıraktı.  Ve Hamidiye’nin boğaz haricinde görülüp görülmediğini anlamak için tekrar boğaz haricine çıktı.

     Artık plan tamamen hazırlanmıştı.

S.  80  

 Gurup resimleri

S.  81

     İşte bu suretle Hamidiye düşmanın bilahare pek geç anlayabildiği bir hileyi muvaffakıyetle tatbik etmişli.  Yunanlılar Hamidiye’nin iştigal haberinden pek sevinmiş idiler;  onlar için ne ala!  Hamidiye çok zaman harbe iştirak edemeyecek bir hale gelmiş idi,  Hamidiye’nin pervasız muhacemalarından bir müddet kurtulacaklardı.  İşte Hamidiye’nin hasarzede olduğu zehabı Yunanistan’da o kadar ciddi kabul edilmişti ki Şiray’ı bombardıman eden Osmanlı sefinesinin Hamidiye değil, Mecidiye olduğu iddia edilmiş ve Şiray’a Hamidiye geldi ve yine telgraf çekilmiş, fakat çok geçmedi, Yunanlılar aldandıklarını tamamıyla anladılar.

                                               *

                                          *        *

Hamidiye sefere başlamak için gecenin hululüne intizar etti.  Saat altı oldu.  Ortalık tamamen karardı, Hamidiye demirini aldı.  Yola çıktı.  Yarım saat sonra fedai sefine boğazın methaline kadar gelmiş, Gelibolu şibh-i ceziresinin müntehabı cenubisini takip eden (halas) burnunu dolaşıyordu.  Bu esnada hava berrak, kamer terbi evvelde idi.  Sonra birden bire sema kararmaya, bulutlanmaya başladı ve kamer gözükmez oldu.  Saat sekizde etrafta şimşekler çakıyor, sağanaklar içinde yağmur yağıyordu.  Bu esnada Hamidiye’nin baş tarafı ilerisinde düşman torpidoları görünür gibi olmuştu.  Acaba Hamidiye görülmüş müydü; daha burada iken duçarı hücum olmak ihtimali var mıydı?  Fakat artık bunları düşünmek zamanı değildi.  Artık bir hücum ihtimali karşısında

S. 82

Hamidiye için geri dönmek şıkkı mevcut değildi.  Toplar dolmuş, fenerler sönmüş, herkes vazifesi başına geçmiş ilk Emire intizar ediyordu.

     Hamidiye onbeş millik bir süratle hareket ediyor ve ilk emirde derhal yirmi iki mil süratle gidebilmek için bütün tertibat ihzar edilmiş bulunuyordu.  Tam yol ile gitmemesinin sebebi fayrab ederek bacalarından kesif duman çıkarmamak içindi.  Fakat düşmanın gözüne çarpıktan sonra artık bu mahzur bertaraf olabileceğinden fayraba edecekti.  Düşman baskınına uğramamak için Saroz körfezi dahilini takiben İmroz adasının şimalinden geçen Hamidiye saat sekizden sonra pek mehlik ve hatırengiz bir mevkide bulunuyordu.  Arada sırada çakan şimşekler Hamidiye’nin karanlıklar içine gömülen hayali serserisini meydana çıkarıyor, bu suretle görülmek ihtimallerini artırıyordu.  Mamafih herkes buna da razı olmuş, bulutların sıyrılarak kamerin zuhur etmesine dua ediyordu.  Bu gece Hamidiye’nin en heyecanlı gecelerinden biri idi.  Biz çok geceler gibi o gecede sabaha kadar bütün mürettebat vazife başından ayrılmadı, kimse uyumadı, gözler karanlıklar içinde, kalpler büyük emellerle dolu, Limni adası dolaşıldı.  Bundan sonra ise artık düşmanın ciddi kuvvetlerine tesadüf etmek ihtimali azalıyor, binaenaleyh Hamidiye görünmeden çıkmak vazifesinde muvaffak oluyordu.  Ve bu da ilk muvaffakiyet idi.

————      ******      ————

S.  83

4

Şira bombardımanı

——-   ****   ——-

2 kânunusani:  2 kânunusani çifuni boğazını geçerken 12 yi beş geçe — alsancak — liman reisi davet yazılıyor — icabet yok — telsiz telgraf — İngiliz şilebi — limanda heyecan — Makedonya kapmak istiyor — bombardıman ve hedefini şaşırmayan mermiler — Hamidiye gidiyor!

———-     *****     ———-

     Bütün gece fırtına ve yağmurla geçmişti.  Adalar denizinin puslu ve sisli kış sabahı nisbi bir sükûnetle uyanırken henüz açılmamış fenerleri, kapanmamış gözleriyle Hamidiye Yunan adalarına yaklaşıyordu.  Artık gemide herkesin merakı zail olmuş, Şira’ya gidildiği anlaşılmıştı.  Şira’ya niçin gidiliyordu?  Orada ne bulunacaktı?  Bu suallere sarih bir cevap vermek kabil değildi.  Fakat Şira Yunan limanları arasında mühim bir mevkii olduğu ve Yunan filosu asıl bahrilerinden birini teşkil ettiği için her halde orada bir şey bulunacaktı.  Mamafih ihtimal ki orada tesadüf edilecek olan kuvvetin mahiyeti Hamidiye için mehalik dahi olabilecekti.  Bunu tevâzün ettirmek zırhsız,  müdafaasız Hamidiye’nin metin mürettebatının kuvve-i maneviye

S.  84

ve cüret ve maharetine kalmıştı.  Eğer tesadüf Hamidiye ye orada müsait bir av gösterecek olursa Hamidiye ondan istifadeye çalışacaktı.  Eğer hiçbir şeye tesadüf etmezse Hamidiye maksut olan nümayişi yapmış ve düşmana kendisini bildirmiş olacaktı.  Binaenaleyh bu itibar ile Hamidiye için ilk düşman limanı olmak üzere Şira’dan iyi bir yer bulmak kabil olamazdı.

     Toplar dolu, herkes vazife başında, kumandan geminin her tarafını dolaşıyor, silah arkadaşlarıyla konuşuyor, onlarla latifeler ediyor ve herkesin la-yetezelzel bir iman ve itikat ile vazifesine sarılmış, düşmanla çarpışmaya susamış olduğu, geminin muhid fedakârisinde solumak hiçbir manası kalmadığını görerek mesut oluyordu.  Herkeste bir merak vardı:  acaba Şira’da neye tesadüf edilecek?

*

*       *

 

     Merak uzun sürmedi;  saat onbirbuçuğa doğru Şira’ya gitmek için mürüri lazım gelen Çefuni boğazı göründü.  Hamidiye mutlak bu boğazdan görülebilecekti.  Ya Hamidiye tanınırsa?  O zaman Şira’nın bundan haberdar olarak tedayir ihtiyatiye ye tevessül etmesi imkânı yok muydu?  İşte Hamidiye süvarisi burasını düşünerek boğazı geçerken mümkün mertebe gemiyi tebdil kıyafet ettirmeye karar vermişti:  malum olduğu üzere açık denizlerde gemiler bayraklarını taşımazlar, yalnız limanlara girerken veyahut bir icap tahtında tabiyetlerini ilan ederler.  İşte Hamidiye de bayraksız seyir ediyordu.  Binaenaleyh bayrakla gemiyi

 S.  85

 

“Üste resim gelecek yarım sayfa”  (kıç onbeşlik top zabitan ve efrat)

 

tanımak kabil olamazdı.  Şekilden tanınmaya gelince:  süratle geçip gidecek olan gemiyi sahilden gözle tanımak içinde epeyce mütehassıs bulunmak lazım geleceğine nazaran bu cihetten de pek endişeye mahal yoktu.  Mamafih dürbünle zabitan ve efradın kıyafetlerini tanımak ihtimali vardı.  Bunun için de bir kısım efrat ve zabitanın kıyafetleri tebdil edilerek sureti mahsusa da güvertenin görülebilecek yerlerine getirilmişlerdi.  Binaenaleyh bu suretle de sahildeki mütecessisler aldatılmış olacaklardı.  Zaten o sıralarda adalar denizi sularından her devlete mensup gemiler sık sık gelip gitmiyorlar mıydı?

 

S.  86

     Saat onbiri kırk yedi geçe Çefuni boğazı geçildi.  Artık Şira pek yakınlaşmıştı.  Binaenaleyh Hamidiye için asıl mühim dakikalar gelmişti.

     Zaten hazır olan gemi zabitan ve efradı daha tetik durmaya başladılar.  Süvari bayrağın keşidesini emir etti ve Hamidiye büyük al bayrağını çekti.  Biraz sonra, onikiyi beş geçe, yani tam vakit-i zuhr’da Hamidiye bir seyir hafifliğiyle al bayrağını sallaya sallaya Şira limanı pişe-gahına geldi.

     Hamidiye al sancağıyla görünür görünmez derhal limanda ve şehirde bir telaş baş göstermişti.  Kayıklar sahillere kaçışıyor, yelkenliler, kaçacak yer arıyor, gemiler fayrap ediyordu.  Hamidiye evvela bir işaret çekerek liman reisi gemiye davet etti.  Fakat liman reisi davete icabet etmedi.  Makedonya namındaki muavin kruvazör Halik ve himmetini anlamışlı.  Telsiz telgraf makinesiyle mütemadiyen Pireden imdat istiyordu.  Fakat Hamidiye’nin cihazı da Makedonya’nın imdatlarını karıştırmayı bil tabii unutmuyordu.  Hamidiye liman reisinin ses çıkarmadığını görünce derhal limanda bulunan sefaini ecnebiyyenin süratle çekilip gitmesini emir olmak üzere bir işaret çekti, gemiler gitmek için hazırlanırken Hamidiye onikiyi yirmiüç geçe şehrin biraz ilerisindeki barut fabrikasının karşısına giderek birkaç gülle savurdu, birkaç dakika içinde koca barut fabrikası berhava

S.  87

olmuştu.  Ve ondan sonra Hamidiye yine Şira limanı önüne ve Makedonya’nın karşısına gelmişti.

     Artık bütün şehir havf ve dehşet içinde idi.  Ahali kaçışıyor, konusulu sahaneler bandıralarını çekiyor, sahilde bir takım meraklılar telaş ve heyecan içinde dolaşıyordu.  Mamafih asıl telaş ve heyecan Makedonya kuruvazöründe idi.  Bu esnada limanda bulunan bir İngiliz şilebi Makedonya ya yapılacak ateşe hail olabilecek bir vaziyet alıyordu.  Burada bila lüzum vakit kayıp etmeğe taraftar olmayan Hamidiye bu vaziyetin manasını derhal anlamış ve sürat ve şiddetle harekete karar vermişti.  Hamidiye İngiliz şilebine:”  demirini ya bırak yahut kes, hemen açıl ateş edeceğim!” mealinde bir işaret verdi.  Bunu müteakip küçük toplarıyla Makedonya’ya ateş etti.  Bu esnada saat on ikiyi elli iki dakika geçiyordu.

     İngiliz şilebi artık işin şakaya tahammülü olmadığını anlamıştı.  Derhal demirini keserek limandan çıktı.  Makedonya kruvazörü liman mendireğinin arkasına saklanarak ateşten tahaffuza ve karaya oturmaya çalışıyordu.  Hamidiye’den ilk merminin infilakını müteakip Makedonyanın baş kasarasındaki onbuçuk santimetrelik topun önünde müdafaaya hazırlandıkları zan edilen neferler derhal kendilerini denize fırlattılar.  Bu manzara karşısında Hamidiye’dekiler kendilerini gülmekten men edememişlerdi.  Hatta Hamidiye süvarisi tebessüm ederek:  “düşmanın da pek zayıfına çattık!” demişli.

S.  88

     Hamidiye Makedonya kruvazörüne birbirini müteakip on beş mermi attı.  Bunların hepsi de doğrudan doğruya gemiye isabet etti ve gemi yanmaya başladı.  Yalnız mermilerden biri gemiyi delip geçmiş ve sonra aynı istikamette bulunan elektrik fabrikasının kazanına çarparak orada da bir iştigal vukua getirmiştir.  Ateşin bu kadar sürat ve sıhhatle icrası her halde topların mahir ellerde işlediğini gösterir.  Hamidiye bütün kaide-i harbiye ye riayet ediyordu, İtalyanlar Beyrut da avn-ı ilâhi üzerine ateş ederken mermiler şehirde binaları tahrip ediyor, bi günah ahaliyi yere seriyordu.  Hâlbuki burada böyle şey vuku bulmamıştır. 

     Makedonya kruvazörünün muhtelif yerlerinde yangınlar çıktığı, geminin gark olmakta bulunduğu tamamen anlaşıldıktan sonra saat biri yirmi dört geçe ateş kesilmiş, Şira’dan hareket edilmiştir.  Limandan altı mil kadar uzaklaşıldığı esnada Makedonya’nın bulunduğu mevkide yükselen dehşetli bir dumanın etrafı istila etmekte olduğu görülmekte ve sefine cephanesinin iştialine delalet eden müthiş patlama işitilmekte idi.

     Burada bazı mukayeseler yapmaktan geçemeyeceğiz.  Hatırdadır ki Karadeniz de Kovarna limanına Hamidiye bir mükaleme memuru göndermiş ve mükaleme memurunun bindiği filikaya sulh endazla bir küçük top koymuş ve bunlar sahile takrib ettikleri esnada düşmanın karada seyirler içindeki askerinin şiddetli bir yaylım ateşine maruz kalmışlar fakat filikadaki Osmanlı gemicileri metanetini kayıp etmeyerek kemali itidal ile küçük topu karaya çevirmişler

S.  89

Şira adası haritası

 S.  90

ve harbe başlamışlardı.  Hele Makedonya kruvazörü topçularının kuvve-i maneviyesiyle bunlarınki mukayese edilirse hiç nispet kabul etmez.  Makedonya kruvazöründe iş başından itibaren kâmilen bozuk idi.  Çünkü Makedonya Hamidiye’nin vuku bulan daveti üzerine mendirek haricine çıkarak harp edeceğine –ki Hamidiye’nin yalnız başına bulunduğuna ve ıslaha kıymetiyle farkları çok olmadığına binaen-tali harbi tecrübe edeceğine ve hiç olmazsa mensup olduğu milletin vatanın inzâr ihtiyaç ve imtihanı önünde neticesi meşkuk bile olsa bir kahramanlığa teşebbüs edeceğine bilakis gittikçe karaya sokulmağa başlamış adeta yeri yarıp içine saklanmak istemişti.  Binaenaleyh bu bozukluk ta baştan gelmişti.  Demek ki Makedonya’nın mürettebatı baştan aşağı aynı milletten idi.  Şimdi Makedonya ya “avn-ı-ilâhi” kırveti pek mühim bir numune olabilir.  Avn-ı-ilâhi sefine-i kadimesi Beyrut önünde yanıyordu.  Karşısına Hamidiye gibi zırhsız bir sefine menfur da değil,  zırhlı sefinelerden mürekkep bir filo gelmişti.  Böyle na- mutenahi tespitsiz bir kuvvet karşısında harbe karar vermek bile bile ölmek demekti.  Fakat avn-ı-ilâhi bunda tereddüt etmedi.  Nice zamandan beri Beyrut’un önünde kendisinde bir mevhudiyet farz ederek yanan ve askerce bir hayat gösteren Avn-ı-ilâhi mürettebatı vakti harpte de aslına sadık kalmak istedi.  Ve Beyrutlu vatandaşlarının gözü önünde Beyrut’un başı ucunda derhal düşmanı karşılayarak meydanı harbe atıldı.  Ve harp ede ede maf oldu.  Avn-ı-ilâhi süvarisi yanmakta ve batmakta olan geminin sancağını alarak zorla ayrılabildi! . .

 S.  91

5

Şira’dan sonra

—— *** ——

     Defteri hatırattan: 3 kânunusani: deniz üstünde teftiş-ok meydanı ve Mesudiye -4 kânunusani: ufukta gemiler-havanın coşkunluğu-Beyrut’a doğru.

————****————

     Hamidiye Şira’dan ayrıldıktan sonra bir müddet Pire – İskenderiye rota hattında dolaşmıştı. İhtimal bu hat üzerinde bir takım Yunan vapuruna tesadüf edecek ve bunlardan istifade kabil olacaktı.  Fakat tahriyat bir netice vermediğinden o hattan ayrıldı.  Kendisince muayyen bazı yerlere gitti.  Bundan sonra Hamidiye’nin Süveyş’ten ikinci defa Akdeniz’e çıktığı zamana kadar şayanı dikkat vukuat zuhur etmedi.  Bu müddet arasındaki günlerin bir kaçını misal olarak nakil ediyoruz.  3 kânunusani. . . Hamidiye Girit adası etrafında dolaşıyor, düşman gemileri arıyor.  Gemide şevk ve neşe pek yerinde, herkesin ağzında bir gün evvelki vukuatın şuradan buradan ayrılmış parçaları dolaşıyor,  kaleden ayrılırken herkesin ruhunda ya muvaffakıyet veya ölüme doğru bilâ tereddüt koşan, ağır vakur bir itidal ve teslimiyet vardı. 

S.  92

Halbu ki bugün ruhlar daha neşedar, harp ve zarb ateşleriyle daha tutuşmuş, herkeste vatan için düşmanla çarpışmak hevesi kalblerde daha büyük bir ruhaniyet uyandırmıştı.

     Artık herkes Averofun Hamidiyenin peşine düşmesini pek istiyor, bu suretle asıl donanmanın büyük işler göreceğine emin bulunuyordu.  Ah, bir kere bu kabil olsa, Averof Hamidiyenin arkasına düşse. . . O zaman belki Hamidiye batacaktı, fakat ötede bütün bir milletin en büyük arzusu da yerine gelmiş olacaktı.

     Kabl-ez-zuhr saat sekize geliyor. . .  Henüz Giritden pek uzak değilken uzakta iki Yunan açık deniz torpidosu göründü.  Fakat gemi onlar üzerinde bir gün evvelki vukuatın uyandıracağı tesiri izale etmemek için derhal bütün süratiyle seyrini değiştirerek torpidoya doğru hücuma hazırlandı.  Fakat bir çeyrek sonra artık gemilerin dumanlarından bile eser görünmüyordu;  çünkü Hamidiye’nin döndüğünü görünce kaçmışlardı.

     Saat on buçuk.  Hamidiye Giritden yüz yirmi mil açıkta. . . Ufukta duman görünüyor;  acaba nedir?  Geminin direklerine asılan iki fıçı içinde dürbünlü rasatlar var, etrafı tetkik ediyorlar.  Biraz sonra anlaşılıyor ki bu bir şilep, Hamidiye üzerine yürüyerek durup bayrak göstermesini işaret ediyor.  Gemi durarak İngiliz  

S.  93

bayrağı çıkarıyor.  Hamidiyeden filika iniyor, hamuleyi muayene ediyor.  Mürettebat İngiliz, hamulesi de manganez.  Gemi serbest, Hamidiye yolunda. . . Müteakiben görünen diğer bir İngiliz şilebine de aynı muamele. . .

     Geceye kadar hiçbir hadise yok.  Sabaha karşı saat dörtte elektrik ziyaları içinde Hamidiye’nin pek yakınından geçen bir yolcu vapuruna tesadüf edildi.  Yolcular geçtiler ve biltabii Hamidiyeyi tanımadılar.  Hamidiye fenerlerini söndürmüş, karanlığa gömülmüş, düşman gözleyerek dolaşıyordu. 

     Saat on buçuk.  Adeta gece yarısı.  Hamidiyenin telsiz telgraf memurundan bir haber;  Ok meydanı Mesudiyeyi arıyor.  Acaba ne var?  Herkes bir haber zafer, bir haber beşaret bekliyor.  Bir çeyrek sonra Hamidiye ok Meydanıyle muhabereye başladı.  Dünkü vukuatı şifre ile hikâye ediyordu. 

     Nısf-ül-leyl.  Bu gecede kimsede uyku yok.  Şurada burada yarım bir istirahat, herkes geceyi bu halde geçiriyor.  Herkes dua ediyor, fakat bu defa dualar Hamidiyeden ziyade donanmanın galebesi içindi.

     4 kânunusani. . .  Bugün Cuma, fakat çok geçmeyecek herkes gemide geçen günlerini unutacak. . .  Hamidiye geceleyin Beyrut’a doğru yol vermişti.  Fecirle beraber aynı yol üzerinde bir mesenjeri vapuruna tesadüf edildi.  Nereye gidildiğini anlatmamak için Hamidiye yolunu değiştirdi.

S.  94

Güneşle beraber rüzgâr da çıktı.  Bir saat sonra dalgalar büyümüş, Hamidiye de bunların arasında yuvarlanmaya başlamıştı.  Mesajeri uzadı.  Hamidiye de dümenini Beyrut’a doğru kırdı.  Saat onu on geçiyor.  Uzaktan tekrar bir İngiliz şilebi göründü.  Koca Akdenizin hangi noktasından gidilse mutlak bir gemiye tesadüf ediliyor.  Maruf ve muayyen rota hatları haricinde bile mutlak gemilere tesadüf edilecek.  Artık anlaşılıyor ki Hamidiye günlerce Akdeniz üzerinde kalmak isterse izini düşmandan hakkıyla saklayabilmek için çok müşkülata maruz kalacak, hileler icadına mecbur olacak.

     Beyrut’a yetmiş mil kadar bir mesafe kaldı.  Hava yine fırtınalı, Hamidiye sallanıyor. . .   Herkeste Beyrut’a gitmekten dolayı bir sevinç var.  Niçin?  Şüphesiz orası bir mersa-i selamet olduğu için değil, orada donanmanın muvaffakıyeti hakkında bir haber beşaret almak ihtimali için.  Yoksa sahilden gözükerek izini belli etmek Hamidiye’nin hiçte işine gelir şeylerden değildi.

     Herkes donanmadan bir haber alınması ihtimalini büyük bir meserretle düşünüyor, bütün muhavereler bu gaye-i emelin etrafında devran ediyordu.

     Hatta zabitan bir takım tasavvuratta bile bulunuyordu.  Eğer donanmadan iyi bir haber alınırsa derhal Beyrut’un en büyük camiinde bir mevlidi nebevi

S.  95

okutturulacak ve bunun masarifi herkes tarafından müştereken tasfiye edilecekti.

     Herkeste kuvvai maneviye pek kuvvetli idi. . .  Zaten kiminin her tarafında bilhassa toplar üzerinde yazılmış olan (surei Fatiha) ya ait ayetler de buna delalet etmiyor muydu?

 

S.  96

Resim  –  hamidiyenin efrat ve zabitanının grup resmi.

S. 97

6

Beyrut ve Süveyş

     Defteri hatırattan:  5 kânunusani—Beyrut’a muvasalat—Averof mu?Şayanı dikkat bir takib—önünde dumanlar—kömürlükler su alıyor! İmam efendi dua eder—suveyş ve bahri ahmer—ilk devrenin sonu.    

 5 Kânunusani. . . Sabah yeni oldu, Beyrut şehri ufukta gözüküyor.  Hamidiye boğazdan çıktığının beşinci günü ilk defa olarak bir limana giriyor.  Hamidiye daha o zamandan görünür görünmez bütün Beyrut ahalisi anlamış, sahillere koşuşuyordu. Şehirde büyük bir sevinç hükümferma idi.  Hamidiye İtalyanlara karşı gayri mütenasip bir kuvvetiyle fakat şayanı takdir bir metanetle harp ede ede bir enkaz yığınına tahavvül eden, teslim olmağa asla rıza göstermeyen (Avenale) gemisinin medfenni önünde demirledi.   Hayatına namusuyla hatmeceğin fakat pek nisbetsiz bir düşman karşısında

 

S.  98

mezbuhane bir hareketle çarpışan bu geminin enkazı karşısında Hamidiye mertebesinin tahsisatı ve tesiratı hakikaten şayanı zekerdir. 

     Biç-t-taba’  her ihtimale karşı hazır bulunmayı unutmayan Hamidiye tetik üzerinde idi. derhal filika indirildi, hem donanmanın harekâtından haber almak, hem de Hamidiye’nin harekâtı hakkında lazım gelen malumatı vermek üzere şehre memur gönderildi. 

     Hamidiye Beyrut limanında durduğu müddetçe mahsûr bir mevkide düşman donanması tarafından bir baskına uğramaktan korktuğu için geminin direklerinin en yüksek noktasına yerleştirilen fıçı derinindeki rasatlardan maada karanın mürtefa noktanda tarassutta bulunmak üzere de rasadlar gönderilmek üzere iken birdenbire Port-Said hattı üzerinde olan bir sefinei harbiyeden çıktığı kanaati veren dumanlar görünmeğe başladı ve sonra bu dumanların hakikaten bir sefinei harbiyeden çıkmakda olduğu anlaşıldı.  Rasatlar bir müddet tetkik ettiler.  Bu sefinei harbiyenin Averof ile büyük bir müşabeheti vardı:  bunun için Hamidiye her ihtimale karşı limanda durmayı muvafık bulmayarak derhal açıldı.  Hamidiye muakab farz ettiği zerhalinin harekâtını hem gidiyor,  hem tetkik ediyordu.  Hamidiye bir müddet muttasıd bir süratle yürüdü.  Zerhali de aynı süratle kendisini takip etti.  Sonra Hamidiye süratini tezyid etti, zerhali de o süratle hareket etti.  Bu şayanı taaccüb hadise bir müddet devam eyledikten sonra meçhul zerhali istikamet seyrini tebdil ederek gözden uzaklaştı.

 S.  99

     Hamidiye de herkes merak içinde,  bunun nasıl bir gemi olabileceğini araştırıyor, gemide berayı ihtiyat Beyrut’a avdet edemiyordu.  Bir müddet sonra calibi dikkat bir vukua daha zuhur etmişti:  bu defa da yine ufukta keşif gemilerin fayrabına müşabih dumanlar görünmeye başladı.  Hamidiye bir müddet bunları da tetkik etmişse de uzun sürmeyerek bunlar da ortadan kayıp olmuşlardır.

     Bu esnada yeni bir vaka Hamidiye içinde birdenbire telaşa mucip oldu.  Vakti-zuval’de efrat ve zabitandan bazıları Hamidiyenin kömürlüklerine su girmekte olduğunu görerek arkadaşlarına haber vermişlerdi.  Merak ile tetkikat icra edildi.  Bu suyun gemi yıkandığı esnada açık bırakılmış olan kapaklardan girmiş olduğu anlaşıldı.

     Hamidiye etrafında meşkuk eyl huval gemiler, dumanlar gördüğü zaman yine pek şayanı dikkat bir haleti ruhiye ye dahil olmuştu.  İmam efendi ber mutad yine fevz ve nusret temin eden bir dua okumuş, herkes ellerini kaldırmış, kalbini cenabı hakka rabt etmiş, kaderin her cilvesini büyük bir itidal dem ve itimadı nefs ile karşılamaya ahd etmişti ve işte Hamidiye’nin küçük ve aciz vücuduyla büyük işleri nasıl başa çıkarabildiğinin esrarı ve hikmetini hep bu haleti ruhiyede aramak lazım gelir.

S.  100

     Hamidiye’nin birinci Akdeniz seferini teşkil eden bir hafta zarfında şu yazdıklarımızdan başka şayanı dikkat vukuata tesadüf edilmemiştir.  Seyahat hem nagehanı olmuş, hem kısa devam etmiştir.  Beyrut tan sonra gemi doğruca Süveyş’e gitmiş, Bahri Ahmere geçerek bir müddet orada dolaşmıştır.

 

S.  101 

Akdeniz de ikinci sefer—müthiş bir fırtına

———————-

     Akdeniz’e çıkış:Cidde’den hareket—Süveyş—Mısırlılarda hissiyat ve tezahürat—yaşasın Yunanistan—Yunan bahriye nazırıyla başvekiline iki telgraf.

