DONANMA MECMUASI 69 – 23,Kasım,1914

DONANMA MECMUASI 69 / 23,Teşrinisani,1914

0486_0021-69_Page_01-2

0486_0021-69_Page_02-2

FETVA-I ŞERİFE

    ((İslamiyet aleyhine tehacüm iada vaki ve memaliki İslâmiye’nin gasb ve gareti “yağma” nüfusu İslâmiye’nin sebi ve esir edilmeleri mütehakkık “doğruluğu meydana çıkan” olunca padişahı İslam hazretleri nefir âmm “cemiyeti toplama” suretiyle cihadı emir ettikte ayeti celilede hüküm menifence kâffe-i Müslümin üzerine cihad farz olup genç ve ihtiyar piyade ve süvari olarak bilcümle aktârdaki Müslüminin malen ve bedenen cihada meserrat etmeleri farzı ayn olur mu?))

El cevap olur.

*  *  *  **  *  *  *

     Bu surette elyevm makamı hilafet İslamiye ve memalik-i mahrûse-i şahaneye (Osmanlı ülkesi) sefaini harbiye ve askeri berriyesiyle hücum etmek suretiyle hilafeti İslamiye ye adüvv (düşman) ve neûzü-b-illâh (Allaha sığınırız) teâlî (yükselme) nûr-i âlîyi İslamiyetin itfa ve imhasına sai bulundukları muhakkak olan Rusya ve İngiltere ve Fransa ile onlara muayyen ve zahir olan hükümetlerin tahtı idarelerinde bulunan kâffeyi Müslüminin dahi mezkûr hükümetlerin aleyhine ilanı cihad ederek bilfiil gazaya meserret eylemeleri farz olur mu?

     El cevap:  Olur.

*   *   *   **   *   *   *

     Bu surette maksudun husulü cemi Müslüminin cihada meserret etmelerine mütevekkif iken bazıları neûzü-b-illâh teali tahallüf etseler tahallüfleri masiyet (günah) olup gazabı ilahiye ve bu masiyeti şenianın (ayıp) cezasına müstahak olurlar mı?

     El cevap:  Olurlar.

     Bu surette hükümeti İslamiye ile muharebe eden hükümet mezkûr ahaliyi İslamiyesinin kendilerini katl ve hatta cemi ailelerini mahvetmek eğer Allah ve icbar edilmiş olsalar bile hükümeti İslamiye asakiriyle muharebe etmeleri şer’en haramı kati ile haram olup katil olmalarıyla nar-ı cahim (cehennem ateşi) müstahak olurlar mı?

     El cevap:  Olurlar.

     Bu surette harbi hazırda İngiltere ve Fransa ve Rusya Sırbiye ve Karadağ hükümetleriyle zahirlerinin idarelerinde olan Müslümanların hükümeti Seniye yi İslamiye ye muayyen bulunan Almanya ve Avusturya aleyhine harp etmeleri hilafeti İslâmiye’nin meserretini mucip olacağından ism (günah) azim olmakla azap elime müstahak olurlar mı?

El cevap:  Olurlar.

   0486_0021-69_Page_03-4      LİS…

* * * *

Hadisatı âlem ne vakit cereyanı tabiyesinden inhiraf etmiş, beşer ne zaman ahvali fevkalade karşısında kalmış ise de maneviyatına o nispette kavi sarılmıştır.  Âlemi ictimaiyeye vakıf olanlar, ruh-u beşeri tetkik edenlerin kâffesi bu noktayı nazarda müttehittirler (birleşik)…

     Biz Türklerde maneviyatın mevkii akvamı şaireye nispetle daha belind, daha refiidir (yüce).  Böyle olmakla beraber tahsisatımız hurâfât (batıl inanç) ile hiçbir vakit alûde (bulaşık) olmamıştır.  Kuranımızın emir ettiği veçhe ile bütün esbabı ve avamili (etkenler) Harbiye’yi ihzara borçluyuz.  Bunları imkânı zaman dâhilinde ikmal ettikten sonrada hakka tevekkül ederiz.  Tevekkül kuvveyi maneviyemizin en esaslıların biridir.  Böyle olmakla beraber sarf ve ibzâl mesaiyeden evvel ona müracaattan meni Allah’ı ile memnu izz…

     Asırlardan beri İslam’ı ezan düşmanlarımız ile serhatlerde döğüşen mücahitlerin mühimmatı harbiyesini ve iklime göre levazımı talebiyesini tedarik için çalışmayıp da haline göre kimimiz kahvede, kimimiz barlarda ve bir kısmımız da hanelerimizde ve hatta:

0486_0021-69_Page_03

  , buyuran cenabı hakkın beyt-i mukaddesesi olan cami şerife de kuri (körlük) tevekküller ile vakit geçirir isek ne ruhu peygamberiyi şad ve ne de Allah’ın emrine inkiyad (boyun eğme) etmiş bulunuruz ki neticede hüsran muhakkaktır.

     Zaman;  zaman gayret. Meydan meydan hamiyettir.  Canımızla, malımızla iştiraki cihad için min-taraf-illâh (Allah canibinden) memuruz.  Emri infaz etmemek isyan demektir.  İsyanı ilahi ise cezasız kalmaz.

     Bu gün mecmua milleti İslamiye ye hayır ile şevk ile ümit halas (kurtuluş) ile yeni dâhil oldukları sal (yıl) cedidi hicriyi tebrik ile mubahı oluyor.  Ve büyük bir itminân-ı kalp ile Müslümanların kurtuluş gününü, bayram gününü bu sene içinde idrak edeceklerini tebşir (müjdeleme) ediyor.

     Gönül istiyor ki, yeryüzünde bir tek Müslüman bile bu sene içinde bir dakika bi hareket kalmasın.  Her tarafta bir coşuş hamiyet, her vadide bir lerziş gayret görülsün.  Müminler bütün damarlarındaki kanların kaynayıp fışkırmak üzere bulunduğunu his etsin de Allah’ın emrini tebellüğ eden halifeyi reviyy-i zeminin iradeyi cihadı veçhile hilafet düşmanlarının üzerine atılsın – bütün cihanı İslam yerinden oynasın – bu sahada bi hareket kalmış bir Müslüman, tek bir Müslüman bile ismini tarihler yazmasın…  Yazamasın…  Hülasa rayet-i (sancak) İslam galatideyi hun olan bu topraklardan şüheda kanıyla kırmızıya boyanarak o mertebe yükselsin ki necm ve hilâlini (yıldız ve ay) oradan zulmün, hilenin, gadrin erişemediği o kubbeyi mualladan alsın.  Bu gün muharrem ayındayız…  Vahşi Moskofların idam ettikleri sükkat-l islam hazretlerinin kanlı gömleği gözümüzün önünden ayrılmıyor…  Necef ve Kerbela müçtehitlerinin (fakih) feryadı intikamına icabet etmeyecek bir Müslüman tasavvur edemiyoruz…

     Mısırı hatırladığımız zaman Ahmet Verdani Bey o büyük şehit, vatanperverin hayali hunini karşımıza çıkıyor…  Müslümanlar!  Müslümanlar!  Kurtuluş bayramının arkasında bulunuyorsunuz.  Hak yolunda açtığınız bu cihat ile âbâ’ mazlumenizin intikamını, ortadan kaldırılmağa çalışılan kürrâ’ nizin (okuyucular) intikamını alacaksınız.  Ben âlemi lâhutda (ulûhiyet âlemi) levh kadri sizden iyi görüp okuyorum…  Yalnız zafer sayi ile verziş ile kabili istihsal imiş…  Levhada bu da var.  Bunun için ey Müslüman canın ile malın ile fedakâr ol diye feryat ediyoruz…

     Ne oldu?  Bir dakika içinde bu hayali mukaddes de gözümün önünden kayıp oldu.  Yine köhne Bizans’ın la kayıt ve bi-his çehreli insanlarını gördüm…  Ya rab sen onlara biraz kan, biraz iman ver…

Donanma

HAREKETSİZ KALMAK ÖLMEK DEMEKTİR

*   *   *   *   *

Bilir misin?  Ey yüce milletim!  Sen asırların terakümü ekdarı (üzüntü) ile ağırlaşan, yorulan omuzunuzu sarkıtmış;
Cihanın en büyük akvamına hiçbir vakit eğmediğin yüksek başını kadid istibdadın zulmüne eğmiş;  Bu gün boynunla, kaderin cebin (korkak) siyahına yazdığı atiyi müthişin açtığı hafreyi tebahın (övünç) mazlum derinlikleri içinde kayıp olan sönük nazarların ile Cihana tarihe senden bir şuleyi ümit dilenen gençlerine muhtazır mevt (can çekişen) bir hastadan başka bir şey olmadığını gösteriyordun…  Çünkü sen o tarihte hareketsiz idin…  O derecede hareketsiz ki hakiki bir ölüden hiç farkın yok idi. 

     Sonra, Erzurum’da başlayarak Manastır ve Selanik’te ikmal ettiğin bir kıyam hayrinle yüksek başını doğrulttun, sönük nazarlarına bedel, aşkı hürriyetle, gayzı zulümle nurlar, ateşler saçan gözlerini ufuk ümidine atıf ederek sıçradın.  Kımıldadın, hülasa bir hareket gösterdin.  O zaman sana ölecek bir hasta diyen ağızlar, bütün tarih sahifeleri hepsi birden, sustu ve kapandı.  Hatta mirasını bekleyen Avrupa bile bi-hareket kaldı.  İşte, sen o zaman kurtulmuş idin.  Tarihin mihrakı fitne ve fesat olarak kayıt ettiği bu köhne Bizans’ta sen nazır olacaksın.  Ben mebus olacağım diye başlayan ihtirasatı şahsiye Avrupa’nın sarfı nakit ederek büyüttüğü desaisi siyasiye ile iştirak ederek 31,Mart gibi bir fecaati irtica meydana geldi.  O gün bu memleketin hürriyete hatta hayata bile veda ettiğini müteessirane söyleyenler çok oldu.  Çünkü İstanbul’da bu harekete, bu isyana karşı koyacak bir teşkilatı milliye o raddeye çıkmamış idi.  Yani bir hareketi irticaiye ye karşı İstanbul bi-hareket kalmış idi.