——-****——–

     Hamidiye ikinci seferini başlamak üzere kânunusaninin yirmi dördüncü perşembe günü Cidde’den hareket ediyordu.  Bu defaki sefer daha uzun olacak ve daha büyük maksadı ihtiva edecekti.  Bu seferin ne derecelerde mühim ve tehlikeli olduğu karilerimiz okuyacakları tafsilat ile anlayacaklardır.

     Hamidiye ayın yirmi yedisinde ve vakt-i-zuhr’da Şuveyş kanalına dahil oldu.  Mısırda Hamidiye’nin kanala girdiği derhal şayia olmuş, kanalın iki tarafı da ahali ile dolmuştu.  Gemi yoluna devam ettiği sırada bütün halk: “ yaşasın Rauf bey! “ diye bağırıyor, mütemadiyen alkışlıyordu.  İşte bu Müslümanların şu harp esnasında neler duydukları ancak bu yaşasınlar ve alkışlar arasında hissedilebilirdi.

     Bütün bu saf halkın gözünde dünyanın en büyük sefain Harbiyesi

S.  102

kader kuvvet ve kudret intisabı eden zayıf Hamidiye, nısf-ül-leyl’de Port Saide vasıl oldu.  Vakit nısf-ül-leyl olduğu halde limanın manzarası hakikaten görülecek bir halde idi.  Ne kadar kayık, mavna, istimbot varsa hepsi yüzlerce ahali ile dolmuş, denize açılmak için binecek bir şey bulamayan halk da sahilde meşaleler yakmış, mütemadiyen çenelerinin bütan kuvveti ve şiddetiyle “kalihi Hamidiye, Allah yensir elsultan!” nidalarını ayyuka çıkarıyordu.  Şu İslam bayrağının temevvüç perişanı karşısında kendini unutan, adeta mest olan bu halk arasında yerli, Hintli, Çinli, her diyardan gelmiş insanlar, Müslümanlar vardı.  Hepsi bağırıyor, haykırıyor, tepiniyor, ağlıyor, dua ediyordu.  Halbu ki Hamidiye bilatevkif bahri sefide geçmek mecburiyetinde bulunuyordu.

     Ahalinin bu umumi heyecan ve helecanı karşısında Hamidiye’nin kumandanı kaptan köprüsünde durmuş,  etraftan coşup gelen bu alkışlara ve dualara karşı mütemadiyen:

—esselam aleyküm, merhaba ya ihvân! Kelimeleriyle mukabele ediyor, teşekkürde bulunuyordu.

     Şimdi bütün ruhunun duyduğu şükran ve minnet hislerini ifade için halk birlikte getirdikleri hediyeleri takdime koşuyordu.  Hep çam sakızı çoban armağanı tarzında olan bu hediyeleri Rauf Bey alamayacağını, geminin duramayacağını söyleyerek itizâr ediyordu.  Ekmekci ekmek, şekerci şeker, çiçekçi çiçek, fakir ve zengin

S 103

herkes ne getirebildiyse, alel acele ne getirmek iktidarında ise onu getirmiş, sandallarından, istimbotlarından uzanıyor,  bunların kabul edilmesi için yalvarıyordu.  Fakat Hamidiye için merasime kapılmak, tevkif etmek doğru değildi, onun vazifesi bir an evvel buradan çıkıp uzaklaşmak, Akdeniz’in nihayetsiz ufukları arasında kayıp olmaktı.  Bunun için gemi durmuyor, fakat aynı zamanda şu kendisi için haykıran, bağıran, dua eden, ağlayan iyi kalpli insanları da memnun etmek isteyerek pek ağır ilerliyordu.

     Hamidiye’nin Cidde’den hareketi üzerine Porte Sayid haricinde enginde dört Yunan torpidosu bulunduğuna dair bir şayia çıkmıştı.  Porte Sayid’e açık denizden gelen bütün gemiciler de bu haberi teyit etmekte idi.  Halk ile beraber bu haber tabii Hamidiyecede alınmıştı.  Fakat Yunanın bütün sefaini harbiyesini üzerine celbe çalışan Hamidiye için bu haber fevkalade bir şey değildi.

     Ancak ahali biltabii hali heyecanda idi.  Hamidiye’nin bir arızaya uğraması ihtimali bile herkesi müteessir ediyordu.  Bundan dolayı Hamidiye limandan geçerken ahali Akdeniz’e açılır açılmaz düşmanla çarpışacağını düşünüyor ve bu düşünce bütün bu şevk ve heyecanı tezyid ediyor ve aynı zamanda bu şevk ve heyecan içinde pek çoklarının nazarlarında bir sehâb endişe his ediliyordu. 

     Hamidiye kendisini takip eden sandallar ve istimbotlar arasından süzülüp geçti ve dalgın nazarlar, iftihar ile kabaran göğüslerle

S.  104

avdet eden binlerce halkı arkada bıraktı.  Efendisinden izin almadan kaçmış hizmetçiler, her sınıf amele, çoluk çocuk, gazeteciler, muhabirler, her sınıf halk bu kafile içinde dahildi.  Bilhassa çocukların ve avamın safvet ve samimiyeti pek cazip idi.  Öyle çocuklar vardı ki ellerinde birer dalla Hamidiye’ye gidip hediyelerini takdim edebilmek için ötekine berikine yalvarıyorlar, kayığa binmek istiyorlardı. 

     Sonra mesela iki çocuktan büyükcesi küçüğüne anlatıyordu:  —bu gemiyi göryor musun, buna Hamidiye derler. . .  Osmanlıdır, hiç dinlemez vurur mu vurur!

     Şayanı dikkat bir hadise:  bu samimi tezahürat muhabbet içinde Yunan konsolosu da vazifesini unutmamış olacak ki topladığı birkaç Yunanlıyı limanla bahri sefid arasındaki kanalın bir tarafına toplayarak Hamidiye boğazdan çıkarken “yaşasın Yunanistan!” diye bağırtmıştı.  Fakat bu birkaç cılız ve mahcup ses ayyuka çıkan nidalardan sonra silinip gitti.  Esasen bunlar herkesten uzak ve ayrı bir yerde idi.  Eğer ahali arasında olsaydı kendilerini onların elinden güç kurtarırlardı.

*

*        *

     Hamidiye süvarisi daha Süveyş’den hareket etmezden evvel ve Hamidiye’ye Akdeniz’e çıktıktan sonra Yunan bahriye nezaretiyle başvekâletine çekmek üzere iki telgraf hazırlamıştı.  Bu telgraflarda Yunanlılara meydan okuyor ve onları kuvveti harbiye ye riayete davet ediyordu.  Bilhassa

S.  105

Gurup resmi: Çarkçı ağalar

S.  106

eğer Yunan donanması sahili Osmaniye’ye ve safaini hususiye ye dokunacak olursa Hamidiye’nin fazlasıyla mukabele edeceğini bildiriyordu.  Telgraflar çekilmek üzere Ömer Fevzi beye verilmişti, fakat bir maksat diğer tahtında çekilmedi. 

     Hamidiye’nin veche-i hareketini düşmandan saklamak icap ettiğinden her daim olduğu gibi bu sefer dahi tüccar sefinelerine ve sahile görünmemek üzere geçit olmayan ıssız yollar intihap ve mevkii sefineyi tashih içinde icrâm ile güneş rasadatına muztarr kalmışdı.  O cihetle hiç bir taraftan görülmeksizin 31.inci perşembe günü Yunan denizine girilerek bazı istikşâfât yaptıktan sonra Messina boğazı istikametinde iken esmekte olan poyraz rüzgarı pûsi ile müterâfik bir müthiş fırtınaya tahvil etmekle aynı rota üzerinde seyre devam etmek daire-i imkan haricine çıktığından bocalamak mecburiyeti hasıl olmuş ve buna da muvaffakiyet el vermiştir.  Dalgaların cesameti hakkında Karie bir fikir vermek için pervanelerin bazen büsbütün denizin dışarısına çıkarak süratle döndüğünü zikretmek kifayet eder.  Gurubdan sonra Sicilya adasının cenubuna geçilerek o istikamette hareket ve Cuma sabahı Maltaya muvasalat olundu.  Maltadan şubatın dördüncü pazartesi gecesi nısf-ül-leylden yarım saat sonra fenerler sönük ve harbe müheyyâ bir halde Malta limanından çıkıldı.  Dışarıda Yunanın dört torpidosu beklediği haber alınmıştı.  Hamidiye tevekkül tâmmile bunların üzerine hücum edecekti.  Fakat bu torpidolar hali tarassuda ve küçük ve mevkii meçhul.  Hâlbuki Hamidiye

S.  107

liman ağzından çıkacağından mevkii malum ve cesameti büyük olduğundan torpidolar tarafından daha evvel görülerek bir hücum yapılacağına onlar bilakis Hamidiye’ye görünmeyelim diye yolundan uzaklaşmışlar ve binaenaleyh Hamidiye tarafından görülememişlerdir.

     Ertesi gün Sicilya adasının şarkında Adriyatik’e doğru bir nümayiş hareketi yapdıkdan sonra doğruca Suriye sahiline yol verildi…  Şubatın dokuzuncu günü Gazze’ye ba-del-gurup Hayfa ya ve sonra Beyrut’a hareket edildi.  Ondan sonra Kıbrıs açıklarından pek büyük fırtınalı bir geceyi de geçirdikten sonra Şubatın 16.nci Salı günü ismi gayri maruf bir limana gelindi.  Liman civarında bazı köylülere tesadüf edildi.  Bunlar bu saf, pek, mübarek kalpli köylüler? İsmini ağızdan ağza işittikleri Hamidiyeleri hakkında pek samimi ve fedakâr davranmışlardı.  Hiç yoksuzluklarına bakınmayarak akşamki gıdalarını teşkil edecek olan bir iki yumurta ile bir miktar sütü yekdiğeriyle müsabaka edercesine Hamidiye’ye ihdâya çalışıyorlardı.  Nafakalarını bu yolda Hamidiye’ye bahş etmeği de kâfi görmeyerek fakat mal namına bir şeyleri olmadığını görerek bedenen ifa edilecek hizmet arıyorlardı… Ne Necip hisli insanlar idi.  Hediyeleri alınmazsa boyunlarını büküyor, iş buyrulmazsa mahzun duruyorlardı.  Şubatın 14.ncü günü hareket ve ertesi geceyi açıkta geçirdikten sonra bazı hususat için Şubatın 15.nci günü zevâlde Antalya’ya muvasalat olundu.  Hamidiye Antalya’da fevkalade bir tezahürat karşısında kaldı.  Zavallı Antalya

S.  108

ahalisi bazı bedhahların şayia ettikleri havadise göre Hamidiye’nin Malta açığında haricini bekleyen düşman torpidoları tarafından batırıldığını işitmişler, pek kederli imişler, binaenaleyh ahaliyi bade evvel emirde tekarrüb eden harp sefinesi acaba bombardımana gelen bir düşman sefinesi mi, yoksa Hamidiye mi diye heyecan ve tereddüt içinde iken gördükleri Osmanlı al sancağıyla hakikati anlamışlar,  sahile üşüşmüşler, mevcudu yetmeyen sandallara dolmağa başlamışlardı.  Kalabalık o kadar çoktu ki sandala binmek için birçoğu nöbet bekliyordu.  Bu temiz yürekli Osmanlı hisli hemşeriler Hamidiye mürettebatına incelikleri lisan ve kalemle gayri kabil tasviri muhabbetler, samimi rabıtalar göstermişlerdir.  Maddeten gösterdikleri faaliyet ve fedakâr ı dahi fevkalade idi.  Bir günde bile tedarik ve Cuma isâli meşgul olan erzak ve levazımı bir kısım halk bir iki saat zarfında Hamidiye doldurdukları gibi bir kısmı da Hamidiye de kendi elleriyle kurban keserek dualar ediyorlardı.

S.  109

Bir sayfa resim,  Antalya da halk ve deniz dalgaları

S.  110

8

Adriyatik seferi

     Hamidiye Adriyatik’e gitmeğe memur oldu.  Vazifesi:

1 ) Yanya ya para, mühimmat götürmek

2 ) Garp seyyar ordusu ile temas hasıl etmek

3 ) İşkodra mevki mahsûriyle işaretle uzaktan muhabere etmek

4 ) İşkodra aleyhine yapılan sevkiyatı askeriyeyi tehdit ve işgal eylemek

5 ) Tesadüf edilecek orduğahları bombardıman ederek düşmanları maddeten mütezarrır eylemek

6 ) Yunan sefaini nakliyesine baskın vermek erzak, mühimmat ve Sırp ve Yunan askerleri yakalamak ve tesiratı maddiye ikâ eylemek

7 ) Yunan donanmasının Adriyatiktle tekerrük ettiği filonun orada bekasını temin etmek hatta bu kuvvetin tezyidine mecbur eylemek ve bu suretle kale harbindeki düşman donanmasını zayıflatmak.

     İşte bu maksatlar için hazırlanan Hamidiye Akidenizin issiz satıhlarında bilcümle levazımını almış ve şaşırtma bazı hareketler gösterdikten sonra Adriyatik’e tevci etmişti.  Adriyatik hattına dahil olmadan evvel fennen, gayet mühim ve celbi merak bazı teferruatın tezkâri münasip görülmüştür.

S.  111

     Mesela:  Hamidiye azami miktarda kömür, yağ, su, erzak ve cephane para alacaktı.  Bunların nerelerden ve ne suretle ahz ve sevk edildiğini tabii ifşa edecek değiliz.  Yalnız birçok ahvali müşkileden hiç birine uğramayarak ve düşmana tesadüf etmeyerek iş bu levazımın açık denizde tekrar eden gün ve saatte Hamidiye’ye ishal ve tahmilde cenabı hakkın inayet ve tevfikatı mahsusası vardır.  Saat hareketi sabit ve muayyen şimendiferlerle en ciddi hususatı için bazen (randevu) verilir, mevkii telakkiye en yakında bulunmağa ne kadar sai edilirde yine ufak bir arıza hiç akıl ve hesapta olmayan bir hal fevkalade telakkiyi tehir edebilir.  Hamidiye ile her defa telakki edecek olan levazım sefaini için istikbal kâmilen ahvali fevkaladeyle mâli ve kerrakeliktir.  Akdenizin kışın eksik olmayan fırtınaları, sefainin vakit ve zamanıyla tedariki müşkülatı, levazımın sahile celp ve cemi meselesi, ve sefaine tahmili zamanının talihe bağlı bulunması hele kaçak muadın munabeindan kaçak suretiyle tedariki ve bunların Hamidiye’ye verilinceye kadar düşmana tesadüf etmemesi, bir arızaya uğramaması makrur saatte Hamidiye mülaki olması birer mevhibei elhiyedir.  Bu işlerin müşkülatı erbabı pek güzel takdir ve tayin edebilir.  Buna dair ufak bir misal söyleyelim:  Hamidiye ile şubatın on yedinci Pazar sabahı dolu şemsden evvel muayyen bir saatte belhesab tayin olunmuş bir mevkide Hamidiye bir istikametten gelerek birleşilecek idi.  Filhakika inayet ve muvaffakıyet hakla pek fevkalade bir surette hasıl oldu.  Mesela: Hamidiye uzun yoldan

S.  112

 İki resim istimbot ve mavnadan kömür alırken

S.   113

gelerek o noktaya takrib etmiş ve yol kesmiş, fakat henüz demir atmamıştı aynı zamanda levazım sefaini de uzun bir mesafe kat etmiş ve muayyen noktada Hamidiye ye kadar takrib etmiş idi.  Ortalık yeni açılmağa başlıyordu.  Darfin fenersiz idi.  Derin bir sükûnet içinde yekdiğere yaklaşılırken arada şüpheli dakikalar geçiriyordu.  Her iki taraf da açık bir karanlık içinde kendisine sokulan mağfil bir düşman olmasın diyordu.  Bu sükuneti, mütereddi  aynı zamanda mütekabilen yükselen iki seda ihlal etti.

—Rauf? — Fevzi?

     Artık Adriyatik yolu tutulmuş idi.  Hamidiye intihap ettiği istikametlerden seyir edip gidiyordu.  Göze görünmeden Adriyatik’e dahil olmak, baskınlar yapmak için akla gelen her türlü tedabiri ihtiyatıyeye tevessül etmiş idi.  Mamafih Hamidiye Adriyatik’e girmekle kendi kendini tuzağa düşürmüş olmak gibi gayet açık bir fedakarlığı göze almış idi.  Çünkü Adriyatik methalinin arzı kırk mil idi.  Kırk millik dar bir cepheyi iki üç gemi ile tahtı tarassuda olup sed etmek, tıkamak kolay idi ve Yunanlıların Adriyatik filosu bir zırhlı ve dört iyi torpidodan mürekkep ve bu vazifeyi ifaya belagaten ma-belag kafi idi.  Zırhlının kuvvei harbiyesi esasen Hamidiye’ye faik ve torpidoların sürati seyri Hamidiye’den ziyade idi.  Tarafeynin ve zaif asliyesini mukayese edelim.

S.  114

     Yunan filosunun vazifesi:

     Yunan filosu her fedakarlığı ihtiyar ile Hamidiye’yi Adriyatik’e geçirmemek ve kaçırırsa torpidolarla takip ve hücum ile Hamidiye’nin Adriyatik deki faaliyetine sureti katiye de mani olmak idi.  Çünkü Adriyatik denizinin şark sahili baştan başa Yunan, Sırp, Karadağ harekatı askeriyesine birer saha, ve bu maksatla vuku bulan her nevi sevkiyata birer iskele haline girmiş idi.  Bir çok sefaini nakliye denizde, bir çok asker, mühimmat sahilde baskına maruz bulunuyordu.  İşte düveli müttefikaya bir aile havası şekil ve mahiyetini alan Adriyatik’e Hamidiye’nin girmesi pek ehemmiyetli bir mesele idi.  Kabili musamaha olmayan bu hale mümânaat etmek her neye mal olursa olsun Yunan filosu için bir vazifei katiye, bir hayat ve memat meselesi idi.  Aynı zamanda bu vazifeyi ifa Yunan filosu için o kadar müşkül dahi değil idi.  Yalnız bir parça cüret lazım idi.  Çünkü Yunan filosu Hamidiye’den üç defa daha kuvvetli ve hem karşı karşıya harbe, hem de takip ve hücuma muktedir idi. 

     Hamidiye’nin maksat ve vazifesi:

     Hamidiye ise yalnız Adriyatik’teki tahribatı icra için hayat ve faaliyetten temadisi,  ele geçmemesi göze görünmemesi lazım idi.  Yunan filosu ne kadar muharebeye mecbur etse Hamidiye o kadar bundan tevki ile kendini kurtarmağa, deruhte ettiği vazife için Adriyatik de

S.  115

yaşamağa, faal, müesser bir hayat geçirmeğe mecbur idi.  Tarafeyn vazifenin anlarız ki Yunan filosu derecesini mukayese edersek beladaki izahattan anlarız ki Yunan filosu hem kuvvetli, hem vaziyet kendine gayetle musaid; Hamidiye ise hem pek zayıf, hem de vaziyeti ifa vazifeye şöyle dursun, bekayı hayatına bile gayet gayri müsait ve tehlikeli idi;  çünkü Hamidiye zayıflara mahsus olan daima ele geçmemek planını takip edecek iken bilakis kendi eliyle kavi düşmanının tuzağına düşecek, ağına girecek,  ister istemez yanından geçecek idi.  Saniyen getirdiği mühimmat ve saireyi Yanya’ya sevk için mahdut bir iki noktaya behemehal uğramak ve orada uğraşmak mecburiyetinde idi.  Bu ağır vazifenin hümai tesiriyle Hamidiye mürettebatının dimağları ezilirken, yanarken adeta semavi bir teşvik karşısında bulundular.

     Şubatın 26.nci Salı günü Utranet körfezi dahilinde sahilden gayri meri bir açıklıkda ve pür endişe bir halde geçirilerek gece beklendi.  O gece namütenahi, fevkalade ahval ve muhalikin yeni bir mebdei olabilecek idi.  İhtimaline tarihi son bir gece olacaktı.  Nur iman ile hulusu tam ile kalbi çarpan Hamidiye’nin mütevekkil mürettebatının gözlerini bir nur kamaştırdı.  Herkes Allah ekber demeğe başladığı bir mühim gecenin ilk karanlıkları içinde ve Hamidiye’nin semt reisi fevkinde semada adeta bir güneş doğmuş zan ediliyordu.  Ortalık sanki gündüz olmuş zan ediliyordu.  Her ferd bu nuru maneviye tevcih etmiş bulunuyor, bu nur her kalbe, her ruha bir kuvvet isale ediyordu.  Göğüsler manevi

S.  116

kuvvetlerle genişledi.  Gözler bu nurla parladı.  Birkaç dakika sonra sema hali asliyesine rücu etti.  Bu ziya o kadar kuvvetli idi ki Hamidiye’nin üstüne kuvvetli bir projektör tevcih edilmiş zan olurdu.  Bu haber ve bişareti maneviye askere kendi lisaniyle anlatıldı.  Hemen ocaklar körüklendi, herkes vazifesine daha büyük bir aşk, daha metin bir itimat ile yapışlı.  Hamidiye Marmara’da yarışa gidiyormuş gibi uçmağa başladı ve nısf-el-leyl’de Utranet boğazından geçildi ( r e s i m )

Hamidiye’nin küçük bir topla teçhiz edilen istimbotu

S.  117

9

Lareyus sefinesinin garkı

     Şubatın 27. çarşamba günü kabl-el-zuval saat altı buçukta Adriyatik sahilinde (samani) mansıbına epey yaklaşılmış idi.  Tam bu sırada evvel emirde Hamidiye’yi kendilerinin (averofu) zan eden (lareyus) namındaki Yunan nakliye sefinesine tesadüf edildi.  Mürettebatı Hamidiyeye alındıktan sonra batırılmasına karar verildi.  Fakat bunda üç muhtelif usul vardı:  en sessiz, masrafsız ve seri olanı (mahmuz) ile müsademe ederek batırmak olduğundan Hamidiye süvarisinin emri ile topçu zabiti Ziya efendinin verdiği “müsademeye hazır ol !” kumandası ortalığı çınlattı.  Hamidiye Lareyusa amud bir vaziyeti alarak üzerine yürüdü.  Birinci müsademeyi yaptı—mahmuz ile müsademe bir koçun başıyla diğer bir koçun karnına vurması gibidir— filhakika Hamidiye kendi sert başıyla Lareyusun yumuşak karnını deşti.  Ciğerlerini sökercesine pençesini attı.  Bu birinci darbeyi ikinci ve üçüncü darbeler takip etti.  Hamidiye adeta bir koç gibi gerilip gerilip dehşetli birer ( tos ) yapmıştı.  Artık (lareyus) bir tarafına yatarak süratle batmağa başladı.  İlk darbenin vuku anından henüz yirmi beş dakika geçmemişti ki sathı deryada lareyusun bir iki

S.  118

sandalıyla birkaç simit ve tahta parçalarından başka bir şey gözükmez olmuştu.

     Lareyus kaptanının isticvabı:

     Hamidiye süvarisi Lareyus süvarisini isticvap etti.  Korfu’da Yunanın İpsala zerhalesi ile dört destoriyeri olup olmadığını sordu.  Kaptandan cevap tastik oldu.  Ve Adriyatik’e dahil olan mühimmat ve Sırp askeri yüklü nakliye sefaininin Dereaç ve Şıngında bulunduğu haber beşaretiyle beraber Yanya’nın iki gün evvel sukut ettiği haber alımını da aldı.  Hamil olduğu mühimmat ve nakdi teslim etmek için Yanya’nın bütün sahilini taradı, bir müfreze bulamadı.  Yanya’nın sukutuyla Ümitler sönmüş, herkes bir tarafa dağılmış olacak idi.  Ve nihayet araştırmak nöbeti (samani) menbana gelmiş idi.  Hamidiye ye orada da emanetleri teslim ve tevdi edecek bir müfreze ararken Yunanın (tiyala) sisteminde bir destoriyerine sağ ileride tesadüf edildi.  Destoriyerin daire-i rü’yet ve tecessüsü dahilinde sahilde müfreze aramak ve cephane ihracatında bulunmak hata olacağından evvela Deraç ve Şıngindeki Yunan nakliye sefaini haber alıp vaktiyle savuşmasınlar diye tam yol ile Dereagaç ve Şıngin şikarları üstüne hareket eyledi.

————–******—————-

S.  119

Hamidiye Lareyusu mahmuzlarken iki resim bir sayfa

S.  120

10

Dereağaç bombardımanı

     Şubatın yirmi yedinci günü kabl-el-zuval saat 10.38 de Daraç’a muvasalat edildi.  Hiçbir nakliye gemisine tesadüf edilmedi.  Lakin şehrin garp tarafında ordugâh kurmuş olan Sırp askerleri gelen harp sefinesinin Hamidiye olduğundan bihaber bir halde bulunuyorlardı.  İhtimal ki onlar Hamidiye’yi ekseriya oraları ziyaret eden mücavir devletler harp sefaininden biri zan ediyorlardı.  İşsizlere hali tabiide arz olan sevk merakı gibi bazı efrat pek lâ-kaydâne bir surette mesela ceketini omzuna atmış, elini arkasına bağlamış, sakin sakin seyir ediyor, bazıları da orduğahın alelade işleriyle meşgul bulunuyordu.  Ve tabii bir kısımı mühimi de çadırlarında hali istirahatta idi.  Hamidiye’nin seri bir baskın ateşi cümlesinin ödünü kopardı.  Herkesin aklı başına geldi.  Ve ilk yaptıkları iş çadırlardan fırlamak, ordugâhtan uzaklaşmak oldu.  Orduğahın arkasında bulunan tepenin arkasına can atmak için koşuşuyor, yamaçlara tırmanıyorlardı.  Hamidiye’nin atışları bu insan yığını ve akını içinde müthiş tesirler yapıyor, ordugâhı bir cehenneme çeviriyordu.  Ordugâh az zaman zarfında

S.  121

ıssızlaştı, ölen öldü, kalanlar yamaçlara sarılmıştı.  Hamidiye bu defa da toplarını yamaçta kaçanlara çevirdi.  Birçoklarını da orada kırdı, geçirdi;  ordugâh ise çadırlarına varıncaya kadar yandı.  İnsan eşya ve mühimatca mühim hasar ika edildi.  Saat kabl-el-zuhur 10.45 idi ki artık deraç’da yapılacak bir iş kalmamış idi.  Binaenaleyh Hamidiye Sıngın’a hareket eyledi. 