     11,Nisan’da eğer hareket ordusu, Rumeli’nin o fedakâr evladı, daha doğrusu vatanın sonrakiler gibi değil hakiki halâs-kârları (kurtarıcı) yetişmemiş olsa idi.  Sen yine ölmüş, ebediyen kalkmamak üzere hafreyi (kazılma) izmihlâl’e (yok olma) yuvarlanıp gitmiş idin.

     Bu inkılap seni felaketten kurtarmış yani sen yine dirilmiş idin.  Çünkü bi-hareket değil idin.  Çünkü hürriyetine, hayatına karşı vurulan darbeleri karşılamış idin.

     Meclis-i millînin bir darbeyi kanunşıgın (başvuru) ile kapandı.  Yine sen bi-hareket kaldın.  Kımıldamadın.  Ve bunun cezasını da koca Rumeli’nin ziyanıyla pek acı çektin.  Eğer 10 kânunusani inkılabını yapmaya idin, yine bi-hareket kala idin. Ne bu günkü dostları bulacak kadar eseri hayat gösterebilecek ve ne de payitahtını bu günkü gibi müdafaa edebilecek idin.  Çünkü Marmara’ya o tarihte yabancı olarak dâhil olacak dostlar bu gün sana dost olacak vaziyette bulunmak için şimdiki mecburiyetin altına girmeyecek idi.

     Dideyi (göz) basiretini aç!  Âlemi İslam’ı gör.  Hepsinde az çok bir hareket meşhudu şükranın olacaktır.  İşte bu hareketler, bu kıyamlardır ki âlemi İslam’ı yaşatacak ve bu güne kadar boynunda taşıdığı zinciri zulm ve esareti kırdıracaktır.  Bu hareketlere za’f (kuvvetsizlik) târı (aniden çıkan) olduğu gün felaket başlar.  Karain’imizle, din ve imanımızla söner gideriz.  Artık hayatta kalacak ihvân (sadık) din o kitabı mukaddes şimdiki gibi başucunda değil evinin en gizli köşelerinde saklamağa mecbur olur.  Bu gün camilerde gür sesle okunan kuran yarın ocak başlarında, hicri sefalet bucaklarında gayet zayıf gayet hazin bir inilti şeklinde okunabilir.  Ve işte o dakikada Kuran’da ve onu gönderen Allah’ta namusunu, namusu İslam’ı bi-hareket kalmakla muhafazadan izharı acz ederek budur ki sefalete düşen Müslümanlara lanetler eder.

     Kafkas hududunda insan boyunu geçen karlar arasında düşmanları mağlup eden ordudan aldığımız muzafferiyet haberleri hep hareketin, hareket celadetkaranenin netayiç mesudiyesidir.  Mısır’a dâhil olmak üzere Süveyş kanalına yürüyen mücahidini oraların ateşin kum çöllerini kanala sürükleyip götürtecek kadar teşci eden kuvvet, hep ırkı Müslim’indeki kanın hareketi, ruhun gayreti, fedakârların himmetidir.  Oralardaki bu hareketlerin mübeddel sükûn olduğu günde âlemi İslam’ın yevmi felaketidir. 

     Felaketten kaçan milletlerin şiarı bir dakika bile hareketten kalmamaktır.  Bu hareket meydan harbi de hücum ile meydanı harpten uzak mahallerde de tezahürat ile meydana çıkar.  Fedakârlarının serhatte fedayı can ettiğinden bi-haber milletlerin nasibeyi kaderi hüsran ve mağlubiyetten başka bir şey olamaz.  Artık Müslümanlar, düşman topları Çatalca gibi payitahtın kapısını döver iken Kâğıthane sefası yapmakta hayâ etmeyen efradı görmeğe tahammül etmemelidir.  O günü idare edenlerin bu arzuları da kendileri gibi tarihin sahifeleri lanetine kayıt olunmuştur.  Bu günkü gibi her taraftan duçarı tehdit olan ve bekası hareket, fedakârlık, kahramanlık, hülasa bütün manasıyla Müslümanlığa menût (bağlı) olan memleketi uyutmayalım, memleketin kitleyi münevvere si muhtacı tenvir olan halkı irşat etsin, kinin, intikamın, gayzı millinin hangi mecralarda ne gibi istikametler takip edeceğini irae (gösterme) etsin.

     Artık Babı Âliye, şurada, burada memuriyet dilenmek zilletinde bulunan gençlerin harp ve darp’a kadir iseler serhadde, değil iseler, irşad için, mecruhine muavenet için yine serhadde koşsunlar…  Aksı takdirde ne müracaat ettikleri makamda ve nede bu müracaatı işiten halkta bir cây (yer) kabul göremezler.  Zahiren bir şey denilemese, hükümetçe de kendilerine lüzum dahi olsa bile yine bir fikir tesir tevlidinden hâli kalamaz.  Daha açıkçası milletin ihtiyacı fedakârlığa, yalnız fedakârlığadır.

     Zenginlerin de bu yola, bu güne kadar lazım olan hareketi kendilerinde görmek saadeti sana henüz nasip olmadı.  Buhranı hazırın mebdeinde (başlangıç) it’âm (yemek) fakira teşekkülatı diye edilen feryatları işiten olmadı.  Müdafaayı milliye defterlerine bak.  İbzal hamiyet eden mürüvvet mendanın ekseriyetini fakırayı halk teşkil ediyor.  Birkaç simayı müstesnadan sarfı nazar edilir ise, kâffesinin “zamanın âdemi müsaadesinden” girizgâhıyla başlayan şikâyetlerini bile dinlemekten mahallat şubelerinin kulakları doldu.  Ey yüce milletim.  Bu halden elbette müteessir oluyorsun.  iğnayanın ne suretle idharı servet ettiğini bildiğin için de tesir ki payan olmuyor…  Serhatte, Kafkas hududunda, kar insan boyunu geçmiş.  Erzurum’dan gelen bir telgraf vilayet ahalisinin yok elde yün, kuşak, battaniye gibi levazım şitaiyenin kısmen İstanbul’dan gönderilmesi ricasını tebliğ ediyor.  Bunu gazeteler yazalı bir hafta, on gün oluyor da, payitaht ignayesinde hiçbir hareket görmedik.  İnsan bu ahvali görüyor da “servet efzayiş bulunca ignaya hasetlenir” diyecek yerde, servet efsayiş bulunca din ve iman kayıp olur, diyeceği geliyor.  Mademki hareketsiz kalmak ölmek demektir.  İgnayan da sahayı hamiyette böyle bi-hareket kaldıkça senin nazarında ölmüş demektir.  Beğenmedikleri, saadetini istemedikleri, saadetini ve felaketine karşı lakayt olduklarını:  Bu günkü vazı bi-hareketleri ile ispat ve irae eyledikleri bu memlekette oturmak artık onlar için ayıptır.  Değil mi?  Yoksa nefisleri ile iştirak edemedikleri cihada mallarıyla iştirak etsinler de bu vadide nüzul olan ayeti kerimeye iman ettiklerine sen de iman et…

     Ey büyük milletim!   Seni maziyi baidin gibi saf görmek için içimde sönmez bir ateş yanıyor.  İşte o ateşin tesiriyledir ki mübarek toprağında biten, büyüyen ve sonra senin kanını emen his ve haşakı temizlemek için daima feryad edeceğim.  Şiddeti feryadımdan bazı iğrenç sesler işitecek olur isek beni af et.  O sesler benim değil.  Onların sökülüp atılırken çıkardıkları esvatı nedamettir.  Fakat onları af etme…  Artık yetişir.

Çakır Kadıoğlu

0486_0021-69_Page_05

Müslümanları mansur ve muzaffer eyle ya rabbi:  halife rû-yi zemin hazretleri hırkayı saadet pişegahında dua ederken

 

MESAİL MÜBREMEYİ İSLAMİYEDEN

Ve

Vesaiti intibah ve tekamülden

*   *   *   *

Makamı muallayı meşiyyet:

– hutbe –

*   *   *

     Bunca zamandan beri zalim Avrupa’nın pençeyi gadri altında zebun (aciz) kaldığımız halde esbabı istihlâsemizi (kurtuluş) niçin araştırmadığımızı yazacağız.  Cehil ve taassubumuzun tesiri ile gaddar Avrupanın önünde serfürû (baş eğme) eyledik.

     Müşerref olduğumuz dini Mübin İslam, bize hayatta lazım olacak esbabı istirahati ihzar ve tealim etmiş iken heyhat!  Her şeyde olduğu gibi dinimizde de nazarı lakaydı ile bakmağa, ahkâmı diniyeden tebaüd (uzaklaşma) etmeğe başladığımızdan tabiatıyladır ki süfliyyete (alçaklık) düştük.  Dinimizin ahkâmı veçhile dünyada mümtaz ve müstesna bir millet olmaklığımız lazım iken bizler, şahsiyetimiz itibariyle söylüyorum, en hakir, en süfli derekelere düştük.  Fakat düşünelim ki şâri’ azam (şeriat koyan) ümmetini daima en bülend mertebelerde görmek istediklerinden bütün hürriyet meşrûa’yı (şer’an câiz olan) vermişler, kendilerine daima peşrev olmuşlar ve her türlü mezâhimi (eziyet) ümmeti için iktiham (yorulmaz) buyurmuşlar ve daireyi İslam dâhilinde hiçbir fert cahillik bulunmasını arzu etmediklerinden ulum (ilimler) ve fununu (fenler) birçok hâdis-i şerife ile emir buyurmuşlardır.  Hal böyle iken biz, yine tariki cehalete sapmışız.  Fakat bilmeliyiz ki, cehalet daima taassubu vahşiyane ile hem-serdir (arkadaş).  Cehaletimiz sebebiyle taassup göstermemiş olsaydık budur ki pestide (adilik) bulunmazdık emin olalım ki;  Biz ahkâmı diniye mucibince hareket etseydik şem’a İslâm ile çar iktar cihanı tenvir eylerdik.  Bu suretle dünyada bir saadeti daimi müstakar olmuş olurdu.  Dinimiz ahkâmı hayatiye ve diniye yi bilenler, bilmeyenlere öğrenmeyi amirdir.  Böylelikle herkes ilim ve fazıl (üstün) adamlar adedine dâhil olacaktı.  İşte o vesile ile hutbe ihdas edilmiştir.  Hutbe İslâmlara ihtiyacatı diniye, milliye, vataniyelerini telkin etmekten başka bir şey değildir.  Cenabı risalet penah ümmetini bilcümle melil gayri müslüm’e fevkinde görmek istediği için bu usul makulü tatbik buyurmuşlardır.  Ümmeti Muhammedin nevakısını  (noksan) ikmale vasıta olacak camilerdir.  Camiler birer merkezi din olmakla beraber bilcümle ehli iman ve İslâmın ictimai, milli, siyasi, terbiyevi ve manevi birer mahfilleri meclisleridir.  Burada telkin edilecek vesâyâ (vasiyet) dini, vatani olmalıdır.  Sâmi’ (işiten, dinleyen) işiteceği zaman uykusunu dâi’ (duacı) olmamalıdır.  Bilakis kani feveran etsin, din, vatan, millet uğrunda kendisinde bir hissi intikam uyanmış olsun.  İşte bu suretle camilerimizde verilecek telakkinat sayesinde ilmi İslam saadeti hayatiye ye muzahir olmuş olur.  Eğer bu suretle yapmayıp eski usulle hareket edecek olursak beklediğimiz intibahı dini husuliyab olmayacaktır.  Cenabı şari’ azam zamanında hutbe bugün olduğu gibi Arapça okunuyordu.  Fakat dinleyen yine Arap’tı.  Esasen bizim istediğimiz şey hutbelerin zemin ve zamana muvafık bir surette ifrağı (şekillendirme) ve her memlekette konuşulan lisan ile okunmasıdır.  Hutbeler makamı meşihattan (şeyhlik) ıslah edilmelidir.  Hutbe ibtida Arapça başlamalı ve bilahare her memlekette konuşulan lisan üzere devam etmelidir.  Mesela Anadolu da Türkçe, Kürdistanda Kürtçe, Arabistan’da büsbütün Arapça ilh…

     Hutbe dinin emir ettiği bütün o emri amir olmalıdır.  Mesela düşmanımızla vaki olacak cihadın faraziyetini ayeti kerime ve hadisi şerife ile isbat eylemelidir.  Ümmeti Muhammedi cihada olduğu gibi ticarete, ulum ve fennuna teşvik etmelidir.  İşte bu suretle gösterilen dini düsturlar dâhilinde herkes tenvir edecek hakiki bir İslam olmağa kudreti yettiği kadar çalışacaktır.  Düşmanlarımızın bize karşı ne suretle muamele ettiklerini tamamiyle gördük ve anladık.  Tarih buna bir şahit edildi.  Tarihin istediğimiz sahifesini açalım.  Hıristiyanların bize karşı reva gördükleri bütün ehli salib muharebatını, dinlerini amil addedilmek suretiyle yapmışlardır. (KEŞİŞ PİERRE L’HERMİT) in ehli salibi ve geçen seneki Balkan muharebesi ile bugün Hıristiyanlık İslamiyet’in refiini (yükseliş) ileri sürerek bize karşı muharebe açmışlardır.  İngiltere’nin Kuran hüküm ile merkad (kabir) risalet-penâhi yi kaldırmak zehab mel’ûnanesi ile harbi hazıra iştirakını kim inkâr eder?  İşte İslamiyet’in kaldırılması için ittihaz edilen bu behimi (hayvani) düşünceler meydanda iken âlemi İslamın hali gaflette bulunması caiz midir?  Cenabı hak ve resulü hakkı için olsun artık gözlerimizi dört açmalıyız.  Etrafımızı ihata eden canavarlar vahşileri tepeleyelim.  Kurdukları melun fikirler akim kalsın bu suretle ruhu nebi, ümitnak açmış olduğu cihadı mukaddesle şad olsun.  Olsun ki bizde hayatı İslâmiye’nin ne demek olduğunu layıkıyla anlayalım.  İşte yukarıda gösterilen delilden bir hakikat tezahür eder ki esbabı siyasetin mahreki dindir.  Dinimizin gösterdiği tarik dâhilinde hareket edersek, zalim namdar Hristiyanlığın zinciri esareti altında inleyen 350 milyonluk masum bir kitleyi İslâmiye’nin hürriyetini, hürriyet tabiiye ve meşruiyesini iktisaba sebebiyet vermiş oluruz.  Esasen İslamiyet’in, her zulüm ve gadri reva gören Hıristiyan iyete mahkûm olmuş olması makul müdür?  Elbette saf bir İslamın ağızından sadr edecek kelime bir “hayır”dan ibarettir.  Kervan vasati rezaili (rezalet) yetmiyormuş da yirminci asrı cinayet, zulüm, gadr gibi lekelerle lekedar etmek isteyen vahşiler yerin dibine batsınlar.  O hırs şenî’ (kötü) ile İslamiyet’e hatme çekmek isteyen i’tilâf-ı müsellese heyeti behimi zalimesi, karşısında uyanık bir kitleyi ahenin İslam görecek ve bu müttehit ve hukuki kitlenin savlet şiranesi karşısında zebun kalacak ve bu suretle şimdiye kadar beşeriyeti ta’zib (azap) ve taciz eden, beşeriyet için bir şeytan olan bu müziç ve kudurmuş canavarların izaç ve fitne için başlarını kaldırmağa mecali kalmayacak o vakit mağdur beşer, bir refah ve saadet daimeye mazhar olacaktır.  İşte o kitle yi ahenin İslam’ı husule getirecek hutbe ve ulemadan heyeti muhteremeyi ilmiyemiz fiiliyata gelsin.  Mahiya hareket olan İslamları tatlı vaaz ve nasihatleri ile teşvik etsin.  Çünkü zaman dardır.  İran ve Afgan bu hususta bizimle müsabaka yapıyor.  Ulema ve müçtehidin ahalinin ırk hemasiyetini galeyana getiriyor.  Bizim ulemamız dahi hutbelerinde bu vadide ahaliye nasihat vermeli ve herkes bundan müstefeyz olmalıdır.  İşte bu suretle dini mübin İslam’ın her millet için vasıtayı terakki olduğunu nazarı itibara alarak dünyada saadeti beşeriyeyi istikrar ettirecek ancak müşerref olduğumuz dini mübin İslam olduğunu makamı iftiharda beyan, ilmi ehli iman ve İslam’ın tevhit kulübünü, her işimizin tevfiki ilahiye karin olmasını hüda’dan temenni eyleriz.

     Hocazade İzmir:  Eşref Paşa

          Mehmet Şadi

0486_0021-69_Page_10

Milletin bâd hamiyetini taşımaktan geniş omuzlarını saklamayan rical

– BAHRİ SEFİDE –

Fransa – İtalya – Avusturya kuvvetleri

*   *   *   *   *

Karadeniz vakayı malumesi üzerine hükümeti Osmaniye ile Rusya, İngiltere, Fransa ve Sırbiye devletleri arasında münasebatı siyasiye inkıtaa uğrayarak tarafeyn sefirleri memuriyetlerinden infîkâk (ayrılış) edildiler.  Hükümeti seniyyenin arzuvi (istekli) müsalemetkârısına (barışçı) rağmen İngiliz filosunun Urla’ya taarruzu (İngiliz filosundan Volverine ve Scorpion savaş gemileri 1,Teşrinisani,1914 te Urla körfezinde Beyrut ve Kınalı ada isimli Osmanlı gemilerini batırmışlardır.) ve Rusların Kafkas hududundaki kıtaatımıza tasallutları üzerine hali harp emri vaki oldu.  Bilahare şekli muhasama (düşmanlık) büsbütün inkişaf ederek Fransız – İngiliz muhtelit (karışık) filosu Çanakkale boğazını bombardıman eyledi.  Şu vakayı harbiye ye mebni (yapılmış) Bahr-i-sefid’deki Fransız filosunun kuvveti hakkında itayı malumat eylemeği ve bilhassa birleşmek ihtimali kavisi olan İtalya ve Avusturya kuvveyi bahriyesinin Fransız filosu nazaran halen ve atiyyen ne vaziyette bulunduğunu karilerimize arz eylemeği muvafık gördük.

*    *    *    *    *

       1912 senesinde İngiltere ile Fransa arasında husule gelen bir itilaf üzerine İngiltere hükümeti Bahr-i-sefid hâkimiyeti bahriyesini Fransız filosuna terk ederek oradaki filosunu Şimal ve Manş denizlerine aldığı gibi Fransa hükümeti de Fransa’nın Bahr-i-muhit (Atlas Okyanusu) ıttılası ve Manş denizi sahilinin muhafazasını İngiltere filosuna terk ederek kendi kuvvetini bahr-i-sefid’de cem’ eyledi.  Binaenaleyh hali hazırda bahr-i-sefid’de İngiltere’nin “İNFİLE KİSSABEL” sisteminde iki ve “ONDO CATEGABİL” sisteminde iki gemisinden başka ehemmiyetli sefineyi harbiyesi olmadığı sahilinde birkaç torpido muhribinden maada harp gemisi yoktur.  Şu taksımi kuvvada İngiltere ve Fransa’nın takip ettikleri maksad, şimalde Almanya ve cenupta İtalya – Avusturya filolarına mukabele edecek kuvvetin mütecanis olmasını temin keyfiyeti olmakla beraber salahiyet noktayı nazarından her birinin daha fazla alakadar oldukları sahili muhafaza altına almaları hususu idi.  Şu taksim ve zayıf üzerine şimalde Alman – İngiliz rekabeti bahriyesine mukabil Bahr-i-sefid’de Fransız – İtalyan rekabeti bahriyesinin bize doğrudan doğruya bir tesiri olmaması hasebiyle bahsimizden hariç tutulması icap ederken Bahr-i-sefid muvazeneyi kuvvetinin – o denizlerde sahilimiz olması hasebiyle – bize şiddet alakasına mebni bilinmesi lazımdır.