Resim:  hamidiye’nin batırdığı Lareyus mürettebatı

S.  122

11

Şıngın bombardımanı

     Şubatın yirmi yedinci günü ba-de-z-zuhr 1.15 de Hamidiye Sıngın’a muvasalat eyledi.  Yedi adet düşman nakliye sefinesine tesadüf eyledi.  Bunların ikisi derin nehri mensubunun şimalinde, iç limanda ve sırtın arkasında idi.  Yalnız direk ve bacaları gözüküyordu.  Diğer birisi limanın vüsatsızlığından naşi mahsusen methalde oturtmuş idi; diğer birisi de sırtın arkasına doğru hareket ederek oturtmağa çalışıyor ve hınca hınç asker yüklü idi.  Diğer iki vapur ve bir yelkenli ise mühimmat yüklü ve dışarıda demirli bulunuyordu.  Derhal hamidiyeden iş bu sefaine işareti umumiye ile (liman haricine çıkınız! sefaini tahliye ve teslim ediniz!) emri verildi.  Hâlbuki bu sefain cevap veriyormuş gibi yaparak (müş) ile mukabele ediyor ve bir taraftan da Hamidiye’nin emri hilafına olarak vapurları baştankara sahile oturtmağa ve sahildeki Sırp bataryalarının himayesine girmeğe ve bunun için vakit kazanmağa çalışıyordu.  Filhakika düşman tarafından alelacele tabiye edilen büyük muhasara toplarından Hamidiye üzerine şiddetli bir ateş açıldı.  Zaten Yunan sefaini nakliyesiyle getirilip ihraç edilmekte bulunan bu Sırp fırkası İşkodra muhasarasına mamur idi.  Ve beraberlerinde

S.  123

büyük muhasara topları vardı.  İşte Hamidiye ye tevcih edilen toplar bunlar idi.  Hamidiye İşkodra kalesindeki bahadır kardeşleri aşkına gerek sefaini nakliyeye, gerekse sahil bataryalarına müctemi ve şiddetli bir ateş açtı.  Fevkalade bir manzara hasıl olmuş bulunuyordu.  İlk atışlan ve isabet iden mermiyi takip eden ikinci bir onbeşlik mermi asker dolu olan nakliye sefainiyesinin kazanına tesadüf eylemiş ve müthiş bir iştial ve infilak vukua getirmiş idi.  Alevler yükselmeğe sefine ateş püskürmeğe başlamış idi.  Hamidiye bu minval üzere bütün bu sefaini yakmağa başladı.  Ahval gittikçe heyecanlı bir şekil alıyordu.  Bazı sefineden alevler içinde askerlerin denize atladığı, bazılarının binmeğe çalıştığı sandalların asılı bulunduğu iplerin kopup denize döküldüğü, bazı sandalların da denize indikten sonra devrildiği gözüküyor ve mühimmat yüklü sefainden müthiş tarakalar işitiliyor, alevden, dumandan sütunlar yükseliyordu.  Hamidiye bu işleri görürken İşkodra’nın ( Tarabuşu ) namindaki meşhur istihkamatında askerler hale vakıf bulunuyordu.  Çünkü dürbünle Şıngın görülüyor, hem de top sesleri işitiliyordu.  Bunlar uzak bir yoldan gazaya çıkan bu Osmanlı denizci kardeşlerinin şu zayıf gemi sırtında İşkodra kalesinin mukadderatına bilfiil iştirak için gözleri önüne kadar  geldiğini iftiharla görmüş bulunuyorlardı.  Gayri kabil tasvir bir uhuvveti askeriye ve hizmeti müşterek-i vataniye ve vahdeti fikir ve emel hisleriyle fevkalade hazin ve latif anlar geçiriyorlardı.

S.  124

Hamidiye süvarisi arkadaşı olan Tarabuş kumandanına bütün kale müdafaalarıyla attığı toplarla selam gönderiyor, Tarabuş’taki arkadaşları da bu denizci kardeşlerinin bu şahbaz, fedakâr, Osmanlı akıncıların selametine dua ediyordu.  Hamidiye ise elinden gelse bütün vücuduyla İşkodra’nın rahnedar burc ve bârüsine bir levha gibi yama ve siper olacaktı.  Hamidiye dağa çıkamazdı.  Fakat Şıngın limanını Sırp Yunan kanıyla kızartmadan külü ateş bataklığına benzetmeden de rahat etmedi.  Ve bu gazasını Sırp topçularının cidden iyi tanzim edilmiş endahtları altında yapmak cüretini gösterdi.  Fakat cenabı hak Hamidiye mürettebatına acıyor ve seviyor ve onları bu defa dahi muhafaza ederdi.  Etrafı mermi tufanına döndüğü halde kendisine bir isabet vaki olmadı.  Hamidiye düşman isabetini iskal için daima tebdil mevzi ediyordu.  Ve düşman mermilerinin de daima tebdil edilmiş olan mevzie isabetleri görülüyordu.  Sıra ile kaffei sefain doğru ve indirget endahtlarla tahrip edildikten ve cümlesi müthiş dumanlı alevlere bürünerek tamamıyla tahrip edildiklerine kanaat tam getirildikten sonra Sırp fırkasının evvelce karaya ihraç edilmiş erzak ve mühimmatı üzerine de şedit bir atış açılarak onlar da alt üst edildi ve ba-de-z-zuhr saat 1.45 de ateşe hatme verilerek hareket edildi.  Esnai rahide Karadağ prensini hamil olan yata tesadüf edilmiş ise de aciz ve müdafaasız bir gemideki bir hükümdar evladına taaruzu Hamidiye asalet kamuya ve terbiye milliyesine yakışdırmayarak yatın baştankara edip prensi karaya kaçırmasına ağmaz ayn etmiştir. 

S.  125

12

Adriyatik’ten avdet

     Adriyatik’ten hurç duhulden daha tehlikeli idi.  Çünkü Adriyatik’e girerken Yunanın Adriyatik filosu bihaber bulunabilirdi.  Fakat avdet öyle değil idi.  Hamidiye’nin Adriyatikt’e vücûdu tayin ettikten sonra onu çıkartmamak, mahf etmek Yunan donanmasının hem vazife-i esasiyesini teşkil ediyordu,  hem de kolay bir iş idi.  Çünkü bir zırhlı dört torpido muhribi Çanakkale karşısındaki Yunan donanmasından bu maksatla ayrılmış, nice zamandan beri Adriyatik sahilinin ablukasına ve muvâredâtının muhafazasına memur idi.  Yunan donanması kale-i Satanya önündeki kuvvetinin inkısâm ve zaafına bunun için razı olmuş idi.  İşte ne kadar zamandan beri bu vazife ile Adriyatik’i bekleyen Yunan filosunun ifa-i vazife zamanı Hamidiye’nin Adriyatik’e girmesiyle gelmiş idi.  Halbuki Yunan filosu Hamidiye’nin duhulüne karşı bihaber durduğu gibi Hamidiye’nin Adriyatik sahasında harman çevirircesine, alt üst edercesine vuku bulan faaliyetini dahi görmemezlikten, bombardıman seslerini işitmemezlikten geldi.  Fakat Hamidiye’nin avdetinde de bi ruh ve lâ-kayd kalması tasavvurun haricinde idi.  Çünkü bu kadar vazifesizlik tahayyül edilemezdi.  Binaenaleyh Hamidiye avdet meselesini daha ehemmiyetle

S.  126

düşünüyordu.  Mamafih Adriyatik’e girerken Hamidiye’nin telâkki ettiği beşareti maneviye efradı hiç düşündürmüyordu.  Mukaddeme-i seferde samt bu esnada bir sütûn nur tecelli eden bu geminin yolu elbet açık değil miydi?  Hamidiye süvarisiyle çarkçı başı kısa bir müzakerede bulundular:  —kömürümüz iskenderiye ye kadar azimete kifayet edebilir mi?  — vasati bir süratle gidilir, fırtına da çıkmazsa!  Hâlbuki bu kış günleri fırtınasız hafta geçirmek müşkil idi.  Düşmanın muteber, münkesir el hatîr ve ihtimâl meşhur adriyatik filosu ve adalar denizinde keşşafları arasından selametle geçmek ya onlardan kuvvetli bulunmağa veyahut onlardan süratli olmağa vabeste idi.  Hâlbuki Hamidiye onlardan üç dört misli zayıf, olduğu gibi sürati de Yunan destoriyerlerinden dûn idi.  Bu halde ne lazım idi? . . Hayır değildi;  çünkü Adriyatik denizinin methalini teşkil eden Otranto boğazı kırk mil arzında idi.  Bu tesâr cephe Yunan filosu tarafından tutulunca aralarından görünmeden geçmek imkân haricinde idi.  Bilnetice: Hamidiye’nin buradaki yegâne vazifesi boğazdan savuşabilmek, Yunan filosunun vazifesi ise Adriyatik’teki faaliyetine mani olamadığı Hamidiye’yi hiç olmazsa bu geçitte sıkıştırmak, intikam almak idi.

     Saha rü’yeti azaltmak için Hamidiye gece geçmeğe karar verdi:  fakat boğazın darlığı ve asılherekesi Korfu olan Yunan müfreze filosu mürekkebatının adedi buna dahi mani olabilecek idi.  Gece veya gündüz geçilsin Hamidiye görülecek idi.  Buna karşı tedbir

S.  127

İttihazı kudreti beşeriye dahilindeki değildi.  Daha fazla tereddüdlerle vakit geçirmek ise kömürün israfını ve binaenaleyh yol ortasında kömürsüz kalmağı mucip olabilirdi.  Otranto boğazı yalnız Adriyatik değil, belki kati bir felaketin medhali dahi olabilecekti.  Hamidiye için ise mutavassıt bir çare-i necat İtalya limanlarından birine veya Triyeste’ye gidip iltica etmek olabilirdi.  Bu suretle silahları çıkarılır,  harp nihayetine kadar orada mahfuz kalabilirdi.  Fakat Hamidiye süvarisi için bitaraf limanlara iltica etmek veya düşmana bayrağını teslim etmek hatta Çanakkale ye girmek şıkları bile yok idi.  Onun için ya denizin üstünde tam yaşamak veya tam bir şerefle denizin dibine inip ölmek şekilleri vardı.  Onu zaten o güne kadar yaşatan cenabı hakkın kuvvet ve kudreti, murad ve mukadderatı ilahiye değil mi idi?  Binaenaleyh Hamidiye’nin süvarisi çok düşünmeden yine tevekkeli tam ile allahına sığındı.  Ve Hamidiyeye sürat vasatiye ile bi pruva yol verdi.  Vakit nısf-ül-leyl idi.  Gündüzleri nöbetle uyumağa, geceleri kâmilen ayakta vazifeyi beklemeğe alışan mürettebat bu akşam dahi kâmilen top başında ve “nazarı minallah” yazılı siperliklere dayanmış bekliyordu.  Onlar mukaddes bir yol tutturmuşlardı:  bu yol onları ya bahri sefide veya cennete isal edecekti. 

     Hamidiye selâbet-i  maneviyesinin mükâfatını gördü.  Otranto boğazına yaklaşırken ortalığı müthiş bir sis kapladı geminin yanındaki topçu neferi bile köprüden fark edilmiyordu.  Bu karanlık içinde Hamidiye katı mesafe ediyordu. 

S. 128

Kroki : Şıngın bombardımanı

S.  129

her an bir düşman gemisiyle çatışmak ihtimali vardı.  Bu hal ile Otranto boğazı geçildi.  Yalnız içinden bir tek mahmil ışığı gözüken bir düşman torpidosu da Hamidiye’ye yakın olarak geçmiş idi.  Bu torpido fenerleri sönük bulunan hamidiyeyi ya göremedi, ya gördü.  Fakat ber mutat görmemezlikten geldi.  Bu hakikati o torpidonun gözcülerinden başka hiç kimse bilemez.  Otranot tehlikesi bertaraf edildi.  Şimdi fırtınaya tutulmak, fazla kömür sarfına mecburiyetle kömürsüz kalmak tehlikesi vardı.  Şubat ayının kara günlerinde bahri sefiden coşkunluklara, tufanlara en müstead bir mevsiminde hiçbir fırtına çıkmadan,  o koca ummanın sathı kabarmadan, parçalanmadan Hamidiye 1329 senesi martının üçüncü Pazar günü ale-s-seher İskenderiye ye muvasalat ediyordu.

S.  130

13

İskenderiye de

     Hamidiye İskenderiye limanında demir atarken Hamidiye’nin imamı efendi de sabah ezanı okuyor, “allahuekber”semavata yükseliyordu.  Ne latif bir tesadüfü daimi idi ki Hamidiye’nin bir limana muvasalat veya hareket avânı hemen ekseriyetle bir ezan zamanına tesadüf ederdi.  Hamidiye’yi gören İskenderiyeliler gözlerine inanmaz oldular.  Çünkü bu kadar uzun seferde hiçbir yerde göze gözükmemiş, faal ajanslar kendilerine iki kelimelik bir haber edinememiş, adeta Adriyatik’te dalmış İskenderiye önünde çıkmış idi. 

     Mısırlılar çok hassâs ve zekidirler.  Onlar bu fevkaladeliği Hamidiye’nin içindekilerden iyi takdir etmişlerdi.  Ve bu yorgun gemicileri şaşırtacak tezahüratta bulunmuşlardı.  Çok sürmedi, Hamidiye’nin etrafı sabah insan kütleleri ile doldu.  Anadolu sahilindekiler gemi yalnız yaşlı ra’şân ve bakmağa kıyamayan gözleri ile Hamidiye’yi temaşa etmiyorlardı.  Bunların dili de hislerine fevkalade tercüman oluyor.  Her uzvu seviliyor, her uzvu gülüyor, her uzvu bu maksada hizmet ediyordu.  Hamidiye’nin mürettebatı yorgun, dalgın bunların fevkalade

S.  131

İltifatlarına teşekkür için söz bulamıyordu.  Âlem ne gariptir, Hamidiye’nin bu tehlikeli, uykusuz, takatbeşir fevkinde yorucu seyahati icra ederken Avusturya da bulunan bir arkadaşımız sinemadoğrafda Hamidiye’nin Şira bombardımanını, Makedonya’nın suret garkını seyir ettiğini hikaye etmiş idi.  Avrupalılar kürklü paltolar, fraklar, sımokinler, tuvaletler içinde, kaloriferler üzerinde Hamidiye’nin geçirdiği günleri temaşa eden, harp sahneleri sinemadografda görmekle hoş vakit geçiren Avrupa!  Daima harbe başlayacak gibi duran fakat harbe hiç yanaşmayan Avrupa harp alemini şark alemine hazır eden Avrupa!  Harbe sulha, galibiyete mağlubiyete, çok (enteresan) diyerek bir roman okurcasına lâkayıd duran Avrupa! Balkanlar fecâyi’ne bir seyirci romancı nazariyle kalan Avrupa!

     Biz şarklılar olmasak illustrasyonların facialı keyf âver sahifeleri resimsiz kalacak, sinematoğrafların müşteriyi çeken kurdelâları ruhsuz kalacak, gazetelerin telgraf havadisleri sönük duracak, hele ajanslar pek mahzun olacak ve salon dedi kodularının harareti kalmayacak! Belâ pervazâne tahlilere,  Almana tenkitlere hayırhahane nasihatlere, tezyifane hitabelere, nutuklara, mecera bulunmayacak.  Ölü sırtından menfaat çıkarılamayacak. 

     Zavallı şark, silahı da garbdan ilacı da garbdan aramağa mecbur,  fakir teşviki de fakir nedameti de oradan almağa mahkum.  Sadede gelelim:

S.  132

     İskenderiye de görülen tezahürat fevkalade gayri kabili tarif derecede idi.  Hamidiye’nin etrafına toplanan her nevi vesaitten bilistifade gelebilen binlerce Mısırlı ve hatta ecnebinin sitayiş ve iltifatları son derece hararetli ve samimi idi.  Şiddetli fırtınaları takip eden ( Allah yenasır el-devle, Allah yenasır el-sultan fi el-ihayı Rauf bey, filihayı Hamidiye haverra, Hamidiye haverra ) diye tevali eden sayhalar ortalığı çınlatıyordu.

     İskenderiye’nin kayıkçıları bile calibi dikkat nümayişler yapıyordu.  Bir aralık İskenderiye limanından mefarekat eden Romanya posta vapurunun geçişi dahi parlak olmuştu.  Gemi hem düdükle hem sancak ile selamlıyor, hem de mürettebatı haverra Hamidiye diye bağırıyor ve şapkalarını çıkarmış mütemadiyen sallıyordu.

     Meşâgil muktezayi mutada hasabiyle zâirin Hamidiyeye kabul edilemedikleri gibi hiçbir vechile bir hediyenin kabul edilemiyeceği de ilan edilmişti.  Fakat bu sıralarda Hamidiye’nin etrafında torbalar dolusu erzak vesaire yığılmış iken ademi kabul dolayısıyla beklediği gibi bu keyfiyet şehirde şüyu bulduğundan daha başkaları tarafından ihzar edilmekte olan hediyenin sevkinde ahalice tereddüt hasıl ve sevkleri tehir edilmiş idi.  Akşam üzeri hüdüvvet celileden Hamidiye ye zabitan ve efradına irsal buyurulan sigara ve yemiş gibi hediyeler geldi.  Ve tabii bunları derhal kabul etmek icap etmişti.  Elan Hamidiye’nin etrafında bekleyen diğer hediye sahipleri

S.  133

ve İskenderiye donanma cemiyeti heyeti ile diğer heyetler rüûsası hediye hediyeyi misal göstererek Hamidiye süvarisine müracaat ettiler.  Ve bu sefer cevap muvafakat aldılar.  Yalnız bu muvafakat donanma cemiyetinin ihdâ’ etmek istediği muâveneti nakdiye’yi kabul etmemek şartıyla vuku buldu.  Hamidiye’nin güverteleri beş on dakika zarfında envai hediye ile doldu.  Hatta o derecede ki protokol sandıklarının ve erzak çuvallarının kesretinden güvertede yürümek mümkün olamıyordu.  Bu sırada zâir’in dahi gemiye girmeye ve içini görmeğe muvaffak oldular.  Fakat büyük bir arzu ile görmek istedikleri Hamidiye süvarisini pek az kimse görebildi.  Mahviyyet perver kumandan alkıştan çekinmiş, kamarasına kapanmış, mütevaziane bozulmuş kalmıştı.  Nihayet akşamleyin Hamidiye limandan hareket etti ve açıklarda dinlendi.  Martın beşinci günü Gazze’ye muvasalat etti.

     Martın sekizinci günü Hayfa’ya gelindi. Martın dokuzuncu günü Beyrut’a muvasalat edildi.  Martın onuncu günü gayri meskun bir limana uğrandı.

     Martın 14.cü günü Alanya ya gidildi.  Martın 16.ncı günü Antalya da Edirne’nin sukutu haber-i elemi alınarak bütün mürettebatı azim bir tesir istila etti.

     Antalya ya muvasalattan iki saat sonra hareket edilmişti.  Hamidiye’nin bahri sefide duhulü gününden beri Yunan sahilindeki fenerlerin

S.  134

söndürüldüğü ve Mısır sahiliyle bahri sefidin ve Avrupa’nın muhtelif sahiline işleyen Yunan sefaini ticariyesinin bulundukları limanlarda kalarak harekete cüret edemedikleri mâlûm idi.  fakat bunlar arasında bazı firarilerin seyir ve seferi göze aldıkları da vakıaydı.  İşte bunlardan ele bir şey geçirmek için Pire –İskenderiye rota hattı üzerinde bir tecrübei talîa kalkışıldı.

Resim:  talihli asker: sancak birinci 12 santimetrelik top …..

S.  135

14

Kıbrıs açıklarında

     Martın 17.nci günü Kıbrıs açıklarında ufukta bir yelkenli göründü.  Az bir zaman zarfında takrîb edilmekle arkasındaki (ipapandüs) ismi okundu.  Bu, altı yüz tonluk kiremit yüklü bir gemi idi.  evrakı muayene olundukta gemi sahibi, kaptan ve mürettebatının Osmanlı vatan evladı ve Osmanlı tabiiyetini haiz oldukları görüldü.  Halbuki bunlar kendilerine Yunanlı süsü vererek ve Yunan bandırası keşide ederek gezmekte imişler.  Hamidiye süvarisinin en kızdığı şey böyle sahtekârlıktı.  Hamidiye ye kuvvânin osmaniyece mesul olan bu mürettebat ile gemiyi zabt etti.  O güne kadar Hamidiye Yunanın yelkenli aczesine dokunmak, fukaranın serbesti ticaretine mani olmak istememiş idi.  o harp kaçağı ad olunabilecek eşyayı hamil merâkib-i, asker, mühimmat yüklü sefaini takip etmek, Yunan mülkünde piyasada haizi ehemmiyet şirketlerin ticaretini bozmak, ya siyaseten ya ticareten bir ehemmiyeti haiz düşmanın ordu ve donanması işine çalışan vapurları yakalamak istiyordu.  Fakat İpapandüs’ün sahtekarlığına dayanamadığı için tevkif etti.  Yelkenliye filika gönderdi.  Evrakı bil tetkik

S.  136

Sahtekarlığına mani oldu.  Yunan bandırasını indirip geminin asıl bandırası olan Osmanlı sancağını çektirdi.  Ve gemiye vaziyet eyledi.  Lakin bu gemiyi Hamidiye ne yapacaktı?  Arkasına taksa;  mütemadiyen gezdiremez etrafta emin üss-ül-hereke’si yok ki teslim etsin.  Bıraksa kaçacak!  Binaenaleyh Hamidiye;  gemiyi bir limana götürüp muhafazaya ve mürettebatını da me’mûrin Osmaniye ye teslime karar verdi.  Fakat gemiyi iyi muhafaza etmek lazımdı.  Çünkü aksi halde düşman tarafından elde edilecek ve bu suretle düşmana bir Osmanlı malı kaptırılmış olacaktı.  Veyahut Osmanlı kuvvei meslahası elinden mal almış olacaktı.   Hamidiye için ise bu;  can alacak mesâilden idi.  onun kuvvei muharrikesi zaten histen, hissin galeyan ve buhranından ibaret değil mi idi.  Artık her çabada abad Hamidiye İpapandüs (babadal-beşparmak) limanına götürüyordu.  Mürettebatını Hamidiye ye almış idi.  Hamidiye suvarisi rast geldiği düşmanın fakir gemicilerine pek alicenabane muamele eder onların havf ve hoşiyetle moraran, titreyen dudaklarını hali tabisine tatyib ile getirdikten hatta bazı mühim ihtiyaçlarını tesviye eyledikten sonra salıverirdi.  Ve salıverirken:  “Yunanlılar gayri müstahkem Osmanlı sahiline ve Osmanlı fakir balkanlarına dokunursa şiddetle mukabelei bilmisle başlarım” derdi.  Fakat İpapandüs’daki bu Osmanlı mürettebatlarına karşı Hamidiye hükümeti Osmaniye namına bir icraat kanuniyede bulunmazsa, bir mecrumu yakalamak başa bela almak,  birçok iş açmak demektir diye görmemezlikten gelse

S.  137

İki resim. Yelkenli ve telgrafçılar.

S.  138

Kanuna karşı hissizlik göstermiş, fena bir vaziyete düşmüş olurdu.  Hamidiye gemiyi babadala ishal ve orayı düşmana karşı temin için topçu zabitanından mülazımı evvel Şemsi ve mühendis Ahmet Efendi ile sekiz neferi ve 37 milimetrelik iki top ve bir mitralyöz ihraç ile kendilerine mühim bir vazife bıraktı.  Bu yelkenlinin hatırı ve Osmanlı şerefinin muhafazası için bu yarım avuç kuvvetle limanın teminini emir etti.  Hepiniz için olmak var fakat yelkenliyi düşmana teslim yok dedi.  Vaka sekiz kişilik bir müfreze iki en ufak top ile bir mitiralyoz Yunan taarruzuna karşı bir kuvvet değil, pek, pek zayıf adeta naçiz bir şey idi.  çünkü bir an dahi babadala yakın hiçbir müfreze yok idi.  hatta en yakın köy bir saatten fazla mesafede idi. fakat bu denizlerde rol oynayan madde toptan zırhtan ziyade fedakarlık değil mi idi?  Hamidiye nasıl ki maddeten hiçliğini bilerek Yunan donanmasının heyeti umumiyesi karşısında biperva çullan ediyorsa kendinden bir cüz ve dikkat temadiyesiyle gayrı mütenasip büyük vazife tahmil etmek bir hayatı fevkalade geçiren bu gemi için alelade bir iş, adeta bir anane idi.  Çünkü bu gemi yalnız maneviyatıyla iş görüyordu.  Küçük mefrûzenin büyük kumandanı mülazım Şemsettin Efendi babalık bir kahramanı ölmek azim katiyyesiyle sahile çıkmış idi.  Refikası da aynı ruhu taşıyorlardı.  Limanın içine gemiyi demirlediler kendileri de medhaline hâkim sırta çekildiler.  Orada kazarak topları tabiye ettiler.  Onlar ya hep beraber bu siperler içinde ölecekler veyahut toplarıyla beraber döneceklerdi.

S.  139

Hamidiye bunlara erzak filan da bırakmış idi.  fakat pişirmesini bilen yok gibi idi.  pilavı öğreninceye kadar epey lapa yaptılar.  Yalnız sudan zahmetleri çoktu.  Hamidiye’den fıçılarla aldıkları su nihayet bitmişti.  Yakınlarda kabili şirb suda hemen yok gibiydi. 

     İşte bu küçük müfrezenin mürettebatı tarih-i  harbce yeni işlerden bir vazife ifa ettiler.  Fevkalade bir sayî ve amelde bulundular.  Bu kuvvetle bir limanı tahkim ve muvakkat bir üss-ül-hareke vücuda getirdiler.  Bunu okuyanlar bir harp oyunu veya bir hâfî manevranın mefruz safahatını mütalaa ediyorum zan ederler.  Halbuki değil, hakikat:  bir devre-i harbin ıssız meydanlarına atılan Hamidiye’nin sekiz asker ile vücuda getirdiği hakiki bir mevkii müdafaa, müstahkem bir üss-ül-hareke ki. Buraya taarruza düşman da kıyamaz zan edilir.  Fakat öyle olmadı.  Nihayet düşman da geldi.

     Hamidiye’nin böyle gözden, köyden uzak münzevi bir limanı intihap etmesi bir hükümete mebni idi ki oda düşman haber almasın, mevkii karayolcularının ne kadar güzergahı olursa o kadar çabuk istikşaf edilirdi.  Ve bil netice orada bir müfreze ve bir gemi bulunduğu ve müfrezenin mevkii ve kuvveti haber alınabilirdi.  Vakıa aşağıda görüleceği veçhile yine haber alındı.  Fakat hiç olmazsa çok zaman geçti.  Bilhassa erzak getirtmek mecburiyetiyle köylülerle vukua gelen temas ve ihtilat müfrezenin vücudiyetini itfa gayretine rağmen yine velev batı olsun işaa

S.  140

etmiş idi.  evet bu haber ipapandüs gemicileri tıynetinde bazı Rum Osmanlıların kulağına gitti ve nihayet düşman donanması haber aldı ve oraya bir melun kruvazör göndererek harp edildi.  Ve harbi sekiz kişilik şu ufak müfreze kazandı.  Bu vakianın esasını teşkil eden müfreze ne kadar küçük ise istihsal edilen netice o kadar nispetsiz derecede büyüktü.  Bu vaka bir küçük müfrezenin cürümünden pek büyük işler görebileceğinin parlak bir misalidir.  Ve teşebbüsü şahsiyenin gayet değerli bir numunesidir.