*    *    *    *    *

     İtalya hükümetinin ittifak-ı müselles’e karşı zahiren aldığı vazı lakaydıyı bütün cihanın meselesi olan bir keyfiyet tevlid ediyor ki;  O da bu şube cezire sahilinin Fransız – İngiliz filosu tarafından tahrip edilebilmesi tehlikesidir.  Dünyanın en muazzam ve binaenaleyh neticesi itibariyle en büyük tebdilat husule getirebilecek bir harbi olan şu Avrupa muharebesinde iki takım muhariplerin vaziyetlerindeki iyi kötü değişikliklerin bitaraflar üzerinde pek büyük tesirat husule getirdiği, badema getireceği kaziyesine binaen İtalya’nın da müttefiklerine iltihakı için Bahr-i sefid’de itilaf devletlerine memdub (uygun) kuvvetin azalmasına müterakkib (bekleyen) olduğu bu memleketi ve menafiini (menfaat) yakından tanıyanlarca muhakkak görünmektedir.  Binaenaleyh İtalya – Avusturya filosuyla Fransız filosunun kuvvetlerini işte şu mülahazayı ittifak üzerine ibtina ederek tetkik edeceğiz.  Yalnız her bahri devletin bir bahri programı olduğu gibi Fransa, İtalya, Avusturya’nın da böyle birer programı vardır.  O programa göre bunların kuvvetleri her sene filoya inzimam (katılma) eden yeni sefain harbiye ile az çok tebdilatı nisbiyeye maruz olduğundan tetkikatımızı bu kuvvetlerin 1914 senesi nihayetindeki vaziyetleri üzerine yürütmek icab ediyor.

     1915 senesi bidayetinde Fransa’nın malik olacağı gemiler:  23500 ton hacminde dört adet dretnot. Bu gemilerin beherinde 12 adet 30 santimlik ve 22 adet 14 santimlik topla 4 adet 45 santimetrelik torpil kovanı vardır.  Sürat seyirleri saatte 21 mil olarak inşa edilmiştir “Courbet, France, Jean Bart, Paris sefineleri tarihi inşa:  1913 – 1914: beheri 18500 tonilato hacminde altı adet şebeh (benzer) dretnot (1) bunların beherinde 4 adet 30 santimlik 12 adet 24 santimlik top ve 4 adet 45 santimlik torpil kovanı mevcuttur.  Sürati seyirleri saatte 20,5 mildir.  Mirabeau, Voltaire, Condorcet, Danton, Didero, Vergniaud zırhlıları. Tarihi inşa:  1911 – 1910 beheri 14000 – 15000 tonilato hacminde beş adet zırhlı.  Beherinde 4 adet 30 santimlik, 10 adet 19 santimlik top ve 45 santimlik iki torpil kovanı vardır.  Süratleri 19,5 mildir.  1911 senesinde bir iştial (parlama) neticesi olarak harap olan Liberte zırhlısı bu kabilden idi.

     Republique, Patrie, Democratie, Justice, Verite zırhlıları.  Tarihi inşa 1908 – 1909 Bahri 13000 – 14000 ton hacminde yedi adet zırhlı kruvazör.  Beheri 6,5 – 10,5 ve 19 santimlik ceman 44 topu havidir.  Sürati seyirleri saatte 23 mildir. 

     36 adet açık deniz torpidosu ve 16 adet tahtelbahre.  Buna mukabil yine aynı tarihte İtalya hükümetinin üç ve Avusturya hükümetinin üç ki ceman altı dretnotu ve hâlbuki aynı sınıftan Fransa’nın dört gemisi olacaktır.

     Fransa’nın altı şebeh dretnotuna mukabil dört tane daha süratli İtalyan ve üç tane biraz yaşlı Avusturya zırhlısı tekabül ediyor.  Bu gemilerdeki büyük yani 34 yahut 30,5 santimlik toplar nazarı mütalaaya alınırsa İtalyan – Avusturya filosunun ceman 114 topuna karşı Fransız filosunda aynı kalibreden ancak 96 top vardır ki 18 parça noksandır.  Ancak Fransız filosundaki 34 lük toplar İtalya – Avusturya kuvveyi mütehiddesine nazaran 48 parça fazla olduğundan yukarıdaki tekavvülat bununla telafi olunuyor.  Bir de Fransız donanmasındaki zırhlı kruvazörlerde gerek eslihası ve gerekse sürati itibariyle oldukça kıymetli gemiler olduğundan bu noktayı nazardan Fransız filosu kazanmaktadır. 

     Ancak şekli inşa ve sürat noktayı nazarından İtalyan gemilerinin Fransız gemilerine râcih (üstün) bulunduğu da muhakkaktır.  Yalnız Fransız filosunun mütecanis olmasına karşı İtalya – Avusturya filosu nispeten gayri mütecanis olduğu ve esliha, tahtelbahre, torpido noktayı nazarından da – pek az bir farkla – Fransız filosunun dununda bulunduğu anlaşılıyor.  Zaten böyle olmasa Fransız filosu bu gün Akdeniz’de böyle ferah ve fahur gezemezdi.

     Farkın o derece az olmasıdır ki, İngiltere hükümetini Bahr-i sefid’e harp sefinesi göndermeğe mecbur ediyor.  Bir de bu saydığımız sefaini harbiyenin ihtiyat filoları ve gemileri de dâhil olduğu halde bu gün denizde bulunanlarını tetkik edelim:

İtalya – Avusturya   yekûn     Fransa

     9     +     13     =     22     :     21 zırhlı

     9     +      3     =     12     :     20 zırhlı kruvazör

    14     +     5     =     19     :     25 adi kruvazör

    23     +    12     =    35     :     59 torpido muhribi

    29     +     6     =     35     :     73 tahtelbahre

     Şu rakama bakıp Fransız filosundaki tefevvukun daimi olduğuna kail olmamalıdır.  Çünkü yukarıda söylediğimiz gibi İtalya ve Avusturya hükümetlerinin bahri programlarına nazaran Avusturya’nın 20000 tonluk üç dretnotu tezgâhta olduğu gibi İtalya’nın 1915 senesi hitamından evvel 22500 tonluk 8 zırhlısı bundan başka 1916 senesinde denize indirilmek üzere İtalya’nın iki zırhlısıyla son defa inşası tekerrür eden dört Avusturya ve üç İtalya dretnotları denize indiği gün yani 1917 – 1918 senelerinde Fransız filosu katiyen işbu tefevvuku kayıp etmektedir.  O zaman Fransız filosunun Patri sistemindeki gemileri eskiyerek kıymetini kayıp ettiği gibi İtalya – Avusturya kuvveyi müttehidesine yani son sistem yeni ve hakiki 29 dretnota karşı Fransa hükümeti bahri programına yeni sefini harbiye ilave eylemez yahut Avusturya filosu muharebeyi hazirede kıymetini kayıp eylemezse 1918 senesinde Bahr-i sefid hâkimiyeti Fransa’dan gidecektir.

     Şu noktayı nazar derpiş (göz önüne) olunursa Fransız filosunun bizim sahilimizle, bilhassa Kaleyi Sultaniye gibi mini bir geçidimizle uğraşmaktan uzak bir halde bulunduğu anlaşılır.  Eğer dört, beş zırhlı ve bir o kadar kruvazör zayi etmeği göze alırsa Fransa hükümeti için intihar ve bizim için de Fransa’ya hali acuze soktuğumuzdan dolayı bu keyfiyet cidden mucibi iftihar olur.  Fakat biz düşmanlarımızın o derece kuvvete binane hareket etmeyeceklerini ve filolarının kuvvetini değil böyle gemi zayi etmek hatta toplarını fazla atarak aşındırmak suretiyle bile tenkise teşebbüs etmeyeceklerini tahmin ediyoruz.     

_____________________________

(1)   Bu sefin harbiyenin büyük topları aynı kalibrede olmadığından dolayı tamam dretnot addolunmamaktadır.  Hakiki dretnotların 12 adet 305 milimetrelik topu olmak lazımdır.  Hal bu ki bunların yukarıda da yazıldığı veçhile 4 adet 30 milimetrelik 12 adet 24 santimlik topu vardır.

0486_0021-69_Page_10  Tezahüratı milliye safahatından:  miting heyeti harbiye nazareti önünde

 

                                                           İNTİKAM

(Moskof)’dan

 

 

Varlığımda bir kan kaynar , coşar safi ateştir.

Kalbimde bir emel parlar, doğar sanki güneştir

Can vererek …, öç almak hislerinin serveri

Din kaygısı bu da benim vicdanımın rehberi

 

Ey bunca yıl toprağıma göz diken bak! bu sefer

Mutlak benim, sade benim kanlı, kansız her zafer

Var mı hakka asi gelmek,bikeslere zalimler

Başı bağlı hatunlara ırz yıkarak ölümler

Ey doksan üç günlerinin fecilikle hadimi!

Ey balkanlar yangınının hademi!