    Vazifeyi sevmek, ıssız bir yerde vazife ile daima meşgul ve faal bulunmak, yeise düşmemek halden usanmamak, ta neticeye kadar bütün işleri muntazam, makul ve fenni bir surette idare etmek, her türlü müşkülatı iktihâma azim etmiş olmak, ve sonunda arslanlar gibi harp etmek, bilafutur sebat etmek, alınan talimatı harfi harfine icra etmek ki bu mefruzenin tadat edilecek kıymetli sefahat mefahiridir.  Erbabı fen bu vakayı tetkik ettikleri zaman tehlikeli müşkül bir harp oyununun büyük bir delile kazanıldığına hüküm eder.  Halbuki bu oyun değil hakikat idi.  yeşil masa üzerinde rahat bir salonda cereyan etmiş birkaç saatlik münakaşa değil, ıssız bir sahilde sarp bir arazide soğuk, sıcağın altında, sessizlik içinde, müşkülatı tagaddi arasında iki buçuk zayıf silahın arkasında haftalarca ölüm beklenerek geçirilmiş bir hayat ve neticede fedakarane yapılmış bir harp neticesi idi.  İste bu harp bir sükunet gayri tabiye ile idare edilmiş ve ancak

S.  141

böyle bir fevkaladelikle kazanılmış idi.  cihat fenni ve şekil umumiyeti nasıl ki böyle mühim ve kıymettar ise şekil hususiyesi bu ışık hayat dahliyesi dahi o kadar merak aver, hoş ve mühim bir surette cereyan etmiş, adeta bir romana mevzu olabilecek derecede garip cereyan etmiştir.  Hakikatten ibaret bu mevzuu kari’ine bildirmeden geçilemedi.  Ve binaenaleyh babadal arslanı Şemsettin efendinin kendi hatırat hususiyesini kayıt ettiği bir defter aynen buraya derç edildi.  Şemsettin efendi hayat hususiyesine ait bu defterin inzâr umumiye ye vâzı’ndan ihtimal müteessir olur.  Çünki tabayı muhtelifdir.  Fakat umumun haz ve istifadesi için kendisinin tazibi göze aldırıldı.  Ceb defteri bir hususi tetkiki maksadıyle birisi tarafından kendisinden alınmıştı.  Fakat gözden geçirirken babadal’daki hayatı hususiyenin pek latif olduğu görüldü ve ziyan etmiyerek kitaba dercine mecburiyet hasıl oldu.  Şemsettin efendiyi tabii haberdar etmedin.  Etsek ya musaade etmiyecek veya şekil hususiyeti bir şekil umumiye ve ferağ ettirecek o halde ise meselenin ruh letafeti kayıp olacak,  hususiyetin kendisine mahsus incelikleri feda edilecekti.  İşte bu husus, rakik, latif noktaları kayıp etmemek için habersiz neşrine karar verildi.

S.  142

15

(Babadal limanına ikame edilen müfreze kumandanı mülazım şemseddin efendinin not defterinden aynen)

——******——–

     19-mart-329- günüdür bilmiyorum.

     Bu gün Babadal limanına Hamidiye ile zevâlde muvasalat ettik.  Yelken gemisini ( 1 ) demirledikten sonra.  İki adet 37 lik ile bir mitralyöz beş çifteye erkab olunarak Ziya Efendi ( 2 ) kumandasında sahile çıkarıldı.  Öğle yemeğini Hamidiye de yedim.  Bir saat sonra vazifem hakkında süvari beyden talimat aldım.  Ve arkadaşlarıma veda ederek, yatağımı bavulumu beş çifteye koyup boynumu büktüm.  Bende filikaya girdim hemen gemiden on metre uzaklaşmış idim ki  Yüzbaşı Hilmi Efendi güverteden Şemsi Efendi:

     “ Allah muvaffakiyet versin “ diye bağırdı.  Ben de mukabelen “size de Allah selametler versin” dedim.  Aynı zamanda gözlerim doldu. 

 ( 1 ) ipapandüs.

( 2 ) Hamidiye’nin topçu kumandanı.

S.  143

arkadaşlardan, gemiden ayrılmak çok güç oldu.  Sahile yanaştım orada bulduğum ihtiyar köylüler hemen gemideki arkadaşlarımın acısını unutturacak kadar bana munis göründüler beni sevindirdiler.  Onlarla hep beraber işe koyulduk.  Topun birisini tepenin başına çıkarmış idim.  Neferlerin birisi “süvari bey geliyor” dedi.  Hemen koştum.  Karşı karşıya geldik “şemsi ne yapıyorsun” dedi.  Ve mevkiini nasıl bulduğumu sordu.  Fikrimi arz ettim tasvip ettiler.  Bu esnada Ziya Efendi,  Fahri bey ( 1 ) Ali bey ( 2 ) dahi gelmiş idiler.  Hep birlikte mevki hakkında tetkikat yapıldı ve karar verildi.  Artık onlar da döndüler teşyii için sahile kadar inmeği arzu ettim.  Sahile hemen yaklaşmış idik ve ben en geride bulunuyordum.  Benim ilerimde de yüzbaşım Ziya Efendi gidiyordu.  Nihayet gayri ihtiyari bir kayanın üzerine oturmuşum.  Onların avdetlerini gözlerimle teşyi edecektim.  Ziya efendi geriye döndü baktı, benim halime samimiyet ile güldü.  Kalktım sahile kadar indim.  Hepsinin verdikleri elleri sıktım.  Ve bana bırakılan küçük sandal ile onları istimbota bıraktım.  Avare ettiler, botu ( 3 ) sahile çektim ve derhal tepeye çıkacağım zamana kadar da sevgili gemiciğim demirini aldı.  Ve üç defa çekilen ve Allaha ısmarladık işareti olan kısa düdük beni ağlattı onlara gayri muntazam surette

 ( 1 ) seyri sefine memuru

( 2 ) Hamidiye de erkanı harbiye vazifesinde

( 3 ) sandalı

S.  144

Resim:  Hamidiye subayları

S.  145

ellerimi, kollarımı salladım.  Galiba işaret verdim.  Fakat hissiyatımın galeyanından işareti zan ederim ki yanlış verdim.  Ve hatıratıma kayıt etmek için söylediğim sözler maalesef hatırımda kalmadı.  Çünkü o an kendimi kayıp etmiş gibi idim.  Yalnız bir uzvum hali faaliyette idi.  o da gözlerim.  Yalnız gözlerim ile Hamidiye’yi takip ediyordum.  Bacası tüte tüte uzaklaşan o gemi benim ocağım, şan ocağım, dert ocağım, aile ocağım idi.  büyüklerim, küçüklerim, kardeşlerim hep orada idi.  Ben orada bir cüzü muttasıl idim, mahmî idim kendimi düşünmezdim yalnız vazifemi düşünürdüm.  O uzaklaştı.  Burunu dolaştı kayıp oldu.  Artık beni orada kendi namına tevkil etmiş idi.  ben artık büyümüştüm.  Faili muhtar olmuştum.  Hamidiye’nin dokuz yavrusu da bana mevdua ve kumandamda idi.  ben artık burada bir baş olmuşlum.  Derdi büyük, düşüncesi çok bir baş taşımağa başlamıştım.  Bana kalan bu tad da Hamidiye’nin kokusu var gibi idi.  bir mühendis ile sekiz neferde Hamidiye’nin bütün mürettebatının ruhu, iki buçuk topta sanki Hamidiye’nin bütün toplarının kuvveti toplanmış gibi idi.  Ben Hamidiye’nin bu metrukatını hissen muhafaza etmek, süvari beyin verdiği talimatı tamamıyla ifaya muvaffak olmak, Hamidiye’nin gölgesinde şerefli bulundurmak emelinden başka hiçbir şey düşünmüyordum.  Hamidiye gözden kayıp olur olmaz derhal kendimi topladım.  Vazifemin ehemmiyeti beni ikaz etti.  Toparlandım.  Toplarımı bu akşam için muvakkaten tabiye ettim. Nöbet efradını tayin ettim.

S.  146

lazım gelen emirleri verdim.  Sonra da akşam yemeğini düşünmeğe başladım. Aman yarabbi müddeti ömrümde ilk defa tesadüf eylediğim bir hal:  şimdiye kadar yemeğimi ve askerlerin yemeğini düşünmek mecburiyetinde kalmamış idim, tedarik eden eder, pişiren pişirir, önümüze getirilir idi.  şimdi bu işleri hep kendimiz düşüneceğiz değil mi?

     Rüzgarda o kadar sert esiyor ki.  Gece nasıl barınacağız? Mühim bir mesele.  Şimdiye kadar böyle şeyler düşünmeğe de mecbur kalmamıştım.  Bahusus yalnız başıma da değilim, yanımda dokuz emanet insan var.  Evvela da onları düşünmek lazım.  Hepsini topladım, etraftan çalı çırpılarla örtünecek yuva gibi bir şey vücuda getirdim.  Ne ise bu iş de bitti.  Askere zeytin peynir çıkarttırdım yemeğe başladılar ben mühendis Ahmet Efendi ile karşı karşıya geçtim.  Biraz ekmek peynir yedik.  Bir de sigara içtik sonra nöbetçileri sevk ettim ve Ahmet Efendi ile kendi aramdaki nöbeti de tanzim ettim.  Ben sabahçı olduğum için erkence uyumak lazım idi uzandım.  Fakat uyumak kabil mi.  Rüzgâr başımı sarsıyor; beynimde oğuluyor.  Arkası üstü döndüm.  Gözüme yıldızlar ilişti.  Dalayım diye onları saymağa başladım elhasıl bir saat kadar uyumuşum.  Bir horozun aks eden keskin sesiyle uyandım.  Vücudum çivi gibi olmuş, aynı zamanda tan yeri ağarıyor, bir taraftan kuzular, keçiler meleşiyor, ne güzel bir bahar sabahı.

     Unutacaktım.  Hamidiye’nin hareketinden bir saat sonra köylüler

S.  147

İki keçi ile iki horoz getirdiler.  Zor bela birkaç para kabul ettirebildim.

     Gelenlerin liman riyasetinde muvakkaten bulunan bir efendi ile Kaymakam beyin mahdumu geldiler.  Görüştük.  Gazete verdiler bu meyanda Hamidiye süvariliğine ait bir telgraf getirmişlerdi açtım.  Münderecatı ehemmiyetsiz değildi.  “Yunanın bir zırhlısı ile iki torpidosu bodrum açıklarında görünmüşler Hamidiye’yi arıyorlarmış.”  Dua ettim cenabı Allaha; bize şimdiye kadar tevfikat ihsan etti, şimdiden sonra da muvafık itse diye.

      30.Mart 329 —Babadal dağları— istihkamcılığım,

     Şafak söküyor, asker mışıl mışıl uyuyor.  Nöbet mevkilerini dolaştım,  Ahmet Efendiyi kaldırdım, ateş yaktık, birer çay içtik.  Sonra askere yumurtalı bir çorba pişirdik.  Çorbayı içtikten sonra meşkimizin etrafını iyice dolaşarak tetkikata koyuldum.  Maalesef hiçbir tarafında bir çadırlık mestur yer bulamadım.  Ben istiyordum öyle bir yerde çadır kurayım ki çadır deniz tarafından hiç görülmesin.  Bir çadırlık yer vücuda getirmek için birçok dinamit ile adeta kaya oymak lazım idi.  bununla beraber yapılacak çadırın deniz tarafından gözükmemesi yine meksensizdi.  Çadırsız barınmak ise kabil değil, çünkü hepimizin hasta olması mamul.  Sahil olduğundan mıdır nedendir, rutubetten çiğden sanki yağmur yağmış gibi ıslanıyoruz.  Aynı zamanda bu arazide düşmanın bize atacağı humbara değil.  Humbaranın parçalayacağı birçok

S.  148

taşların her biri birer şarapnel parçası olacak.  Hemen elime bir mavzer aldım.  Arkadaki sırtın üzerine çıktım.  Mesafe tayin ederek beş endaht yaptım.  Mermilerin mesafe-i gaibeyi daha bulmadan müstakbel endaht meydanı olacak mıntıkanın her yerine düştüğünü gördüm.  İyi merkezi bir vaziyet.  Hemen oraya toplarımı tabiyeye karar verdim ve görülmeyecek bir yere çadır yapmağı düşündüm.  Fakat bu kadar ihmal ve ıskalı nasıl nakil edecektim.  Bir gün evvel topun bir tanesini on köylü yardım ettiği halde güç hal ile tepeye çıkardık.  Ne çare çalışmak lazım.  Ahmet efendiye meseleye dair fikrimi tamam bir saat anlattım ve işe mübaşeret ettik.  Topun birisini dört asker ile Ahmet Efendi nezaretinde sevk ettim.  Tamam, iki saatte ancak gidebildiler.  Top mahail maksuduna henüz vasıl olmuş idi ki takriben elli kadar köylü balta, kazma, kürek ile geldiler.  Yarabbi ne kadar sevindim.  Dünyalar benim oldu.  Hemen evvela oturdum.  Cenabı hakka şükürler ettim.  Eğer bize kalsa idi, iğne ucuyla kuyu kazmak nevinden bu kadar işi ancak üç günde bitirebilirdik.  Gemiden ( * ) iki yelken aldırdım.  Çadır yapacaktım artık her şey oluyor.  Bir yandan yollar açılıyor. Bir yandan gemi yelkeninden çadır dikiliyor.  Öbür taraftan cephane taşınıyor, dağlar kazılıyor, toplar tabiye ediliyor, denize karşı mevkii setr için çalılar dallar kesilip icap eden yerlere konuyor.  Elhasıl insan

 ( * ) İpapandüs

S.  149

Görmemiş o kocaman dağda bir faaliyettir gidiyor.  Bu köylüler benim attığım kurşun sesine düşman geldi diye çoluk çocuk bize yardıma gelmişler, tarlada ellerindeki ne gibi aleti ziraat varsa onlarla koşmuşlar, “bey efendi sen emir et, biz dağı düzleyelim” diyorlar.  Aman yarabbi ne büyük muhabbet! O fark elli kişinin genci ihtiyarı hepsi yüzümün müteaddit yerlerinden can çeker bir muhabbetle öptüler.  Ben de ihtiyarların sakalını öptüm teşekkür ettim. 

     Öğle yemeğini yine zeytin peynir ile geçirdik.  Çünkü yemek pişirmek için vakit bulamadık.  Vaktaki işimiz tamam oldu.  Bu esnada iki jandarma geldi.  Kaymakam beyden bana bir tahrirat getirdi.  Bu jandarmalar benim emrime amade imişler. . . Ne a’lâ.  Hemen onlara lazım gelen emirleri verdim birisini ekmek almak için gönderdim.  Bir saat sonra bir jandarma daha tüfeği omzunda geldi.  Temenna etti bir tahrirat verdi.  Bunun da üzeri (bey efendi. .  Filan) artık inandım ki ben bey efendi olmuşum? Bak görülüyor mu siviller ne mültefit insanlar, para ile pul ile değil ya,  bey efendi falan deyiveriyorlar.  Gel de bizim askerlere elkab’e fazla gelme değil hatta bir harf, bir nokta, kondurt (gayretli efendi) diyor da dünya bir araya gelse bunu değiştirmez. 

     Ömrümde sivillerle münasebeti resmiyede bulunmadığım için iltifattaki derece-i semahatlarını bilmezdim.  Hatta birinci tahrirat gelince beni burada

S.  150

müfreze kumandanı falan diye işitmişler,  büyük rütbeli bir amir sanmışlar demiştim.  Müdüriyetin ikinci tahriratında o yolda gelince anladım ki bu ocakta vahid kıyası başka. .

     Yakın olduğu için ovacık müdürüne ekmek, mum göndermesini cevaben yazdım. Bir tarafa da ocağı kurduk, ateşi yaktık.  Horoz kestik.  Akşama, horozlu,  tavuklu, fasulyeli, sütlü bir yemek hazırladık.  İştiha ile yedik.  Üzerine sütlü birer kahve dahi içtik.  Havada karardı.  Çadırlarımıza girdik gece nöbetçileri mevkilerine gittiler.  Akşam yemeğinden sonra dua padişahıyı emir ettim o vazifeyi eda ettik.  Nöbet mevkileri için parola verdim.  Gemimize (*) de dua ettik.  Ondan sonra gelendir kaymakamı beye bir tahrirat kaleme aldım.  O da bitti.  Zarf kapanıyor gözlerimde kapanıyor.  Saat on iki.

     21.Mart.329 perşembe

     Kabl-ez-zuhr saat 6 da çadırımın yanındaki horozun yanık sedasıyla uyandım.  Yatağın içerisinde onun birkaç ötüşünü daha dinlemek için bekledim.  Aynı zamanda bir de sütlü kahve pişirilmesini emir ettim ne hoş tesadüf.  Bu sabah hemen yakınımızdaki ağaçların üzerinden bülbül sesleri gelmeğe başladı.  Sütlü kahve ve sigaramı içtikten sonra kalktım.

( * ) Hamidiye

S.  151

     Hizmeti yevmiye:

     Askerin çorbasını muayene ettim.  Tevzi emir ettim.  Aynı zamanda bizim hem vasıta-i istirahatımız hem de sebebi iftirak ve meşakkatimiz olan yalnız gemisine ( * ) Ahmet Efendi maiyetinde üç kişinin gidip hem içmek suyu almalarını hem de sintine suyunu basmalarını emir ettim.  Mağazacı Alinin yanına bir nefer tefrik edip mevkii müstahkemin temizliğine gönderdim.  Gözcüde bir saat evvel mevkiini almış idi.  Öğle yemeği pişirilmeğe başlandı.  Bu esnada bizim millet yine gözüktü.  Ve bu gün kırk elli değil belki seksen köylü idi.  ellerinde bakraçlarla dolu mallarla geldiler.  Kendilerini istikbal ettim.  Kimi yoğurt, kimisi süt getirmişti.  Bunları bir yere boşaltmağa başlattım, üç teneke yoğurt oldu.  Hemen üç teneke kadar da arttı.  Hamd ve sena ettim. Artan yoğurttan başka birde süt için kap lazım idi.  sütü altı okkalık bir şişeye koydum.  Artık ne varsa bardak çanak; hepsini süt ile doldurdum.  Kuzulara da bu sabah iki üç okkalık süt ziyafeti verdim.  Artık bu gün akşama kadar su içmeyece 

  Artık bu gün akşama kadar su içmeyeceğiz,  hep süt!

     Süt içmez isek kullanacak kapta yok. 

      Bu esnada ovacık müdüründen bir tahrirat aldım.  Adresim yine eski payede.  Ondan bir saat sonra gelen yer kaymakamlığından maiyetime tahsis

( * ) ipapandüs

S.  152

olunan bir süvari jandarması ile birde piyade geldiler.  Şimdi jandarma üç oldu. 

     Öğle yemeği pişirdi.  Köylülerin hepsini topladım onlara fasulye zeytin, peynir ve getirdikleri yoğurttan mürekkep bir ziyafet verdim.  Muhtarları da çadırıma davet ettim.  Beraberce yemek yedik.  Köylülere birkaç para da verdim. 

     Süvari jandarmasını ovacığa gönderdim.  Bilahare köylüleri topladım, onlara nişane hazırlık talimatları yaptırdım.  Ve sonra askere nişan aldırdım.  Burada itiraf edeceğim bir şey varsa bunlar iyi bir asker kadar nişancı çıktılar.  Bu işte hitam buldu.   Köylüler Allaha ısmarladık diyerek ayrıldılar.  Bende biraz çadırıma çekildim.  Biraz sonra bir jandarma ile iki köylünün geldiğini haber verdiler, çağırttım.  Jandarma gelenlerden ekmek getirmiş.  Köylüler de onbeş tane kadar keklik getirmişler.  Barut hakkı kalan diye zor ile kendilerine birkaç para verebildim.  Kekliğin on tanesini askere verdim beş tanesini de biz Ahmet Efendi ile kebap yaptık.  Bizim gibi gariplerin dağ başında bulabileceği ne olabilir:  süt, yoğurt, keklik!

     Akşam yemeğinde kuzu kebabı yedik.  Kahvelerimizi içtik.

     Kör olası düşman.  Dağ başında bile rahat yok.  Akşam olunca müdafaa-i leyliyye tertibatı aldık.

     Nefer ( Adem ) sancılandı.  Gördün mü felaketi? Doktorluğa

S.  153

Resim: Babadalda yelken gemisinin muhafızı müfreze-i bahriye ve Hamidiye kömür ve erzak alırken.

S.  154

başladım.  Allah razı olsun.  Doktor beyden ( * ) tertip ettiği hilal Ahmet torbasından ilacını çıkarttım.  Adem’e içirdim ve çadırına götürüp yatağına yatırmalarını söyledim.  Nöbette bulunan neferlerin battaniyelerini de altına üstüne serdirttim.  Bir saat sonra sancı geçti.  Ben de meraktan kurtuldum. 

     Saat 10 da nöbet yerlerini dolaştım.  Bu geceye mahsus olan “sancak” parolamızdan ve nöbetçilerin dikkatinden emin olarak çadırıma avdet eyledim.  Pantolonumun yırtılan yerini diktim.  Bir de sigara tellendirdim.  Biraz da gazete okudum.  Şimdi gemime dua edib yatıyorum.  Saat 11.30 inşaallah sabahleyin vaktinde kalkarım. 

     22.Mart.329 Cuma—Babadal dağları

     Bu gece bilmem ki çakallar ta besabah bağırıştılar:  Allah koyunlarımızı muhafaza etsin!

     Sabahleyin henüz güneş doğmadan, bizim kâhya (**) çadırın içerisinde yatağımın başucunda durmuş “oğlum ben geldim” diyor.  Zaten pantolon ayağımda olduğundan hemen fırladım kalktım.  Getirdiği taze sütten karşı karşıya bir kahve içtik.  Sevimli horozda çadırın kapısından göründü. Bu munis hayvan da Niyazi Beyin geyigine döndü.  Hiç insandan kaçmıyor.  İçeri teşriflerini rica ettim ( ! ) lütuf ettiler  ( ? ) biraz sevdim ve bıraktım.

( * ) Hamidiye’nin doktoru

( ** ) civardaki köyün ağası

S.  155

     Mustafa kâhya nahiye müdürünün ziyarete geleceğini söyledi.  Tabii memnun oldum. 

     Hizmet bumu ya:

     Çavuşa bu günkü yapılacak yemeklerin talimatını verdim.  Suya efrat gönderdim.  Gidip topları teftiş ettim. Askere talim ettirdim.  Bazı ufak tefek işlerde gördüm.  Yemek zamanı geldi.  Öğle yemeğini dört keklik, biraz da kelnar kaymakamının gönderdiği kaymak ile hoş geçirdik.  Ahmet Efendiye İpapandüs gemisinin sintine suyunu bastırmak için iki neferle gitmesini söyledim.  Bu esnada köylü dayılar yine geldiler.  Kuzulara ot getirmişler, hemen on okka kadar da yoğurt, onlarla biraz hal hatır ettim.  Su için çok zahmet çektiğimizi anlattım.  Hemen şurada bir su var dediler.  Sevindim.  Ve birisinin yanına bir asker vererek.  Suyun yerini öğrenmek üzere gönderdim.  Hakikaten pek yakın imiş, asker tamam altı saatte ( ! ) avdet edebildi.  Ve suyun yerine kadar gitmediğini ve gitmek icap edeydi ancak bir gün sonra varılabileceğini zavallı nefer lisanı teessürle söyledi.  Köylü dayı ise hâla hemen şuracıkta deyip duruyor, çok şükür her şeyimiz mebzul, fakat sudan çok sıkıntı var.

     Mitralyözün başında bulunuyordum.  Nöbetteki gözcü bir harp sefinesinin göründüğünü haber verdi.  Hemen dürbünü aldım.  Hayra { * } olduğuna kani oldum.  Efradı top başına aldım harbe hazırlandım.  Hayra

 { * } yunan zırhlısı

S.  156

sahile ancak bir mil açıktan geçti.  Sonra uzakta bir yelken gemisi gördü.  O istikamete tevcih etti.  Fakat ilişmeksizin geçti bu Anamur açığında ufuktan kayıp oldu.  Hamidiye ye şifreli telgrafla malumat verdim ve Hamidiye ye dualar ettim. 

     Bu vakadan bir saat sonra karşıki dağın eteğinde üç atlının yaklaşmakta olduğunu haber verdiler.  Müdür bey olduğunu anladım.  Bir saat sonra ancak gelebildi.  Karşıladım.  Çadıra girdik, kahve içtik, sonra yemeğe oturduk.  Gece yarısına kadar muhabbet ettik ki lakırdının dörtte üçü Hamidiye’nin harekâtına müteallik idi. şimdi yatıyorum saat 1.

     23.Mart.329 —Babadal dağları

     Bu sabah horoz ötmedi veyahut ben işitmedim.  Galiba dün gelen güzel tavuklar pek hoşuna gitmiş olmalı ki çadıra uğramağı bile unuttu.  Çünkü her sabah yemini çadırımda yerdi.  Ne olduğunu sordum.  Tavuklarla beraber gezmeğe çıktığını öğrendim. 

     Hizmeti yevmiye:

     Su ve yemek hakkında talimat verdim.  Kahve altıyı ağacın altında ettik.  Müdür bey bulunduğumuz mahallin letafetinden daima bahis ediyor.  Muttasıl yinede taltif ediyor.  Topları görmek için rica etti.  Gösterdim çok memnun oldu.  Talim zamanı askerin talimini de seyir etti.

S.  157

Bu esnada bizim Mustafa kâhya yine merkebine binmiş, elinde bir bakraç yoğurt ile geldi.

     — oğlum ne yapıyorsun?

     — iyiyim babacığım, hoş geldin!

Artık o beni ahret evladı ettiğini söyledi.  Bende ona ahret babamsın dedim. 

    Mübarek adam her gün giderken “yarın gelemem evlacığım gözleme beni ama öbür gün gelmeğe çalışırım” der, fakat o yine gün kaçırmaz her gün gelirdi.  Bu sefer de çarıklık deri hediye getirmiş. 

Öğle yemeğini müdür bey ve baba dahi dâhil olduğu halde sabahleyin kesilen koyundan pirzola ile yaptık.  İki köylü dayı daha geldi.  Birisi seksen iki yaşında imiş.  Bizi görmek dilemiş.  Hemen elini öptüm.  Arkamı sıvadı ve dua etti.  Hamidiye ye de dua etmesini rica ettim.  Biraz sonra suya giden Ahmet Efendi ile iki nefer geldiler.  Ve filikanın ( * ) dehşetli su ettiğini söylediler.  Of, o kadar fena bir havadis ki.  Bu günde hava sabahtan beri deli gibi esiyor.  Hamidiye nerelerde Allah muayyini olsun.  Filikanın tamirini söyledim.  Fakat maalesef ziyafet yok.  Havanın durmasını beklemek lazım.  Çünkü İpapandüs’de bulabileceğimiz zan ediyorum derken bizim makamı peder Mustafa kahyaya su cihetinden sıkıntımızı anlattım:  “merak etme oğlum” ben sana dağları yıktırır yine su bulurum” dedi.  Ben de her gün 

( * ) hamidiyenin bıraktığı sandal veyahut bot.

S.  158

Merkep ile bir iki sefer yapılması için lazım gelenlere söylemesini ve getirene münasip ücret vereceğimi söyledim.  Yanındaki köylülerden birisine emir etti.  Çok şükür artık su düşünmekten kurtuldum.  Sekiz on kişiye bakmak ne büyük iş imiş.  Allah resen memur olanlara yardım etsin. 

     Müdür bey bir gece daha kalacak idi.  fakat havanın soğumasından ve rahatsız olduğundan köylülerle beraber avdet etti.

     Akşam yemeğini müteakip müdafaa-i leyliye tertibatı alındı.  Nöbet mevkilerini dolaştım.  Yarın hava kalır.  İnşallah ilk vazife İpapandüse gitmek hem yoklamak hem ziyafet, üstüpü araştırmak.  Gemime dua ettim saat 11 yatıyorum. 

     24.Mart.329 Babadal dağları

     Beni bu sabah bizim Ahmet Efendi uyandırdı.  Yatağımın içinde bir türlü çıkamıyordum, hava dirise ( * ) etmiş,  soğukça esiyordu.  Kahve altıyı çadırın içerisinde ettim.  Sonra dışarı çıktım.  Köylünün su getirdiğini söylediler.  Bizim babada beraber gelmiş. 

     Hizmeti yevmiye:

     Pişecek yemek için emir verdikten sonra kuzuları tavukları gözden geçirdim. Dolaştım biraz da gemi ile uğraştım.  Bir saat

( * )Tebdil istikamet

S.  159

kadarda talim yaptırdım.  Talimden sonra henüz oturmuş idim ki gelenler jandarma kumandanı mülazım İbrahim efendinin geldiğini söylediler.  Oturduk kahveleri içtik.  Tahrirat ve ayni getirdiğini söyledi.  Hemen tahriratı açtım.  İçinden Hamidiye süvariliğine şifreli bir telgraf çıktı.  Miftah olmadığı için açamadım.  Fakat nedir diye merak ettim.  Yemeniyi de ayağıma giydim.  Pek büyük bilahare hesap gördük.  İbrahim Efendi avdet etti.  Baba ile öğle yemeğini yedik.  Ahmet efendiyi İpapandüse su bastırmak için gönderdim.  Aynı zamanda sandal dahi kalafat olacak onun içinde talimat verdim.  Bende İbrahim efendinin getirdiği ajans telgraflarla gazeteleri babaya izah ile hayli meşgul oldum.  Akşam oldu henüz ortalık kararır iken ovacık jandarma kumandanının geldiğini söylediler bende resmi vaziyetimi aldım.  Fakat kumandan henüz nefer imiş bu gece misafirimiz oldu.  Akşam yemeğini müteakip kemâ-fi-s-sâbık müdafaa-i leyliye tertibatı alındı.  Parola verildi.

     25.Mart.329 — Babadal dağları

     Bu sabah kazma kürek patırtısı ile uyandım.  Meğer bizim Ahmet efendinin çadırının kapısı önündeki büyük taş;  kırıyormuş, Ahmet efendi geldi.  Jandarma kumandanıyla balık avına gitmek istediklerini söyledi.  Ben de kalktım birkaç yumurta ve süt ile hoş bir kahvaltı ettim.  Fakat akşamdan biraz üşümüş olmalıyım ki boğazım şişmiş.  Başım ağrıyor.

S.  160

 161

Resim: süvari ve zabitandan mürekkep bir grup

Antalya sahilinde Hamidiye için kömür ihzaratı.

S.  161

     Hizmeti yevmiye:

     Yemek tertibatını müteakip geminin suyunu basmalarını söyledim.  Ahmet Efendi sandalın su etmekte olduğunu haber verdi.  Kalafat edilmesine karar verilerek öğle yemeğine oturuldu.  Tavuk kızartması ile yemek yenildi.  Jandarma kumandanı misafir dahi bize zeytinyağı göndermek üzere bir şişe alarak hareket etti.  Filikanın kalafatı için Ahmet Efendi ile bir asker sahile hareket etti.  Fakat filikanın yaşlığı hasebiyle mateessüf ertesi güne kadar beklemek lazım geldi.  Öğleden sonra saat 2 de askere talim ettirdim.  Sonra tüfekleri sildirttim.  Topları temizlettim.  Akşam da oldu.  Fakat ekmekler azaldı.

     Birkaç kişinin idaresini temin etmek aman ne güç şey imiş.  Bahusus dağ başında!  Bugün benim ısmarladığım ekmek gelecek fakat henüz gelmedi.  Askerlere çarık biçiyorum.  Ancak beş çift çıkara bildik.  Erbabı elinde olsa on çift olabileceğini köylü dayılar söyledi.  Acemilik ne yapalım yavaş yavaş öğrendik.  Akşam yemeğini müteakip askeri divan toburu yaptım.  Parolayı verdim ve müdafaa leyl tertibatı alındı. 

     Saat 7.30 “kimdir o?  Parola? “ diye nöbetçinin yükselen sesini işittim hemen fırladım uzaktan birisi ;  “size ekmek getiriyorum durdum,  ilerlemiyorum,  zabit efendiye haber ver! “ diye avazı çıktığı

S.  162

kadar bağırıyor.  Ne yapsın sonra kurşun var.  Yaptığı iyilikle gayrimütenasib maruz kalacağı bir fenalık.  Fakat zaruri.  Çünkü nöbetçi bu.

     Nöbetçilere emir verdim. Müsaade olundu.  Bir jandarma bir çuval ekmek getirmiş geldi birde büyük bir zarf getirdi.  Zarfı yırttım içinde birçok evrak.  Bu vesile ile benim sarı yemeniler de gelmiş.  Ajanslar da dahil bunların hepsine ayrı ayrı cevap yazdım. 

     Sonra nöbet mevkilerini dolaştım.  Ve saat bir de yattım.  Temin ihtiyacatımız hususunda gördüğümüz suhuletten dolayı cenabı hakka hamd ve senalar ettim. 

     26.Mart.329 — Babadal dağları

     Sabahleyin saat 6.30 da uyandığım zaman bilmem nasıl oldu da sevgili horozum çadırın kapısından başını uzatmış bakıyordu çavuşa yakalayıp getirmesini söyledim.  Zaten munis olduğundan bu pek kolay idi.  Horozu dizimin üzerine aldım sigaramı yaktım.  Bir bardak sütlü kahve ile içtim.  Sonra horozu salıverdim. 

     Hizmeti yevmiye:

     Çamaşır yıkamağa ve yıkanmağa efradı sevk ettim.  Bizim kara renkli kuzunun yanına gittim.  Biraz da onun ile vakit geçirdim.  Bizim efrat da sabahları sütlü çorba veyahut sadece süt içiyor oh bin bereket versin.  Mal mirî ikinci kuzunun boynuzu kırılmış olduğunu nefer

S.  163

Hasan haber verdi.  Ben bunun böyle olacağını zaten anlamıştım, hayvanın başında bir kaşıntı vardı ağaca, yere mütemadiyen boynuzunu vuruyor ve sürtüyordu.  İkinci bey ( 1 ) bir kuzuya bakamadınız der tabii bu kabahat bana ait değildir.

     Mühendis Ahmet Efendi gemiye gitti.  ( 2 ) bir köylü elinde bir mektup okutmağa gelmiş.  Hemen aldım.  Kendisine okumağa başladım.  Hem üzüldü ağladı, hem de ben.   Ve kendisine cevabını yazdım.  Oğlu Yunanistan da esir imiş… Mektup oğlundan idi, mektubu dinlemeğe yalnız babası değil validesi de birlikte gelmiş idi.  babada anada ne iyi ne kadar iyi insanlar idi. 

     Çocuklarını çok seviyorlar çok istiyorlardı fakat devlete vatana fedakarlık hissi bu sevgiden bu arzudan pek çok kuvvetli ve ileride idi.  Hele düşman elinde muattal kalması Yunan elinde bulunması bunlara biraz zor geliyordu.  İkisini de çadıra aldım kahve ikram ettim.  Çamaşırlarını yıkamağa giden efrat geldi.  Öğle yemeğini müteakip mütebaki efradı da çamaşır yıkamağa gönderdim.  Kendim de gemiye ( 3 ) gittim.  Avdette çadırımın yanına geldiğim zaman silah patladı, koştum, anladım ki nöbetçi tüfeği muayenede hataen fişeğe ateş aldırmış.

( 1 ) Hamidiye’nin ikinci kaptanı olacak

( 2 ) ipapandüs

( 3 ) ipapandüs

S.  164

     Bu akşam yemeğimiz de mükemmel değil idi.  gelen telgrafı divan taburunda  ( 1 ) okudum.  Parolayı verdim.  Vazifede bittikten sonra Ahmet Efendi ile çamın altında biraz muhabbet ettik.  Hamidiye acaba şimdi nerede diye düşündük.  Saat dokuzda nöbet mevkilerini teftiş ettim. Çadıra geldim, bir saat kadar oturduktan sonra tekrar teftişe çıktım.  İyi dolaştım.  Hava gayet latif.  Yine çamın altında Ahmet Efendi ile oturdum. 

     Saat 11.30 da Ahmet Efendi devriyeye çıktı bende yatağıma girdim.  Sabahleyin yine süt var.  Ne âlâ

     27.Mart.329 — Babadal dağları

     Sabahleyin beşle kalktım.  Batı lodos rüzgârı esiyor.  Akşamdan sakladığımız sütü içmek niyetiyle ocağın başına gittim.  Çavuş sütü kaynattı.  Meğerse süt evvelce kaynamış imiş bir daha

Kaynayınca kesildi.  O esnada bil tesadüf orada oturan köylü dayılardan birinin yanında bir bakraç vardı.  Hoş beş lakırdıdan sonra “efendi ben size ağız getirdim” dedi teşekkür fakat baba “ağız neye derler” dedim.  “oğul koyun yavruladığı zaman ilk zamanlar verdiği süte derler”  dedi.  Aldım baktım süt değil adeta ( lor ) peyniri.  Biraz toz şeker ekerek ekmek ile birazını yedim.

 ( 1 ) her akşam tadat.  Dua padişahım ve o emir ahdi için askerin içtima ve saf teşkiline divan taburu denilir.

S.  165

     Hizmeti yevmiye:

     Askerin yemeğini tertip ettim.  Havada mütemadiyen şiddetini artırıyor, su getirmek kabil değil.  Gemiye kadar gidebilsem?  Fakat hava şiddetli olmasına mukabil filika hem küçük hem de çürük

     Kabl-ez-zuhr saat 11.30 da kerteriz( 1 ) yaptım, geminin hafif bir surette demirini taradığını, biraz tebdili mevki ettiğini his ettim Ahmet efendi ile buna dair görüştük ve gemiye gidip demire kalama vermeği tensip eyledik.  Demir tertibatını evvelce görmüş olduğumdan benim gitmekliğim münasip olacaktı.  Binaenaleyh yanıma üç maslah nefer alarak sahile indim.  Filika yaslamış, kıyılara çarpıyordu.  Zaten bu istikametten esen rüzgâra hail olacak siper yoktu ki filikayı oraya bağlatayım. Sahile çekilmek de gayri kabil.  Her çaba da abad İpapandüse gitmeği ve tehlikeyi göze almağı kurdum.  Paçaları sıvadık, filikaya dayandık ve açıldık, iki kişi kürek çekiyor.  Bir kişi de filikanın aldığı suyu mütemadiyen dışarıya atıyor,  ancak bir buçuk saatte gemiye ( 2 )  varabildik.  Gemiyi sancak demirine iskele demirine nispeten fazla binmiş olduğunu gördüm.  Sancak demirine biraz kalama verdim.  Şimdi ikisine birden müsaveten bindi.  İçerisinde sahile yetişecek kadar bir halat aradım maalesef böyle bir halat olmadığı gibi olsa da ehemmiyeti kalmayacağını düşündüm.  Çünkü sahile yaslar ise tehlike

 ( 1 ) tayini mevkii

( 2 ) ipopandus

S.  166

muhakkak idi. Askere geminin suyunu bastırdım bir saat kadar devam etti.  Bende kerteriz yaptım.  Ve geminin aynı mevkide bulunmasını temin ettim.  Saat 4 ba-de-z-zuhr gemiden ayrıldım, öyle müşkülatta kaldım ki hali kabil değil filikayı barındıracak yer yok.  Nihayet gözüme nispeten kabiliyetli bir yer kestirdim oraya yanaştım bütün efradı topladım.  Filikayı tamamıyla yukarıya kaldırdık.  Güç hal ile dört metre kadar sahilde kenara çekebildik bundan fazlası gayri mümkün idi.  çünkü ötesi artık bir filika değil ancak bir keçinin tırmanarak çıkabileceği dik ve kayalık bir yamaçtı.  Bütün Babadal limanının içerisinde de bu rüzgâra karşı bundan müsait yer yok idi.

     nihayet çadıra geldim.  Akşam yemeğini yedik, fakat mateessüf kalbim rahat değil,  gözlerim gemide.  ( 1 ) ortalık karardı gece nöbet mevkileri alındı.  Hava da şiddetle bastırmağa başladı.  Akşam saat 7.30 da geminin vaziyetine baktım.  Ve Ahmet efendiye de gösterdim gemi yine demirini tarıyor.  Tebdili mevki etmekte bulunuyordu.  Ya rabbim ne yapayım gemiye gitmek kabil değil.  Çifte demirde yatan bir gemi tutunamaz taranırsa bir çifte ufak bir sandal o deniz üstünde o hava karşısında nasıl hareket eder.  Gitmeği düşündüm, fakat üç dört kişi boğulmak muhakkak.  Gidilse de yapılacak bir tedbir yok çünkü bu geminin iki demiri de atılmış ve başkaca mümkün olan tedbirlerde yapılmış idi.  ne yapayım, bundan ilerisi için takdire inkiyaddan başka bir şey yok.  Cenabı hakka yalvardım

( 1 ) ipapandüste

S.  167

Ve ben tedbirde kusur etmedim.  Elbette cenabı Allah da beni siyânet eder dedim.  Fakat bu gece ne uyku var, ne rahat.  Sabaha kadar gözlerim gemide rüzgârın karşısında bekleyeceğim bakalım ne olacak diye.

     Saat 12. Nısf-ül-leyl oldu.  Ahmet Efendi ile geminin muhatarası hakkında müşavereye başladık.  Rüzgâr elan devam ediyor.  Aman yarabbi yapılacak hiçbir tedbir bulamıyoruz.

     Bu esnada kamer gurup etti.  Kuraklık bastı.  Esasen müdafaa-i leyliye halinde ( 1 ) olduğu gibi dalgaların irtifaı da gemiye hail olduğundan hiç görülmez oldu.  Gemiyi görmemeğe dayanamadık sahile indik.  Gemiye gitmek istedik mümkün olmadı.  Sandalı daha yukarı çekmek istedik o da kabil olmadı.  Artık her şeyi cenabı hakkın hafiz ve inayetine terk ederek tepeye avdet ettik.

     Saat 2. Rüzgar berdevam.  Bu gece horoz ile tavuk benim ile çadırımda yatmak rahatına nail oldular.  Çünkü rüzgârın şiddetinden hiçbir yerde ( tünemek ) barınmak imkânını bulamamışlardı.  Kendilerini çadıra aldım. Bir köşeye büzüldüler, “gıdak, mıdak” diye ara sıra bir şeyler de anlatır gibi oldular, galiba onlar da benim gibi havanın şiddetinden müteellim idiler.  Artık şafak söküyordu.  Çok şükür rüzgâr biraz hafifledi gemi de bir muhataraya düşmedi.  Artık yüreğim rahatlayarak biraz uyku kestirmek niyetiyle uzandım.  Aksi şeytan.  Şimdi de horoz faaliyette ber mutad sabahı mahruk sedalarıyla karşılıyor, çadırın içinde avazı çıktığı

( 1 ) fenersiz

S.  168

kadar bağırıyor.  Tabii uyuyamadım.  Horozu dizimin üzerine aldım bana daima hoş gelen boynunu çenesini okşadım.  Nihayet ortalık açıldı.  Bunlar da dışarı çıktılar.  Onları müteakip ben de çıktım.  Bir de bakayım bizim kara kuzu hırsızlığa başlamış,  akşamdan gelen taze arpa torbasına başını yerleştirmiş yer iken yakaladım.  Bu müteşebbis kuzuyu sevdim.

     28.Mart.329 —  babadal dağları

     Hizmeti yevmiye:

     Ahmet Efendi su tedarikine, ben de gemiyi muayeneye gittim.  Gemi iki demirini de deste etmiş, gayet hafif esmeğe başlamış olan aynı rüzgâra başını vermiş, akşamki fırtınanın ölü denizleriyle baş kıç sallanmakta berdevam, suyunu bastırdım.

     Saat 9. Kabl-ez-zuhr avdet ettim.  Koyunların birisi kesildi.  Onla yemeği tertibatını emir ettim.  Biraz yattım. İki saat kadar uyumuşum kalktım, yemeğin hazır olduğunu söylediler, muayene ettikten sonra tevzii ettirdim bizde biraz kebap ile öğle yemeğini yedik.  Bu gün ne süt var idi nede yoğurt.  Yemeği müteakip dört atlının karşıki dağın eteğinden bize doğru gelmekte olduğunu gördük.  Üççeyrek sonra gelebildiler.  Yarısı jandarma biriside bizim Mustafa kahya “babalığım”.

     Jandarma; bir zarf getirmiş, açtım.  İçinde Binbaşı Ömer Kuzu beyin bize para gönderdiğine ve Hamidiye ye ait bazı hususata dair telgrafı verdi hal ve ahvalimiz dahi soruluyordu.

169

S.  169

RESİM: iki adet resim.

S.  170

cevabını yazdım gönderdim.  Jandarma birde ajans telgraf nüshası getirmiş idi.  bunda Hamidiye’nin levazımatını alarak Port Said den hareket ettiği yazılı idi.  fakat nereye?  Bahri sefide mi Süveyş’e mi? Burası yazılmamış idi her ne ise sonra baba ( 1 ) ile muhabbete başladık babaya iki gündür niçin gelmedin diye Ahmet efendi ile sitem ettik.  Bu adama hakikaten pek alışmış idik meğer zavallı hasta imiş.  “oğlum hakikat seviliyorum aklım burada idi”. Diye bizi teselli ediyordu. 

     Jandarmanın getirdiği zeytinyağı ile enginarı pişirmelerini ehemmiyetle söyledim.  Biraz sonra baba,  jandarma, diğer iki orman memuru avdet ettiler.

     Bu gün tathîrât günü idi.  toplar tüfekler silinip yağlandı elhasıl her şey elden geçirildi, netice mükemmel.

     Akşam yemeği yendikten sonra hava esmeğe başladı.  Hem de aynı ( dünkü ) rüzgâr yarabbi şu hava ya kalsa veyahut da direse itse  (2) bu gece yine uyku yok.

     Divan taburu yapıldı, parola verildi.  Nöbet mevkileri alındı.  Rüzgâr da biraz direse etmiş tamamıyla batı olmuştu.  Saat 9 da gemiye baktım dün akşamki haline nispeten selamette.  Çadıra avdet ettim bir sigara içtim.  Bu gece de gönül azabı var; çünkü hava şiddetleniyor.

( 1 ) Mustafa kahya    

( 2 ) istikametini değiştirse

S.  171

     Nısf-ül-leyl’den bir buçuk saat sonra hava yıldıza direse etti.  Bende sevindim ve yatabildim.

     29.Mart.329 — babadal dağları

     Bu sabah saat 7 de kalktım biraz kahve altı ettim

     Hizmeti yevmiye:

     Ahmet Efendi ile dört askeri geminin sintine suyunu boşaltmağa ve bizim suyumuzu tedarike gönderdim bende öğle yemeğini tertip ile topları teftişe çıktım.  Biraz sonra bizim Mustafa kahya bir bakraç süt göndermiş o geldi.  Bunu müteakip birçok köylüler ellerinde bakraçlarla süt ve yoğurt getirerek çadırın önüne toplandılar.  Hemen yirmi okka süt ile otuz okka kadar yoğurt.  Bunları gaz tenekelerine doldurduk.  Ve öğle yemeğini et ile süt ile yoğurt ile yedik.  Bu gün hamd olsun kalbim rahat biraz uykuya.

     Ba-de-z-zuhr saat 4 de kalktım akşam yemeği hazırlanmakta biraz mevkiimizin civarını gözden geçirmek üzere dolaştım.  Sonra Ahmet Efendi ile de biraz muhabbet ettikten sonra akşam yemeğini yedik.  Kahvelerimizi içtik çadıra çekildik.  Gece hali her zamanki gibi:  tuhaf şey fakat bu gece çakallar hemen çadırların yanına kadar geliyorlar.  Nöbetçiler taş atarak kovalıyor.  Bir şey değil Adil Beyin ( 1 ) boynuzu kırık kuzusu ile kara kuzuyu düşünüyorum.  Olur ki bir fenalık ederler.  Kör olasılar da ne kadar çok.

( 1 ) Hamidiye’nin ikinci kaptanı

S.  172

     Gece saat 10 bu gece erken yatıyorum.  Sabahımız da keyifli çünkü süt var.  Erken kalkarım tavuğu seyir ederim.  Buranın sabahı pek latif, bahusus kahvaltı da süt de olursa.  Yattıktan yarım saat sonra kalktım, havaya baktım yine direse etmiş şiddetli bir batı lodosu esiyor.  Yarabbi sen bilirsin.  Şu gemiyi hayırlısı ile bir teslim edeydik.  Allah muhafaza buyursun.  Bu sefer de demirini tararsa mutlaka kayaların üzerindedir.  Yine rahat uyku yok vesselam.  Hele sabah olsun.  Lakin bukalemun tabiatlı bu mart günleri sabahtan akşama kadar sebze-vât çorbası gibi her havadan karıştırıyor.  Hepsi ne ise ama tam limanın ağız tarafından esen ruzğarlar pek fena.  Bu gece de bu kadar.

     30.Mart.329 babadal dağları

     Bu sabah saat 6 da kalktım süt kaynamış, hazır.  Büyükçe bir bardak süt ve birazda kalıta ile kahvaltı ettim.  Ahmet Efendi birkaç askerle geminin hem sintine suyunu basmış, hem de içecek su getirmek üzere gemiye gittiler ( 1 ) bende öğle yemeğini tertip ettim.  Sonra biraz askere talim ettirdim.  Bu esnada küçük fakir bir köylü çocuğu elinde bir demet soğan.  Hediye ile geldi.  Eline birkaç para sıkıştırdım, sevinerek gitti.  Ahmet Efendi ve maiyeti avdet ettiler.  Öğle yemeğine henüz oturmuş idik.  Kalenderden ekmek geldi getirene

( 1 ) babadal limanı civarında içecek su olmadığından ipapandüsün neccarındaki ihtiyat su ile idare olunuyordu.

S.  173

başka bir şey olup olmadığını sordum cevaben bir kâğıt dahi verdilerdi ama; ay:  unuttum demez mi.  Al sana dalgının birini. Doğrusu endişeye başladım.  Acaba mühim bir şeymi idi.  hemen bir tezkere yazdım ve geri gönderdim.  Biraz gezindim uykuya uzandım.

     Saat 4 ba-de-z-zuhr kalktım.  Hava aynıyla berdevam.  Fakat o kadar şiddetli değil.  Yemek tertibatına başlanıldı.  Zaten dün gelen yoğurdu bugün akşama kadar vakitli vakitsiz yemek ile bitirememiştik.  Bu akşam yemeğinde de ayran yaparak harcadık.

     Akşam şiddetlice bir yağmur başladı.  Şayanı teessüf bir şey varsa çadırımıza suyun geçmesidir.  Yarım saat kadar bekledik her taraftan sular damlamağa başlamıştı.  Artık barınamayacağımızı anladık.  Çavuşu çağırıp bize yer ayırmasını söyledik.  Çünkü askerin çadırı hem yeni hem metin, su geçmek ihtimali yok idi.  nihayet oraya nakil ettik.  Yağmurdan bozulabilecek malzemeyi de çadırın bir köşesine aldık.  Bu meyanda tabii cephane de girdi.  Asker bizim yataklarımızı çadırın en mütena köşesine yapmışlardı.  Fakat malzeme de aynı itina ile tarafımızdan aynı köşeye idhâr edildiği için birde malzemeye civar düştük.  Hatta garibtir benim başucuma kumanya tesadüf etmiş.  Fasulye yağ vesaire vesaire çuval ve tenekeleri öyle ağır bir koku neşir ediyor ki insan kendisini bir erzak ambarında zan edecek.  Bu rayiha uykumu kaçırdı.  Yerimi değiştirmeğe mecbur oldum, yağmur da dindi.  Fakat hava yine kapalı yağmurun tekrarına müsait bulunduğu için bu geceyi bu çadırda geçirmeğe karar verdim ve yattım.

S.  174

31.Mart.329 babadal dağları

     Gayet parlak bir semada güneş henüz tulü ediyordu ki uyanmıştım.  Ocağın yanına oturdum.  Bir sütlü kahve içtim.  Nöbet mevkilerini teftişe çıktım.  Sonra da kuzularla, tavuklarla biraz vakit geçirdim, şimdi öğle yemeğini tertip lazım.  Yemek pişirmesini bilmemek ne kadar fena imiş, yağ var et var, fakat pişirmesini bilen yok.  Yaptığımız yemekler, uyduruk nevinden, et, etli kuru fasulye, kebap, etli patates, tavuk.  Buraya geldiğimizden beri sebze yemeğe ancak bir defa muvaffak olabildik.  Kadri efendiyi o kadar aradım ki tarif kabil değil.  O olsa bu mebzul et tavuk, yumurtalardan kim bilir neler yapardı.

     Ne alâ bülbüller ötüyor, güneş bütün parlaklığıyla ortalığı nurlara gark ediyor.  Karşıdaki dağın yamacından iki kişinin gelmekte olduğu görüldü.  Dürbünü ele aldım.  Jandarma mülazımı İbrahim efendiyi teşhiz ettim yanında birde jandarma vardı.  Süratli geliyorlardı.  İnşallah hayırdır dedim.  Bir saat sonra geldiler.  Kahve sigara ikram ettim.  Harbden, Hamidiye’den havadis sordum, fakat alamadım.  Pek ziyade merak etmeğe başladım.  Çünkü benim sevgili gemimden hemen 30 Mart 329 tarihli ajans telgrafından maada haber alamadım o telegrafda Hamidiye’nin Port Said de olduğundan bahis ediyordu.  Acaba Bahri Ahmerdemi, bahri sefidde mi.  Ne halde ve ne ile meşgul.

S.  175

     İbrahim Efendi kendisi için iki kızarmış tavuk beraberinde bulundurmuş bunu bize bıraktı.  Biraz muhabbetten sonra avdet etti.  Biz de noksan olan levazıma dair kendisine bir liste verdik.

     Bunu müteakip gayet ihtiyar bir köylü merkebe binmiş çıka geldi.  Dağarcığında da bir dolum yoğurt, hoş beş ettik kahve söyledim.  İçtik.  Biçare o kadar ihtiyar ki konuşmaktan aciz.  Hem ağladı hem dua etti.  Yemeğe alıkoydum.  Yemekten sonra yine güç hal ile merkebe bindi ve dua ederek gitti.  Bu vatanperver ihtiyar bende ne kadar amik tesirler bıraktı.

     Sonra yanıma dört nefer aldım gemideki suyu basmak ve kendimize lazım olan suyu getirmek üzere gemiye gittim.  Bu işler yapıldı ve avdet ettik.  Yorgun idim çadıra geldim biraz yattım ve yatmadan tüfeklerin tathirâtını söyledim.

     Akşam yemeğini yedik.  Hava gayet güzel.  Mehtap son derece parlak.  Şu halden istifade için dışarıda oturduk.  —unutacaktım— her gün bir iki yılan öldürmekte ameli yevmiye serisine geçmişti. 

     Akşam divan taburu,  müdafaayı leyliye vesaire ber mutat yapıldı.  Çeşit çeşit kuşlar, böcekler ötüyor, çakallar da her akşam yaygaralarına müdavim, fakat kuşlara nispeten biraz uzakça.  Bu gece inşallah erkence uyuyacağım.  Zira yorguncayım.

S.  176

 177

Resim.  Toplu halde

S.  177

     1.Nisan.329 —babadal dağları

     Fazlaca uyumuşum, güneş yükselmiş harareti çadıra işlemiş, adeta ter içinde uyandım.  Saat 7 de çay içtik.  Asker dahi çorbasını içti.

     Hizmeti yevmiye:

     Ahmet Efendi gemiye suyu bastırmak ve suyumuzu aldırmak için gitti.   Öğle yemeği lazım.  Fakat ne pişirelim?  Etli fasulye, etli patates, kebap.  Başka bir şey pişirmesini bilmiyoruz.  Mamafih hamd olsun.  Etimiz, yağımız çok, yumurta da bol.  Yalnız bunlardan yemekler yapacak adam yok, nihayet bu gün askere nohutlu et tecrübesine karar verdim.  Bizim için yine kebap.