Canı! . senin vasfın  değil şöyle, böyle cinayet

Hain!. sana sena olur huyun ise hıyanet

Öksüzlere döktürdüğün gözyaşları  nihayet

İndirdi mi gökyüzünden postuna yüz bin lanet!!

 

Ah! yurdumda baykuş öter, felaketler uçarken

Ben ah çekip efganımı dört bucağa saçarken

Sen Sibirya işkencesi kahramanı seyrettin

(Katarina) edasıyla hep karşımda kırıttın

Bil ki bu gün ben onları unutmadım, unutmam

En mukaddes aşkım, en , en ulu duygum: intikam

Gizli akan gözyaşımla ben bu kini besledim

Fırsat günü, geldi, çıktı işte kahr-ı ümidim

 

Evet! şimdi gel seninle çarpışalım erkekçe

(Sinop) önü baskınını  unut geçmiş bir gece!

Hatta (Prut) içindeki geçmişleri geçelim

Çünkü yeni tarih yazmak tarih için emelim

Er yaşarım, ya ölürüm… başka şey yok vesselam

Ey çar! çare sorma kasdım intikamdır, intikam

 

Sor istersen… fakat bütün çarelere inanma

Ben ölsem de şehitliğim yapar seni bir lokma

Şehitlerin, mabetlerin işitirde ahını

 Ben sende hiç koyar mıyım aşklarımın şahını

Ah intikam! sende şehit düşmüş tarih yaşıyor

O makbersiz kitabesi kara yazı taşıyor

 

Ey kardeşler:  cenk zamanı geldi kalkın gidelim

Ey dindaşlar:  dinimizi kurtarıp şad edelim

Kalk Türk oğlu silahların duvarlarda paslandı

Hep düşmanlar bu yaralı göğsümüze yaslandı

Kalk Türk oğlu haydi artık çek kılıcını vur, öldür

Aman verme sade öldür intikamın günüdür

 

Dört yüz milyon mü’min şimdi bütün bizi gözlüyor

Piş-dar olsun Türkler bize diye bizi özlüyor

Bak mübarek Nil’e sessiz öç al diye çağlıyor

Kafkas ili hep yaslara bürünmüş ah: ağlıyor

O ağlarken yakışır mı bize durmak, oturmak

Rus,İngiliz, frenk oldu çiğnenmeye müstahak

Biz en ulu bir ulusun erleriyiz, durmayız

Düşmanlara bundan sonra yalnız bıyık burmayız

Hatta işte yürüdük oh!… ne tatlıymış intikam

Bu müntakim harekete kapı açar her makam

 

MÜTERCİM: SERPİL BİRGÜN

ŞÜHEDA TÜRKÜSÜ

 

Ay doğdu hep uyandık,

Hudutlara dayandık,

Müslümanlık uğruna

Al kanlara bulandık

 

Turana nur saçıldı,

Cennet bize açıldı!.

 

Sanırlar Türk uyurdu;

Hakan cenk’i buyurdu.

Türkün aslan olduğun

Dünyalara duyurdu.

 

Turana nur saçıldı,

Cennet bize açıldı!.

 

Allah! Allah! diyerek;

Düşmanı çiğneyerek;

Kafkasya’ya ulaştık.

Erkeklik böyle gerek!

 

Turana nur saçıldı,

Cennet bize açıldı!.

 

Şüheda olduk hak için;

Öldük, yaşatmak için;

Biz can verdik moskof’tan

İntikam almak için!.

 

Turana nur saçıldı,

Cennet bize açıldı!.

Nice yıllar, Çerkezler ,

O Müslüman bikesler,

Melunlara çiğnendi..

Unutuldu o yeisler..

 

Turana nur saçıldı,

Cennet bize açıldı!.

 

Öldükse de öldürdük;

Rus’u geri döndürdük;

Sevincinden Kabe de

Peygamberi  güldürdük;

 

Turana nur saçıldı,

Cennet bize açıldı!.

 

 

Anam!anam” ağlama,

Kara giyip bağlama,

Oğlun şehit olduysa

Ciğerini dağlama.

 

Turana nur saçıldı,

Cennet ona açıldı!.

 

Ülküm turan ülküsü

Aşık eder herkesi,

Kabrimden eksilmesin

Ay yıldızın gölgesi.

 

Turana nur saçıldı,

Cennet bana açıldı!.

 

MÜTERCİM: SERPİL BİRGÜN

0486_0021-69_Page_10-2Fâtih kürsüsünde:  fetvayı cihat okunurken

 

ilave kısmı

zübde-i vakay-i

                                                           SON HAFTA

Köprü köyde muzaffer olan ordu olan muz Moskofları hududun; Kafkasya hududunun; ancak on, on beş kilometre berisinde  olan ‘ARAS’ a kadar çekilmeye icbar (zorlama) etti. Ve bu günde harbin o sahada şiddetle devam ettiğini haber almaktayız. Avn-i hakla (Allah’ın yardımıyla) vaziyetimizin Ruslara karşı pek faikane (manevi üstünlük) olduğunu da istibşar (hayırlı haberle sevinme) ettik. ordumuzun sol cenahı önünde; liman mevkiinde perişan olan düşman sağ cenahı da Batum’a doğru süratle firar etmektedir ki biz bu satırları yazar iken şanlı ordumuzun Batum önünde zaferle tetevvüc eden (taçlanan) bir harp akabinde şehr-i mezkure dahil olarak bu kadim belde-i islamda da gül-bâng-i Muhammedi (ezan)  çalındığını tebşir (müjdeleme) edecek telgraflar intizar ediyoruz…

Mısır hududunda kalat’ül -nihali geçen ordumuzun bu hafta içinde Süveyş huda-pesend (Allah’ın beğeneceği şey) bir gayret ile atlayarak İngilizlerin nice seneler hileyle, riya ile;  vakit ve fırsat buldukça; zulm ile kahr ile ezdiği mısırlı ihvan-ı dine (aynı dine mensup olanlar) kavuşacağını pek kuvvetli olarak ümid etmekteyiz.

Hak yolunda, adalet yolunda sarf edilen azim ve gayretlerin huda-pesend olacağına nasıl şüphe caiz değilse, hüda-pesend olan her şey’in de elbette ve elbette ekalil-i/iklil-i (taç) muvaffakiyet ile  tetevvüc( taçlanan) edeceğine iman ve itikad etmek iktiza (lazım gelme)eder. zaten itikadımızca zafere itimad hissi bir millette hasıl olmadıkça sarf edeceği himmetlerin, say’iler (çabalamalar’)ın kaffesi  bir nümayiş-i bi-suddan(boş gösterişler) ibaret kalır, onlarda hiç bir vakit pesendide-i huda olacak bir azim-i hakiki görülemez.

Şark ve garp da kara üzerindeki vukuat-ı harbiyeden bahsederken Karadeniz vukuatını bir nebzede hikaye ederek hakimiyet-i bahriye meselesi üzerine olan derece-i tesirini kaydetmek istiyoruz:

Kar’ilerimiz hatr-ı nişanı olmak lazımdır ki mecmua bundan evvelki haftalık musahabelerinde (görüşme/konuşma) bir taraftan vukuat-ı harbiyeyi hülasaten (kısaca) kaydederken balkan siyasetini de hiç bir vakit nazar-ı dikkati önünden kaçırmıyor, oralardaki hakayıkı(hakikatler) kafi derecede görmeye mani olan sehaib-i mezalimeyi (zulüm bulutları) dağıtmak için Romanya semasındaki bulutların ahvalini daima ve daima endişe ile takip edip duruyor idi. bütün balkanlara istediği bir istikameti verebilecek vaz’i ve mevkide bulunan bu bulutları kendi mecra-i siyasiyyesine göre tahrik için Moskoflar Galiçya üzerine pek faik kuvvetler ile yüklendiler. o zaman bu bulutlarda şimal-i şark-ı istikametine; Rusya’ya karşı hafif bir temayül(meyletmek) hissedildi. nihayet PİRZAMİSİL (Galiçya yakınında) önünde  Avusturyalıların müdafa-i hayret efzası (çoğalan/artan) bu bulutları yine eski va’zi tereddüd ve bi-karar yine irca (eski haline getirme) etti. Rusların askerlikçe bilmem fakat ahlaken pek yüksek olan şimdiki bil-ilticası Hindenburg’un Varşova önlerine gelmiş iken birdenbire suwalki vilayetini tahliye ederek çekilmesi yine Romen rusofillerini ümide düşürdü. nihayet fenn-i harbin (savaş tekniği) bu büyük kahramanı evvelki Tannenburg muzafferiyetine birde velev   galovac  galebesini ilave ederek Moskoflara elli binden fazla esir ve bir çok da mühimmat terk ettirip bu sefer valisini de esir ettiğimiz Varşova’nın Nagihan önünde tekrar gözükmesi bütün Rus ümitlerini boşa çıkarmış ve bizim istikamet na-hemvar (bozulmak) olmasından endişe ettiğimiz bulutlara yine muharebenin bidayetinden (başlangıç) Beri ahz (kabul etmek) etmiş oldukları vaz’i sükun pür-tereddüt(tereddüt dolu) cebren (zorla) aldırtmış idi.

Kim ne derse desin. Ati’yi  herkes ne türlü tahmin ederse etsin. Biz şark-ı saha-i harbinde galebe-i kıt’ayeyi  temin edecek vakayin hudusune (sonradan peyda olma) oralarda şimdi son derece -i şiddetle icra-i ahkam eden kışın ilk bahara kadar mani olacağı itikadında bulunduğumuz için bütün nazar-ı dikkatimizi Karadenizde ki hakimiyet-i bahriye esasına atfederek Romanya afakının keşayiş -i(açıklık) tamnı (tamamı), binaen aleyh Balkan siyaseti-i mu’vecesinin (dalgalı) muharrik-i hakikisini tayin etmek kudretini bugün ki hakimiyet-i bahriyenin pek şevketli tebarüzünde (meydana çıkma/görünme)arıyoruz.