     Ahmet Efendi avdet etti.  Biraz oturduk gözlerimizde karşıki dağların eteğinde.  İnsan yüzü görmek bize ferah veriyor, hem havadis soruyoruz.  Hem de yeni bir hayat geçiriyoruz.

     Uzaktan bir köylü göründü.  Öğle dursun, ben de askerlerden ele geçirdiğim ( şah İsmail ) kitabını okumağa başladım.  Öğle yemeğini yedik.  Köylü de geldi.  Elinde bir bakraç var, yağ getirmiş.  Aldık birkaç kuruş verdik.  Biraz konuştuk.  Buradaki köylülerin hepsi bir iki hafta sonra yaylağa çıkarlarmış.   Orası da hemen bir günlük mesafe imiş.  Eyvah dedim.  Komşularımız daha uzaklaşırsa büsbütün garip kalacağız.  Köylü dayı avdet etti.  Bizde Ahmet

S.  178

Efendi ile en yüksek dağın tepesine çıkmağa karar verdik ve yola düştük.  Çıkıp çıkıp ininceye kadar akşam oldu.  Dağın tepesinde nişan attık.  Birçok kuş yuvaları gördük, mamafih hiçbir şeysine ilişmedik.  Buranın kuşları insan nedir bilmiyorlar, çünkü bizden hiç kaçmıyorlar.  Bir büyük ağaçta ak baba yuvası gördük.  Silah sesini işitince zavallı hayvanlar hemen yavrularının yanına koştular.  Bu esnada validem aklıma geldi.  Fakat ne heybetli dağ, hiç düzgün bir yeri yok.  Hep kavuk inlerle delik deşik, girintili çıkıntılı.  Avdet eder etmez silahlarımızı sildik, askere de sıhhı bir oyun tertip ettik.  Sonra akşam yemeği yenildi ve vezaif-i mutadda sırasıyla ifa edildi.

     Her akşam gelen zavallı baba bu akşam maalesef yemekten sonra geldi.  Biraz kalite ikram edebildik, sonra avdet etti.  Biz de çadırın yakınındaki çamın altına Ahmet Efendi ile oturarak dertleşmeğe başladık.  Saat dokuzda yine çadıra geldik.  Hep dertleşmeğe devam ediyoruz.  Yarabbi, Hamidiye’den ne haber, acaba arkadaşlarımız ne halde?  Hemen on günden fazladır hiçbir havadis yok.  Muharebatı biryerden keza hiçbir haber yok.  Çatalca’da ordu ne alemde?  Acaba donanma ne halde? Hangi birisini düşünmeli.  Dağ başında, münzevi kalmak ne müşkül şey imiş.  Yarabbi, hayırlısıyla neticelendir.  Saat 10.30 yatıyorum. 

     2.Nisan.329 — hala babadal dağları

     Kara kuzunun sesiyle uyandım.  Meğer onu yükseğe koymuşlar,

S.  179

yetişemiyor, bağırıyor imiş.  Arzusunu yaptım.  Tavuklara yem verdim.  Ocağın başına gidip kahvemi içtim.  Fakat süt yok. 

     Hizmeti yevmiye:

     Askere çorba pişirildi.  Ber mutat suya gidildi.  Bu gün gözlerim pek yolda, mutlaka bir havadis alacağım zan ediyorum.  Horoz, tavuk gıt kıdaklamağa başladı.  Çalının arasından yumurtayı aldım.  Henüz sıcak.

     Uzaktan birisinin geldiğini haber verdiler.  Baktım bizim Mustafa kâhya.  Atına binmiş, ağır ağır geliyor.  Yemeği tertip ettim.  Mustafa kâhyada geldi.  Taze tuzsuz peynir ile kahve getirmiş.  Bu günkü yemekler o kadar tuhaf ki Tokatlıyan’ın listesinde bile bulunmaz.  Mesela peynirli patates kızartması,  bilmem nesiz fasulye,  artık bir şeyler, fakat hepsi de lezzetli.  Yemekten kalktık.  Çalılarda biraz Tanzimat yaptık, sonra kuzuları salıverdim.  Bende arkalarına düştüm.  Onlar otladılar ben seyir ettim.  Bir iki saatte böyle vakit geçirdim.  Nihayet jandarma geldi.  Belki telgraf yahut gemiden bir haber diye sevindim.  Meğerse hiçbir şey yok imiş.  Silifke’den Kelnar’a posta geçecek imiş.  Bir mektubumuz yahut başka bir şeyimiz varsa onu postaya vermek için gelmiş. Doğrusu kızdım.  Benim yanımda jandarma var, icap ederse bu vazifeye gönderirim.  Bu adam böyle havadissiz niye gelmiş?  Dedim ki:  “arkadaş hiçbir siparişimiz yok, lakin buraya gelirken havadissiz gelmese.”  Ne yapayım dünyadan bi haber bir halde canım sıkılıyor, endişe içinde

S.  180

yaşıyorum.  Bu jandarma da kollarını sallaya sallaya boş geldiği, bizim haleti ruhiyemizi düşünmediği için öfkemi ondan aldım. 

     Ahmet Efendi avdet etti.  Askeri topladım, idman harekâtı ve oyun tertip ettik.  Sonra kuzulara, tavuklara yem verdim.  Akşam da oldu.  Yemeği yedik.  Cenabı hakka şükürler ettik.  Ber mutat akşam vezaifi ifa edildi.  Tertibatı leyliye alındı.  Biraz dışarıda ağaç altında oturduk.  Çadıra avdetimizde gündüzün hafif hafif esmekte olan şimal rüzgârı saat 8 de şiddeti artırdı.  Çok şükür yelkenli selamette.  Fakat acaba bizim Hamidiye bu havalarda nerede.  Galiba nisan ayına marttan birkaç fırtınalı gün taşmış.  Hava düzelmiyor, çadırımız da fena halde sallanıyor.  Bari başımıza çökmese.  Zira başka barınacak melce yok.  Bir iki sigara, sonra nöbet mevkilerini teftiş ve geminin mevkiini kerteriz, yine çadıra avdet, biraz da kara kuzuyu yatarken sevmek.  Bu akşam bu kadar. 

     3.Nisan.329 — babadal dağları

     Ahmet Efendi erkenden yatağımın başında:  “Şemsettin efendi bu gün gitmekten sarfı nazar etsek nasıl olur.  Hava yağmurlu”  filan diye bir şeyler söyleyerek uyandırdı.  Doğrusu kızdım.  Fakat zavallı arkadaşım benim bu gece iki saatten fazla uyumadığımızı bilmiyor ki, ne ise kalktım çayı içen, çadırın, biraz ilerisinde ağaçların dibinde iki asker koyun kesmişler onunla meşguller.  Horoz da avazı çıktığı kadar gıdaklıyor, tavuk yatmış, sarı kuzunun

S.  181

İpinden tuttum, munis hayvan beni kendiliğinden takip etti tabii kara kuzuyu da aldık biraz gezinmeğe başladık.  Derken keçi de geldi.  Arkasından diğer iki koyun da iltihak etti, oldu bir sürü.  Benim yalnız bir kavalım eksik.  Dolaşa dolaşa yine koyunun kesildiği yere geldik, fakat bir saat vakit geçirmiş oldum.  Bunları yerine bıraktım, sularını da verdirdim.  Tavuğu da yumurtlamış buldum.  Artık ağacın altına oturdum.  Karşıdan biri merkep süvar bir veya iki kişi geliyordu.  Her halde merkepli bizi ziyarete ilk defa geliyor ki yaya köylü mütemadiyen bizim tarafı gösteriyor.  Çok geçmedi geldiler.  İki tahrirat getirmişler.  Açtım.  Tahriratlar Kelnar kaymakamlığından idi.  aynı zamanda ekmek ve bakla getirmişlerdi, kahve içtik.  Konuştuk.  Getirdikleri ajans telgraflarını okudum.  Bizim gemi Bahri Ahmere gitmiş yeniden haber aldığıma sevindim.  Tahriratlara cevap ve eve mektup yazdım.  Yemek yendi.  Avdet ettiler.  Ben de biraz yattım.  Maalesef uyuyamadım.  Ahmet efendiyi aradım ağacın dibine oturmuş.  Koyunun yünlerini kesiyor, sordum, yastık yapacak imiş.  Askeri topladım idman talimi ve sihhi oyunlar yaptırdım.  Bu esnada bir süvari jandarması geldi.  Kel nardan tahrirat getirmiş.  Okudum, Ömer Fevzi beyden namıma para gelmiş.  Kaymakam bey de ajans telgrafı göndermiş.  Jandarma avdet etti.  Paranın üç lirası arzum vecihle bozuk olarak kaymakamlıktan gönderilmişti.

S.  182

ber mutat akşam duası, gece tertibatı hepsi yapıldı.  Bugün köylü dayılar, yoğurt, süt, yumurta getirmişlerdi.  Beş kuruş zorla kabul ettirebildik.  Ağacın altına oturduk.  Havada o kadar latif ki canım çadıra girmek istemiyor.  Saat 9 da çadıra geldik.  Hatıra defterimi elime aldığım zaman birinci nöbetçinin kimdir o diye bağırdığını işittim.  Hemen gittim, çakalların sokulduğunu anladım.  Bu kere içim ferahtı.  Çünkü hem havadis alındı, hem de gelen giden oldu.  İnsanla temas edildi.  Bu akşamda bu kadar.  Yatıyorum saat 10

     4.Nisan.329 babadal dağları

     Sabahleyin saat 7 de kalktım.  Kahve altıyı ettim. 

     Hizmeti yevmiye:

     Ahmet Efendi bir kısım efrat ile evvela geminin suyunu basmağa sonrada çamaşır için askeri su başına götürmeğe memur oldu.  Ben de topları gözden geçirdim ve sildirdim.  Yemeği tertip ettim, biraz da kuzularla vakit geçirdim.  Vakt-i-zeval’de Ahmet Efendi ve çamaşıra giden efrat avdet ettiler.  Ba’de-t-taam mütebaki efradı da çamaşır yıkamak için ben alıp su başına götürdüm.  Ateş yandı, su kaynadı.  Bir yandan çamaşır yıkanıyor, bir taraftan da asker yıkanıyor.  Bu sırada ben de bir kır banyosu yaptım.  Allah muhafaza etse de bari soğuk almasak.  Her şey bitti.  Tekneyi, tenekeleri yüklenip geldik, yemeğe oturduk.  Ahmet efendiye bir zühûret var mı diye sordum.  Yok dedi.  Yemekten sonra tavuklara yem verdim.  Sonra ağacın dibine oturdu.  Kamer de tekmil parlaklığıyla ortalığı

S.  183

aydınlatıyordu.  Kahveleri içtik, nöbet mevkileri alınmış olduğundan teftişe çıktım.  Çadıra avdetimde hemen yattım; yarına intizar.

     6.Nisan.329 — babadal dağları

     Saat 4 kabl-ez-zuhr, nöbetçi;  bir jandarmanın telgraf getirdiğini haber verdi.  Hemen kalktım.  Telgrafı aldım.  Zarfın üzeri nazarı dikkatimi celp etti.  Gayet müstacel—gayet mahrem—bizzat kumandan tarafından küşat edilecektir— acaba dedim, bu kadar mühim şey ne olabilir?  Hemen açtım. . . . . Den Binbaşı Ömer Fevzi beyden.  Ahvalimizi ve bir şeye ihtiyacımız olup olmadığını soruyor.  Ve paraya ihtiyacınız varmadır?  Diyor.  Silifke liman reisine canım sıkıldı.  Çünkü zarfın üzerini böyle heyecanlı o yazmış.  Telgraf onun vasıtasıyla gelmiş.  Bu heyecan üzerine tabii uyku da firar etti.  Cevap yazdım, gönderdim ve uyuyamadığım için çay içtim.

     Islak çamaşırları astırdım.  Kuzulara çattım.  Kara kuzuyu kızdırdım, tavukları kışkırttım nihayet yoruldum.  Ağacın altına oturdum.  Biraz sonra asker de kalktı.  Çorbalarını içti.

     Hizmeti yevmiye:

     Bu kere de tüfekleri sildirmeğe karar verdim.  Bir de baktım, bizim Mustafa kâhya çıkageldi.  Üç tavuk bir horoz, yumurta ve yağ getirmiş.  Onları aldım ismanını verdim.  Tavukları salıverdim.  Bizim eski horoz ile yeni gelen horoz derhal muharebeye başladılar, bir çöplük kavgasıdır gitti.  Galiba bizimkinde kaldı.  Öteki kaçtı;

S.  184

tabii değil mi ya.  Mevkii müstahkem horozu.  Bahusus kendi yeri ve utanacağı birçok tavukları da var.  Binaenaleyh tarafeynin şeraiti pek farklı.  Ne ise bunların ikisini de yemledim.  Yemeğe oturduk.  Bu gün yemeğimiz iyi idi.  üç beş keklik, salata, biraz da yoğurt.  Cenabı hakka şükür ettik.  Kalktık.  Mustafa kâhya avdet etti.  Bu gün geminin suyunu basamadık.  Çünkü yine o müthiş batı lodos esiyor.  Filika ile gemiye kadar gitmek kabil olamadı.  Tüfekler siliniyordu.  Bu esnada elinde bir kağıt, merkep süvar, acayip seb’aden birisi geldi.  Kâğıdı aldım okudum:  “köylüler rica ediyorlar fırın yapılmış, üzerine döşemek için İpapandüs gemisinden birkaç kiremit istiyorlar” düşündüm bu benim malım değil nasıl veririm.  Sonra mülahaza ettim.  Bu bir köyün imarı için, halkın ihtiyacı için, yine vatanımızın milletimizin nifaı için hayırlı bir teşebbüs değil mi?  Birkaç kiremit feda olsun dedim.  Fakat sonra aklıma süvari ( * ) geldi.  Ya süvariye mülaki olduğumda bu meseleyi haber verince darılırsa? . . . Ona da bir çare buldum.  Verdiğim kiremitleri tazmin ederim hem de köylülerin halini anlatırım.  Biçare köylü yetmiş yaşına gelmiş “bazlama” yemeden damağı paralanmış, ekmek yüzü görmemiş.  Nereden görsün fırın yok ki!  Bunları anlatınca ve tazmin icap ediyorsa tazmine bile kendisi kalkar.  Artık kararı verdim.  Gemideki kiremitden vereceğim.  Hava gemiye yanaşmağa müsait değil.  Binaenaleyh bir mektup yazdım havanın ademi musaidesinden bu gün kabil olamıyacağını beyan ettim ve köyün

S.  185

 185

Resim:  müsadere olunan yunan yelkenli  +  Hamidiye Antalya koylarından birinde.

S.  186

muhtarına gönderdim, yarın hava sükunet bulursa kiremitleri almak için adam göndermesini de ilave ettim.  Akşam da oldu.  Bu akşam yemeği kebap ve salata, yoğurt.  Sebze yine yok vesselam.

     Divan taburu, dua padişahım, müdafaayı leyliye tertibatı ber mutad yapıldı.  Artık yarına intizar.  Yarabbi bu işi yüz aklığıyla neticelendir.  Hava da ne güzel, yine bu çakallar, kuşlar ötüyor ortalık gündüz gibi mehtaplı.  Kuzular bile dolaşıyor.  Artık biz de bu letafetten istifade için bir müddet ağacın altında oturduk.  Gemimize dua ettik.  Ve bu rüzgârın Bahri Amerde estiğini düşünerek gemideki arkadaşların halini mülahaza ettik.  Bu akşam da bu kadar.

     6.Nisan.1329 —babadal dağları

     Erken kalktım Ahmet Efendi mükellef bir kahve altı hazırlamış. 

Listesi şöyle:          süt

                                 Yumurta

                                 Tereyağı

                                  Kahve

     Kahve altı ederken tavuklar da etrafımıza toplandı ondan sonra kuzuların yanına gittim.  Onları da yemledim kara kuzu adeta ötekilere çekişiyor, bunları dolaştırdım.

     Hizmeti yevmiye:

     Ahmet Efendi birkaç askerle geminin suyunu boşaltmağa gitti. İki çocuk merkep ile geldiler.  Kiremit verdim.  Biraz sonra Ahmet      

     S.  187

Efendi ile öğle yemeğini yerken bir mektup getirdiler.  Köyden benim ( teşrifim ) için kısrak göndermişler, hazırlandım.  Ahmet efendiye lazım gelen talimatı verdikten sonra kısrağa bindim.  Yola düzüldük.  Aman Allah’ım beygir ile geçilecek yol değil ki bütün manasıyla bir keçi yolu.  Elbiselerim bir yere takılıp yırtılacak diye de çekiniyorum.  Sular akıyor,  yeşillikler arasında kuzular keçiler meleyor.  Çoban kaval çalıyor, ara sıra sesleniyor.  Şuradan buradan keklikler kalkıyor.  Bilmediğim birçok kuşlar gürültümüzden uçuşuyor.

     Kılavuzumuz olan köylü dayı da bir şarkı tutdurdu.  Hoş tesirler bırakıyordu.  Bu minval üzere bir saat sonra köye vasıl olduk.  Köye gelmeden evvel uzaktan ekinli tarlalar göründü.  Sonra yolumuz tarlaların ortasına girdi.  Artık yol güzeldi.  Hayvanım istediğim gibi koşuyordu.  Uzakta çağlayan sesi hoş bir ahenkle ortalığa yayılıyordu. 

     Bir merkebin yedeğinde birkaç devenin mevzun, mütereddit aheste yürüyüşüne çan sesi ahenk veriyordu.  Deveci de merkep üzerinde bir türkü tutturmuş bu muttarit ahenge name oluyordu.  Develer ara sıra eğilip tarlanın lüzumsuz bir demet otunu havaya kaldırıyor, okutuyordu.

     Köye gelince nahiye müdürü, muhtar ve ileri gelenler tarafından karşılandım.  Hepsi ayrı ayrı ata sarıldılar sonra suratımın ne

S.  188

tarafı rast gelirse samimiyetle öptüler.  Öpmeden de fazla adeta yapıştılar.  Artık ben de bu köyün kahramanı imişim.  Ne ise münasip sözlerle mukabele ettim.  Fakat köy (kumandan bey geldi) diye sarsılıyor.  Müdür bey suyun başına, kayğı ağaçlarının altına halıyı serdirdi, oturduk, etrafımızda ileri gelenler toplandı kahve ikram ettiler.  Arkasından köylü dayının biri bir sigara tutuşturdu.  Ekstramı ekstra.  Doğrusu ilk nefeste göğsümü tıkadı.  Nasıl atayım sonra köylü dayı mahzun olacak.  Cam kırığı yutar gibi yana yakıla bin müşkülat ile içtim.  Bu esnada merasim yine devam ediyor.  Geldiğimi haber alan köylüler peyderpey geliyor, ba’de-l-selâm elime sarılıyor.  Sonra da karşımda diz çöküp oturuyor.  Ne cibilli bir terbiye.  Biraz gemiden bahis açıldı.  Müdür bey köyde muhtar için yolsuzluk olduğunu söyledi.  Ben de bu fırsattan bil istifade ( beliğ ) bir nutuk irat ettim.  Uhuvvetten, yek diğere teavün ve muhabbetten, sadakat ve samimiyetten bahis ettim.  Bu iyi insanlar bu sözlerimi ne kadar büyük bir hüsnü kabul ile hayran hayran dinlediler.  Ve ne söyledimse tastık ettiler.  Aman ne iyi insanlar.  Neticede bir muhtar tayın ettik.  Hepside hoş gördüler.  Müdür beyin pişirttiği düğün çorbası ile kebap ve yoğurdu yedik.  Avdet için müsaade istedim.  İsrar istediler.  Fakat zaten mevkiimden ayrılmak benim için mucibi mesuliyet olduğunu, zamanın nezaketi benim daima orada bulunmaklığımı icap ettirdiğini fakat bu iyi halkın davetini redde kalbimde imkân bulamadığımdan ağır bir mesuliyeti deruhte ile geldiğimi ve eğer esnai

S.  189

gaybubetinde düşman gelirse gayri kabil teselli bir azaba düçar olacağımı söyledim.  Mazeretimi kabul ettiler.  Kızıl bir hayvan hazırladılar.  Bir de delikanlı rehber tayin ederek hareket ettik.  Vakit gurubdan bir saat evvel idi.  köyün akşamlık hayatı ne kadar latif idi.  sığırtmaçlar sürüleriyle köye dönüyor, inekler böğürüyor.  Kuzular oğlaklar ağılları önünde toplanmışlar meleşiyor.  Biraz sonra bir kadın ineğine yapışmış süt sağıyor.  Öte yanda bir çocuk keçisini sağıyor.  Herkes devesini evinin önüne bağlamış, zaten ev denilen şey bizim çadırdan farksızdı.  Tarlanın kenarından bir şey koşuyordu.  Tavşan dediler onu müteakip bir daha; ne kadar çok.  Bunları vurmazlar mı? Dedim.  Hayır dediler.  Teşyicilerle vedalaştım, yine o sarp dağlara tırmanmağa başladım.  Biçare hayvanın ayakları tutmuyor.  Zira yalçın kaya.  Bir taraftan yol yok.  Dizlerimden aşağısı çalıların temasından birkaç yerinden kanadı.  Bir taraftan da tehlike mevcut.  Bir yuvarlansam aşağısı uçurum.  İnsan bin parça olacak.  Allah muhafaza buyursun.  Nihayet mevkiimize geldik.  Gurup oldu.  Kelnar’a ısmarladığımız levazımat gelmiş.  Hesabını gördük.  Mektuplara cevap yazdım.  Bana rehberlik eden köylünün de karnını doyurttukdan sonra avdetine müsaade ettim.  Kelnar’dan gelenler tabii geceyi burada geçirdiler. 

     Saat 9 da birinci nöbetçinin “kimdir o ?” diye bağırdığını işittim.  Çadırdan çıktım.  Esbabını sordum cevaben:  “bilmem efendim canavar mıdır, ayımıdır iri bir hayvan!” dedi.  Şüpheye düştüm.

S.  190

etrafı gözden geçirmeye başladım.  ve çalıların arasından onun geçtiğini gördüm.  Merkep kadar bir kurt.  Fakat ateş edilemeyecek münasebetsiz bir mevkide biraz kovaladık.  Homurdanarak kaçtı.  Nöbetçilere dikkat etmelerini ve yanlarına gelirse ateş etmelerini söyledim.  Çadıra avdet ettim.  Bu akşam Ahmet Efendi ile idareye ait uzun bir muhasebe var.  Nısf-ül-leyl’den iki saat sonra ancak bitirebildik. 

     Unuttum.  Köye girerken gördüğümüz yılanı da zikir etmeden geçmeyeceğim.  Kocaman bir şey idi.  hemen üç kulaçtan fazla uzun idi.  bu akşam da bu kadar.

     Lakin bu muharebe yüz muharebesine benzeyecek galiba.

     7.Nisan.1329 — babadal dağları

     Bugün hava lodos esiyor, yağmurda çiliyor, galiba göç edeceğiz.  Çünkü bizim çadır yağmur tutar gibi değil ki.  Ne olursa olsun mutasarrıflığa bir telgraf yazarım, bir çadır isterim.  Yağmur bütün şiddetiyle yağmağa başladı.  Geminin suyu basıldı.

     9.Nisan.329 — babadal dağları

     Bugün de havanın suratı karma karışık ne estiği belli değil.  Yine yağmur başladı.

     Saat kabl-ez-zuhr 7 de Ömer Fevzi beyden iki telgraf geldi bunlara cevap yazdım.

     S.  191

     Bu gece çakal avına çıktım.  Fakat hiç birine rast gelmedim. 

     10.Nisan.329 — babadal dağları

     Bu gün erkenden bizim Mustafa kâhya geldi. Yumurta ile peynir getirmiş.  Biraz görüştük civarımızdaki suyun kuruması hasebiyle ne yapacağımızı düşündük.  Karşıki tepeye göç edelim dedik fakat acaba oranın mevkii musait mi.  Ba’de-l-müzakere mevki tayin edildi, karar verildi.  Lakin baba on deve getireceğini söyledi.  Ertesi gün alessabah develer gelecek bizde gideceğiz.  İnşallah yarın işler biter. 

     11.Nisan.329 — babadal dağları

     Sabahleyin telaşlı sesler içinde uyandım, çadırın kapısında asker Mahmut;  kalkınız efendim diye sesleniyor, nöbetçilerde de fevkalade bir hal var.  Hemen kalktım, rovelverimi aldım, liman şifresini cebime koydum, ne var, ne oluyor dedim, asker Süleyman koştu ve dedi ki:  “aşağıdan birkaç kişi geliyor, birkaç defa “ kimdir o. . . . ? “ dedik cevap vermediler.”

     Asker kalkdı mı dedim ve aynı zamanda çadırın etrafına baktım.  Meğer askerin hepsi silahlanmış, hazır.  Ocağın önüne doğru ilerledim.  Efrat dahi arkamdan dağınık bir halde geliyor.  Top başına birer kişi emir ettim.  Gelenler düşman ise karadan geliyor, o tarafa doğru:  “kimdir o, cevap verin, ateş edeceğim”diye seslendim, cevap geldi:  “oğlum, benim” bir de ne bakayım bizim Mustafa

     S.  192

kâhya.  Biçare adama köydeki jandarmalar iki telgraf vermişler, getirmiş, telgrafları açtım.  Ömer Fevzi beyden, bir kahve içtik.  Mustafa baba develerin yola çıktığını haber verdi. Saatine baktım, ba-de-nısf-ül-leyl  1.30  o halde yatmamız lazım, zira ale-es-sabah yorucu işlerimiz var.

     Saat beş de develer geliyor diye uyandırdılar, asker çorbasını içti. Ben de biraz süt içtim.  Hemen çadırları topladık.  Topları söktük.  Ne var, ne yok hepsini toparladık.  Develere yüklemeğe başladık.  Fakat on kişilik bir müfrezenin ihmalini on deve nakil edemedi.  Biraz eşya kaldı.  Tekrar iki deve göndereceğimizi söyledim.  Ve bir nöbetçi bıraktım.  Tavukları develere astık, koyunları kuzuları, keçileri, yedeğe aldık yola düzüldük yükseklere çıkıyoruz, kara kuzu koşar, onun arkasından keçi, derken öteki.  Bir meydan bulunca da bir oynaşma, sarı kuzu bağırır, siyah koyun sanki yabani, yavrumuz.  Horoz devenin üzerinde öter, devenin çanları ayrı ayrı sedalarla dağları çınlatır.  Öyle bir alem ki ben değil bir şair bile tasvir edemez.

     Mahali maksuda saat sekizde vasıl olduk.  Daha birçok köylüler geldi.  İlk sahile çıktığımızın aynı hemtâ ricâl ile her iş vakti zevale kadar tamam oldu.  Yalnız bugün öğle yemeği pişmedi.  Tabii köylüler de aç olduğundan hep beraber zeytin, ekmeğe sarıldık.  Sonra köylülere müsaade ettim gittiler.  Biz de ufak tefek şeyleri

     S.  193

tanzim ile meşgul olduk, akşamda oldu.  Oh, burası karşıki eski yere nispeten o kadar güzel ki, hem mevki etrafa daha hâkim, hem gemiyi müdafaaya daha elverişli, hem de daha az baskına müsait.  Bahusus su da daha yakın, bu zamana kadar biz buraya niçin gelmemişiz diye düşündüm.  Neticede her şey mükemmel.  Akşam saat sekizde yattım.  Zira top bakiyesi, çadır rekzi, endaht meydanı tathiri, tesviye terabiye gibi işler bizi hayli yordu.  Parolayı verdim.  Mevkiin icabatına göre nöbet yerlerini tayin ettim.  Bakalım ayinei devran ne gösterecek.  Hal buki bu gün yirmi dört.  Galiba beş on gün değil, yüz on gün bekleyeceğiz.  Can sıkıntısından muzdaribiz, ya kimimize kavuşsak.  Veya bir palaz düşman torpidosu kısmetimize çıksa da eğlensek. 