Ruslar; alçakça donanmamız önünden firar ettikçe bu hakiki mes’udeyi idrakta biraz vakit geçse bile ati’yi vakain delili ile tayin edenler beklenilen neticenin Allah’ına güvenerek pek büyük itimad-ı zaferle işe başlayan ve bidayette muzaffer olduğu gibi bugünde düşmanından kaçmak değil; daima onu kovalamak şanlı Barbaros ahfadı (torunları) için mes’ud olacağına emin bulunuyorlar. Allah’ın nusreti üzerimizden eksik olmasın diye dua eder ve netice-i mes’udenin sürat-i husulünü bar-gah-ı (Allahın huzuru/dua edilecek yer) mevalid-i tazarru eyleriz.

Avusturyalıların dört, nihayet beş güne kadar Bulgaristan ile hem-hududu olacağını  fennin harbiyeye vakıf olanlar pek kuvvetli olarak tahmin ediyorlar. onlar bu tahminlerinde latif-i hakla isbat ettikleri takdirde balkan siyaseti terk-i ivicac (doğru hareket etmeme) ederek pek açık bir vaz’i müstakim alacaktır.

Garb-ı sahne-i harpte başlayan kayd u tezkar (hatırlama/anma) hiç bir vaka-i harbiyeye dair  haber yoktur. yalnız Fransa’daki kraliyet taraftarları Belçika kralı Alber’in Fransa taht-ı kraliyyesine kuudini( kabulü) talep etmek üzere teşebbüsatta bulunuyor. Rusya’nın vahşetine, İngiltere’nin hilesine kurban olarak düçar-ı mağlubiyet olan biçare Fransızların şekl-i idare-i hükümetlerini bile tebdile(değiştirme) mecburiyet hissedecek küreyveye  düştüklerini veyahut vatan müdafasını her şeyden akdem (ilk/önce) iken o vazifeyi unutarak böyle şeyler ile meşgul olacak kadar şaşkınlıklara düçar olduklarını gördükçe medeniyet namına, insaniyet namına ; düşmanımız olduğu halde bile; hallerine acımak elimizden gelmiyor.

Zavallı Fransızlar… Bulgaristana politikacılar gönderipte siyaset dilenciliği zilletini ihtiyare bedel bugün vatan aslileri(vatan mensupları) olan Fransa için cinayet sayılan bu gibi teşebbüsatı men’e çalışanlar ne kadar isabet etmiş olurlar!

Marsilya’da konsoloshanemizin, tahribi, oradaki şehbenderimizin  (konsolos) canını ancak tavan arasında kurtarabilecek kadar düçar olduğu tecavüzler bile bizi Fransa’ya acıkmaktan men edemez. çünkü biz tezahürat-ı milliye arasında yapılan bu hareketleri kendi aleyhimizde dahi olsa mağzur görecek kadar bu gibi hareketin şiddetle taraftarıyız. çünkü milletlerde azim ve gayret,celadet, kahramanlık kanını beslemek için bu gibi nümayişler, tezahüratta bir gıdadır… geçen cumartesi günü de şehrimizde  yapılan tezahürat-ı milliye esnasında buna mümasil (benzeyen) bazı hadisatlar vukua geldi. fakat bir şehbender(konsolos) değil, bundan evvel milletin göz bebeği olan donanması için gezdirdiği iane sandığını (yardım sandığı) dükkanından kovmak gibi bir hıyaneti irtikab(kötü bir iş işleme/rüşvet) eden ; bu toprakta Osmanlı olarak büyüyen, ve parasını da Osmanlılardan kazanan; ve sonra bu memlekete vermemek için nankörcesine terk-i tabiiyyet eden Rus teba-i adi bir gazinocu bile şahsen en ufak bir tecavüze dahi uğramadı. bu gibi tezahürat dünyanın her tarafında olur. ve dediğimiz gibi bu yoldaki hareket millet hakkı ve onun terbiye-i hun (kan/öç/öldürme) celadeti için en lüzumlu bir gıda-i gıda-i ictimasidir.

Terbiye-i ictimaide pek ileriye gittiğini idda eden Fransızlar daha bidayet-i harpte (harbin başında) alman mağazalarını tahrip…ve hata milletimizin tezahürat esnasında tenezzül etmediği ve etmekle hakiki bir büyüklük gösterdiği yağmalar hatırdan çıktı mı?

Mojiklerin Petrogradda Alman sefaretini (elçilik) tahrip ve eşyasını yağma ettikleri ve derinindeki ihtiyar bir memuru katl ü itlaf ettikleri (mahvetme/öldürme) ettikleri unutuldu mu?

Fransızlar arsız imişler…yağma etmişler…Ruslar hem arsız ve hem vahşidirler…onun için hem yağma ve hem katl-i nüfus ettiler. biz ise alicenabız. tezahür-ü milli esnasında gözümüze batan… ve biz de hakiki bir hiss-i tesir bırakmış olan yerleri, eserleri tahrip etmişiz… Fakat ne yağma gibi bir zilleti ve ne de katl-i nüfus gibi bir vahşeti  irtikap etmemişiz… bundan dolayı tarihin, medeniyetin mahkemesine pek açık bir alın ile çıkacağımızdan eminiz…

Gariptir… cilve-i tali’n(talih) ma’kus bir tezahürü olmalıdır ki Avrupa’nın pek çok diyarında pek uzun seneler yaşayan, onun için bizden ziyade tezahürat-ı milliyenin oralarda ne demek olduğunu beyan ve bilmesi lazım gelen tercüman-ı ser-muharrir (başyazar) ağa oğlu Ahmet bin efendi yanık bir galat-ı hissin (yanılsama) esiri olmuşlar veya telkin (fikir aşılama) pür-ü kin ve garazın zebunu (aciz/güçsüz amaç) bulunmuşlarda pencşenbe(perşembe ) günü yazmış oldukları makalelerinde hadisat-ı ma’ruzenin (olayın tesiri altında) eser-i  tahrik ve teşvik olduğunu hakiye buyurmuşlar…

Bu muhterem muallimemizin bir vaz’i hürmetkar ile önünde eğilerek tashihi kanaat buyurmalarını istirham ile deriz ki; afedersiniz… millet bugün fena bir fikrin alet-i tahrik ve teşvik olmaktan pek uzak bir mevki bülenddedir(yüksek mevki).

MÜTERCİM: SERPİL BİRGÜN

Alman Tahtelbahirleri

Denizlerin hâkimi iken tahtelbahirlerin mahkûmu olan müthiş İngiliz donanması kuvve-i tecavüziyyeden (saldırma) tamamen mahrum bir silah-ı harb olduğunu kendi kendine bütün âleme ilan ve ispat etti. İnşaat-ı bahriye programları münakaşa ve müzakere ediliyorken evvelleri (başlangıç, geçmiş) “Dünyanın en kuvvi iki devle-i bahriyesine fâik bir donanmaya malik olmak” düsturunu esas-ı ittihaz (saymak) eyleyen İngiliz bahriyesi son senelerde Almanya ve cemahir-i müttefika-i Amerika donanmalarının terakkiyat-ı seriası üzerine bi-l ceburiye bu esasından feragat ederek yerine “En Kuvvetli Devlet-i bahriyenin vaz-ı tezgâh ettiği her sefineye mukabil iki gemi inşa etmek” kaidesini kabul etmiştir.

Bütün bu nazariyeler ve bu hesâplardan maksat İngiltere ile harbe girişecek her hangi bir devletin donanmasını sürat-i katiyede tepelemek, limanlarını, sahillerini topa tutmak, ticaretini mahvetmek ve aynı zamanda bu harekât-ı tarziyenin netice-i tabîiyyesi olarak Büyük Britanya adalarını ve o bitmez tükenmez müstemlekâtı (sömürgeleri) tecavüzden masûn (korunmak, mahfuz) bulundurmaktı.

Fakat ne garip bir cilve-i kaderdir ki bütün ebhâr-ı cihana (bütün Dünya denizlerine) hâkim olmak isteyen İngiliz donanması bu gün korkusundan avucunun içindeki Pas de Calais Boğazında bile dolaşamıyor, Fransa ile elzem olan muvasalasını (ulaşımını) (İrlanda) ve (Saint George) Kanalı vasıtasıyla icra ediyor. Alman sahillerine henüz tek bir İngiliz mermisi atılamamış iken İngiltere sahilleri, Alman donanması tarafından topa tutuluyor. Neden? Çünkü denizlere hâkim olan ve beş yüz gemiden müteşekkil o müthiş İngiliz donanması değil, tesadüf ettiği her düşman zırhlısını ka’r-ı bahre (denizin derinliklerine) indiren ve yalnız otuz sefineden mürekkep Alman taht-el-bahirler filosudur.

Alman taht-el-bahirlerinin muvaffakıyyât-ı mütevâlîyesi (birbiri ardına gelen başarıları) bu gün İngilizlerin maneviyatını o kadar perişan etmiştir ki İngiltere bahriye nezareti ve donanma başkumandanı ciddi bir kıymet-i harbiyeye haiz sefaini, Alman taht-el-bahirlerinin behemehâl (mutlaka) batıracağından korkarak, altınlarını kasasında saklayan zengin bir hasis gibi katiyen harp limanlarından dışarı çıkarmıyor.

İngiliz donanmasının kuvve-i taaruziyyesini (saldırı gücünü) birden bire hiçe indiren Alman taht-el-bahirleri 1914 senesinin ibtidâsında (1914 senesinin başlangıcında) 24 tanesi hazır 12 âdeti dört set inşa olmak üzere 36 tane idi. Fakat Almanya tezgâhlarında diğer devletler hesabına dört set ikmâl mühim miktarda taht-el-bahirler vardır ki Alman bahriyesi bil tabii onları da kullanacaktır. Diğer devletin malik oldukları taht-el-bahirlerin cetvelini bir vech-i ati derc ediyoruz:

Ülkeler  Sahip Olunan Taht-el-Bahirler       Yapımı Devam Eden Taht-el- Bahirler

İngiltere 77 Adet Hazır     20 Adet Dört Set İnşa

Fransa   78 Adet Hazır     24 Adet Dört Set İnşa

Avusturya         6 Adet Hazır       5 Adet Dört Set İnşa

Rusya (Bahri Baltık’ta –Baltık Denizi)         28 Adet Hazır     16 Adet Dört Set İnşa

Rusya (Bahri Siyah’ta – Karadeniz’de)         9 Adet Hazır       2 Adet Dört Set İnşa

Japonya 12 Adet Hazır     5 Adet Dört Set İnşa

Amerika 31 Adet Hazır     16 Adet Dört Set İnşa

İtalya     18 Adet Hazır     8 Adet Dört Set İnşa

 

Diğer küçük devletlerden bazılarında hazır veya dört set inşa birer ikişer taht-el-bahirleri vardır. Bu miyânda Yunanistan dostumuzun iki taht-el-bahride mevcuttur.

Harp Haziran ibtidâsından beri gösterdikleri şayan-ı takdir, maharet ve şecaatle (yüreklilik) bütün âlemin dikkat ve hayretini celp eyleyen Alman taht-el-bahirlerinin tarihi terakkiyatını şöyle bir gözden geçirmek faideden halli değildir.

1904 senesine gelinceye kadar Almanlar taht-el-bahirlere hiç ehemmiyet vermemişlerdir. Hâlbuki o tarihe kadar Fransa birçok milyonlar sarf ederek, birçok canlar feda ederek taht-el-bahir sefain inşasını terakki ettirmeğe çalışıyor, İngiltere ve Amerika başta olmak üzere bütün düvel-i bahriye gittikçe peyda-i mükemmeliyet ve ehemmiyet eden bu müthiş silah-ı harpten mümkün mertebe fazla miktarda inşa ettiriyorlardı. Diğer düvel-i bahriyenin taht-el-bahirlere verdikleri ehemmiyete mukabil, Almanlar bu nevi sefaine karşı adeta lâ-kayd (kayıtsız) ve istihfâf (hafifseme, küçük görme) göstermekteydiler. Hatta bir gün (Berliner Tagabulat) gibi ciddi bir gazetenin kısmı fennisinde taht-el-bahirler hakkında aynen şu cümle-i müztehziyane (alay yollu) derc edilmiş bulunuyordu: (Taht-el-Bahir bir meflûcun (felçlinin) omzuna yükletilmiş bir körden başka bir şey değildir). Almanlar
gibi mütefennin (teknik bilgi sahibi), müterreffi ve ulûm (ilimler, bilgiler) ve fünûn (Fen), sanayinin her şubesinde harika adına seza (yaraşır) kabiliyetler gösteren bir milletin bahriyesi tarafından, günden güne pek aşikâr bir surette tekemmül (olgunlaşan) eden taht-el-bahir silah, harp aleyhinde bu derece lâ-kaydane davranılması câlib-i dikkat  (dikkat çeken) bir mesele idi.

Almanlar taht-el bahirlerin kıymet-i hakikiye-i harbiyesini tetkik ve takdirde hata edecek, aldanacak kadar cahil değildiler. Alman erkân-ı harbiyye-i bahriyesi büsbütün başka bir sebepten dolayı taht-el-bahir inşaatına ehemmiyet vermiyordu, daha doğrusu ehemmiyet vermiyor gibi görünüyordu. Hakikat halde ise istikbali pek büyük bir silah olan taht-el-bahirlerin terakkiyatını kemal-i dikkat ve vukuf (bilgi) ile takip ediyor, inşaat plan ve projelerini ihzâr  (hazır etme, hazırlama) eyliyor, fakat yalnız Alman ordu ve donanmasına has olan bir ketumiyet-tâmme (mükemmel bir gizlilik) ile bu mesaisini bütün âlemden, hatta Alman milletinden bile gizliyordu. Alman erkân-ı harbiyesinin taht-el-bahirler meselesini hakikatte lazım gelen ehemmiyetle tetkik ve tetebbu (etraflıca inceleme) ettiği halde, zahiren (görünüşte) böyle bir sükût ve lâ-kaydı ibraz etmesinde ki esbâb (sebepler) neydi?

O sıralarda Alman açık deniz harp filosunu teşkil eyleyen büyük zırhlıların inşaatını kemal-i keremi ile ilerletmek ve her şeyden evvel Almanya’ya kuvvetli bir donanma ihzâr eylemek lazım geldiğini düşünen Alman erkân-ı harbiye-i bahriyesi Alman milletinin efkârını (düşüncelerini) ve nazar-ı dikkatini taht-el-bahirler üzerlerine celp etmek istemiyordu. Çünkü bu nevi sefainin büyük zırhlı gemileri bir torpil darbesi ile batırılabileceği erkân-ı harbiye-i bahriye gibi salâhiyet-dâr (yetkili) bir makam tarafından itiraf ve iddia edilince bittabi efkâr-ı umumiye ve kuvve-i teşrîîye (millet meclisleri) – Fransa’da olduğu gibi – zırhlı donanma yerine taht-el-bahir filosu inşasına taraftar ve meyyal olacak ve bu gibi nâ-be-mevsim (vakitsiz) fikirlerden Alman açık deniz filosunu teşkil eden ve bu gün Almanya’ya ikinci devlet-i bahriye mevkiini kazandıracak dretnotların inşası hususunda gayr-i kabil tazmin zararlar, tehirler vukua gelecekti.

İşte Alman erkân-ı harbiye-i bahriyesi, başlanılan bir işi başa çıkarmak için musirr-âne (ısrarla ve inatla ayak direyerek) ve bilâ-inhiraf (değişmeden) devam edilmesi lazım olan “Fikr-i takip” meziyetinin sevkiyledir ki taht-el-bahirler hakkında müddet-i medîde (uzun zaman) ezhar-ı lâ-kaydı etmiş, bu nevi inşaat için tahsisat talebinden ictinâb (sakınmıştır) eylemiştir. Maa-mâ-fîh bu sükût-ı zahiri esnasında ise diğer düvel-i bahriyenin taht-el bahir sefain inşasında gösterdikleri bütün terakkiyatı da tamamen takip ederek, vakt-i münâsibe intizâren (uygun vakti bekleyerek) kendi istihzârâtını ikmâl (hazırlıklarını tamamlamıştı) eylemişti. Nihayet, Alman açık deniz filosu arzu edildiği kadar peyda-i kuvvet ve satvet (ezici kuvvet) eyledikten ve Alman milleti kendi kuvve-i bahriyesinin daima ikinci devlet-i muazzama-i bahriye mevkiini işgal eylemesini bir gaye-i emel olarak telakki ve kabul ettikten sonra artık taht-el-bahirler inşa etmek zamanı hulûl etmişti. Binâen aleyh Alman bahriyesi hiçbir devlette meseli görülmeyen usul-perestâne bir intizam, devamlı bir fikr-i takip, lâ-yezâl (bitimsiz) bir sa’y (çalışma) ve gayret ile denizlerin altında kesb-i kuvvet (kuvvet kazanmak) için çalışmağa başlamıştı.

Almanların taht-el-bahir inşaatına böyle geç başlamalarından diğer bir istifadeleri daha olmuştu ki o da İngiliz ve Amerikalılara, bilhassa Fransızlara pek bahâ-lî oturan tecarib-i medîdeye girişmek zahmetine artık lüzum kalmamış olsaydı. Çünkü Almanlar bir taht-el-bahir filosu teşkiline başladıkları tarihte – ki 1904 senesinden sonradır – gerek İngiltere ve Amerika’da, gerek Fransa’da taht-el-bahirler pek çok terakki etmiş, sefain-i mezkure (adı geçen gemilerin) inşaatından evvelce esrar-ı mühimme-i harbiyeden adıyla pek gizli tutulan esâsâtı (esaslar) hatta birçok teferruatına varıncaya kadar malum olmuş ve bazı hususi inşaat şirketleri bile taht-el-bahir yapmağa başlamışlardı. Binâen aleyh Almanlar Fransızların gerek paraca, gerek insanca uğradıkları zayiatın yüzde birine bile dûçâr (uğramadan) olmadan muntazam bir taht-el-bahir filosu inşasına mübaşeret eylemişler ve ilk sefine vaz-ı tezgâh edildikten sonra ikisine bile geçmeden yapılacak taht-el-bahirlerin şekil ve cinsini tayin ederek inşaatına süratle devam etmişlerdi.

Bu gün Fransız ve İngiliz taht-el-bahirleri adeden (sayı bakımından) Almanlarınkinden fazla olmakla beraber bu sefainin kısmı azami tecrübe gemileri oldukları için hakiki bir kıymet-i harbiyeye haiz değildir. Bilhassa Fransa taht-el bahir filosu yarı yarıya böyle tecrübe için yapılmış sefinelerden mürekkep bulunduğu için ciddi bir kuvve-i tecâvüziyye (saldırma kuvvetine) malik olan Fransız taht-el bahirlerinin miktarı da kırktan pek fazla değildir.

Alman taht-el bahirleri büyük bir faaliyet ve kıymet-ı harbiye göstererek mühim muvaffakiyetler elde ettikleri halde Fransız taht-el bahirlerinin hiçbir iş görememiş ve İngiliz taht-el bahirlerinin ise bir iki küçük ve ehemmiyetsiz marifetten başka bir şeyi yapamamış olmasına gelince: Bu hususta Alman efrâd-ı bahriyesinin müstesnâ maharet ve şecaatlerine bi-misâl hemaset ve kahramanlıklara alman taht-el bahrilerinin havâs-ı mükemmele-i harbiyesi de inzimam (katılma) etmektedir ki bu cihetleri gelecek makalemizde izah ederiz.