     12.Nisan.329 — babadal dağları — sağ cenah.

     Kaymakam beyin gönderdiği ajanslar geldi.  Saat dokuzda aşağıdan yukarıya doğru üç dört süvarinin geldiğini gördüm.  Beygirin birisi çadır yüklü, sevindim.  Geldiler kemali ihtiram ile beni selamladılar, kahve emir ettim. Sigara verdim.  Biraz muhabbetten sonra çadırı kurduk.  Mutasarrıf beyin mektubuna cevap yazdım avdet ettim, bende çadırın bazı aksamını düzelttim, çünkü eski çadır, bizim için mutasarrıf bey bilmem hangi çiftliğinden aldırmış, lakin oh ne geniş çadır, akşama doğru nefer Hasan çamaşırı da kuzuyu yıkamış ben de

     S.  194

dehşetli kızdım.  Çünkü akşam olmuş, hayvan ıslak, gece ayazda hasta olmak ihtimali var, ne yapayım kuzuyu bu akşam çadıra aldım.  Bu gece ve günde böyle geçti.  Çok şükür rahatız, şimdiye kadar Haydara dan başka düşman da görmedik.  Bir torpidonun gelmesini çok arzu ediyorum ama maalesef gelmiyor.  Ne ise nöbet mevkilerini dolaştım.  Saat ( 10 ) artık yatacağım.  Sahiden zaten ümidi kestik, dağlara da alıştık.  Şimdi isterlerse yüz sene muharebe etsinler.  Eve mektubu yazdım Hamidiye de Bahri Amerde.  Tamam, yat uykuya. 

     13.Nisan.329 —babadal dağları

     Bugün baba biraz yoğurt getirmiş, onla ya ayran yaptık.  Ve birde ( çılbır ) yemeği hazırladık.  Kahvelerimizi içtik.  Topları sildirdim.  Biraz da talim yaptırdım.  Ber mutad hizmet ve vezaif yevmiye derken saat 9.30 da haydi uykuya.

     14.Nisan.329 — babadal dağları

     Kuzuları kendim çayıra indirdim.  Gemiye efrat gönderdim çayırda yattım, kuzular da otladı.  Zuvale doğru avdet ettim.  Öğle yemeğini yedik.  Fakat eksik gedik düşünmek sıkıntı veriyor.  Mancananın birisi daha kırılmış.  Lambanın şişesi de öyle.  Ne ise bunları teceddid ettik.  Erzakımız da geldi.  Gelen muharerata cevap yazdım.  Fakat beynim de şişti.  Bizim refik muhterem hiçbir şeyi üzerine almıyor, divan taburuna bile her vakit çıkmıyor.  Ben ona emir veriyorum oda çavuşu çağırıp söylüyor.  Sanki parolayı ben çavuşa söyleyemez

     S.  195

imişim.  Eksik gedik hepsini ben düşünmeğe mecbur oluyorum.   Beynim şişti sayısı bellisiz guruplu telgraf şifresi yaptım gece saat ( 1 ) yatıyorum.

     15.Nisan.329 — babadal dağları

     Bu sabah geç kalktım.  Saat 8 bir yumurta içtim; bir de kahve.  Su mevkii bozulmuş onu açtırmağa asker gönderdim.  Kuzuları da çayıra yolladım.  Ahmet Efendi ba-de-l-taam haber vermeksizin bir tarafa gitmiş, vakıa civarda gidilecek yer yok ama ordugâhtan ayrılırken benden müsaade alması da nizamen borçlu.  Ne tarafa gittiğini bilmiyorum.  Çağırmak lazım gelse.  Tabii olmayacak.  Yok, müsamahaya gelmez icabına bakmalıyım.

     Küçük bir köylü yoğurt ile kaymak getirmiş.  Onunla biraz konuştum.  Biraz para verdim, gitti.  Suya gidenler geldi.  Ber mutad vazaifi yevmiye sonra uyku. 

     16.Nisan.329 — babadal dağları

     Öğle yemeğini müteakip talim yaptırdım.  Nefer adamın cephane sandığı kaldırırken küreği ağrımış.  Onu ovdurdum.  Diğer efrada tüfekle endaht yaptırdım.  Tüfekleri sildirdim.  Kuzuları çayırdan aldırdım.  Akşam da oldu.  Ba’de-l-taam artık birinci ayın son gecesi parolasını da verdim.  Bu gece kurt avı için koyun derisi alarak ormana gittim.  Kurt bekledim saat 11 oldu gelen giden olmadı.  Çadıra avdet ettim bir sigarayı müteakip yattım.

     S.  196

     17.Nisan.329 — babadal dağları

     Erkence kalktım, fakat bilmem neden yüreğimde bir sıkıntı var.  Tavuk ve kuzular ile hayli uğraştım.  Efrat kalktı.  Çaylarını içtiler.  Ahmet efendiyi geminin suyunu bastırmağa gönderdim.  Bizim baba geldi.  Yağ ile yumurta getirmiş.  Halıyı serdirdim, birer kahve içtik.  Hesabı gördük.  Artık dertleşmeye başladık.  O bana soruyordu müstahfazlerı istiyorlarmış, acaba bedel verilmemi diyordum.  Hayır dedim ve esbabını izah ettim.  Bu esnada nöbetçi haber verdi.  Bir gemi geliyor dedi.  Sordum, posta dediler, ben de Silifke ye gidiyor ehemmiyeti yok dedim.  Biri daha geldi.  “efendim doğru bu tarafa geliyor” dedi.  Hemen kalktım, tarassut mevkiine çıktım.  Dürbün ile bakınca Makedonya sisteminde bir muavin kruvazör ( 1 ) olduğunu gördüm.  Top mevkileri belli oluyordu.  Bandırasını çekmemiş fakat düşman olduğu muhakkak, hemen efradı top başına aldım, mitralyözü iyi bir mevkie nakil eyledim.  Ve Ahmet efendiye parolamız olan düdüğü çaldım, ben emir verinceye kadar hiç kimsenin ateşe başlamamasını sureti katiyede tembih ettim.  Düşman gemisi mütemadiyen sokuluyor, limanın içerisine kadar girdi, mesafe de iki yüze indi, topçulara mesafeyi verdim. Ateş başladı.  İlk mermi biraz uzun düştü.  Düşman dahi tornistana ( 2 ) başladı.  İkinci mermi; bordasında açtığı delikten içeri

( 1 ) Atina

( 2 ) geri harekete

     S.  197

girdi, süratli ateş emrini verdim. 

     Artık birbirini takip eden mermiler düşman gemisinin güvertesine düşüyordu.  Bu müddet zarfında gemiden hiçbir mermi atılmadı.  Mitralyözü yağmur gibi geminin güvertesini yalıyordu, bu esnada ikinci topun kovanı patladı, beş dakika kadar ateşe iştirakten mahrum kaldı.  Hemen onu yaptım ve ateşe başlattım.  Şimdi düşman dahi ateşe başladı.  Mamafih artık menzilimiz dahilinden çıkmıştı.  Mermileri havada yırtıcı sedalar bırakarak tepemizden aşıyor, bizim toplarımız ufak olduğu için mermilerimiz kendisine bir tesir yapamayacağından bilzuhur ateşimizi kesmiş idik.  O ise mütemadiyen atıyor fakat mermileri hep yüksek geçiyordu.  Şaşkın düşman ya mevkiimizi kestiremedi.  Ya mesafeyi bulamadı.  Veya topçuları korkudan sükûnetle endaht edemiyordu, bir gürültü olsun da ne olursa olsun diye vira atıyordu.  Bir mermi önümüzde patladı parçalanan taşlardan birisi efraddan Süleyman’ın ayağına tesadüf ederek hafifçe yaraladı, bizim ateşi kesmekliğimize düşman kim bilir ne mana verdi.  Bizi oradan kaçtı veya toplarımız harap oldu zannıyla olmalı ki tekrar mevkiimize hücum gösterdi, yine aynı veçhile iyice tekribini bekledim.  Ve iyi bir mesafeye girince şiddetli ateşe başlattım bu sefer mermiler daha güzel isabet ediyordu.  Düşman ise firara başlamış yalnız kıçdaki toplar ile ateş edebiliyordu.  Ben düşmanın ikinci hücumunu görünce belki İpapandus gemisini elimizden almağa muvaffak olur diye elimdeki talimat mucibince gemiyi yakmağa karar verdim.  Çünkü

     S.  198

düşmanın talihsiz telgrafı da var, belki bir zırhlı da gelebilir, veyahut menzilimiz haricine çıkarak bizi salim bir mevkiden mütemadiyen bombardımanla mahv edebilir veyahut karaya kuvvetli bir müfreze çıkarır, her halde ben vazifeyi evvela ifa edeyim, gemimi düşmana kaptırmayayım da sonra ne olursam olayım dedim ve mühendis Ahmet efendiyi gemiyi yakmak üzere gaz tenekesi ile gönderdim, Ahmet efendi gitti, düşman da firar ile dört bin metreden ateşe devam ediyordu.  Toplarımın cephanesi azaldı.  Yarabbi cephanem biterde bu herif hala gitmezse ve gemide çabuk yanmazda herif yetişir yakalarsa, ne yaparım, ateş devam ediyor.  Ahmet efendinin gemiye girdiğini gördüm.  Ben de gemiyi ve Ahmet efendiyi muhafaza için top başında bekliyorum.  Nihayet Ahmet Efendi filika ile gemiden ayrıldı.  Ve geminin baş ve kıç tarafından da siyah duman sütunları yükselmeğe başladı.  Düşman adanın arka cihetine dolaştı.  Ve ateşi kesti, harp bir saat yirmi üç dakika devam etti.  Karşıki tepeye hemen yetişin, imdada koşmuş olan köylülere birkaç tüfek verdim.  Ve yanlarına bir de jandarma verdim, düşman gemisi karaya asker dökerse hemen birisinin bana haber vermesini ve diğerlerinin ihraç ameliyatını mani için muharebeye başlamasını tenbih ettim.  İpapandüs kıç tarafından alevler göstermeğe başladı.  Fakat benim istediğim gibi değil, tekrar gidip her tarafından ateşlemek lazım, ya içinde kiremitlerin altında cephane varsa?  Oraya gidenler mahv olacak!  Binaenaleyh kendim gideceğim, fakat düşman henüz kayıp olmadı.  Topların başından da ayrılamıyorum her çaba da tekrar

     S.  199

adam gönderdim ve baş tarafından iyi ateşlemelerini söyledim.  Ben de top ile bordosundan birkaç yerini deldim, şimdi pek mükemmel yanıyor, başdan çıkan alev, rüzgârın tesiriyle ta kıça kadar sarıyor.  Bir saat sonra geminin her tarafı yanmağa başladı, düşman da kayıp oldu.  Bilahare alabanda sancak etmiş Kıbrıs istikametinde gittiğini haber verdiler.  Fakat bizim mevkiimizden görülmüyor, ba-de-l-zuhr saat dört idi dürbünle baktım, Kıbrıs sahiline sokulmuş Anamura doğru gittiğini gördüm.  Mamafih telsiz telgrafı olduğundan bu geminin buradan gitmeyeceğini mülahaza ettim.  Lakin ne yapabilecek?  Mevkuf gemi yanıyor.  Artık benim buradaki vazifem tamam. Şimdi içeriye çekilmek lazım, binaenaleyh köylülere deve getirmelerini söyledim.  Ben de çadırları falan toplattım.  Yalnız topları mevkiinde hazır bulunduruyorum, saat 6 da develer geldi.  Evvela çadırları vesair eşyayı yükledik.  Sonra ufku iyice tarassut ettik meydanda düşman olmadığına kanaat hasıl ettikden sonra topları söktüm.  Bunları da yükledik.  Ahmet efendiyi develerle gönderdim.  Kendim tepeye çıkarak ufku bir daha teftiş ettim.  Fakat bu defa gördüm ki ufukta müdafaa leyliye halinde bir gemi ilerliyor.  Burada saat sekize kadar bekledim.  Maksadım İpapandüs gemisinin tamamıyla yandığını görmek, bir geminin yanması pek kolay iş değil.  Zaten köylülerin bıraktıkları yarım teneke gazın yarısı da su ile karışık imiş.  Direkleri ateş sardı ve hepsi de müthiş bir gürültü ile yıkıldı.  Gemide ağır ağır bordosundaki  mermi deliklerinden dolan sularla

     S.  200

çökmeğe başladı.  Denizin üzerinde yanmış odun parçalarından başka bir şey kalmadı.  Artık ata bindim.  Develere yetişmek üzere yollandım lakin gece olmuş ortalık tamamıyla karanlık, bereket versin jandarmaya, yolları biliyor.  Bana rehberlik ediyor, develere yetiştim.  Hep beraber nısf-ül-leyl’den bir saat evvel köye geldik.  Biraz da keyifsizim.  Kuzuları aldığıma pişman oldum.  Şimdi onları nereye bırakacağım.  Bize bu gecelik bir “taam” verdiler.  Askerler ve biz orada yattık.  Bir taraftan biraz da çorba ile yoğurt getirdiler.  Allah razı olsun.  Fakat köylüler o kadar ihtiyat itmiş ki köyün içerisinde kimse kalmamış.  Çünkü düşmanın attığı mermilerden birçoğu köyün içerisine düşmüş birkaç keçi ile de merkep öldürmüş.  Köylüler de ailelerini ormana götürüb bırakmışlar.  Köylüleri tekrar köye yerleştirinceye kadar nısf-ül-leyl oldu.  İhsan buyurduğu muvaffakiyetten dolayı cenabı hakka hamd ve sena ederek yattım.

     18.Nisan.329 “büyük İyiceli” köyü

     Erkenden kalktım.  Köylüler geldiler.  Biraz süt ile biraz da yoğurt getirmişler, evvela telgrafları verdim, askere kahve altı ettirdim.  Sonra çadırları kurmağa başladık.  Bize de bu köyün hemen sarayı denecek gibi en iyi bir yerini verdiler.  Oraya yerleştik.  Fakat parayı ben ne yapacağım.  Burada mütemadiyen kalamam.  Köylüler mayıs birde yaylağa giderlermiş.  Hal buki vakayı ahire üzerine ihtiyaten bu günden göç etmeğe karar vermişler.  Sanki gidecekleri mevki taarruzdan

    

201

RESİM: Çanakkale harbinde bir hurç manzarası

S.  201

   S.  202

masun veya müstahkem imiş.  Müdür bey ile köylüleri topladım.  Onlara müesser bir nutuk verdim.  Artık hepsi mayıs bire kadar burada kalmağa ve düşman gelirse müdafaa etmeğe karar verdiler.  Öğle yemeğini bu gün dahi peynir ekmek ile geçirdik.  Hemen ocak yaptırdım.  Efrat iki gündür yarı aç olduğundan onlara akşam için eti bol bir fasulye tertip ettim.  Yoğurt da geldi.  Akşam oldu.

     Bari ne güzel yer, keçiler, inekler bağrışıyor, sütler sağılıyor, tavuklar gıdaklıyor, yemeği yedik, burada parolaya filan lüzum yok çünkü köy içi.  Bir nöbetçi kifayet edecek.  Evin önüne oturdum manzarayı seyir ettim.  Bu gün bu kadar inşallah yarın iyi haberler alırım.

     19.Nisan.329 —“ Büyük İyiceli”

     Bu sabah sancı ile uyandım.  Fakat ne karın ağrısına benziyor nede mide.  Arkamdan kasıklarıma doğru bir ızdırab hemen aklıma geldi, bizim Alaattin de aynı sancıya tutulmuş idi.  böbrek sancısı olduğu tahakkuk etmiş idi.  fakat ne müthiş.  Tahammül mümkün değil.  Cenabı hakka yalvardım.  Aman yarabbi burada ne hekim var ne ilaç var.  Ya canımı al, ya bu sancıyı kes.  Tamam, yedi saat kıvrandım.  Köylüler geldi. Boynuz çektiler, fayda etmedi. Bu gün dünya gözümde karardı.  Telgraf falanda almadım bu gün yataktan kalkamadığım için fazla yazamayacağım.

     S.  203

     20.Nisan.329 —Büyük – İyiceli”“   

  Erkenden köyün jandarması geldi ve bir Yunan gemisinin geldiğini söyledi.  Aklıma düşmanın karaya asker sevk etmesi geldi.  Fakat bir gemi ile nasıl olur dedim.  Malum ya asker sevkinde kaide birkaç harp sefinesinin muavenetiyle sefain nakliye azam olur.  İhraç olunacak asker bütün levazım harbiyesiyle sahile dökülür.  Bu müddet zarfında sahilden ihracata mümanaat olunursa sefaini harbiye müdafaaları bombardıman eder.  Hem böyle muhakeme ediyorum hem de nahiye müdürüne keyfiyeti bir pusula ile bildiriyorum ve birlikte keşfe gitmekliğimizi rica ediyorum.  Bana yazdığı cevapta hasta olduğunu bildiriyor.  Ben de yalnız başıma jandarmanın hayvanına binerek sahile gitmeğe ve müşahede edeceğim ahvale nazaran tertibat almağa karar verdim.  Sahile gittim.  Geminin pek uzaklarda olduğunu gördüm.  Tarassuta devam ettim.  Fakat gemi tebaüd ediyordu.  Nihayet kayıp oldu.  Bende avdet ettim.  Lakin sancı da devam ediyor.  Yine akşam oldu.  Hiçbir yerden haber yok.  Ömer Fevzi Bey bizi unutmazdı.  Ne oldu acaba telgrafımı almadı mı yoksa. . .

     Saat ba-de-z-zuhr 6.50 Ömer Fevzi beyden telgraf geldi.  “vukuatı bildiriniz ve taş ucu liman riyasetine namınıza yirmi lira gönderdim alınız,” diyor.  Tuhaf, Fevzi beye vuku hakkında telgraf verdiğim halde acaba niçin almamış.  Yarabbi bu adamı başımıza göndermiye idin halimiz ne olacak idi.  bu kadar müşfik adama ömrümde ilk defa

     S.  204

Tesadüf ediyorum cenabı hak tabii her guruba bir sebep halk ve ilham etmeye idi kürrei arzdaki insanların dörtte üçü çaresizlikten mahf olurdu.  Fevzi beye cevap yazdım.  Bu günde bu kadar.

     21.Nisan.329 — pazar — “Büyük İyiceli”

     Of yine sancı ber devam bilmem ki ne yapayım.  Biçare askerler de hepsi mahzun, benim hastalığım her şeyi alt üst ediyor.  Yarabbi kuvvet ver, arkadaşlarımın ihtiyacatını temin edeyim.  Fevzi beye tekrar telgraf çekerek hastalığımı bildirdim.  Ve bu gün katiyen yataktan kalkamadım.  Mütemadiyen kıvrandım.  Akşamüzeri gözlerim havadis bekliyor.  Silifke ye avdet ediniz diyor.  Hekim ve vesaiti nakliye gönderilmek ve müfrezenin müreffehen Silifke ye nakli ve orada istirahatlarının temini icap edenlere yazdığını ve hususat saireyi bildiriyor. 

      Ayağa kalktım mecalim yok. Bu sancıdan başka hastalık olsaydı yinede ehemmiyet vermezdim.  Allaha dua etmekten başka çare yok.  Mühendis Ahmet Efendi askerler, köylüler hep başucumda kumandan hasta diye köyün hayvanatı bile müteessir.  Fakat hiçbir çare yok.  Mütemadiyen tuğla ısıtıp koyuyoruz.  Yemek namına da yalnız süt.  İnşallah yarın iyi olurum da Silifke ye gideriz. 

     22.Nisan.329 — pazartesi — “Büyük İyiceli”

     Bugün sancım biraz hafifledi.  Fakat pek ziyade takatsiz düşmüş olmalıyım ki birkaç defalar davrandığım halde yataktan kalkamadım.  Bir müddet

     S.  205

yine köylü dayılar ziyarete geldiler.  Bizim ahret pederi Mustafa kâhyada torununu getirmiş, ne güzel bir köylü yavrusu, saatlerce sordum Mustafa kâhya pek ziyade hüzünlü idi, sebebini sordum; çocuğun babası şehit olmuş.  Dedi, bende o halde çocuğu intikam emelleriyle büyütmesini söyledim. 

     Mühendis Ahmet Efendi pek ziyade düşünüyor, galiba benim hastalığımdan müteessir oluyor.  Çünkü hastalığım uzadıkça onların da benim yüzümden bu dağ başlarında kalmaları tabii.

     Bu günü de köylü dayılarla sohbet ve muharebe hakkında tafsilat vermekle geçirdik. 

     23.Nisan.329 — Salı — “Büyük İyiceli”

     Erkenden kalktım, ilk işim; tavukları, horozları kestirmek oldu.  Bunları yol yemeği söğüş yapmalarını söyledim.  Efradın nısfını çamaşırlarını yıkamak için çayın kenarına gönderdim bende onlarla bir hemhal olayım diye bir gömlek yıkadım.  Öğle yemeğini müteakip mütebaki nısfını gönderdim.  Ahmet Efendi ile ba’de-l-müzakere yarın harekete karar verdim.  Jandarma ile köyün muhtarını ve ileri gelenleri çağırttım.  Aliyy-ül-sabah bize on iki deve ile birkaç merkep bulmalarını ve lazım gelen ücret neden ibaret ise haber vermelerini söyledim.  Bu iyi kalpli samimi insanlar hep birden ağlamağa başladılar.  Ve: “biz sizi çok sevdik, niçin gidiyorsunuz.  Yoksa bizden memnun mu değilsiniz?” dediler aman yarabbi; ne iyi insanlar, onlarla beraber ben de ağlamağa başladım.

     S.  206

Hakikaten biz köylülere pek ziyade alışmış adeta bizde oralı olmuştuk.  Kendilerini teselli ettim.  Askerliğin fazailinden büyüklüğünden fakat emre itaat mecburiyetinden bahis ettim.

     Bu akşam köyün muhtarı ve bütün ileri gelenleriyle hep beraber yemek yemek tekrar etti.  ( damdan) çıktım.  Topları söktürdüm.  Köylüler başıma toplandı, behemehâl mitralyözü endaht etmekliğimi rica ettiler.  Tahminen yirmi fişek kadar askere endaht talimi yaptırdım.  Endahtı hayretle seyir ettiler ve : “bu ne yaman şey, bundan bizde mi çok var yoksa düşmanlarda mı? “ diye sordular, cevaben “onlarda da bizde de çok olduğu” söyledim.  Fakat onlar “bizde daha çok olduğunu “ istiyorlar inşallah dedim.  Pek yakında terk edeceğiz.  Buralara mektepler, yollar, şimendiferler dahi yapılacak o zaman daha yakından toplarımızı tüfeklerimizi görmek ve anlamak sizin için kabil olacak yalnız siz düşmanlarımıza karşı beslemekte olduğunuz intikam hislerini ilelebet muhafaza ediniz.  Bu devlet çok vartalara uğradı fakat milletin azim ve metaneti sayesinde birçok felaketlere çare buldu.  Ava bile çıktığınız zaman endaht ederken düşmanı hatırdan geçirin dedim. Bu konferansı yemek takip etti yemek dahi aynı sözlerle geçti.  Kahvelerimizi içtikten sonra divan taburu ve vuzaifi mutadda ve akabinde askere yatmasını emir ettim.  Biraz sonra bir tepsi tatlı getirdiler,  bizi gidiyor diye köylüler tatlı yapmışlar, ömrümde ilk defa gördüğüm bir şey, undan, yumurtadan, yağdan,

     S.  207

baldan yapılmış tuhaf bir halde, fakat ne lezzetli, köylüler gittiler, bizde yattık, inşallah yarın sancı tekrarlamaz da yola çıkarız.

     24.Nisan.329 — perşembe — “Büyük İyiceli”

     Beni bugün sabah nöbetçisi erkenden uyandırdı, develerin geldiğini söyledi, hemen kalktım, giyindim, fakat sancı da hafif hafif yokluyor, ne olursa olsun harekete karar vermiştim, topları, mitralyözü ve eslihayı yüklettim, dört merkep bir ester bir de jandarmanın beygiri kaldı.  Beygire ben bindim, estere Ahmet Efendi, sekiz neferin dördünü merkeplere bindirdim diğer diğer dördünü yaya yürüyecekler ve muayyen zamanlarda binenlerle mübadele edecekler, yanlarına bir miktar cephane ile tüfeklerini verdim meslah olanları sürat katarlarının ( kervanın ) cenahlarına taksim ettim, bu havalide sürat katarı develer! Bir de tabancalarımızı takındık, yürüyüşe hazırlandık. 

     Köylüler etrafımızı sardı.  Hayvana binmezden evvel köyün en ihtiyarlarından en küçüğüne kadar hepsi yüzümün müteaddit yerlerinden öptüler, artık ağlaşmağa başladık ve yola düzüldük, bizi teşyi ye kalkan köylülere zahmet etmemelerini söyledim fakat arz edemedim hayır, dediler. “ Sizi diğer köyün sınırına kadar götüreceğiz,  ovacık köylülerine teslim edeceğiz” fakat bu zavallılar sekiz saatlik yolu demek hatır için gidip gelecekler.  Ne yapayım çevirmek kabil değil artık yola düştük.  Muhadderât bile evdeki işlerini bırakmışlar bizimle meşguller, kimisi kapısının önünde bekliyor, Allah selamet versin diye bağırıyor,

     S.  208

Kimisi bilâ ihtiyar kafileye iltihak etmiş birlikte geliyor, dört saat yürüdük sonra mola verdik.  Biraz yemek yedik.  Akabinde yine koyulduk.  “ovacık” hududuna geldiğimiz zaman köyün muhtarı ile ileri gelenlerinden yüzbaşı oğlu Ahmet ağa yanıma sokuldu ve dedi: kumandan bey, İstanbul’a varınca bizim için de padişah babamızın hakıpayina yüz süresin, bunlar umum köylüler namına temenniyatta bulunuyordu.  Sureti münasebede mukabele ettim. Tekrar öpüştük, birçok öpüştük, zorla ayrıldık.  İşte benim de burada birkaç okka kanım kurudu.  Sevgili gemimden ( 1 ) ilk ayrıldığım gün his ettiğim iftirak acılarını bütün şiddetiyle burada da duydum.  Lakin ne samimi ve müessir!

     Ovacığa muvasalat ettik, orada da bütün ahali bizi istikbal etti. Fakat burasının farkı büyük “ epeyceliden “ den pek çok, bir defa ev var, hani ahali setre pantolon giyiyor.  Lisanları da daha başka kumandanın geldiğini söylediler.  Baktım ki bizi musademeden evvel tepede ziyaret eden Nureddin Efendi eslihayı karakola aldık.  Efradı yerleştirdik.  Kendilerine kahve tütün getirttim.  Beni de sancı yakaladı.  Ah yarabbi bu sancıyı ilelebet çekeceğim.  Köyün en zengini olan Vehbi Efendi geldi.  Beni kıvranmakta buldu.  Davet edilen yerlere kuvvetim yok ki gideyim.  Biçare askerler başucuma toplanmış hepsi mahzun, mümkün olsa çektiğim azabı kendileri deruhte edecek Vehbi Efendi derhal avdet etti.  Sonra yanında keçe külahlı, biraz sakallı dinç ve iri bir gemici ile

( 1 ) Hamidiyeden

     S.  209

geldi.  Gemici bana “oğlum ne oldun?” dedi.  Hali anlattım eline bir mendil aldı.  Parmağına doladı zeytinyağına batırdı, karnımda bir şeyler yaptı.  Sancı da o anda kesildi.  Sonradan anladım ki o adam benim göbeğim düşmüş zan etmiş.  Mamafih bidayeten tarafeyn itikatlarının sağlamlığı idi ki sancıyı dindirdi.  Bu adamın kim olduğunu sordum:  “kıbrısın Leh Musi kariyesinden hacı Yusuf kaptan” olduğunu söyledi.  Para verdim, kabul etmedi.  Ve dedi “ben gemicilik ederim, sen de gemicisin, hem de milletin için hayatını bağışlamışsın ben senden nasıl para alırım?” ben de adresini aldım ve sağ oldukça kendisini unutmuyacağımı söyledim.  O da benim adresimi aldı.  Artık iyileştim.  Hep beraber kalktık, Vehbi efendinin evine gittik.  Adeta konak, geniş bir odada oturduk.  Askeri de diğer bir odada oturttular.  Son derece ikram gördük.  Vakta ki yemekler yenildi.  Harekâtımız hakkında tafsilat istediler, hem de ta kaleden hurucumuzdan itibaren anlatmağa başladım:  Artık bütün mevcudiyetleriyle bir kulak kesilmiş dinliyorlardı.  Fakat vakayı ilk defa olarak anlatmağa başladığım için kendim dahi anlatırken mütehassis oluyorum.  Nihayet hikaye bitti.  İhzar olunan yataklara yattık Çanakkale boğazından çıktığımız günden yani dört aydan beri ilk defa olarak rahat bir yatakta asude bir uykuya dalacağımı tahayyül ederek sevindim.  Fakat mateessüf gece de ferahtan, sevinçten, uyuyamadım.  Demek ki bu rahat tahayyülatı da mevsimsiz imiş

     S.  210

Bahri Ahmer cevlân-ı

     Hamidiye Bahri Ahmere hareket emrini aldı.  Ve muvakkaten Yemen vilayeti emrine tevdi edildi.  Yemen valisi Seyid İdris ile mülakat ve müşaraleyhi ise mahal mülakata Hamidiye isal edecekti.  Zaten düşman sefaini ticariyesi Bahri Sefidin mıntıka-i cenubiyesindeki seferlerini hemen tatil etmiş olmaları dolayısıyle takip edilecek sefine hemen yok gibi idi.  bahusus makina ve kazanlar tamir ve tesviyeye ihtiyaç gösteriyordu.  Vakıa Bahri Ahmer dahi emin değildi.  Çünkü düşman filosu Hamidiye ye hücum etmek isterse oraya da geçebilirdi.  Birlikte getireceği nakliye sefainiyle kömürünü ve levazımını da taşıyabilirdi.  Fakat düşman filosu Bahri Ahmere geçinceye kadar Hamidiye Süveyş de uzaktan bulunduğu mesafeden gayrı lâakal on iki saat emniyette idi.  Çünkü Bahri Ahmere dahil olacak olan düşman filosu behemehal Süveyş kanalından geçecek ve bu kanalı geçmek için laakal on iki saat sarf edecek idi.  bu halde ise Port Said’deki telsiz telgraf vasıtasıyle Hamidiye ikaz edilecekti, binaenaleyh Yunan filosunun Süveyşe dahil olduğu havadisi alınıncaya kadar Hamidiye mürettebatı Bahri Ahmer’de alelade bir hayat geçirebilirler, mesela lüzumu kadar uyku ve istirahat temin edebilir, ona

     S.  211

öre makinenin bazı aksamını çözebilirlerdi.  Hâlbuki Bahri Sefid’de öyle değildi.  Hiç kimse beş dakika sonra bir baskına uğranılmayacağını temin edemezdi.  Binaenaleyh lüzumu kadar ne uyumak, ne dinlenmek, ne de makinenin vidasını gevşetmek kabil değil idi. daima harbe hazır bir halde kalmak lazım, bu ise harp etmekten daha müşküldü.  Mamafih Hamidiye Yunan filosunun Bahri Ahmere geçtiğini çok isterdi.  Çünkü ona güzel bir oyun oynayacaktı.  Fakat tabiidir ki, onu burada ifşa edecek değiliz.

     Hamidiye “Gaza” önünden kıyam ederek martın yirmi dördüncü Pazar günü kablelzuval Port Saide muvasalat ve pazarertesi günü kanala duhul ve bir gece “İsmailiye” de aram ettikten sonra ertesi gün Süveyşe vasıl oldu.  Hamidiyedeki kömür Ciddeye kadar kifayet ediyordu.  Ciddede ise kömür vardı.  Hal harb dolayısıyle Süveyşte ancak yirmi dört saat kadar aram edildiğinden sonra martın yirmiyedinci günü Süveyşden hareket ve otuzuncu günü kablelzuhur saat  6.30 da Ciddeye muvasalat olundu.  Kömür alındı ve nisanın birinci günü hareket ve üçüncü günü Hadideye ve sonra nisanın onuncu günü “Lehe” ye muvasalat olundu.  Ve Yemen valisi ile heyeti mahsusası hamilen nisanın onbirinci günü baadelzuval saat 3.30 da hareket ve gurubu müteakip “Hebil” e muvasalat edildi.  Heyet ertesi gün karaya çıktı.  Ve bir müddet aramadan sonra kuruvazöre avdet edildi.  Nisanın onüçüncü günü alielsabah oradan hareket olunduk.

     S.  212

filelzeval saat yedide “midi”ye muvasalat olundu.  Ve nisanın yirmibirici gününe kadar orada aram edildi.  Yevmi mezkürda baadelzeval saat birbuçukda Çizan kasabası pişeğahına muvasalat olunduk.  Nisanın yirmibeşinci pencişenbe gününe kadar orada kalındıktan sonra aynı günün sabahı Çizandan hareketle Lehiyeye avdet ve muvasalat edildi. 

     Nisanın yirmialtıncı günü Hadideye azimet ve ihtiyacatın ikmaliyle yirmisekizinci günü Kamerana hareket edildi.  Mayısın dördüncü günü alınan emir üzerine “leheye” ye azimet edildi.  Mayısın onuncu günü Kamerana ve onbeşinci günü Hadideye hareket ve muvasalat olundu.  Mayısın yirminci günü tekrar Kamerana gelindi.  Haziranın ikinci günü Kamerandan hareketle altıncı pencişembe günü akşamı süveyşe muvasalat edildi.  Fakat Yunan hükümetiyle mukaddematı sulhiye imzalanmış olduğu gibi Mısır hükümetinin bitaraflık mazereti de bu suretle zail olduğundan işarı ahire değin kalınması emri geldi.  Ve bu vesile ile bazı tamiratın icra ve itimamına başlandı.  Agostosun sekizinci pencişenbe günü bahriye nezareti celilesinden alınan emir mucibince hareketle yevmi mezkür akşamı Port Saide muvasalat olundu.  İktiza eden kömür badeltahmil ak denize çıkıldı.  Hamidiye gayet garib bir vaziyette idi.  vakıa mukaddematı sulhiye imza edilmiş olmakla sureti umumiyede hali harb zail olmuş ve hatta Mısır hükümeti Hamidiyenin Mısır sularında bulunmasına musaade ve ihtiyacatını temin etmişti.  Fakat sulh kati teessüs

     S.  213

etmediği cihetle aceba Hamidiyeye Yunan dononması rast gelirse ne yapılacak idi.  Bu muayen değildi.  Hükümet seniyye ile Yunan hükümeti arasında tarafın bahriyesi için hali harbin zail olduğuna dair bir itilaf mevcud değildi.  Binaenaleyh Hamidiye her hale karşı ihtiyaten hali harbde imiş gibi muteyakkız hareket ediyordu.

     Hamidiye Port Saidden ağostosun dokuzuncu günü hareketle ertesi günü Gazeye muvasalat ve orada bazı işleri tesviye ettikten sonra adalar denizine müteveccihen hareket eyledi.  Oğustosun on ikinci Pazar günü baadelzeval saat 1.30 da Nikarba adasının (panus) feneri hizasına saatde on mil süratle geldiği sırada iskele makinası sakatlanarak muattal kaldı.  Makine istoper edilerek tek makine ile ve pek batı bir hareketle yola devam ve aynı zamanda tamirata ibtidar edildi.  Vakia olan sai ve gayret neticesi onbir saat zarfında ameliyat ikmal olunarak nısfelleylde iskele makinasının bitekrar tahrikine muvaffakiyet hasıl oldu.  Bu esnada Hamidiye Yunanın ipsara adası civarında idi.  ağostosun onüçüncü günü sabahı İzmire muvasalat olundu.  Hamidiye şu makine sakatlığı zamanında pek tehlikali dakikalar geçirmiş idi.  hatta Hamideye suvarisi bu an bir saat zarfındaki çektiğim azab kadar bütün müddeti hayatımda sıkıntı görmedim demişti.  Çünki Hamidiyenin hayatı zaten süratinden ibaret değil mi idi?  Oda zail olunca! Bilhassa Yunan adalarının gözü önünde ve Yunan donanmasının ortasında tam bir mıntıkai mehlikede muattal kalmak ne kadar fena bir şey idi. 

     S.  214

Fakat cenabı hak mutevekkilleri burada da muhafaza buyurdu.  Ve makinanın kudretine istinad etmenin kâfi olmadığını gösterdi ve buna mukabil halis ve dindar kalblerin mükafatı olmak üzere kendilerine metanet ve selamet ihsan eyledi.  Alınmış olan emir telgrafı mucibince ağostosun yirmiüçüncü Cuma günü akşamı İzmirden kalei sultaniyeye müteveccihen hareket olundu.  Ve Hamidiye yine harbe hazır bir halde büyük bir dikkat ve teyakkuzla boğaza doğru seyir ediyordu.  Ağostosun yirmidördüncü sabahı çanakkaleye benayetiallah kazasız, belasız, elemsiz, kedersiz muvasalat olunarak her dakikası bir ölüm yolunu takib eden şu uzun ve harikalığa da cevlan ve şu mühim gaza muvaffakıyetle neticelendi.  Ve buna bütün Hamidiye mürettebatıyla beraber Osmanlı ve İslam alemi de şükürler eyledi.

     Garibdir ki Hamidiyenin avdeti esnasında Yunanistana gelen bir telgraf Dedeağaç önünde bulunan Yunanın bir zırhlı ve üç torpidosunun Hamidiye tarafından gark edildiği haberini isal etmiş ve bunun üzerine büyük bir tesir hasıl olarak siyah matem bayrakları çekilmiş, hükümet tehlikeye düşmüş, sonra yanlış olduğu tebeyyün ederek geniş bir nefes alınmıştır.

     S.  215

Çanakkaleden İstanbula

Hamidiye’nin kale’ye vürûdu:

Hamidiye’nin Çanakkale’den İstanbul’a avdeti tafsilatını aynen “Tanin”in 26 Ağustos 329 tarihli nüshasından ahz ve derç ediyoruz. 

     Kışın bütün aylarını Akidenizin fırtına ve dalgaları arasında geçiren, düşmanın faik kuvveti karşısında bi fütur ve lakayd vazifesini yapan ve birçok senelerin elem ve mesâibi içinde bile Türk ve Osmanlı asalet ve azametinin zerre kadar düşmediğini bir defa daha ispat eden muazzez Hamidiye 24 Ağustos sabahı kaleisultaniyeden geçmiş, Nara önünde Barbaros ve Turgut reis zırhlılarıyla mecidiye kruvazörü arasında saat dokuzda demirlemiştir.

     Güzergâhında:

     Hamidiye boğazdan ilerlediği sırada istihkâmât önüne askerler dizilmiş, Akdeniz de Türk şevket ve şerefini yükselten bu kahraman kardeşlere ilk resmi selamı ifa eylemiştir.  Bütün bu merasime Hamidiye’nin âlicenap zabit ve neferleri samimi ve resmi bir ihtiram ile cevap veriyordu.  Hamidiye, başkumandanlık vekaleti celilesi namına binbaşı

     S.  216

Ömer Fevzi Bey ve harp sefineleri namına da Berk Satvet torpido kruvazörü tarafından istikbal olunmuştur. 

     Kal’a-i sultaniye istihkâmında bir bando askeri müzikası milli havalarla denizler kahramanının vürudunu tesid ediyor, bütün muhit milli ve muhteşem bir teheyyüçle doluyordu.  Çanakkale de bütün halk ya kıyılara yığılmış yahut mevcut kayık ve istimbotları donatarak istikbale çıkmıştı;  alay sancaklarının latif dalgaları altında Hamidiye bütün mürettebatını güverteye dizdi ve hepsi sakin ve vakur bir tevazula kendilerini istikbal eden resmi ve hususi ziyaretlere resmi selamı ifa ettiler;  Amiral zırhlısı bulunan Barbaros la diğer harp sefinelerinin yanından geçildiği sırada mütekabilen merasimi ihtiramiye ifa ediliyor, her geminin etrafında sıra sıra tanzim olunan askerlerin saf ve samimi bir sesle tekrar ettiği:  “padişahım çok yaşa “ ları yayılıp dağılıyordu.  Hamidiye demir atınca civarındaki sefaini muzaffer toplarıyla da selamlamış ve her gemiden aynı suretle mukabele alınmıştır.

     Rauf Bey ve ziyaretler:

     Rauf Bey donanma kumandanını resmen ziyaret için Barbaros’a gitmiş ve diğer sefain kumandanları da oraya davet edilmiştir.  Bunun üzerine harp sefineleri kumandanları ve erkânıyla Hamidiye’nin kumandanı arasında mütekabil ziyaretler teati olundu;  Hamidiye’nin bütün zabit ve neferleri korkunç bir kışın nihayetsiz güçlüklerine rağmen sıhhat ve kuvvetlerini kayıp

     S.  217

etmemişlerdi;  hepsi yaptıkları muazzam vazife ve fedakârlığın verdiği itminan ve vakar ile dolaşıyorlardı;  gemi Çanakkale ye kadar, binlerce korkulu anlara rağmen, bila hadise gelmiştir.

     İstanbul’a doğru:

     Ba-de-z-zuhr saat ikide hareket edilmiş ve yarım yolla boğaz terk olunmağa başlanmıştı;  Gelibolu ya takrip olunduğu zaman Cavit paşa hazretleri istimbotla istikbale geldiler;  paşa Hamidiye ye dahil olduğu sırada Hamidiye mürettebatı tarafından resmi selam ve ihtiram ifa olunuyordu.  Kumandan Rauf Bey Cavit paşayı tazim ve samimiyetle karşılamış ve yirmi dakika kadar salonda beraber konuşmuşlardır.

     Tam Gelibolu hizalarına gelinmişti;  birden bire donanmış kayık ve istimbotlar içinde Hamidiye’nin güzergâhına çıkan birçok istikbalciler göründü;  Hamidiye burada tevakkuf etmeyerek yalnız biraz yolunu kesmiş ve halk pür heyecan alkışlarıyla kahraman vatandaşlarını selamlamıştı. Gelibolu da medfûn mazenne-i keramdan yazıcı Mehmet Efendi merhumun kabrine bir topla ihtiram ifa olundu;  bu esnada bütün mürettebat güvertede saflar teşkil ederek kumandan ve zabitan hazır bulunduğu halde Hamidiye’nin imamı efendi tarafından okunan duayı dinliyor ve merhumun ruhuna Fatiha ithaf ediyorlardı.

     Nihayet Akidenizin uzun ve meşakkatli hatıralarını taşıyan bu kar tekne Marmara’nın temiz ve durgun suları içine atılmış,

     S.  218

güzel ve harbin bir yaz güneşiyle yanan şark günleri altında güzel payitahta doğru yola çıkmıştı.

     Yoldaki merasim ve nutuklar:

     Yolda Hamidiye içinde icra olunan merasimi bir vech ati nakil ediyoruz:

     Hamidiye dışarı çıktığı zaman devrei faaliyetinde ihtiyaçlarını tedarik etmek üzere başkumandanlık vekâletinden memur buyrulup mukaddemat selahiyenin imza edilmesini müteakip memuriyetinden avdet eden Ömer Fevzi Bey yine başkumandanlık vekâleti celilesi namına ifayı istikbal için Hamidiye ye gelmiş bulunuyordu.  Vazifesi Hamidiye kumandan ve mürettebatını istikbal etmek, karada yurt için çalışan ordunun selam ve tebriğini deniz yiğitlerine tebliğ eylemekti.  Kumandan Rauf Bey atideki hamlelerle meseleyi zabitan ve mürettebata anlatmıştır: 

     “arkadaşlar, Celili paşa efendimiz Binbaşı Ömer Fevzi Beyi bizi taltife memur etmiştir;  müşâraliye hazretleri tarafından bu lütfe mazhar olmaklığımız bizim için pek büyük bir şeref ve mefharet teşkil eder.

     Çünkü biz askeriz ve kendileri mukaddes kumandanımız padişahımız efendimizin vekilleridir.  Bilumum harekât askeriyeyi idare etmektedirler. Bu taltif ve iltifat hissemize isabet eden vazifei harbiyeyi ifa ettiğimize bir delil teşkil ettiği cihetle vicdanen müsterih olabiliriz.”

     S.  219

aynı zamanda bundan ikinci bir saadet daha duyuyoruz;  çünkü istikbalimize memur buyurdukları Ömer Fevzi bey malumunuz olduğu üzere bizim kıymettar bir vazife arkadaşımızdır.  Eyyam mesaimizde Hamidiye’yi bir gün bile muhtaç bırakmayan, bir saat bile bizi sıkıntıya duçar etmeyen Ömer Fevzi bey ihtiyacatımızı temin ve harekâtımızı teshil için her türlü zahmete katlanmış ve Hamidiye için her himmeti bedel etmiştir.  Böyle kıymettar bir refikimizin bu suretle memuriyeti bizi ikinci bir suretle de taltif demektir.  Şimdi kendileri sizlere başkumandan vekili paşa hazretlerinin selam ve iltifatlarını tebliğ ve tebşir buyuracaklardır.” Demiştir.

     Bunun üzerine binbaşı Ömer Fevzi Bey ber-vechi zir söze başlamıştır:

 Asker!

     Umum ordu ve donanmanın başkumandan efendisi padişahımız efendimiz hazretleridir.  Binaenaleyh muharip ordu ve donanmamızın başında büyük babamız şevket-lü padişahımız efendimiz bulunuyor.  Kendilerinin bir vekili vardır.  O da İzzet paşa hazretleridir.  İşte izzet paşa hazretleri beni sizlerin istikbaline göndermiştir.  Hem İzzet paşa hazretlerinin namına, hem de kumandası altındaki umum seferber ordular zabitan ve efradı namına geldim demektir.  Size başkumandan vekili celilinin selamlarını, aferinlerini tebliğ eyler ve umum silah arkadaşlarınız namına muhabbet ve iştiyak ve samimiyet ve takdirat ile sizi kucaklarım.  Umum milletin mukadderatını, saadet ve felaketi mesuliyetini padişahımız efendimiz hazretlerine karşı tanıyan başkumandan vekili İzzet paşa hazretlerinin ve umum ordu heyeti mütehaddesinin şu takdiratına mazhariyetiniz tabiidir ki umum milletin takdiratına mazharıyet demektir.  Netice itibariyle şevketli padişahımızın kalp hümayunları sizlerden memnun demektir.  Sizlerin cesurane harekâtınızın muvaffakıyetle neticelenmesi padişahımızın ve umum milleti Osmaniye’nin ve âlem islamın şark ve garbındaki duası semeresidir.  Ve bu duaların “nezd-i ilâhiyyede “ müstecâb olması

     S.  220

ve tevfikatı ilâhiye ye mütehak olmanız çalışmanızdan, rizai padişahı ve hizmeti vataniye uğrundaki fedakârlığınızdan, teslimiyet ve tevekkel namınızdan ileri gelmiştir.  Bir seneye karib bir müddet şu zayıf tekneyi o deryalarda yaşatan, boyunlarınızı, sancağınızı düşmana aldırmıyan hep bu mazhariyetiniz neticesidir.  İşte inayeti ilâhiye ye istihkakınız sayesindedir ki Hamidiye’nin taşıdığı bu mübarek Osmanlı sancağı Karadenizde, Akdenizde adalar ve Yunan denizinde, Adriyatik denizinde, Şap denizinde hülasa dünyanın üç kıtası sahilinde ve dört düşman devletin ordugâhları, istihkâmları filoları karşısında şan ve şerefle temevvüç etmiş, şevketi daima muhafaza edilmiştir.

     Münhasır Osmanlı ve İslam âleminin ateşin ve hazin gözyaşlarına bu sancak çare olmuştur.  Bu geminin bu suretle bir vazife ifasına muvaffakıyeti o kalplere ümidi hayat, ruhlara birer nefhai- teselliyet vermiştir. 

     Hamidiye bir şalei ümitle parlayan bir seyyare gibi ufukları dolaşmıştır. 

     Bütün dünya anladı ki Osmanlı donanmasının en zayıf bir gemisi bile emir olunan her vazifeyi ifaya bütün mevcudiyetiyle azim edebilecek ve bu uğurda her an zuhuru melhuz ölümü seve seve karşılayacak havası haiz mürettebata maliktir.  Siz boğazlardan sekiz ay evvel çıktığınız zaman bir saat sonra mahf olabilirdiniz.  Ve yine vazifenizi şan ve şerefle ifa etmiş sayılırdınız.  Çünkü ihtilafınıza şerefli bir numune göstermiş olurdunuz.  Siz fedakârlıkla çıkmış ve fakat cenabı hak ömre vefa etmemiş olurdu.  Ancak bu ölümler, bu gibi makasid mukaddese uğrunda pek vicdanla, halis niyetle, dindar ve mütevekkil bir kalple aramış olmanız sizi kazadan masun bıraktırdı. 

     Beşeriyetin, her anını yüzde yüz tehlikede gördüğü bu olan mesaiyi cenabı hak selamet ve muvaffakıyet ile tetvîç etti.  Bir mucize derecesinde mükâfat ile nihayetlendirdi. 

     İşte arkadaşlarım,  hüsnüniyet ve ikdam ve gayretinizin derecesine ise bu mükâfat ilahi bir delildir.  Şerefi milliye ve namus askeriyeyi muhafaza hususundaki azim ve ulu himmetiniz herkesi hayran, düşmanlarınızı bile takdir hevân etmiştir.

     S.  221

          Hamidiye’nin sancağını teslim etmektense batacağınıza, fakat bu batışı bahalıya satacağınıza,  Hamidiye’nin sancağını, kendisini değil en adi bir çivisini bile teslim etmeyeceğinize, hatta bitaraf bir devlete bile terki silah etmek niyetinde olmadığınıza düşmanlarınız kanaat getirdiğindendir ki size atıf ehemmiyet ve hürmet etmiştir.

     Siz bir akıncı olarak çıktığınız, fakat korsanlığa tenezzül etmediniz.  Hiçbir bitaraf gemiden hayatı muayeşetinizi teşkil eden kömürünüzü bile ne zorla, ne rıza ile istemediğiniz. Hiçbir acize dokunmadınız.  Hiçbir yerde zulüm etmediniz.

     Vasıta-i müdafaası olmayan hiçbir sahile, hiçbir binaya top atmadınız hiçbir yerde tenezzül ve sukud göstermediniz, hiç kimseye minnet, hiç kimseden perva etmediniz.  Daima Mert, daima Osmanlı yaşadınız, esirlerinize kendi yemeklerinizi verdiniz, kendi yataklarınızı verdiniz, onlara kendilerinden ziyade iltifat ettiniz.  Evet, siz her şeyi yalnız cenabı haktan istediniz.  Yalnız cenabı hakka boyun eğdiniz.  Yalnız ona yalvardınız.  Bu suretle cenabı hakkın mükâfatına müstahak oldunuz.  Ve şu aciz gemi ile düşman filosuna karşı bir mevcudiyet göstererek sahil Osmaniye’nin taarruzdan masuniyetini ve fakir gemicilerimizin serbest hareket ve ticaretlerini temin ettiniz.  Ordu ve donanmanın menfaatine ettiğiniz hizmetler de ayrıca bir fasıl teşkil eder.  Yalnız şurasını hatırlatayım ki boğazdan hurucunuzla Yunan donanmasından bir zırhlı ile dört destoriyer ayırtarak Adriyatik’i muhafazaya mecbur ettiniz ki cürümünüzün üç dört misli bir kuvvet derecesinde düşman kuvvei asliyesini zayıflattınız.  Sonra da bu filonun tahtı muhafazasındaki havza bela perva girdiniz ve mühim vazifeler ifa ederek avn hakla çıktınız. Başkaca düşman kuvvei asliyesinden birkaç torpidoyu üstünüze celp ile müteferriken dolaştırdınız.  Düşman kuvveiasliyesini bir hayli daha zayıflattınız, muhterem arkadaşlarım bu fedakârlığınızla sevgili padişahımızı sevindirdiniz.  Osmanlı milletinin yüzünü ağarttınız.  Barbarosların taşıdığı sancağı gezdirdiniz.  Saatlerce günlerce değil aylarca vazife başında

     S.  222

top başında ayakta kaldınız, rahat uyku uyumadınız, bilcümle enasırı Osmaniyenin Osmanlı vatanı Osmanlı sancağı şan ve şerefi, namına el birliğiyle nasıl çalışabileceğini gösterdiniz.  Cenabı haktan daima bu gibi hizmeti âliye ifası fırsatını bilcümle silah arkadaşlarıma nasip eylemesine ve başkumandanımız sevgili padişahımız efendimiz hazretlerinin afiyet ve muvaffakıyetlerine dua ve kemali tazim ile Hamidiye’nin bu mübarek sancağını öperek söze nihayet verir ve gazanızı tebrik ederim, padişahım çok yaşa.

     Buna, Rauf Bey şu suretle mukabele etmiştir:

     “vuku bulan beyanatınız bizi fevkalade memnun ve mütehassıs etti, başkumandan vekili paşa efendimizin ve umum silah arkadaşlarımızın iltifat ve teveccühleriyle müftehhar ve müteşekkiriz:  bu husustaki bi nihaye şükranımızın başkumandan paşa hazretlerine arzını kendim ve refikam namına bilhassa rica ederim.

Hamidiye İstanbulda

İstanbula girerken:

Hamidiye nısfellilden sonra yolunu tenkis etmiş, sabahleyin sekizde Ayastafonos önünüde bulunmak üzere harekete başlamıştır. 

     Yedi buçuk raddelerinde Hamidiye Ayastafonos önüne takrib ederken uzaktan birer ikişer istikbal heyetlerinin takrib etmekte olduğu görülüyordu.  Hamidiye yolunu büsbütün tevkif etti.  Evvela şirketin buharlı vapurunda bulunan müdafaayı milliye cemiyeti, aynı zamanda üç torpito Hamidiyenin yanına gelmişlerdi.

     Torpitolardan birinde bahriye, dahiliye, maliye nazırları ve ser yaver hazreti Şehriyari ve umrayı bahriye bulunduğu muhabere ile anlaşılınca derhal Hamidiyeden bir sandal indirilerek müşaraleyhim gemiye alınmışlardır.  Nazarı merasim mahsusa ile istikbal edildikten sonra Ramiz bey Rauf beyi bahriye nazırı Mahmut paşaya takdim etmiş, Rauf bey de ikinci suvari Adil beyi ve sair erkanı müşarahiye takdim eylemiştir.

     Bahriye nazırı paşa Hamidiye mürettebatını teftiş ettikten sonra  müessir ve samimi birkaç kelime gazalarını tebrik etmiş ve gerek kendilerinin. . . . . .

————–*******—————-

222_harita

         224-1                      Hamidiye mürettebatından bir gurup