Abidin Daver

Çevirmen: Birsen SEZGİN

Terbiye-i Bedeniye

İdman, Spor, Jimnastik

Nedir?

Bir zamanlar Rus Çarlarını, Fransa Krallarını fermân-beri (aldığı emri yerine getiren) eden Türk erlerinin esbâb-ı zaferinden (zaferlerinin sebeplerinden) en mühimi de zor bâzûları (güçlü pazuları) idi. Kaviyy-i efraddan mürekkep (güçlü bireylerden oluşan) olan bir kaviyy-üş-şekîme (çok mukavemeti, dayanması olan) orduya karşı koymak her erin kârı değildir. Zaman geçtikçe bir maraz-ı ictima (hastalıklı bir yığılma) şeklini alan ihmal ve teseyyüb-i cahilane (cahilce bir kayıtsızlık) ile mesele; terakkiyât-ı medenniyye (medeni başarılar) etbâ-ü bidât (yenilik hizmeti) şekline getirdiğindendir ki; Nizam-ı Cedidin ihdâsına (ortaya çıkmasına) karşı yeniçerileri isyan ettirecek bir halet-i ruhiye hâsıl oldu. “Biz keçeye kılınç (kılıç) atarız. Ne gerek Nizam – Cedid” gibi cahilane kil ü kallara (dedikodulara) sebebiyet verdi. Askerlik ile bize giren idmanlar, onun yeniçerilik namı altındaki son tezebbüzâtında (karışıklıklarında) büsbütün unutularak ocağın ilgasında (lağvedilmesi, kaldırılmasıyla) hatırdan silindi, gitti. Bundan yirmi sene evveline kadar da ismi söylenmez iken birkaç askeri mektepte Alman jimnastikleri tatbik olunmağa başladı. Meşrutiyetin ilanından sonra da terbiye-i bedeniyye (beden terbiyesi, jimnastik) mekâtip (mektepler, okulların) programlarına resmen ithal olundu. Şimdi bu ihtiyac-ı medeni karşısında eğilmedik kimse kalmadı desek yeridir. Bizim gibi, mevcudiyetini büyük bir sa’y (çabalama) ile temin edecek milletlere kaviyy (güçlü, sağlam) efrâddan lüzumu ne derecede ise asırlardan beridir, bakılmamazlık yüzünden yorulan, bozulan ırkımızın da terbiye-i bedeniye ile ıslahı o rütbe (derece) elzemdir. Bu nokta-i nazardandır ki; terbiye-i bedeniye ve teferruatını karilerimize nebze nebze şerh etmek isteriz. Ta ki, genç, ihtiyar, kaviyy, zayıf herkes mümkün mertebe nimetten müstefîd (faydalansın) olsun.

 *

                                               *     *

Cihanın en eski hükemâsından (bilginlerinden) “Hipokrat” hastalık gayet açık bir havada inmiş yıldırım değildir, demiştir. Fi-l-hakika (gerçekten) hiçbir zaman bilâ-sebep bir hastalık târî (birden bire görülmemiş) olmamış, daima eski ihmal ve dikkatsizliklerin neticesi olarak gelmiştir. Binâen aleyh, bir hastalıktan dolayı ilk dûçâr-ı muâheze (tenkide uğramış) olacak kimse, hastanın kendisidir. Bir ırkın za’fide (kuvvetsizliğide) böyledir. Zayıf bir ırkın ilk mes’ûlu (sorumlu)  onu teşkil eden efrâddır. Bizim ırkında el-yevm (bugün) zayıf olduğuna şüphemiz olmamalıdır. Bu da gökten inme değil bizim ihmalimizin neticesidir.

Yaşamak istiyorsak bunun ilk lâzımesi insanlar gibi yaşamaktır. Onun içinde hayattan bütün kabil-i istifade menâbinden (kaynaklardan) müstefit (istifade eden) olmak vücudundan en fazla istihsali (üretme) kabil olacak fevâid (faydalar) elde etmek gerektir. Marîz (hasta, hastalıklı) bir vücutla, sağlam bedeniye arasında ki fark – ispata hacet hissetmeyecek kadar – büyüktür. İnsan nezleye tutulsa hal-i sıhhatine makis (sıhhatli haliyle kıyas) olamaz. Binâen aleyh tabiatın nimetlerinden müstefit (faydalanan) bir vücuda malik olmayanlarda keşmekeş hayatı hatır için yüklenmiş bir angaryacıya benzerler. Bu sebeple bugün bütün milel mütemeddine (medeni) sağlam, yaşadığından memnun ve müteleziz (hoşlanan) efrâd yetiştirmeğe olanca varlıklarını sarf etmekte ve o efrâd ne kadar çoğalırsa o milletlerde o kadar irtika (yükselme) eylemektedirler. Numune isterseniz? İşte Almanlar!

Bir sağlam ırk yetiştirmek için eldeki vesait ve mesai ikiye tefrik olunabilir: Hafz-üs sıhhat (ölçülü sağlık), terbiye-i bedeniye.

Hafz–üs-sıhht bahsi daire-i ihtisasımıza dâhil olduğu gibi mevzuamızında haricinde olduğundan terbiye-i bedeniyeyi şerh etmek kutsalımızdır.

Terbiye-i bedeniye isminden de anlaşıldığı vechle bedenin terbiyesi ve onun matlup (talebedilen) vechle işe yarayacak şekle getirilmesi demektir. Ancak son zamanlarda dimağın bazı mümaresatı (yatkınlık) nokta-i nazarından fikri terbiyenin bazı aksamı da bu kelimenin şümul-ü efhamına dâhil olmuştur. Terbiye-i bedeniyenin bugün eşkâl-i mahsuse-i mütenevviası (mevcut olan birçok şekli) var:

İdman, spor, jimnastik. Bu kelimelerin birincisi Türkçe, diğerlerini Frenkçe yazışımıza sebep maalesef Türkçe yahut Arapça mukabillerini bulamayışımızdır. Bunların mefhum-u esasını anlatacak kelimeler bulunursa cidden lisana büyük hizmet edilmiş olur. Mamafih bu iki kelime her lisana kabul edilmiş, fotoğraf, telgraf gibi elfâz-ı miyânene (günlük konuşma diline) girmiş olduğundan bizce de böyle istimalinde (kullanılmasında) beis görmedim. Bu üç ıstılâhı (terimi) izah edelim:

İdman kelimesi Frenkçe Athletique mukabili olarak istimal olunmuştur.

Biz de bu kelimenin mukabili olan mana jimnastik kelimesinde aranır. Fakat bu üç şekli şerh edince bu telkinin yanlış olduğu tezahür eder.

İdman Achletique” her türlü mümâreset-i bedeniyeye (bedensel yatkınlıklar) ıtlak  olunur umumi bir tabirdir.

Bu harekât-ı bedeniye, eğer eğlence ve zevk için yahut bazı harekâtta diğer kimselerden ziyade bir fazlalık elde etmek için yahut bir müsabaka da kazanmak için yapılırsa (spor) olur. Görülüyor ki, burada idman başka spor başkadır. Yani her spor denilen şey idman miyanına girer. Fakat her idman, spor addedilemez. Bu teferruatta da âmil –i yegâne (tek sebep) o hareketin icrasındaki niyet ve maksattır.

Harekât-ı bedeniye, eğer ferdin ruhen ve bedenen tekemmülü ve sıhhat, kuvvet, çeviklik, mukavemet, beceriklilik, cesaret, soğukkanlılık, sürat, muhakeme ve hissiyat, muavenet ve refakat-kârı elde etmek niyet-i asliyesiyle yapılırsa (jimnastik) olur.

Görülüyor ki; spor ve jimnastik yapılan hareketin şekline değil ancak onu yapan kimsenin kastiyle tahallüf (geride bırakma) ediyor. Binâen aleyh aynı bir mümarese-i bedeniye (bedensel alışkanlıklar) bir nokta-i nazara göre jimnastik iken diğer bir noktadan spor oluyor, farazâ (farzedelim ki):

Bir kimse göğsünün ve sırt adalesinin kuvvetlenmesi için kürek çekerse jimnastik yapmış olur. Fakat bir yarışta kazanmak için çalışırsa spor olur.

Keza bir jimnastik muallimi talebesine diğer sınıf talebesine tefvik için hareket-i bedeniye yaparsa basit bir spor yaptırmış olur öyle ki sonunda bir mükâfat olmasa bile.

Spor jimnastik şu suretle yekdiğerinden tefrik edildikten sonra bir nokta-i nazar daha bu iki şubede hadd-i fâsıl  (iki bölgeyi birbirinden ayıran sınır) olabilir.

Âli-ül-kesir sporun her halde bir tevfik elde etmek için yapılan harekât olduğunu zikr eyledikti tevfik matlubu elde etmeğe sa’y edecek vücut bu hususta en son takatini sarf edeceğine göre fazla yorulacak binâen aleyh büyük sarfiyatta bulunmuş olacaktır. Mütehassısların ve fennin beyanına göre; sporla meşgul olacak vücut evvel emirde tedrici harekât-ı bedeniye yapmış ve son takatini sarf etmeğe alıştırılmış olmak lazımdır. Böyle olmazsa spordan fayda yerine mazarrat (zarar) görülür. Bu sebeplede jimnastik spordan ayrılır. Jimnastik spora bir vücut hazırlar. Spor, jimnastikle elde edilen kuvânın (gücün) tezâyüd (artma) ve tekemüllüne (olgunlaşmasına) vasıta olur.

Mabadı var…

Mütercimi: Birsen SEZGİN

 

 

 

 

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir

Bu site, istenmeyenleri azaltmak için Akismet kullanıyor. Yorum verilerinizin nasıl işlendiği hakkında daha fazla bilgi edinin.